Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel Ruşen Çakır’a komisyon sürecini değerlendirdi. Tüzel, Sosyalist solda kim sürece destek veriyor, kim itiraz ediyor? sorusunu yanıtladı.
Komisyon nasıl başladı?
Emek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan komisyonun barış ve demokratikleşme süreci açısından önemli olduğunu ancak mevcut yapısıyla yeterli olmadığını söyledi. Tüzel, “Komisyon son derece güdük bir şekilde sürece başlamış oluyor. Çünkü bir meclis kararıyla ya da bir yasal bir çerçevede yasa gereği kurulmuş değil.” dedi.
Tüzel, “Barış yönünde atılan adımlar, Kürt halkının ülkenin eşit haklara sahip bir ulusal kimliğiyle de bir yurttaş olarak ülkenin geleceğinde kendi yönetiminde söz sahibi olması açısından yapılması gerekenler var. Sadece barış değil aynı zamanda demokratikleşme yönünde yapılacaklarla birlikte bu süreci takip gerekiyor.” dedi.
Türkiye Komünist Partisi’nin öncülüğünde “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlıklı bir imza kampanyası başlatıldı. Bir grup akademisyen, gazeteci ve sanatçı imza kampanyasına katıldı.
“Biz aşağıda imzası yer alanlar Türkiye’nin cumhuriyetçi birikimini bu iddianın arkasında durmaya çağırıyoruz” diye başlayan metin şöyle devam ediyor:
“Barış ve kardeşlik istiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını; yeni-Osmanlı hayallerini, Türkiye İmparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmaları, ümmetçiliği, etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapı ve kurumları istemiyoruz. Barış ve kardeşlik ve de bağımsız ve laik bir ülke, eşitlikçi bir düzen, planlı bir ekonomi istiyoruz. Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz.”
Tüzel videoda, imza kampanyasını da değerlendirdi. Tüzel, “Burada imza atan arkadaşlarımızın, kaygısı var: Kürtler burada Amerika’nın oyununa geliyorlar. Amerika ve Erdoğan
yönetimi kendi gelecekleri için Kürtleri bir basamak olarak kullanmak istiyor.”
Yeni çözüm süreci kapsamında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) beklenen komisyon kuruldu. İlk toplantı 5 Ağustos Salı günü 11:00’de yapılacak. Komisyonun çalışma esasları henüz resmen belirlenmedi. Komisyon için AKP 21, CHP 10, DEM Parti ve MHP 4’er, Yeni Yol Partisi 3, HÜDA PAR, TİP, EMEP, DSP ve Yeniden Refah Partisi 1’er milletvekilinin ismini Meclis Başkanlığı’na bildirdi. İYİ Parti, komisyonda yer almayacağını ilan etti.
Tüzel partisinin komisyon yer aldığını söyleyerek,”Fakat birçok soru işareti var hiç şüphesiz. Bakalım bu süreç arzu edildiği ya da beklendiği gibi gidecek mi? Başta Kürt halkının beklentilerine yanıt verecek mi? gibi sorular var.” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Levent Tüzel ile konuşuyoruz. Merhaba Levent Bey.
Levent Tüzel: Merhaba, iyi yayınlar.
Ruşen Çakır: Sağ olun. Siz daha önceki dönemlerde milletvekiliydiniz. Şu anda değilsiniz ama partinizden milletvekilleri var ve komisyona da EMEP katılıyor, değil mi? İskender Bayhan temsil edecek.
Levent Tüzel: Evet. İskender Bayhan katılacak.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: Neden komisyona katılma kararı aldı EMEP? Çünkü bu tartışıldı biliyorsunuz, CHP de özellikle tartışıldı. Sizin bu konuda parti olarak bir tereddüdünüz var mıydı komisyon konusunda?
Levent Tüzel: Şimdi tabii, komisyon esas itibarıyla bu süreçle bağlantılı olarak, muhalefetin daha çok talebiyle birlikte başladı, DEM Parti olmak üzere, gündeme geldi. Yani iktidarın “terörsüz Türkiye” diye başlattığı çalışma, DEM Parti ve muhalefet güçlerinin “barış ve demokratik toplum, demokratikleşme süreci” olarak adlandırmak istediği bu süreçte, Meclis çatısında bir komisyon kurulmasıyla, yapılması gerekenlerin bütün bir toplumun katılımıyla arkasının kovalanması, toplumca sahiplenilmesi açısından önemliydi. Fakat tabii, komisyon son derece güdük bir şekilde sürece başlamış oluyor. Çünkü bir Meclis kararıyla ya da yasal bir çerçevede, yasa gereği kurulmuş değil; tamamen iktidar, AKP’nin inisiyatifi, Meclis Başkanı’nın girişimiyle, adeta onun kararıyla ama siyaseten baskı altında olduğu da açık iktidarın. Mesele sadece örgütün feshi ya da silahtan arındırılması değil. Belki bu, barış için atılacak adımların tabii başında geliyor; ama barış yönünde atılan adımlar, Kürt meselesi dediğimiz yani Kürt halkının bu ülkenin eşit haklara sahip bir ulusal kimliğiyle de bir yurttaş olarak ülkenin geleceğinde, kendi yönetiminde söz sahibi olması açısından yapılması gerekenler var. Yani sadece barış değil, aynı zamanda demokratikleşme yönünde yapılacaklarla birlikte bu sürecin takibi gerekiyor. Şimdi komisyonda yer alacağız. Yarın ilk toplantısını da yapacak. Fakat birçok soru işareti var, hiç şüphesiz. Bakalım bu süreç arzu edildiği ya da beklendiği gibi gidecek mi? Başta Kürt halkının beklentilerine yanıt verecek mi? Tabii burada çatışmasızlık, silahsızlandırma önemli, tabii ki bu tarihi bir süreç fakat bunun arkasını getirecek olan birtakım düzenlemeler lazım. Yasal düzenlemeler, fiili uygulamalar belki de ondan da önce. Çokça dile getirilen işte cezaevine dönük, siyasi mahkûmların hakkında Avrupa mahkemelerinin ya da Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu hak ihlali kararı olan siyasetçilerin bırakılmasından tutalım, Kürtçenin ana dil olarak kullanılması ve Kürt halkının kendi geleceğini belirleme kapsamında yönetim modellerine varıncaya kadar geniş bir yelpazede ülkenin demokratikleşmesiyle de bağlantılı çokça başlık var. Şimdi bu Meclis’te, Meclis Başkanlığınca kurulan komisyonun yetkisi ne olacak, karar kapasitesi ne olacak, işleyişi nasıl olacak? Eşit bir temsiliyet olmadı diyelim. Şimdi partilerin Meclis’teki sayısıyla orantılı bir şekilde oluşturuldu. Yani bu denli çok sayıda milletvekilinden oluşan komisyonun karar üretmesi ya da bir çalışma üretmesi ne denli mümkün olacak? Orada eşit söz söyleme, kararlarda, işte hep söylendiği gibi, nitelikli bir çoğunluk aranması, buna benzer problemler var. Başta ismi belirsiz, herhâlde bunlar yarın konuşulacak. Partimizin önerisi mutlaka barışın ve demokratikleşmenin, eşit hakların vurgusunun yapıldığı bir isimlendirme. Ama işte “terör”dü, “milli birlik”ti, “kardeşlik, dayanışma”ydı gibi farazi söylemlerle bunun adlandırılmasını doğru bulmadığımızı ifade ettik. Bunlar konuşulacak, yani işin çok daha başında. Ama mesele, dediğimiz gibi, sadece ülkede iktidarın “terörden arındırma” ya da “terörsüz ülke” deyip bunu bir siyasi ikbal ya da siyasi gelecekleri için araçsallaştırma gibi bir istismara izin vermemek gerekiyor. Bu tarihsel bir konu. Cumhuriyet dönemi boyunca acılara neden olmuş.
Ruşen Çakır: Tam bunu sormak istiyordum aslında. Yani size, “İktidar sizi kullanıyor. Erdoğan aslında kendi iktidarını uzatmak için bu numaraya başvuruyor. Buna alet olmayın.” diyenler olmuyor mu?
Levent Tüzel: Şöyle, tabii, başta sol çevreler olmak üzere sadece bütün tabanda değil, yani CHP tabanında ya da sosyalist çevrelerde değil, tabii ki Kürtlerde de, DEM Parti tabanında da ya da Erdoğan’ın yönetiminden, saray yönetiminden rahatsız olan tüm yurttaşlarda da bu bir soru işareti. Yani Erdoğan artık halkın rızasını almakta güç kaybetmiş. Erdoğan kendi yönetimini uzatmak için Kürtleri, Öcalan’ı, bu meseleyi kullanarak zaman kazanmak ya da yeniden seçim için bu güçleri kullanmak mı istiyor? Bu niyetlerin taşındığı açıktır siyaseten. Aslında bölgesel gelişmelere de bağlı olarak bölgede bir güç savaşı içerisinde rol oynamak isteyen bir Erdoğan ve Cumhur İttifakı yönetimi var. Bunun yanında aslında yıllardır zaten silahlı mücadeleyle yol alınmadığını gören Kürt hareketinin çoktan verilmiş kararının şimdi zamanlama olarak örtüşmesi söz konusu. Ancak buradan tabii, bu siyasi hesapların ötesinde bu ülke halklarının ve bu ülkenin çok ciddi yaralara yol açmış, kayıplara yol açmış ve çözüm bekleyen, demokratikleşme açısından da vazgeçilmez olan bir Kürt meselesi, Kürt halkının demokratikleşme özlemleri var. Barış, eşit haklar, demokratik çözüm, anayasal yurttaşlık, yani başlangıçta kurucu unsur olarak adı geçen, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nde yeri olan, bu coğrafyada yeri olan Kürt halkının daha sonra ulus devlet yapılanması içerisinde yok sayılması, anayasal bir kimlikten uzak bir şekilde ve giderek tabii ki baskılarla, asimilasyonla devam eden bir Cumhuriyet gerçekliği var. Şimdi burada tabii ‘‘Erdoğan yönetiminin bu konuda çözüm iradesi var mı?’’ derseniz, parti olarak tereddütsüz o iktidarın gerçek anlamıyla demokratikleşmeye dayalı bir barış ve çözüm iradesi olmadığını düşünüyoruz. Çünkü ülkedeki yaşanan gerçeklikler ve izlenen siyaset, böyle bir karakter, böyle bir siyasi tarzının izlenmediğini gösteriyor. Dolayısıyla bunun, bu niyetin taşınmamasına rağmen biz bu alanda mücadele etmeyi önemsiyoruz. Yani Kürt halkının özlemleri, beklentileri, hasretleri, işte “Barış Anneleri” diyoruz, “Cumartesi Anneleri” diyoruz, yani bütün bu yaşanmışlıklardan sonra bu sürecin sadece iktidarın inisiyatifine, onun siyasi hamlelerine bırakılmayacak kadar kıymetli olduğu açık. Dolayısıyla başta komünistler, sosyalistler, devrimciler, demokratlar olmak üzere, ‘‘Bu sorun ne Öcalan’ın, ne DEM Parti’nin, ne sadece Kürt halkının meselesi değil, bizim bu coğrafyada yaşayan halkların meselesidir, işçilerin emekçilerin meselesidir ve çözüm bu ülkenin çıkarına olacaktır’’ diyenleri burada tabii ki sahipsiz ve yalnız bırakmamalı. O nedenle bütün sınırlılıklarına rağmen ya da bütün belirsizliklerine rağmen komisyonda, Meclis çatısı altında bu çalışmayı yürütmek önemli. Ne kadar yol alınacak, ne kadar gerçekten bu sorunları çözme yönünde, yani sadece bir silahsızlandırma anlamında bir barış değil, bir Kürt meselesi yani bütün bu sorunların kaynağında yer alan yok saymayı ortadan kaldırıp gerçekten eşit yurttaşlık temelinde, eşit haklar temelinde ulusal kimliğin tanınmasıyla ileriye doğru yürünecek bir sürecin parçası olmak, onun örgütleyicisi olmak, biz işçi sınıfının görevidir diyoruz. Çözüm gücü de burada. İşçi sınıfı ve onun politik güçleri, sosyalistler burada rol oynamazsa kazanım da o ölçüde eksik olacaktır ya da zor olacaktır. Biraz partimizin bakış açısı böyle.
Ruşen Çakır: Ve son olarak o zaman şunu söyleyeyim, siz de demin bahsettiniz; sol hareket içinde farklı farklı yaklaşımlar var. En son bir bildiri kaleme alındı biliyorsunuz, TKP’nin başını çektiği ‘‘Cumhuriyetçi Aydınlardan Tarihi Uyarı” diye, “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz.” Görmüşsünüzdür bildiriyi. İçinde bildiğimiz çok sayıda entelektüel var, gazeteci var, sanatçı var, siyasetçi, sendikacı var. Buradaki dile getirilen hususlar, “uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz,” belli ki sürece bir gönderme var. Doğrudan sürece karşı olduklarını söylemiyorlar ama. Bu tür duruşları, itirazları nasıl karşılıyorsunuz?
Levent Tüzel: Şimdi evet, bahsettiğiniz bildiriyi ben de okudum. TKP’nin öncülük ettiği anlaşılıyor. Şimdi burada birçok dostumuz var, birçok mücadele arkadaşımız var. Bu ülkenin gerçekten aydın, demokrat, hatta kendini sosyalist, komünist olarak tanımlayan, Marksist olarak tanımlayan isimleri, simaları var. Şimdi burada tabii öyle bir şey yapılmış ki, siyasi bir oyun, bildiriyi imzalaması için önde giden arkadaşlar Lozan’la başlayıp ümmetçiliğe karşı barış ve kardeşlikten ve bağımsız, eşitlikçi düzenden söz eden, böyle toplama, derleme bir bildiri, cümleler. Yani Alevi mücadelesi içerisinden insanlar da orada, bakıldığında. Şimdi burada tabii Kürt meselesine çözüm açısından sıkıntılı bir yaklaşım söz konusu.
Ruşen Çakır: Bağlantıda bir sorun oldu. Levent Tüzel tekrar bağlanabilirse alalım. Ama galiba çözülemeyecek.
Levent Tüzel: Şu anda sesim gelmiyor mu?
Ruşen Çakır: Evet, tekrar baştan alalım Levent Bey.
Levent Tüzel: Yani şimdi burada imza atan arkadaşlarımızda, dostlarımızda, mücadele arkadaşları diyebileceğimiz insanlardaki kaygı şu: “Kürtler burada Amerika’nın oyununa geliyorlar, Amerika ve Erdoğan yönetimi kendi gelecekleri için Kürtleri bir basamak olarak kullanmak istiyor. Bu aynı zamanda işte ülkedeki birleşik mücadelenin önünde de engel.” Buna benzer kaygılarla hareket ediliyor. Ama temelinde, Lozan’la başladığında aslında Lozan bir bağımsızlık bildirgesi gibi görünüyor hiç şüphesiz, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi sonucunda ülkenin kuruluş senedi gibi adlandırılıyor. Ama aynı zamanda Türk devletinin, Türk ulus devletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kuruluş senedi olarak Kürtlerin inkârının da onun peşi sıra yapılan anayasada Kürtlerin varlığını yok sayan, bu mücadelenin dinamik kurucu gücü ya da bir parçası olmayı reddeden bir metin. Türkiye Cumhuriyeti adına anlaşmayı imzalayan ya da Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil edenler, Kürt ve Kürtlerin temsilcisi adına oraya gitmiş olmakla birlikte ama daha sonrasında Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşunda Kürtlerin varlığını tanımaktan uzak ve anayasal düzenlemede belirttiği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür” diyerek burada Kürtlerin varlığını yok sayan bir yola koyulmuş. Şimdi o imzacılardan bir kısmı halen böyle düşünüyor olabilir, aradan bu kadar zaman geçtikten sonra. Ama biz biliyoruz ki gerçekten bir demokratik cumhuriyetin, gerçekten bir ortak vatanın inşasında bir defa bu yarımlığı, bu eksikliği ve bundan doğan bütün kayıpları giderecek bir tanıma gerekiyor. Şimdi Öcalan tabii ‘‘Kürtler tanınıyor, Kürtler artık Meclis’te temsil ediliyor” gibi buna benzer türde şeyler dese de aslında bugünkü Türkiye devlet yönetiminin, diyelim ki Erdoğan ve Bahçeli ikilisinin, gerçek anlamıyla Kürtleri tanıyıp tanımadığı, eşit haklar tanıyıp tanımayacağı henüz belirsizdir. Çünkü onlar bir “terör şapkası” altında bütün bu süreci toplamışlardır ve şimdilik öyle gitmektedir. Ama biz ne olup bittiğini, yani ne şekilde bu sürecin ilerleyeceğini bilemiyoruz. Çünkü bu belirsizlikler, bu “cumhuriyet aydını” olarak kendini adlandıranlarda süreci bir uçuruma doğru sürüklenmek olarak, daha tehlikeli bir sürece, emperyalist planlara bir yem olmak ya da o planların altında iktidarın hayatını sürdürmesi olarak görülüyor. Şimdi bu böyle değil. Yani Kürt halkının ve ülkedeki demokrasi mücadelesinin birikimlerine bakıldığında, burada bir dümen problemi yaşamaktan ziyade bu mücadelenin bir unsuru olmak lazım. Eğer ki gerçekten komünistler, sosyalistler, gerçek yurtseverler, demokratlar bu ülkenin kurucusu, yeniden demokrasiyi inşa eden güçler olarak görülüyorlarsa, yani Kürtlerin ulusal haklarını tanımak, birlikte bir mücadele vermek, evrensel haklar olarak kendi kaderlerini tanıma hakkı da başta olmak üzere, burada rol oynamak gerekiyor. Burada sahiplenici olmak gerekiyor. Burada işçi sınıfını devreye sokmak gerekiyor. Evet, ülkede faşist bir rejimi, faşist bir diktatörlüğü inşa etme süreci içerisindeyiz aslında. Şimdi bundan bu yapılanlar örtüşür mü? Örtüşmez elbette. Ama bunun için yapılması gereken şey, kendimizi bunun dışına atmak değil; aksine burada olması gerekenleri, yapılması gerekenleri doğrudan bizim savunmamızdır. Ülkenin sol demokrasi güçlerinin, sosyalist güçlerinin burada görev almasıdır. Halka olması gerekenleri söylemektir. Yoksa Ümit Özdağ bir taraftan, İYİ Parti bir taraftan, “Bu ülke bölünecek, bu ülke parçalanacak” söylemleri piyasada etkili olur ve biz de bunun seyircisi durumunda kalırız. Bu pozisyondan çıkmak gerekiyor. Orada bildiriye imza atan aydınların da meseleyi bu açıdan, bu yönüyle görmelerini diliyoruz. Böyle bir tartışmayı sürdürmek gerekir.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Levent Tüzel. Çok sağ olun.