Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili gazeteci Ahmet Şık, Ruşen Çakır’a çözüm sürecinde gelinen aşamayı ve komisyonu değerlendirdi. Partisinin komisyon üyesi olan Şık, TBMM komisyonu neyi, nasıl yapabilir? sorusunu yanıtladı.
Yeni çözüm süreci kapsamında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) beklenen komisyon kuruldu. Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, komisyonda bulunan üye milletvekillerini toplantıya çağırdı. İlk toplantı 5 Ağustos Salı günü 11:00’de yapılacak.
Komisyonun çalışma esasları henüz resmen belirlenmedi. Komisyon için AKP 21, CHP 10, DEM Parti ve MHP 4’er, Yeni Yol Partisi 3, HÜDA PAR, TİP, EMEP, DSP ve Yeniden Refah Partisi 1’er milletvekilinin ismini Meclis Başkanlığı’na bildirdi. İYİ Parti, komisyonda yer almayacağını ilan etti.
Komisyonda yer alan Ahmet Şık, Ruşen Çakır’ın sorularını yanıtladı. Şık, “İçinde barış umudu olan herhangi bir girişimin, kimden gelirse gelsin, yanında durmamayı politik doğru bulmuyoruz. TİP, bu komisyonda yer alacağını günler öncesinden bildirdi. Herkesin kafasında birtakım kuşkular var. Kimse bir şey bilmiyor. Yarın toplantıda içeriği daha ortaya çıkacaktır.” dedi.
“CHP’nin orada olmaması düşünülemezdi”
Şık, Çakır’ın “CHP katılmasaydı TİP katılmaz mıydı?” sorusunu yanıtladı. Şık, “Aramızda bir tartışmaya neden olurdu. Ben ilk baştan itibaren CHP’nin bu komisyona katılmayacağına dair endişe hissetmedim. Özgür Özel ilk günden beri, çok net ve eski CHP’nin çok uzağında ve doğru bir politik tutumla davranıyor. CHP’nin orada olmaması düşünülemezdi.” dedi.
Şık, MHP kanadının bu sorunun çözümünde ve ortak payda arayışında daha esnek bulduğunu söyledi.
Komisyonun ismi ne olacak?
Komisyon hakkındaki isim tartışmalarını değerlendiren Şık, “İsim tartışmasına gelelim, bir yandan haklı bir yandan da kısır bir tartışma. AKP’nin klasik taktiğidir, kısır tartışmalar başlatır, insanları yorar, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışır. Mevzumuz barış ve bunun kalıcı olmasını sağlayacak demokratik normların egemen olmasını sağlamaksa, bizim parti olarak önerimiz, ‘Barış, demokrasi ve eşit yurttaşlık'”
“Ne olduğunu bilmediğimiz bir şey için ‘karşısındayız’ tutumunu doğru bulmuyorum”
Türkiye Komünist Partisi’nin öncülüğünde “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlıklı bir imza kampanyası başlatıldı. “Biz aşağıda imzası yer alanlar Türkiye’nin cumhuriyetçi birikimini bu iddianın arkasında durmaya çağırıyoruz” diye başlayan metne bir grup akademisyen, gazeteci ve sanatçı imza attı.
İmza kampanyasını değerlendiren Şık, “Ne olduğunu bilmediğimiz bir şey için ‘karşısındayız’ tutumunu doğru bulmuyorum. Kürt sorununun barışçıl çözümü için müzakereye, karşılıklı diyaloğa ihtiyacımız olduğunu yıllardır söyleyen insanlarız. Bu kapının açılıp açılmayacağını tartacağız. Kafadan set çekmeyi doğru bulmuyorum. Dolayısıyla bu çıkış şaşırtıcı değil. Bu çıkışa bakıp genelleyici bir sol eleştirileri duyuyoruz, bunu hakkaniyetli bulmuyoruz.” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Evet, Ahmet Şık’la konuşacağız, komisyonu özellikle. Çünkü Ahmet Şık, Türkiye İşçi Partisi adına komisyonun yarınki toplantısına katılacak bundan sonra da. Ahmet, merhaba.
Ahmet Şık: Merhaba, iyi yayınlar abi.
Ruşen Çakır: İyi yayınlar. Ahmet, ne diyorsun, parti olarak tereddüt ettiniz mi komisyona katılma konusunda?
Ahmet Şık: Tereddüt değildi de kendi aramızda tartıştık elbette. Orada olmalı mıyız, olmamalı mıyız, olursak siyasal pozisyonumuz ve taleplerimiz ne olacak? İçinde barış umudu olan herhangi bir girişim, her kimden gelirse gelsin, yanında durmamayı politik olarak doğru bir tutum olarak değerlendirmiyoruz her şeyden önce. O yüzden Türkiye İşçi Partisi, bu komisyonda yer alacağını zaten günler öncesinden Kürt hareketine bildirmişti. Sonra kamuoyuna da açıkladık yani. Ama bu şu değil, bunu da herkes bilsin. Çünkü birtakım kuşkular var herkesin kafasında. Sen de ben de açıkçası hiçbir şey bilmiyoruz yani. Bunların da yarın biraz şekli şemali, içeriği ortaya çıkacak. Ona göre de hem bir kamuoyu adına şeffaflığı gözeten bir biçimde hem de yurttaşın haklı kaygılarını ve taleplerini orada dile getiren bir pozisyonda bulunacağız. Ama süreç ne getirir, ne götürür, onu hep birlikte göreceğiz.
Ruşen Çakır: Peki, şöyle bir şey sorsam, biraz hipotetik olacak ama; CHP katılmama kararı alsaydı siz yine katılır mıydınız, yoksa katılma kararında biraz zorlanır mıydınız?
Ahmet Şık: Aslında bu çok afaki bir soru. Tabii ki bu aramızda bir tartışmaya neden olabilirdi elbette. Ama sonuçta ben ilk baştan itibaren CHP’nin hiçbir şekilde bu komisyona katılmayacağına dair bir endişe hissetmedim. Çünkü, çok hakkını yemeyelim, gerçekten özellikle Özgür Özel’in tutumu ilk günden bu yana, geçen yıl Ekim ayından başlayarak, çok net ve eski CHP’nin çok uzağında ve doğru bir politik tutumla davranıyor. Türkiye gibi, yani bütün sorunların üzerini örten simsiyah koca bir şala benzeyen bu sorunun çözümü için CHP’nin orada olmaması düşünülemezdi. Tam da tahmin ettiğimiz gibi bir karar verdiler. Ama dediğim gibi, gerçekten Meclis’teki yasa yapım süreçlerindeki benzer bir iktidar tutumuyla karşılaşıp karşılaşmayacağımız, bu komisyonun geleceğini ve neyi müzakere edip etmeyeceğimizde de çok belirleyici olacak aslında. Biraz tuhaf bir şey söyleyeceğim belki ama, MHP kanadını, iktidarın MHP kanadını bu sorunun çözümünde ya da bir ortak payda arayışında daha esnek bulduğumu söylemeliyim.
Ruşen Çakır: Evet, bu çok ilginç. Zaten biliyorsun, gerek Ekrem İmamoğlu gerek Özgür Özel bir şekilde, kimi zaman açık, kimi zaman örtülü bir şekilde MHP’ye mesajlar yolluyorlar; hem süreçle ilgili hem de aslında 19 Mart süreciyle ilgili, iki süreçle de ilgili. Sen bunun bir karşılığı olduğunu düşünüyorsun anladığım kadarıyla.
Ahmet Şık: Soruda sesin kesildi, anlayamadım.
Ruşen Çakır: Bu üslubun, yani bu yaklaşımın bir karşılığı olduğunu düşünüyorsun, yani bir hayali değil.
Ahmet Şık: Karşılık yaratmaktan ziyade bence hem CHP’nin hem Türkiye İşçi Partisi’nin hem komisyona katılma kararı alan partilerin memleketin majör sorunlarına dair ve yurttaşın menfaatini gözeten bir pozisyondan aslında haklı kaygıları var ve oranın bir müzakere ortamı doğurabileceğini düşünüyorlar. Benim kişisel kanaatim de böyle. Müzakere edilip edilmeyeceğini göreceğiz elbette. Ama Kürt meselesi gibi bir başat sorunun ve bu kadar can alıcı bir sorunun çözümü için bir önceki sürece göre biraz görece şeffaflık barındıran, komisyonun varlığını öyle niteliyorum ben, ve tam olarak bir yasal güvence değil ama çünkü biraz de facto kurulan bir komisyon oldu, ama en azından bir sınır çizen, bir güvence çizen bir yerden müzakere edilecek bir masanın oluşmasını bence herkesin desteklemesi gerekiyor. Yani desteklemeyenlerin haklı kaygıları ya da eleştirileri olabilir, bu başka bir tartışmanın konusu olsun. Ama orada bu sorunun çözümü için müzakere edebilmek, tarafların taleplerini dinleyebilmek ve ne çözüm getirileceğine dair bir ortak payda yaratıp yaratmayacağımızı görebilmek benim açımdan kıymetli. Yani gazeteci olarak yıllarca takip ettiğim bir meselenin gerçekten arzu ettiğimiz bir barışla noktalanacağı gibi bir sonuç doğurup doğurmayacağını bilmiyorum ama en azından o kapının açılmış olabileceğini bilmek, ben bunu gerçekten kıymetle buluyorum. Bunu da herhangi bir siyasi yapı adına, herhangi bir örgüt adına söylemiyorum. Gerçekten bu coğrafyada yaşayan Kürt yurttaşlar adına, bir eşitlik sorununun ve savaşın en büyük mağduru olan yurttaşlar adına bunun çok kıymetli olduğunu söylüyorum. Aynı zamanda yaşayan diğer halklar için de bu söz konusu. Yani gencecik insanların toprağın altına girdiği yarım asırlık bir sorundan, yani fiili olarak savaş durumundan bahsediyorum, bir sorundan bahsediyoruz. Bunun çözümü için gösterilecek her çabayı gerçekten çok kıymetli buluyorum.
Ruşen Çakır: Ahmet, bu şeyi sormak istiyorum, bu nitelikli çoğunluk meselesi. CHP bunu bir ön şart olarak söyledi ve kabul gördü. Bu gerçekten çok önemli bir husus mu?
Ahmet Şık: Evet, yani bu arada sadece CHP’nin değil aslında Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş Grup Başkanvekilleriyle toplantı yaptı. Grubu olmayan partilere nedense öyle bir ayrıcalık tanınmadı, ayrıcalık değil de böyle bir şey. Erkan bir kişisel görüşme yapmıştı kendisiyle. Orada dile getirildi. Bu bütün muhalefetin aslında talep ettiği bir şey. Çok da fazla bir tartışma olmadı aslında bu konuda. Sadece bunun yapılabileceği kapalı kapılar ardında söylenmişti. Ama hepimiz ortak bir şekilde dedik ki; bunu kamuoyuna deklare edin ki en azından komisyon toplantısı başladığında bu konuda kısa bir tartışmaya mahkûm olmayalım. Ama o nitelikli çoğunluk üye tam sayısı üzerinden mi hesaplanacak? Çünkü biliyorsun İYİ Parti ve Demokrat Parti’den gelen olmadı. Dolayısıyla bir dört eksik var. Üye tam sayısına göre mi belirlenecek, üçte iki mi olacak, beşte üç mü olacak, onların hepsi yarın sabah başlayacak toplantıda karara bağlanacak diye düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Burada tabii birtakım şeyler hâlâ belirsiz. Mesela adı bile daha tam değil. MHP bir isimde ısrar ediyor. DEM Parti’nin, Cumhuriyet Halk Partisi’nin illaki bir demokrasi lafının geçirilmesi beklentisi var gibi. Bunların hepsi herhâlde yarınki süreçte netleşecek hususlar. Bir diğer husus da şu tabii ki, şeffaflık diyorsun, bu önemli. Ama bir de görüşmelerin kapalı yapılacağı ve başkan isterse tutanakların paylaşılacağı gibi birtakım hususlar duyduk şimdiye kadar. Şimdi burada o denge nasıl kurulabilecek? Yani her şeyi anlatmadan şeffaf olmak gibi ince bir husus mu olacak?
Ahmet Şık: Önce şu isim tartışmasına geleyim. Ben bu tür tartışmaları çok kısır bulduğumu söyleyeyim açıkçası. Bir yandan haklı, bir yandan da kısır buluyorum. Çünkü, bu tartışmanın ilk ayağı bu komisyonun anayasa çalışması yapıp yapmayacağıyla ilgiliydi ve bence burada AKP kanadı bu tartışmadan beslendi. Bugüne kadar komisyonun asli işlevinin ne olacağı, neyi çözmek üzere müzakere edileceğine dair zerrece bir tartışma dönmedi. Komisyon anayasa yapacak mı yapmayacak mı ve muhalefet partileri orada olsun mu olmasın mı üzerinden bir siyasal taraflaşma inşa edildi ve ben bunu çok hatalı buluyorum. Çünkü bu komisyonun bence anayasa yapmak gibi bir niyeti vesaire yok. Öte yandan bunu da herkes deklare etti, bir kere daha altını çizmekte fayda var. Burası bir anayasa yapım komisyonuna dönüşürse, yani sadece Can Atalay kararı üzerinden baktığımızda bile anayasaya, mevcut cunta anayasasına bile uymayanlarla herhangi bir anayasa müzakeresi zaten yapılamaz. Anlatabiliyor muyum? Çizgi burada. Ama bu tartışmayı Zafer Partisi ve İYİ Parti açtı ve diğer muhalefetten birtakım insanlar peşlerine takıldı, sosyal medyada çılgınca bir şekilde bu konu tartışıldı, televizyon kanallarında; ama bence doğru bir tartışma değildi. Şimdi bu isim tartışması da biraz ona benziyor. AKP’nin klasik taktiğidir. Kısır tartışmalar başlatır, insanları yorar, ölümü gösterir, sıtmaya razı etmeye çalışır. Ama böyle ortaya çıkan isimler çok sağcı retorikler falan. Burada bir meselenin çözümüne dair bir şey öneriyorsak ve mevzumuz barış ve barışı sağlayacak, kalıcılaşmasını sağlayacak demokratik normların egemen olmasını sağlamaksa aslında komisyonun adı belli. Yani bizim parti olarak önerimiz Kürt meselesini de iyi tarif ettiğini düşündüğümüz, çünkü bir eşitlik sorunu var orada, “Barış, Demokrasi ve Eşit Yurttaşlık Komisyonu” olmasını önereceğiz. Ama bir ortak payda bulunabileceğini düşünüyorum. Bu çok hızlıca aşılabilir diye düşünüyorum. Yoksa gerçekten manasız tartışmalarla uğraşmaktan yol almakta çok zorlanacağımızı düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Şimdi Ahmet, şöyle bir mesele var. Tamam, nitelikli çoğunlukla birtakım kararlar alıyorsunuz ama yasa yapmıyorsunuz. Siz öneri getiriyorsunuz ve sonuçta bunlar Meclis Genel Kurulu’na, Meclis’in ilgili komisyonlarına gidiyor ve orada da yine klasik salt çoğunluk meselesi, yani Cumhur İttifakı’nın çoğunluğu meselesi var.
Ahmet Şık: Maalesef.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: Şimdi diyelim ki siz orada aylarca çalıştınız, birtakım paketler hazırladınız. Diyelim ki topluma entegrasyon, yasal düzenleme vesaire öneriler getirdiniz. Ama o önerileri tekrar komisyonlarda çoğunluk olan Cumhur İttifakı eğip büküp değiştirirse ne olacak? Herhâlde komisyonda bunları da konuşacaksınız ama benim aklıma takılan husus bu, yani siz bağlayıcı bir şey yapmayacaksınız, öyle gözüküyor. Öneri hazırlayacaksınız ve bu öneri…
Ahmet Şık: Öneri hazırlanacak ama… Şimdi bir kere Meclis’in mevcut yapısı ve mevzuatı o kadar antidemokratik ki, yani memleketin demokratikleşmesini konuşuyoruz ama Meclis’in mevcut mevzuatı bile o kadar gerici bir yerde duruyor ki sorular ve kaygılar çok haklı. Şimdi mevcut pozisyonda, mevcut Meclis bir çoğulculuğa değil de çoğunluk olmaya dayalı bir antidemokratik sistem olduğu için parmak hesabı yapılıyor ve komisyonlarda ve Genel Kurul’da kararlar böyle alınıyor. Şimdi burada nitelikli çoğunluk tartışması başlatmanın nedeni de oydu, yani en önemli meseleyi görüşeceksek bir nitelikli çoğunluk üzerinden ortak paydayla hareket edebilmek. Bunu söyledik ama tam da senin işaret ettiğin kuşkular hepimizin kafasında var. Dolayısıyla o komisyonun çalışmaları sırasında konuşulan her şey tutanaklara motamot geçecek, daha sonra bir oynamaya mahal vermemek için. Ve şunu da biz önereceğiz, yani buradan çıkacak eğer bir uzlaşma olursa yasa teklifinin komisyonda herhangi bir değişikliğe maruz kalmadan, son dakika değişikliği yapmadan ya da tasarıda bir değişiklik yapmadan komisyonun önüne gelmesi ve kabul edilmesi konusunda zaten hem Türkiye İşçi Partisi olarak biz hem de diğer muhalefet bunu dayatacaktır ya da zorlayacaktır diye düşünüyorum. Eğer orada zaten bir uzlaşma sağlayamayacaksak, bugüne kadarki dönen hile hurda yöntemiyle gidilecekse ne ortada bir barıştan söz edilebilir ne ülkenin demokratikleşmesine dair bir kapı açılabilir.
Ruşen Çakır: Ahmet, biliyoruz ki bu komisyonun en çok ısrarcıları Devlet Bahçeli ve Abdullah Öcalan’dı.
Ahmet Şık: Evet.
Ruşen Çakır: Uzun bir süredir ikisi de komisyon, komisyon dediler. Galiba Erdoğan biraz geciktirdi. Galiba değil, öyle olduğu anlaşılıyor. Ve Öcalan’ın görüşme notlarında şunu görüyoruz, birkaç kere söylüyor; komisyonla görüşmek istiyor, hatta ‘‘Görüşeceğim ve onlara anlatacağım’’ diyor, birtakım şeyler var kafasında. Onları sen de görmüşsündür, söylediklerini falan. Ve geçen bir haber çıktı Türkiye Gazetesi’nde, belli ki devlet kanadından alınmış bir haber, bayağı güçlü bir kulis haberdi. Orada şöyle bir ibare var: “Gerek görülürse komisyondan bir heyet Öcalan’la görüşecek.” “Gerek görülürse” diye. Anladığım kadarıyla böyle bir şey olacak gibi.
Ahmet Şık: Ya da ‘‘pazarlığı sürüyor, gerek görülürse…” Sözünü kestim ama ben MHP’den bir üst düzey yöneticiyle karşılaştım bu konulara kafa yoran. Bunu sordum, dedi ki ‘‘Böyle bir şey kesinlikle olmayacak’’ dedi. Bu on gün öncesinin bilgisi, yani bana söylenen, MHP kanadından bir yöneticinin söylediği, “Komisyonun İmralı’ya gidip Abdullah Öcalan’la görüşmesi gibi bir şey söz konusu olamaz.” dedi. Ama benim tahminim bu çıkan haberler, konuştuğumuz arkadaşların yorumlarına falan baktığımızda kuvvetle muhtemel bir kereye mahsus bir komisyon görüşü olabilir diye tahmin ediyorum. Bakalım, göreceğiz.
Ruşen Çakır: Sen gitmek ister misin?
Ahmet Şık: Elbette. Yani bir kere gazeteci olarak sen istemez misin?
Ruşen Çakır: Ben gazeteci olarak isterim ama sen siyasetçisin.
Ahmet Şık: Gerçi komisyon heyetiyle gidince bir söyleşiye dönmez o elbette ama soracağım çok fazla soru var. Bugüne dair, yani başlangıçtan bugüne özellikle son 26 yıllık bir tecrit tutsaklığının ardından da anlatacağı çok şey vardır Abdullah Öcalan’ın. Ve bu ülkenin de insanlarının, yaşayan herkesin çok merak edeceği bir dolu soru var. Ama muhtemelen böyle bir sohbet olanağımız olmayacak. Olmasını isterim tabii.
Ruşen Çakır: Bu arada en son bir şeyde gazetecilerle görüşmek istediğini de kendisi tekrar söylemiş. ‘‘Teker teker’’ demiş. Ben aylar önce biliyorsun görüşmek istediğimi yayında dile getirmiştim, tekrar tekrar söyledim. Umarım görüşürüz. Peki, şunu sormak istiyorum Ahmet. Destek var, komisyona katılan partiler var. Destek olmayanlar var, yani girmeyen partiler var. Onun dışında da CHP’nin içerisinde, CHP’nin komisyona girmemesi için çalışan birtakım kişiler de oldu. Bayağı bir küçük çaplı bir kampanya da yaptılar özellikle sosyal medyada. Farklı farklı itirazlar var. Hatta biliyorsun, Kürt milliyetçisi itirazlar da var. Yani bir tarafta Türk milliyetçisi ya da ulusalcı gibi itirazlar, ama bir taraftan da Kürt milliyetçisi itirazlar var. Bu itirazlar ne kadar etkili olabilir süreçte?
Ahmet Şık: Önce bu iki tarafın milliyetçileri açısından yapılan itirazlara bakınca şu saptamayı yapmamız gerekiyor; gerçekten milliyetçiliğin iyi bir şey olmadığını, ne kadar zararlı bir şey olduğunu, bir arada yaşam olanağını tamamen ortadan kaldırdığına dönük, bir fikri, ideolojik bir şey olarak da görmüyorum bunu, bir duyguya hitap eden saçma bir şey olduğunu da herkesin gördüğünü umarım. İki tarafın milliyetçileri için de söylüyorum, iyi bir şey yapmıyorlar, doğru bir şey yapmıyorlar. Şimdi burada bir tartışma var sürekli: “Komisyonda olsun mu, olmasın mı?” Çok da fazla basınç da uygulandı. Yok işte ‘‘CHP girmesin, Türkiye İşçi Partisi girmesin.” vesaire. Ve şimdi ben mesela karşılaştığımızda serzenişlerini belirten birkaç kişiyle konuştum bu konuyla ilgili. “Niye?” diyorum. Diyor ki, “İktidarı meşrulaştırıyorsunuz.” Yani o zaman Meclis’te de olmamamız lazım, ki burada bir nitelikli çoğunluk üzerinden bile bir karar alınmış iken, Meclis’teki pozisyonumuz aslında daha da orada olmamamız gereken bir şey ortaya çıkarıyor. Çünkü orada tamamen salt çoğunluk üzerinden bir parmak hesabı yapılıyor. Ya da 20’den fazla komisyonda bu partilerle biz dövüşüyoruz, yani kelimenin tam anlamıyla dövüşüyoruz. Yani sözle dövüşüyoruz, fiziksel dövüş de oluyor kimi zaman. Şimdi, ‘‘bu komisyonda muhalefet olmasın’’ demek, bir kere arzu edilen şeffaflığı ortadan kaldırıyor. Bunu neden göremiyorlar? Bir de neyi müzakere edeceğimizi bilmemiz lazım. Yani bakın, aylardır, geçen yıl Ekim ayından bu yana neredeyse bir yıl olacak, bu mesele konuşuluyor. Bir şeyler kamuoyuna yansıdı, yansımadı ama bütünlüklü bir fotoğrafı görme olanağı kimsenin olmadı. Bu komisyonda bulunmak bir nebze bunu sağlayacak, biraz fluluğu giderecek ve haklı argümanlarla mı bir şeye itiraz edip etmeyeceğiz ya da haklı olarak bir şeyi destekleyip desteklemeyeceğimiz ortaya çıkacak. Dolayısıyla “iktidarı meşrulaştırıyorsun” söyleminin bu komisyon açısından bence bir karşılığı yok. Öte yandan, biraz önce dedim ya, gerçekten buna hizmet eden, sadece Saray’ın birtakım sistemik planlarının uygulama aracı olarak çıkacak bir pozisyonda, muhalefet zaten bu ülkedeki yaşayan her yurttaşın menfaatini gözeterek bir tutum alır orada. Şimdi bakın, burada şöyle bir şey var ama özellikle sosyal medyada bu tartışma çok büyük oluyor ya da bu saçma televizyon kanallarındaki saçma tartışmalarda bu iş çok oluyor. Ben biraz şeye benzetiyorum, Ergenekon soruşturmalarının başladığı ilk zamanlardaki kamplaşmaya ya da biraz daha ilerletirsek 2010 Anayasa değişikliğini içeren referandumdaki kamplaşmaya benzetiyorum bunu. Şunun altını çizmek gerçekten önemli: O zaman da iki taraf olarak bölündü tüm memleket, destekçileri ya da karşı çıkanları vardı; ama her ikisi de ne külliyen “evet” ne külliyen “hayır” diyebileceğimiz süreçlerdi. Burada da hiçbir şey bilmeden “evet” ya da “hayır” dememizin istenmesini biraz abes buluyorum. Ama şunu da belirtmek gerekiyor, özellikle bu milliyetçi kamptan yükselen hakaretâmiz eleştirilere bakarak: ne yaşanan süreci anlamaya çalışıp destek olmaya çalışanlar bu vatana ihanet ediyor ya da “kullanışlı aptallar” ne de karşı çıkanlar ya da kaygıları olanlar ve bunu dile getirenler savaş yanlısı ya da “kan düşkünü” değiller. Sadece çok belirsiz bir ortamda bir şeyleri anlamaya çalışıyorlar ve özellikle karşı çıkanlar açısından söylüyorum, bu iktidara güvenmemek için çok fazla nedenleri var. Çünkü çeyrek asırlık pratik bize bunu gösterdi. Şimdi bu komisyonda en azından bu iktidara güvenmemeye devam edip etmeyeceğimizi de test edeceğimiz gibi, ne kadar bu ülkenin ihtiyaç duyduğu barışı ve bir demokratikleşme getirir mi arkasından, bunun müzakere edilip edilemeyeceğine dair bir fikrimiz olacak. O yüzden kimse kimseyi suçlamadan ve sıfat takmadan konuşursa bence herkesin hayrına olacak. Çünkü çok açık söyleyeyim, hem dağdaki gerillalar için söylüyorum hem de üzerinde asker polis üniforması taşıyanlar hem de sivil yurttaşlar için söylüyorum; başkasının çocuğunun kanı üzerinden, canı üzerinden kimse kimse hakkında pazarlık yapmasa bence çok iyi olur.
Ruşen Çakır: Ahmet, çok girmek istemiyorsun ama seni bulmuşken şu şeyi soracağım. Birazdan bildiriye imza atanlardan Orhan Bursalı’yla da konuşacağım. ‘‘Cumhuriyetçi Aydınlardan Tarihi Uyarı” diye kısa bir bildiri yayınlandı. Türkiye Komünist Partisi bunun başını çekiyor anladığım kadarıyla ve sizin, Türkiye İşçi Partisi’ni kuran kadroların önemli bir kısmı, Erkan Baş başta olmak üzere, zamanında bu ekiple aynı Türkiye Komünist Partisi olarak birlikteydiler, sonra ayrıldılar vesaire. “Ülkemizin Uçurumdan Yuvarlanmasına İzin Vermeyeceğiz” başlığı taşıyan bir bildiri, biliyorsun. Çok kısa bir bildiri ama çok sayıda imza var ve her gün yeni imzalar ekleniyor. Yani açıkça sürece karşı olduklarını söylemiyorlar ama zamanlaması ve kullanılan ifadeler sürece en azından mesafeli olduklarını gösteriyor ve buradaki isimlerin büyük bir kısmının sol olduğunu, hepsi olmasa bile, sol olduğunu söyleyebiliriz. Mesela, “Barış ve kardeşlik ve de bağımsız ve laik bir ülke, eşitlikçi bir düzen, planlı bir ekonomi istiyoruz. Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz.” Ne diyorsun bu çıkışa?
Ahmet Şık: Biraz önce dedim ya, hani toplum yine kamplaşmaya çalışılıyor, Ergenekon sürecinde ya da 2010 referandumunda olduğu gibi. Sonuçta bu kamplaşmanın taraflarından biri olarak kaleme alınmış bildiri. Haklı eleştiriler vardır, olabilir, buna itirazım yok. Ama biraz önce dedim ya, ne olduğunu bilmediğimiz bir şey için doğrudan bir “karşısındayız” tutumunu yansıtan bir anlayışı doğru bulmuyorum. Çünkü biz bu Kürt sorununun barışçıl çözümü için müzakereye, karşılıklı diyaloğa ihtiyacımız olduğunu yıllardır söyleyen insanlarız ve şu an onun kapısının açılıp açılmayacağını tartacağız. Anlatabiliyor muyum? Kafadan böyle bir set çekmeyi çok doğru bulmuyorum ama sonuçta Türkiye Komünist Partisi de oraya imza atan ve farklı partilerde yer almış isimler de başka başka siyasal anlayışlara sahipler. Dolayısıyla bu çıkış zaten şaşırtıcı değil. Ama şimdi bu çıkışa bakıp genelleyici bir “Sol zaten barış istemiyor, sol zaten Kürt düşmanı” gibi eleştiriler, daha doğrusu hakaretler duyuyoruz. Bunu hiç hakkaniyetli bulmuyorum. Bir kere bu bildiriyi yayınlayan ya da buna imza atan insanların da kaygılarını bir nebze bakıp anlamaya dönük bir çaba gerekiyor. Ama aynı şekilde bu bildiriyi yazanların da Kürt yurttaşların barış için neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlaması gerekiyor. Şimdi biraz önce sen dedin ya, Erkan Baş ve bir grup arkadaş Türkiye Komünist Partisi’nden koparak gelmişlerdi, ama zaten kopuş nedenlerinden birisi, ben o partide değildim, bilmiyorum ama yazılanlara, çizilenlere, sohbetlere bakarak söylüyorum, zaten ayrılma nedenlerinden birisi Kürt hareketiyle yoldaşlık edip etmeyeceğine dönük bir tutum farklılığı. Bu da Gezi isyanından sonra ortaya çıktı. Ve ben bu ayrılışı, şu an Türkiye İşçi Partisi mensubu olarak söylemiyorum, bir solcu olarak söylüyorum, çok hayırhah ve doğru bir tutum olarak değerlendirmiştim. Yollarımız da daha sonra kesişti yani. Ama burada ne Kürt hareketi, “Ya zaten bir kısım sol bizim yoldaşımız ve ne desek kabul eder.” diye bir nobranlığa kapılıp bir hareket etmeli ne de karşısında olanlar mesafeyi korumak ya da makası daha açmaya dönük bir tutum içerisinde olmaması gerektiğini düşünüyorum. “Laiklik” deniyor bildiri de. Elbette ki bu ülkenin harcı olması gereken ve önemsememiz gerekendir. Devlet Bahçeli’nin çıkışından sonra ve ‘‘Lübnanlaşma’’ tartışmaları başlatan o mezhepçi anlayışa elbette karşı çıkmamız lazım. Şimdi bir şey söylüyorsunuz, “Neden Alevilerin…” yani bu Bahçeli’nin söylediği şeye itiraz ediyoruz haklı bir nedenle. Çünkü diyoruz ki, “Zaten Alevi diye tanımlamana gerek yok, normalinde olması gereken bir şey olması gerekiyor.” diyoruz. Alevi cemaati ayaklanıyor, “Vay, sen Alevilere ayrımcılık mı yapıyorsun?” Ya, kimse kimseye ayrımcılık yapmıyor. Bakın, komisyon adını da böyle öneriyoruz dedim ya, “Barış, Demokrasi ve Eşit Yurttaşlık.” Eşit yurttaşlık dediğimiz şeyin içerisinde etnisite, inanç farklılığı, mezhep farklılığı, ideolojik farklılıklar gibi şeyler gözetilmez devlet yönetiminde. Bizim talep ettiğimiz şey bu. Kürt meselesinin özü zaten bir eşitlik. Kürt sorununun barışçıl çözümü için de bir müzakereye gereksinim olduğu yıllardır ortadaydı. Şimdi o fırsat doğdu. Tarafların taleplerini, çözüm projelerini, kırmızı çizgilerini, neyin masaya gelip gelmeyeceğini birlikte karar verme süreci olacak bu. Ama dediğim gibi, ne kimse vatana ya da sola ya da yurttaşa ihanet ediyor ne de diğerleri bir barış karşıtı, savaş düşkünü bir pozisyonları var. Herkesin bunu bilerek hareket etmesi gerekiyor.
Ruşen Çakır: Ahmet, bitirirken son bir şey sormak istiyorum ama aslında çok uzun bir cevap gerektirebilir. Mümkünse kısa bir cevap vermeni istiyorum. Bakalım, olacak mı? Pozitif ve negatif olarak bu süreçte en çok neleri önemsiyorsun? Yani bu sürecin olabilmesini mümkün kılan önde gelen hususlar ve zorlaştıran en önemli hususlar… Neden dolayı başarılı olabilir, neden dolayı başarısız olabilir?
Ahmet Şık: Aslında iyi irdelemek, iyi düşünmek de gerekiyor çünkü ben biliyorsun, sürekli gaf yapan birisi olarak biraz tartmam gerekiyor. Ama bakın, bence burada en önemli şey, bunu tabii ki olumlu sonuçlanmasını talep eden ve arzulayan bir yerden söyleyeceğim, samimiyet ve şeffaflık ve dürüstlük gerekiyor. Yani bir kere birbirimize ve yurttaşa karşı ve tarafların birbirine karşı samimiyeti ve topluma karşı çok açık, yüzde yüz şeffaflık gerekiyor ve bunu da dürüstçe ifade etmek gerekiyor. Şimdi birtakım haberler okuyoruz, bakın, bu biraz bizi de endişelendiriyor. Bir yasal düzenleme yapılacağı söyleniyor. O haberlerden çıkardığımız sonuç, “kendini fesheden örgüt” ibaresi ya da benzer bir ibareyle başlayan ve sadece belli bir gruba, tırnak içinde söyleyeceğim, “infaz indirimi, af” gibi nitelenecek, tırnak içinde söylüyorum, bir pozisyon yaratıyor. Ama bu da, biraz önce adını verdim, Türkiye Gazetesi, bu sürecin en önemli kulis bilgileri orada, hep oradan kamuoyuna bir mesaj iletilmeye çalışılıyor. Orada çıkan habere bakıyorum ama sadece bu habere bakarak yorum yapmamak gerekiyor. Ama şunu herkes bilmeli: Sonuçta bu ülkenin cunta anayasasından kaynaklı mevcut Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nun bir dolu antidemokratik ve evrensel hukuk normlarıyla ilişkisi olmayan hükümlerinden ötürü birçok arkadaşımız saçma sapan gerekçelerle hapiste. Yani şimdi Can Atalay’ın, Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın, Osman Kavala’nın, Ayşe Barım’ın, adını bilmediğimiz bir dolu arkadaşımızın, gazetecilerin, düşünce ve ifade özgürlüğü mahkûmlarının ya da sosyal medya paylaşımları yapan kişilerin hepsi bu problemli Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nun ilgili hükümleri üzerinden oradalar. Şimdi burada talep edeceğimiz şey, bu evrensel hukuk ve demokrasi normlarını barındıran bir düzenleme yapılması ve bu tür düzenlemelerin herkese eşit biçimde uygulanması. Şimdi birtakım siyasal anlayışlara ya da ideolojilere yakın kişiler için, karşı taraf açısından kodladığımızda rahatsız edici isimler ve örgüt isimleri ve kişiler akla gelebilir ama yapacak bir şey yok. Prensiplere sahip çıkmanın cilvesi de böyle bir şey yani. Ve buna herkesin mutabık olması gerektiğini ve bu yönde tutum alacağını düşünüyorum, en azından muhalefet açısından.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ahmet, yayınımıza katıldığın için. Hadi bakalım.
Ahmet Şık: Ben teşekkür ediyorum.
Ruşen Çakır: Yarınki ilk komisyon toplantısı hayırlara vesile olsun diyelim. Size kolay gelsin.
Ahmet Şık: Sesiniz kesildi ama herhâlde soru yok başka.
Ruşen Çakır: Komisyonun ilk toplantısı diyorum. Hayırlara vesile olsun temennisiyle kolay gelsin.
Ahmet Şık: Bakalım, konuşuruz tekrar. Ama şundan yana da kimsenin kuşkusu olmasın. Basına kapalı olsun, açık olsun, bir sürü tartışma yapılıyor. Elbette ki kapalı kısımlar olacaktır ama şundan emin olun, ben gazetecilik sıfatıyla Meclis’te bulunmaya devam ediyorum ve halktan bilgi saklamanın ya da halka yalan söylemenin en büyük suç olduğunu düşünen biri olarak, olabildiğince bütün şeffaflığıyla orada olanı biteni anlatmaya da hazırım. Bunu da herkes bilmeli.
Ruşen Çakır: Evet, biz de onu biliyoruz Ahmet. Çok sağ ol.