Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu ikinci kez toplandı. Suriye’de SDG ile Şam yönetimi arasındaki kriz büyüyor. Şam yönetimi, Paris’teki görüşmelere katılmayacağını açıkladı. Trump’ın ev sahipliğinde Beyaz Saray’da buluşan Aliyev ve Paşinyan, 35 yıllık Azerbaycan-Ermenistan çatışmasını bitiren anlaşmaya imza attı. Ruşen Çakır ve Kadri Gürsel Hafta Başı’nda Zengezur koridorunun Türkiye ilişkisini, komisyondaki son durumu ve Suriye’deki gelişmeleri yorumladı.
Zengezur koridorunun Türkiye ilişkisi
ABD Başkanı Donald Trump, Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ı Beyaz Saray’da ağırlayarak, iki ülke arasında “savaşı sonsuza kadar bitirecek” bir barış anlaşmasının imzalandığını açıkladı. Trump, “Bence çok iyi bir ilişkiniz olacak. Bir sorun olursa beni arayın, çözerim” dedi.
Anlaşma, iki ülkenin karşılıklı olarak egemenliklerine saygı göstermesini, tüm çatışmaların kalıcı olarak durmasını, seyahat, ticaret ve diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasını öngörüyor.
Beyaz Saray’a göre ABD, Nahçıvan ile Azerbaycan’ı Ermenistan üzerinden bağlayacak transit hattın inşasında yer alacak. “Uluslararası Barış ve Refah için Trump Rotası” adı verilen bu hat, ABD’nin maddi ve stratejik yatırımını da içerecek.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, anlaşmadan memnuniyet duyduklarını açıkladı. Özellikle Zengezur Koridoru’nun açılması, Azerbaycan’ı Nahçıvan üzerinden Türkiye’ye bağlayarak bölgesel ticaret ve ulaşımı güçlendirecek. ABD’nin bu koridoru işletme planı, Washington’a ekonomik ve stratejik bir üstünlük kazandırabilir.
Trump, bu yıl göreve başladığından bu yana Ruanda-Demokratik Kongo, Kamboçya-Tayland ve Pakistan-Hindistan arasındaki çatışmaların çözümünde rol aldığını öne sürüyor. Ancak Ukrayna-Rusya ve Hamas-İsrail çatışmalarında istediğini başaramadı. Beyaz Saray, Trump’ın “Kafkaslara barış getiren lider” olarak anılmak istediğini vurguluyor.
Suriye’de belirsizlik sürüyor
Suriye hükümeti, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ve bu yapı kontrolündeki toprakların geleceğini ele almak amacıyla Paris’te yapılması planlanan görüşmelere katılmayacağını açıkladı. Daha önce bir kez ertelenen toplantı, Şam yönetiminin Paris görüşmelerine katılmayacağını belirtmesinin ardından belirsizliğe girdi.
Açıklama, Rojava’da yaklaşık 500 kişinin katılımıyla düzenlenen “Kuzey ve Doğu Suriye Bileşenleri Ortak Tutum Konferansı”nın hemen sonrasında geldi. Suriye devlet haber ajansı SANA’ya konuşan bir hükümet yetkilisi, etkinliğin SDG’nin merkezi yönetime entegrasyonunu öngören 10 Mart mutabakatına aykırı olduğunu savundu. Yetkili, “Bu konferans mevcut müzakere çabalarını baltalamıştır. Bu nedenle Paris’te yapılması planlanan herhangi bir toplantıya katılmayacağız” dedi.
Videonun deşifresi:
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. ‘‘Hafta Başı’’yla karşınızdayız ve Kadri Gürsel’le birlikte haftayı değerlendireceğiz. Kadri, merhaba.
Kadri Gürsel: Merhaba.
Ruşen Çakır: Öncelikle geçmiş olsun. İki hafta yapamadık, senin sağlık sorunların nedeniyle. Şunu söyleyeyim, yayına başlamadan önce bir şeyden bahsedeyim. Ben bu sabah Silivri’de Fatih Altaylı’yı ziyaret ettim. Biliyorsun, okuldan arkadaşımız, 45 yıldır tanıdığımız. Bayağı bir sohbet ettik. Her şeyden konuştuk. Siyaset de konuştuk, okuldan da konuştuk, takımdan da konuştuk, her şeyden konuştuk. Sana da özel olarak selamları var. Sağlığı çok iyi, zaten hep duyuyoruz, ediyoruz ve dimdikti. Ben yanında biraz şey kaldım, tabii bir de yorgun argın. Sabah gittim, görüştüm. Bayağı iyiydi ve bütün izleyicilere de Fatih Altaylı’nın selamlarını ileteyim. Üzerimde kalmasın ve konularımıza girelim.
Kadri Gürsel: Evet. Ben de mütekabil selamlarımı yollayayım. Tabii bu kanaldan yollayınca almadığını biliyorum ama en azından yollamış olayım ben de selamımı.
Ruşen Çakır: İzleyenler iletirler. Çok ziyaretçisi olduğunu duyuyorum, siyasetçiler. Çok avukat oluyormuş. Onun yani her şeyi bizden daha hızlı öğrendiğini düşünüyorum.
Kadri Gürsel: Evet, yani yoğun bir mesai. O herhalde sadece akşamları sayımdan sonra rahatlıyordur, sakin, kendine ayırabileceği zaman buluyordur. Tahmin ediyorum nasıl bir şey olduğunu.
Ruşen Çakır: Bir de çok ilginç, biz orada sohbet ederken anladığım kadarıyla hakkında yeni bir soruşturma haberi düşmüş. Bakalım. Şimdi Kadri, şu şeyle bir başlayalım istiyorum. En sona komisyonu koyacağız. Tabii, Meclis komisyonu en önemli konu. Yarın üçüncü kez toplanacak. Onu konuşacağız ama önce senin alanına bir girelim: Zengezur Koridoru. Şimdi Trump Beyaz Saray’da Ermenistan’la Azerbaycan’ı bir araya getirdi, imza attırdı, bir şeyler yapıyorlar ve Amerika oradan bayağı bir para kazanacağa benziyor. Ama işin bir de tabii ki askerî-stratejik yönü var. Benim gördüğüm kadarıyla İran çok rahatsız bu durumdan. Rusya da herhâlde rahatsız. Türkiye’de bakıyorum, bunu Türkiye’ye atılmış bir kazık olarak yorumlayanlar var; ‘‘Türkiye’yi çok da fazla rahatsız edecek bir şey değil’’ diyenler var; kimileri de ‘‘Türkiye için iyi oldu’’ diyor falan. Böyle bir şey var. Sen bu konulara öteden beri meraklısın ve konuya hâkim birisi olarak sence hangisi doğru? Yani bu Zengezur Koridoru, ABD nezdinde Azerbaycan’la Ermenistan’ın böyle bir anlaşmaya varmış olması, belli ki birilerini rahatsız ediyor. Türkiye bunlardan birisi mi?
Kadri Gürsel: Bu saydığın üç şıkka da katılmıyorum. Şöyle katılmıyorum: İlk ikisi çok yanlış, üçüncüsü de az doğru. Yani Türkiye’ye iyi oldu değil, tam tersine Türkiye’nin jeopolitiği açısından çok çok önemli ve tarihsel bir gelişme. Ve bu oyun masasında Amerika değil, öncelikle en çok kazanan iki ülke var: Azerbaycan ve Türkiye. Bunu bir teslim etmek lazım. Amerika’nın burada oynadığı rol, evet, yani büyük oyunda İran ve Rusya’nın bölgedeki önemini, ağırlığını azaltan, onları diskalifiye eden bir yaklaşım gibi görünse de aslında burada oynadığı rol kolaylaştırıcılık oluyor. Tek başına, başlı başına öyle. Güney Kafkasya’nın Rusya’nın jeopolitiğinden giderek uzaklaştırılması, nüfuz alanından, etkisinden uzaklaştırılması gibi bir trendin içine de girmiş bulunuyoruz. Aslında burada bu yeni bir şey değil. Ukrayna’nın işgalinden bu yana, 2022’den bu yana aslında başlamış olan bir şey. Paşinyan’ı devirmek çok istedi tabii Ruslar ama bunu başaramadılar. Paşinyan, Ermenistan’ın dünyaya, işte Batı sistemine entegre olmasını istiyor. Bu yönde adımlar atıyor. Ve zor bir konu, en zor konuya geldi sonunda sıra. Dağlık Karabağ meselesinin askerî yollardan halledilmesinden sonra, Azeri topraklarındaki Ermeni işgalinin sona erdirilmesinden sonra artık Türkiye ve Azerbaycan’ın Ermenistan’la ilişkilerinin normalleştirilmesine sıra gelmişti ve bunun karşılığında da Türkiye ve Azerbaycan’ın öteden beri çok arzuladığı ve çok istedikleri bir konu masaya geldi. Burada Ermenistan’ın duyarlılıklarına – ki haklı duyarlılıklardır, hassasiyetlerdir – saygı gösterildi. Zengezur koridoru ifadesinden bahsediyorum. Zengezur Koridoru deyince Ermenistan topraklarının Nahçıvan ve Azerbaycan arasında kalan bölümü üzerinden 43 kilometrelik bir koridor açılarak buranın hükümranlığının Azerbaycan’a verilmesi değil söz konusu anlaşma; Nahçıvan ve Azerbaycan’ın karadan bağlanması birbirine. Şimdi haritaya baktığınız zaman, harita okumasını biraz bilenler, haritaya bakmayı, anlamayı biraz bilenler açısından buradan en çok kazançlı çıkan iki ülkenin Azerbaycan ve Türkiye olduğunu anlamak çok kolay. Bu ne bir NATO saldırısı, ne bir Amerikan oyunu, ne başka bir şey. Yani bu öteden beri Türkiye’nin istediği bir şey ve burada en çok kazançlı çıkan ülke tabii ki Türkiye ve sonra Azerbaycan. Söylenenler doğru. Türkiye’nin Nahçıvan ve Ermenistan üzerinden Azerbaycan’a, oradan da Orta Asya’ya doğrudan İran üzerinden geçmeden, İran’ı bypass ederek açılımı çok çok önemli. Biliyorsun, Türkiye bugüne kadar İran üzerinden geçiyordu. Orta Asya kapısı Türkiye’nin İran’dı. Şimdi artık İran’dan bu bakımdan kurtulmuş oluyor. İran’ın önemi azalıyor elbette. Bir de tabii Amerikalılar gelecekler. Burada dokuz şirket varmış. Üçü Amerikalı falan. Bakalım bu nasıl cereyan edecek? Kaç yıl sürecek bu yolun yapımı? Aslında çok mühim de bir şey değil, 43 kilometrelik bir yol altyapısı. Bunun üzerinden iletişim altyapısı geçecek, enerji hatları geçecek. Dolayısıyla bu geniş bir kompleks. Baktığın zaman bu bir kompleks, böyle bir irtibat kompleksi. Öyle bakmak lazım. Sadece yol değil. Buradan demir yolu da geçebilir. Kara yolu, demir yolu, iletişim, enerji, akla gelebilecek bütün irtibat biçimleri burada söz konusu. Tarihsel bir gelişme bu. Bunu tartışırken Türkiye’yi hiç saymayanları, hiç göz önüne almayanları ben gerçekten biraz kuşkuyla karşılıyorum. Çünkü yani Türkiye’de gerçi şunu da görüyoruz, bu koridor yol tartışmaları vesilesiyle de gündeme geldi; ciddi bir Rus, Moskova ve Pekin mihveri var. Yani mihverin etkisi var medyada. Onu da görüyoruz. Yani bir ayağı ulusalcı Avrasyacılardan gidiyor; öteki tarafa doğru Rusya’nın yayın organları ve aynı zamanda da işte gazeteciler falan, işte bir siyasi partiye gidiyor falan. Neyse. Amerika’nın rolüne gelelim. Ondan sonra kapatayım ben bu konuyu kendi açımdan. O da şu: Rusya, Sovyetler döneminde, özellikle Stalin’in de büyük şeytanî zekasıyla bu Güney Kafkasya’yı öyle bir hâle getirdi ki Güney Kafkasya’daki cumhuriyetler, özerk cumhuriyetler kendi aralarındaki sorunları birbirleriyle konuşarak çözemesinler asla ve mutlaka bir büyük aktörün, bir büyük ortağın rolü ve katkısıyla bunu başarabilsinler. O dönemki jeopolitik tabii ki hâliyle Sovyetler Birliği olduğu için bu rolü Moskova’ya bahşediyordu. Yani Moskova o bölgeyi kendisine bu şekilde bağladı. Abhazya’yı tuttu Gürcistan’a bağladı. Osetya’yı Rusya ve Gürcistan arasında ikiye böldü, Güney ve Kuzey Osetya olarak. Dağlık Karabağ’ı kendi içinde, Azerbaycan içinde Ermeni çoğunluklu bir özerk bölge olarak tasarladı. Nahçıvan’ın tuttu kara bağlantısını kesti Azerbaycan’la. Garip bir puzzle‘ı andırır Kafkasya haritası. Sovyetlerin Kafkasya haritası bir puzzle‘ı andırır. Bu haritanın bir şekilde değişmesi gerekiyordu. Bu savaşlarla oldu kısmen. Fiilî durumlar var. Bugün Ermenistan artık bu kolaylığı gösterdiği için, topraklarından koridor değil yani hükümranlık devri değil, bir yolun geçmesine kolaylık gösterdiği için, bunun karşılığını Türkiye’den günün sonunda alacaktır. Alican Sınır Kapısı açılacaktır. İlişkilerin normalleştirilmesi yoluna girilecektir. Ama şu: Rusya devre dışı kaldı, Rusya zayıfladı ve geriye çekildi. Bunun yerine bu puzzle‘ı çözme işi bir başka büyük aktör, bir başka büyük ortağa kaldı. O da Amerika oldu. Amerika’nın bu konuda rol oynamaması hâlinde Türkiye kendi öz gücüyle Rusya’yı ve İran’ı karşısına alarak ve de Ermenistan’la ilişkileri de malum, kötü ilişkileri malum, şu anki ilişkileri malum, böyle bir rolü üstlenemezdi. Azerbaycan ve Türkiye asla bugünkü şartlarda bu sorunu çözemezlerdi. Ermenistan’ı ikna edemezlerdi. Burada Amerika’nın rolü kilit olmuştur, gerekli olmuştur ve bu rolü oynamak Amerika’ya düşmüştür. Türkiye’ye bakmayın siz. Yani çok seviniyormuş, zil takıp oynuyormuş gibi bir hâle girmiyor. Girmemesinin tek nedeni var. İçin için aslında çok sevinçli olduğundan eminim ben Ankara’nın. Tek nedeni Rusya’yı ve İran’ı kışkırtmamaktır, Rusya’yı ve İran’ı üzmemektir. Burada Türkiye’nin Rusya ve İran’a karşı bir jeopolitik zafer kazandığı havasını basmak istemiyorlar. Aslında Türkiye, İran’a ve Rusya’ya karşı — bölgedeki rakipleridir aynı zamanda, hem ortak hem rakip — büyük bir jeopolitik zafer kazanmıştır. Bunun aksini söyleyenlerin samimiyetinden kuşku duyarım.
Ruşen Çakır: Kadri, şimdi Suriye’ye biraz geçelim. Bu arada ilginç bir haber var. Sen görmemiş olabilirsin. PKK’nın askerî kanadı açıklama yaptı. Bu meşhur Suriyeli Nurettin Sofi diye bir üst düzey yöneticinin 6 Nisan 2021’de Türkiye’nin saldırısı sonucu öldüğünü kabul etti. Onlar biliyorsun geçen de Ali Haydar Kaytan ve neydi, Rıza’ydı galiba diğeri, onların ölümünü kabul etmişlerdi. Bugün de bunu açıkladılar. Kritik bir ismiydi biliyorsun, Suriye’deki PKK yapılanmasının. Şimdi Suriye’de neler oluyor? İlginç bir güç savaşı var. Geçenlerde Haseke şehrinde oradaki Kürt yapılanması — artık bir yığın adı var, SDG diyelim — SDG bir konferans topladı ve bu konferansa Dürzîlerin üç önemli liderinden en İsrail’e yakın bilinen el-Hicri telekonferansa katıldı. Bir Alevi temsilci katıldı. Başka diğer etnik gruplardan kişiler de katıldı. Araplardan da katılanlar oldu ve orada bir tür yani azınlıklar toplantısı gibi bir olay oldu ve bir ademimerkeziyetçilik talebi var çok güçlü bir şekilde, Kürtlerin dile getirdiği ve diğerlerinin de istediği. Ama Ankara buna yanaşmıyor. Şam da yanaşmıyor. Hakan Fidan geçenlerde oradaydı yine biliyorsun. Ve hemen ardından Şam’dan Paris’te ertelenen görüşmeye katılmama kararı çıktı. Bu görüşme neydi? ABD, Fransa, Şam ve Rojava, yani Suriye Kürtlerinin görüşmesi olacaktı. 4 Mart, değil mi, o yapılan mutabakatın hayata geçirilme görüşmesi?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Kadri Gürsel: Evet.
Ruşen Çakır: Ona katılmayacağını söyledi ve bir gerginlik var. Bu arada SDG’den yapılan açıklamalarda kendilerine yönelik birtakım saldırılar olduğu falan söyleniyor. En son geçen Türkiye Gazetesi’nde güvenlik yetkililerine atfen bir haber çıktı, ki Türkiye Gazetesi bu süreçte ilginç bir şekilde böyle haberler yazıyor; kulis haberler ama genellikle doğru çıkan haberler. Orada SDG’ye Eylül başına kadar süre verildiği, eğer olumlu adımlar görülürse bu sürenin yıl sonuna kadar uzatılacağı ama Eylül’e kadar iyi niyetini göstermesi… Buradaki mesele ne? Kürtlerin Suriye ordusuna dâhil olması meselesi. Kürtler de bunu prensip olarak, ‘‘Evet, ama şu anda hangi orduya, nasıl dâhil olacağız?’’ deyip, bir güven sorunu var çünkü. Eş-Şara’ya yönelik bir güven sorunu var. Burada kilitlenmiş bir durum var. Ve bu arada biliyoruz ki bu olay Türkiye’deki süreçle de çok doğrudan alâkalı. Yani Öcalan’la yapılan görüşmelerin daha ilk anından itibaren Suriye boyutu hep olmuş. Suriyelilerle Öcalan doğrudan görüşmüş ya da onlara mektuplar yazmış, ki bunu biliyorsun, İlham Ahmed de Mazlum Abdi de kabul ettiler, doğruladılar bunu. Böyle bir tıkanıklık, böyle karşılıklı bir taviz vermeme havası da var ama iki tarafın da bir yerde birleşmesi gerekecek galiba. Bir şeyler olması gerekecek. Aksi takdirde Suriye’de tekrar çatışmanın başlaması durumunda ne Suriye iflah olur ne de Türkiye’deki işler yolunda gider. Yani Suriye’de diyelim ki Şam’la Kürtler, Rojava çatışacak vesaire, şu olacak, bu olacak; Türkiye’nin dâhil olmaması mümkün değil böyle bir olaya. Bir şekilde İsrail doğrudan olmasa bile dolaylı bir şekilde dâhil olacaktır. Böyle kaotik bir durum oluşma ihtimali az da olsa var. Ne diyorsun? Buradan bir çözüm, Suriye’de en azından gerginliği azaltıcı, o 4 Mart mutabakatına karşılıklı dönüş ihtimali ne derece var sence?
Kadri Gürsel: Yani Suriye’deki durum kısa vadede pek çözülecek gibi görünmüyor. Türkiye’deki süreç açısından da bu süreci yönetenler bakımından son derece çetrefil bir konu. Çünkü yani şu şekilde ilgilendiriyor: Suriye’deki Şam yönetimiyle YPG, SDG, Suriye Demokratik Güçleri ve Şam yönetimi arasındaki çelişkileri, anlaşmazlıkları ayrıştırmak, kompartmantalize etmek yani ve ayrı bir kompartıman olarak Türkiye’deki sürece etki edemez bir hâlde yalıtmak mümkün değil bunu. doğrudan şu açıdan ilgilendiriyor, Türkiye’deki kamuoyunun sürece bakışı açısından da bu böyle; yani eğer Türkiye, Ankara PKK’nın silahsızlandığını, silahsızlandırılacağını daha doğrusu iddia ediyorsa ve bu yönde adımlar atılıyorsa, YPG silahlı güçleriyle ayakta dimdik dururken bu konuda bunun gerçekleştiği hususunda kimseyi ikna etmek pek mümkün olmaz. Çünkü ‘‘YPG eşittir PKK’’ demişsiniz bugüne kadar. ‘‘PKK silahsızlanıyor ama PKK’nın YPG’si tüm silahlı gücünü koruyor. Bu ne biçim silahsızlanma?’’ dersiniz. Veyahut örgütsel yapısını dağıtmıyorsa YPG bir şekilde, o zaman ‘‘PKK neden kendini feshetti?’’ dersiniz. Burada böyle çetrefil bir konu var. İkincisi, bir çatışma ânında tabii ki Türkiye’nin Şam’da eş-Şara vasıtasıyla yapmaya çalıştığı şey tehlikeye giriyor o zaman da. Çünkü pekâlâ şunu biliyoruz ki YPG de gayet iyi silahlı, örgütlü, güçlü bir yapı ve bu yapı ile Şam’ı yönetenler, şu an HTŞ ve müttefiklerinin tek başlarına kolay kolay baş etmeleri mümkün değil. Senin dediğin gibi, baş etmeleri gerekirse o zaman Türkiye’nin desteği girecek devreye yahut Türkiye’nin desteklediği oradaki silahlı güçler girecek, Suriye Milli Ordusu falan gibi. İsrail de tabii dâhil olacak. Bu da ister istemez Türkiye’deki süreci, en azından durduracaktır. Berhava etmese bile durduracaktır. Durması ise ciddi bir tehlike. Şimdi ancak şöyle bakıyorsun, bugün mesela sen de görmüşsündür, videolar var, korkunç. Dehşete düşmemek mümkün değil. Süveyda’da HTŞ yani Suriye güvenlik güçleri… Şimdi bunların güvenlik gücü olduğuna inanmak bir defa imkânsız. Çünkü başıbozuk, kana susamış çeteler gibi hareket eden, katliamcı böyle bir güruh bunlar, silahlı bir güruh. Bunların bir merkezî hükümetin silahlı, işte merkezî hükümetin güvenlik güçleri olduğuna inanması kimsenin mümkün değil. O beklenmemeli. Böyle fevkalâde sorumsuz davranan, eğitimsiz, başıbozuk bir güruh, bir kalabalık, silahlı bir çete. Şimdi gücü eline geçirdiği noktada azınlıklara, azınlıkların tutumları, tavırları ne olursa olsun bu şekilde davranan bir güce nasıl ram olursunuz? Nasıl kendinizi bu gücün insafına, iradesine teslim edersiniz? Yani çünkü uzlaşmaz bir karşıtlık var Suriye ve SDG’nin pozisyonlarında. Biri merkezî bir hükümet istiyor. Diğeri yani SDG, ademimerkeziyetçi bir hükümet istiyor. Şimdi ademimerkeziyetçi hükümet kabul edildiği takdirde yani fiilen değil, resmen, hukuken kabul edildiği takdirde bu doğrudan Türkiye’nin şu anki bilinen pozisyonuna aykırı ve daha önce Suriye’nin işte merkezî ulus devlet olma hâline de aykırı. Bu, yeni bir safhaya geçildiğini gösterir. Bu bir problem olacaktır. Diğer açıdan da baktığınızda, senin de dediğin gibi, yani YPG nasıl olacak da bu efendim Suriye Ordusu denen ama bugün işte sağda solda katliam yapan, hastane basıp doktor öldüren… Hastaneyi basıp 9 doktoru öldürdüler ve korkunç görüntüler var bugün, dolaşıyor ortalıkta yani. Bunların içine mi girecek, yani içinde eriyecek mi SDG bu yapının? Bu nasıl mümkün olacak? Bunun şimdiden Şam tarafından, eş-Şara tarafından istenmesinin meşru zemini yok bir kere. Yani böyle korkunç cinayetler işleyen bir çeteye benzeyen bir gücün, bir çetenin Suriye ordusu olarak kabul görüp YPG’nin de bu çete içinde erimesini istemek absürt, gerçeküstü bir talep yani. Gerçeklerle hiç alakası olmayan, sahadaki gerçeklikle hiç alakası olmayan bir talep. Uzlaşması mümkün değil. Ben bu iki açıdan, yani yönetim şekli ve silahlı güçlerin geleceği açısından, konumu açısından iki oluşumun pozisyonlarının uzlaşmasının bugünkü şartlarda mümkün olmadığını söylüyorum. Sadece ben değil, herkes söylüyor bunu. Dolayısıyla burada aslında asıl kendine çekidüzen vermesi gereken, bir devlet ciddiyeti ve sorumluluğu içinde hareket etmeyi denemeye başlaması gereken, Şam’daki işte eş-Şara yönetimi, onlar. Yani onlar kendilerine çekidüzen vermediği sürece burada ne olacak? Nasıl YPG’den bunu isteyeceksin? O zaman da Türkiye’nin burada devreye girmesi lazım. Yani Türkiye’nin eş-Şara ve HTŞ’ye açık çek vermekten ziyade onları gerçekten doğru bir pozisyona sevk etmesi gerekiyor. Yani bunlardan vazgeçmesi lazım. Bir devlet gibi hareket etmeye başlamaları gerekiyor ki gidip YPG’ye, Kürtlere, Suriye’deki Kürtlere “Şunu yapın, bunu yapın, gelin bize katılın.” deme hakları olsun. Şu an böyle bir haklarının olduğu kanaatinde değilim. Zor bir durum. Türkiye’nin devreye girmesi, evet gerekebilir ama bir çatışmanın tarafı olarak değil; burada gerçekten çatışmayı önleyici olarak devreye girmesi lazım, sorumluluk alması lazım.
Ruşen Çakır: Burada Türkiye’de tabii bu doğrudan süreci de çok fazla ilgilendiriyor ve benim bildiğim kadarıyla demin de söyledim, Öcalan devrede. Öcalan diyor ki, demokratik entegrasyon önermesi var ya onun, ‘‘Suriye’de de bu olsun’’ diyor. Ama Suriye’de, senin de söylediğin gibi, demokrasi bir yana ortada devlet de yok. Şimdi neye entegre olacak? Ve bir de diğer husus da tabii ki şey, yani ordu. Yani ordu olarak baktığın zaman Kürtlerin ordusu Şam’ın ordusundan çok çok güçlü. Yani bunu ona entegre etmek gerçekten çok zor. Şimdi buradan komisyona gelelim. Şimdi komisyonun en son yaptığı toplantıda, kapalı toplantıda yapılan sunumlarda anladığım kadarıyla en kritik nokta Suriye olmuş yine. Tabii bu konuda şeyler yazılmıyor, edilmiyor, devlet sırrı kapsamına giriyor ama bu da hiç şaşırtıcı değil. Yani sonuçta Türkiye’de işler yolunda gidiyor olsa da, PKK silah bırakıyor olsa da vesaire ama Suriye böyle bir ateş topu gibi olduğu müddetçe iş sıkıntıya girebilir. Şimdi şeye baktığımız zaman komisyonda ilk gün biliyorsun, her şeyde oy birliğiyle karar alındı. İlk toplantıda komisyonun nasılı konuşuldu. Sonra yapılan ikinci toplantı, basına kapalı toplantıda iki bakan ve MİT Başkanı sunum yaptı. Bakanların sunumlarında bir numara yokmuş diye duydum ama MİT Başkanı’nın sunumu herhâlde kritik olmuştur. Şimdi İYİ Parti üç üye vermeyeceğini söyleyince o üç üyeyi dağıttılar biliyorsun. AK Parti’ye bir, DEM Parti’ye bir, CHP’ye birer üye dağıtıldı. Yine 51’e tamamlandı. Yarın toplanacaklar saat 14.00’te ve yarınki toplantıda şey olacakmış: Herkes komisyona çağrılmasını istediği kişi ve kurumları önerecekmiş, yani gelsinler sunum yapsınlar ya da bilgilerini paylaşsınlar diye. Ve ondan sonra da anladığım kadarıyla birtakım kişiler gelecekler; kurumlar, kişiler ya da kurumları temsilen kişiler ve kişiler gelecek, uzmanlar gelecek değişik konularda. Onlar sunum yapacak ve sonrasında da komisyon o birtakım hususları… Yani ne isteniyor komisyondan? Esas olarak istenen PKK’nın feshi ve silah bırakmasının hukukî altyapısı. Mevcut yasalarla, mevcut hukuk düzenlemesiyle bunun olamayacağı açık. Çünkü mevcut yasada bir etkin pişmanlık uygulaması var. Etkin pişmanlık uygulamasıyla PKK’lıları Türkiye’ye entegre etmek falan mümkün olamayacak. Yeni bir yasa çıkması gerekiyor ama o zaman da başka bir şey gerekiyor. O zaman eşitlik ilkesi gereği başka suçlardan yargılanan ya da mahkûm olan kişilerin bundan etkilenmesi gibi şeyler oluyor. Aslında kritik bir husus. Zor bir şey olacak ama bir şekilde yolunu bulmaya çalışacaklar. Benim edindiğim bilgiye göre şu âna kadar partiler arasında bayağı bir uyum varmış, şu âna kadar tabii. Ama kritik noktaya henüz gelmedik. Şu âna kadar bir uyum var. Bir de biliyorsun, koordinatör grup başkan vekilleri diye bir şey var. MHP’nin grup başkan vekili olmadığı için Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, CHP’den Murat Emir, Abdulhamit Gül AK Parti’den ve DEM Parti’den de, kim olduğunu, şimdi adını hatırlayamıyorum. Neyse. Bunlar böyle arada toplanıp sorun çözüyorlar ve şu âna kadar mekanizma fena gitmiyor. Ama bundan sonra işler detaylara gelince, yasa önerisi… Çünkü yasa yapmayacaklar biliyorsun, Meclis’e öneri hazırlayıp verecekler. Ondan sonrası Meclis’in ilgili komisyonlarına ve Genel Kurul’a kalacak. Böyle kritik bir yerde. Şu âna kadar fena gitmiyor ama bundan sonra nasıl gideceği belli değil ve çok önemli bir aşama bu komisyonun şeyi. İYİ Parti dışında Meclis’teki tüm partiler bir şekilde varlar. Tek bir milletvekili olan da var, üç milletvekili olan da var. Böyle bir yerdeyiz. Ne diyorsun? Buradan kriz çıkma ihtimali daha mı baskın yoksa ilk başladığı şey umut verici mi?
Kadri Gürsel: Eteğindeki taşları dökmesi lazım iktidarı temsil eden partinin, partilerin, yani Cumhur İttifakı’nı temsil eden partilerin. Ne tür bir oyun kurguladıklarını DEM’le beraber açık etmeleri gerekiyor, göstermeleri gerekiyor. Ancak o zaman, o şekilde bu sorunun cevabını alabiliriz. Bir de tabii, parlamentoda bir komisyon kurulduğuna göre Türkiye’nin bu şartlar altında nasıl yönetileceğine dair de şeyler konuşulacak. Yani Türkiye’nin demokratikleşmeden bu PKK sorununu çözmesinin dahi pek mümkün olamayacağını da herhâlde CHP söyleyecektir. Bunları bir dibace kabilinden koyduktan sonra bir kenara, ben şunu merak ediyorum. Merakımı da sen tekrar kışkırttın: “Hukukî altyapı” dedin. Yani PKK’nın silah bırakmasının hukukî altyapısı. Şimdi bu hukukî altyapıda zaten iş çatallaşıyor. Hukukî altyapının nasıl, nerede vücut bulacağıyla alakalı ve ne şekilde olacağı. Hatırlarsan, hatırlarsan diyorum da tabii unutmuş olmanın imkânı yok ama hatırlarsak diyelim, 19 Temmuz’da meslektaşımız İsmail Saymaz kendi köşesinde bir şey yazdı, birkaç cümlelik bir haber. Orada da bundan birkaç ay evvel Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin milletvekilleriyle yaptığı bir toplantıda, “Cumhurbaşkanının bir Kürt, bir Alevi yardımcısı olsun.” diye bir fikir ortaya attığını haber verdi. Bunun üzerine Türkiye kamuoyunda bir tartışma başladı günlerce. Hatta seninle de biz bu programda yaptık bu tartışmayı. Ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden bir reaksiyon bekliyorduk. En azından bunun açılması, yani Bahçeli’nin bununla neyi kastettiğinin, muradının ne olduğunun açıklanması; o olmuyorsa da İsmail Saymaz’ın, kendisine bu haberin servis edildiği İsmail Saymaz’ın yalanlanması olacaktı. Ne o oldu ne bu oldu. Hiçbir şey olmadı. Sadece Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın uzun bir şey yazdı, bir methiye, bir Bahçeli övgüsü yazdı. Çünkü, evet, yani bir şekilde Bahçeli hedef alındı bu tartışmalarda. Ondan sonra geçti gitti. Şimdi bugün 11 Temmuz, yani üzerinden geçti bu kadar zaman. Hâlâ bilmiyoruz. Zaten mesele de bu bir yerde. Yani iktidarın en büyük bence handikabı bu. Çünkü şimdi PKK’nın silah bırakıp kendisini feshettiğini söylüyoruz. Evet, feshettiğini söylediler. Feshedeceği söylendi, törenler yapıldı, silahlar yakıldı falan. Peki, bunun karşılığında ne alacaklar? Bunun hukukî altyapısı ne olacak? Bunun karşılığında ne alacaklar? Herhangi bir müzakere yok, herhangi bir pazarlık yok, deniliyor. Bu da pek ikna edici gelmiyor aslında insanlara. Kamuoyu ikna olmuyor. İşte tam bu bağlamda Bahçeli’nin tutup, “Bir Kürt ve bir Alevi Cumhurbaşkanı yardımcısı olsun” demesi Cumhuriyetin ve hatta işte Lozan’ın, Cumhuriyetin ve üniter devletin ve ulus devletin acaba tartışmaya mı açıldığı istifhamını doğurdu insanlarda. Umarım komisyon bunun, bu tartışmaların bir netlik kazandığı bir platform işlevi görür en azından. Yoksa ben bu komisyonda, bu kadar bütün partilerin katıldığı bir komisyonda devlet sırlarının paylaşılacağını falan hiç zannetmiyorum. Yani böyle şeyler olmaz. Neticede ortada bir yerde politikalar üretiliyor ve uygulanıyor bu süreçle ilgili olarak. Ama işte komisyona ne kadarı yansıyor bunun ve iktidar blokunun ne yapmak istediğine dair somut veriler komisyonla paylaşılıyor mu? Ben şeffaf olunup olunmamasından önce iktidarın kafasının net olup olmadığı konusunda bir şüpheye sahibim ve bu da bizim tartışmamızı güçleştiriyor. Verdiğim örnekten hareketle hâlâ cevabı alınmamış bir soru var. Yani Bahçeli neden bu hâlâ yalanlanmayan ve doğrulanmayan Kürt ve Alevi Cumhurbaşkanı Yardımcısı lafını etti ve ondan sonra neden hiçbir şey söylenmek lüzumu hissedilmedi MHP tarafından? Şimdi bu sorunun cevabının alınması lazım. En azından komisyonda alınması lazım. Komisyon üyelerinin bunu sorması lazım ama bu konuda da bir şey yapılıyor mu yapılmıyor mu emin değilim açıkçası. Henüz çok erken olduğu kanaatindeyim pek çok açıdan. Genel bir çerçeve çizilecektir. O çerçevenin çizilmesi sırasında da demokrasi tartışması, hukuk tartışması elbette ki gündeme gelecektir. Eğer bu gelmezse muhalefet orada görevini yapmıyor demektir.
Ruşen Çakır: Şimdi Kadri, konumuzla direkt alakası yok ama var. Bahçeli bugün biraz önce yazılı bir açıklama yaptı. Birçok konudan bahsediyor. Esas olarak Gazze’den bahsediyor ama içinde komisyon da var. Fakat şöyle bir şey söylüyor: “Türkiye’nin ağırlaşan, belediyeler başta olmak üzere pek çok alana yayılan ve yoğunlaşan hukukî davalardan süratle kurtulması, sonuçta adaletin eksiksiz tecellisi sağlanmalıdır. Adlî tatilin bitimi ile beraber yargıyı saran mesnetsiz tartışma ve sürtüşmelerin kesinlikle sonlandırılması, süregelen soruşturma ve kovuşturmaların bir an evvel tamamlanması demokrasi ve hukuk güvenliği bakımından önceliğimiz olmalıdır.” Bu biliyorsun daha önce de söylendi, ‘‘bir an önce davalar görülsün’’ falan. Ve şunu duymuştum: CHP komisyona katılsın mı, katılmasın mı meseleleri gündeme geldiği zaman MHP’den CHP’ye bir mesaj gittiği, “Katılın. Ekrem İmamoğlu vesaire meselelerinde acele etmeyin ama katılın ve zamanla bunlar gündeme gelecektir” gibi, yani mealen böyle bir şey. Ve şimdi Bahçeli, tekrar doğrudan aslında yargıya söylediği bir şey, “İddianameler hazırlansın, dava bir an önce başlasın” diyor. Yani bu bir anlamda MHP ile AK Parti arasında sorun var mı, yok mu meselesi ve MHP’nin CHP’yi komisyonda istediğinin de bir kanıtı. Her ne kadar Bahçeli her fırsatta CHP’ye laf çaksa da aslında CHP’siz komisyon olmayacağı fikrini bence çok ciddi bir şekilde savunuyor. Ben öyle görüyorum ve bunu da bir not olarak düşmek istiyorum. Şimdi tekrar başa dönecek olursak, hani demokrasi vurgusu komisyonda var mı, yok mu? Şimdi genellikle şöyle söylüyor itiraz edenler: “Sizin adamlarınız içerideyken, sizin adamlarınızı içeri atanlarla bu komisyonda nasıl birlikte olursunuz?” meselesini gündeme getiriyorlar. Ama orada şöyle bir husus var. Mesela CHP ön şart olarak ne koştu? Nitelikli çoğunluk şartı koştu ve kabul edildi ve CHP de girdi. İşte, “Belediye başkanları tutuksuz yargılansın.” deseydi, olmayacaktı ve CHP komisyonun dışında kalacaktı ve CHP’nin dışında kalması da CHP’nin aslında istemediği bir şeydi. Sanki zamana yayılmış bir perspektif var gibi. Ama şu hikâye önemli tabii. Burada komisyondaki konuşmalarda genellikle olayın sınırı şey olarak çiziliyor. Şimdi başta dendi ya: “Burada anayasa yapmayacağız.” Bu CHP’nin istediği bir şey. Tamam. Ama burada çok da fazla yani PKK’nın silahsızlandırılmasının ötesinde konulara girilmeyecek, deniyor ama bir yandan da başlığa demokrasi lafının eklenmesine razı oldu AK Parti. Böyle karışık bir durum var. Bir not da şeyi düşeyim: Bahçeli’nin bu söylediği söz var ya, Kürt ve Alevi, bu aslında İsmail’in yaptığı haberden 3-4 ay önce edilmiş bir laf ve bunu ilk Amerika’da yaşayan eski Fethullahçı gazeteci Ahmet Dönmez dile getirmişti aylar önce. Tabii o başka bir yerden olduğu için insanlar ya görmedi ya da önemsemedi. Şimdi de senin de söylediğin gibi açıklamada Bahçeli: “Böyle bir şey demedi.” demiyorlar.
Kadri Gürsel: Evet, ‘‘dedi’’ de demiyorlar.
Ruşen Çakır: Yani, ‘‘Bu sözü kötüye kullanmayın, buradaki iyi niyeti şey yapmayın’’ demeye geliyor. Ama o konuda o açıklamaya destek veren çok da fazla kişi olmadı zaten. Şu anda Bahçeli yalnız kaldı o açıklamasında, ki zaten açıklamayı da kendi partisi içerisinde yapmış. Yavaş yavaş toparlayalım. Ne diyorsun, bundan sonra komisyonda kırılma noktaları ne olabilir?
Kadri Gürsel: Şimdi birincisi, Cumhuriyet Halk Partililer bir zamanlar HDP’lilerin onar onar, otuzar otuzar içeri alınıp içeride aylarca yıllarca tutuldukları dönemde olduğu gibi adeta bir siyasî sürek avına maruz kalmışçasına hapislere dolduruldukları bir dönemde CHP bu komisyona girdi. Bu bir çelişki değil. Bu siyaset. Bir defa önce bu siyaset. Zaten yani çelişki bile olsa, siyaset dediğiniz şey çelişkileri yönetme sanatıdır. Şimdi şu açıdan bakalım: Bu komisyona hiç girmemiş bir Cumhuriyet Halk Partisi birtakım saldırılara maruz kalabilecekti ve bu saldırıları göğüslemekte de zorlanacaktı. Neydi bu? İşte “PKK’nın silah bırakmasını istemiyorlar. Terörsüz Türkiye’yi istemiyorlar” falan filan. Demagojik şeyler. Girmekle çok iyi etti. Burada aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi şu mesajı vermiş oldu Türkiye’ye ve dünyaya: “Ben demokrasiyle taçlanacak ve demokratikleşme zemininde yürüyecek bir çözüm sürecinin, önce PKK sorununun çözümü ve belki sonra ileride bir Kürt sorununun çözümüyle devam edecek bir sürecin sahibiyim. Aynı zamanda buna sahip çıkıyorum. Bu Türkiye’nin meselesidir ve Türkiye’nin meselesi olduğu için benim de meselemdir. Cumhur İttifakı ve Erdoğan iktidardan gittikten sonra bu süreç sahipsiz kalmayacaktır. Bu sürecin sahibi benim aynı zamanda.” demiş oldu. Bu çok değerlidir. Bu eğer bir devlet meselesi ise devlet olma hâli bakımından da Türkiye’de çok çok önemli bir mesaj. Cumhuriyet Halk Partisi’nin komisyona dâhil olması bir sorumluluk örneği teşkil etti. Hiç girmemiş olmasından çok çok daha önemli ve değerlidir. İkincisi, bu bir platformdur. Bu bir forumdur. Bu forumda PKK sorununun çözümü için dahi demokratikleşmenin şart olduğu gerçeği her vesileyle dile getirilir, söylenir, tartışılır ve bir noktada eğer Cumhuriyet Halk Partisi bu platformda, bu forumda daha fazla barınamayacağını, olamayacağını anlarsa bu forumun Cumhur İttifakı tarafından nasıl kötüye kullanıldığını da kamuoyuna şikâyet ederek ayrılabilir buradan ve ayrılırken de ciddi bir siyasî hamle yapmış olur. Bunun herhâlde hesapları yapılmıştır. Yani bu foruma girerken Katolik nikâhı yapmadı Cumhuriyet Halk Partisi. İsterse, şartlar izin vermezse devamına ayrılabilir de. Bu bakımdan bence birincisi önemli bir şey, yani Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu forumda olması. Türkiye’nin selâmeti açısından da bence gerekli bir şey.
Ruşen Çakır: Evet, Kadri Bey, toparladık mı? Var mı son bir şey, kapanış?
Kadri Gürsel: Yani bu pilav daha çok su kaldırır, öyle gözüküyor.
Ruşen Çakır: Evet. Kesinlikle öyle.
Kadri Gürsel: Suriye’de eş-Şara böyle basite alınacak bir adam değil. Hiçbir şeyi berhava edeceğini zannetmiyorum şu aşamada. Sürece yayacaklardır. Türkiye’yi yönetenler de, yönetme iddiasında olanlar da bayağı aslında tecrübe kazandılar. Onlar da kendi siyasî takvimlerine göre bu süreci 2026 boyunca canlı tutacaklardır. Bir noktada da karar vereceklerdir. O bakımdan şimdiden ben kritik bir ayrım noktasında olunduğu kanaatinde değilim. Bu kadar söyleyeceklerim.
Ruşen Çakır: Evet Kadri, çok sağ ol. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. ‘‘Hafta Başı’’nı burada noktalıyoruz. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.