Müge İplikçi yazdı | Türkan Şoray: Işığını hiç söndürmeyen bir efsane

Kitabın sonlarına doğru, Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’ndeki o etkileyici söyleşiyle karşılaşıyoruz. Her şeyi özetliyor sanki…Karşımızda bir kadın var. Gerçekten “güzel” bir kadın!

Bircan Usallı Silan’ın Türkan Şoray ile yaptığı söyleşi kitabı.
Bircan Usallı Silan’ın Türkan Şoray ile yaptığı söyleşi kitabı.

Bircan Usallı Silan’ın Türkan Şoray’la yaptığı “Türkan ve Hayat” adlı nehir söyleşi, yalnızca bir sanatçı portresi çizmekle kalmıyor; aynı zamanda bir insanın iç dünyasına yapılan samimi bir yolculuk fırsatı da sunuyor. Silan, Şoray’la geçirdiği anları öyle bir aktarıyor ki, o anlar sayfalardan sızarak kalbimize işliyor. Bu buluşmalarda, Türkan Şoray’ın efsanevi kimliğinin ötesinde, onun insani yönlerine, vicdanının sesine ve bu ülke için beslediği hayallere tanık oluyoruz. Örneğin, Şoray’ın genç yaşta sinemaya adım atarken yaşadığı zorlukları ve bunların onu nasıl şekillendirdiğini anlatan anekdotlar, okuyucuya onun azmi hakkında bambaşka bir deneyim sunuyor.

Sinemanın efsanesinden insan Türkan’a

Karşımızda 220’den fazla kadın karakteri canlandırmış, hayatını sinemaya adamış, setlerin yorucu temposunda koşturmuş bir efsane değil; Yağmur’un biricik annesi duruyor. Bu ülkenin geleceği için kaygılar taşıyan, yüreği sevgi dolu bir kadın görüyoruz. Genç yaşta attığı cesur adımların arkasındaysa, anne ve babasıyla ilgili derin sorgulamalar taşıyan bir hayat hikâyesi saklı. Kitap, o fidan yaşta dev adımlar atabilmiş bir kadının iç dünyasının kapılarını aralarken, okurlara ve sevenlerine onun karakterinin çok boyutlu yanını da gösteriyor.

Türkan Şoray ve kızı Yağmur.
Türkan Şoray ve kızı Yağmur.

Cezaevindeki etkileyici konuşma

Başta da belirttiğim gibi kitabın sonlarına doğru ilerlerken, Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’ndeki o unutulmaz konuşmayla karşılaşıyoruz. Türkan Şoray, her zamanki zarafetiyle, dinleyicilerinin karşısına en iyi haliyle çıkmış, topuklu ayakkabılarını giymiş, makyajını yapmış…

Orada yaptığı konuşmada, tüm kariyeri boyunca canlandırdığı karakterlerle aslında hep aynı mesajı vermek istediğini anlatıyor: “Zor zamanlar yaşasak da her zaman yeni bir başlangıç mümkündür.” Ardından ekliyor: “Hiçbir şey için asla geç kaldık sayılmayız.”

An’a yapılan bu özel vurgu, kitap boyunca karşımıza çıkan temel izleklerden biri olarak öne çıkıyor. Bu mesaj, yalnızca sinemada değil, günlük yaşamda ve en olmaz zorluklarda insanların karşılaştıklarıyla başa çıkma konusunda da ilham veriyor.

Mahpus filminin derin anlamı

Şoray, cezaevindeki bu etkileyici konuşmasında 1973 yapımı “Mahpus” filmini anımsatıyor. Ümmühan karakterini canlandırırken onun yaşadığı derin savrulmayı anlatıyor. Filmde, Selman’a aşık olup onunla evlenen Ümmühan’ın hikâyesi, mutlu bir evlilikle başlıyor. Ancak eski kan davaları Selman’ı huzursuz edince, Ümmühan aşkı uğruna kendini feda ediyor ve kan davalılarını öldürüyor. Cezaevine girmesine rağmen, kocasını kurtardığı için mutlu. Selman onu ziyarete geldikçe, bu sevgi Ümmühan’a cezaevinde bile iyi hissettiriyor. Ne var ki, zamanla ziyaretler azalıyor, mektuplar kesiliyor. Aşkından uzak kalan Ümmühan’ın psikolojisi de giderek bozuluyor. Bir gün başka bir cezaevine nakledilirken, tren istasyonunda Selman’ı başka bir kadınla görüyor ve bu ihanet karşısında aklını yitiriyor.

Türkan Şoray, tutuklulara bu hikâyeyi anlatırken şunları söylüyor:

“Ümmühan’ın tüm kalbiyle birine ait olma, sevdiğini koruyup kollama yürekliliği beni çok etkilemişti. Çünkü biz kadınlar, ailelerimiz, çocuklarımız, inançlarımız ve sevdiklerimiz için her şeyi yapabilme gücüne ve cesaretine sahibiz.”

Ardından cezaevindeki kadınlara asıl ilham olacak şu sözleri kırık yüreklere nakşediyor:

“Filmlerimdeki kadın karakterler hayatın en sert rüzgarlarına karşı ayakta kalmayı başardılar. Acı Hayat’taki karakterim bir aşkın peşinden koşarken hayata tutunmayı öğrendi. Dila’nın filmindeki Dila ise doğru bildiği yaşam için onuruyla mücadele etti.”

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Kadir İnanır ve Türkan Şoray’ın başrollerini paylaştığı Dila Hanım filminin afişi.

Gerçekten de Şoray’ın canlandırdığı kadın karakterler, hayatın en sert rüzgârlarına karşı ayakta kalmayı başarmış; bu da onun sinemadaki dirençli kadın temalarını nasıl işlediğini gösteriyor. Sadece bu mu? Bunun beyaz perdeden ibaret olmadığını da biz okurlar artık biliyoruz!

Umut ve mücadelenin önemi

Şoray, canlandırdığı karakterlerde hep mücadele etmenin, hakkını aramanın altını çizdiğini vurguluyor. Ancak daha da önemli olan bir şey var: Umut.

“Umut ışığının varlığı çok önemli” diyor. “Hepimiz birbirimize destek olarak, sevgiyi çoğaltarak ve yarınlara umutla bakarak bu gücü daha da büyütebiliriz.”

Bu sözler, kitabın neredeyse tümünün özünü oluşturuyor ve aynı zamanda Türkan Şoray’ın hayat felsefesini de özetliyor. Bir kültür elçisi de olan Şoray’ın kitap boyunca okuduklarından, sevdiği yazarlar ve kişiliklerden – Selim İleri, Vedat Türkali, Yaşar Kemal ve elbette Atatürk’ten – nasıl etkilendiğini görüyor; genç yaşta adım attığı Yeşilçam’da tüm zorluklara rağmen aşktan ve sanattan hiç ama hiç vazgeçmediğini okuyoruz. Onun hem güçlü hem de kırılgan yanlarını keşfediş bu. Bunu nasıl dantel gibi dokuyup dünyaya bıraktığı da bu şekilde açığa çıkmış oluyor.

Türkan Şoray
Türkan Şoray, Rusya’da.

Eğitime ve kız çocuklarına adanmışlık

Üniversiteyi bitirememiş olmasına rağmen kendini sürekli geliştirdiğini, özellikle kız çocuklarının eğitimi için verdiği mücadeleyi keşfediyoruz. Akademik bir kariyeri olmasa da, hem oynadığı filmlerdeki dirençli kadın karakterlerle hem de açtığı okulla kız çocuklarına yeni ufuklar açtığını biliyoruz. Bu, onun topluma olan katkısını da net bir şekilde ortaya koyuyor.

Kendine sadık bir hayat

Türkan Şoray’ın şu sözleri de hemen her şeyi özetler nitelikte: “Kimseye ihanet etmedim. Yalnızca kendime ihanet etmekten vazgeçtim.” Kırk yaşından sonra ayakları üzerinde durmayı öğrendiğini, aşkı aşk olarak yaşamak istediğini ve her zaman bu şekilde duracağını vurguluyor. Biz izleyiciler ise, onu filmlerinde izlerken beyaz perdedeki yansımasına hayran hayran bakmaya devam ediyoruz… Bu ilginç bakışta şu da mevcut: Aslında ondan çok daha önemli bir şey öğrendiğimizi fark ediyoruz. İyi bir insan olmak bu.

Ve o, bu öğretisini, yıllardan beri, hiç ara vermeden sürdürüyor.