Transatlantik: Ukrayna’da çözüm mümkün mü? | İsrail’in yeni Gazze stratejisi

Geçtiğimiz hafta Alaska’da yapılan zirvede Rusya Devlet Başkanın Vladimir Putin, Ukrayna’nın doğusundaki sanayi bölgesi Donbas’ı masaya koydu. İsrail ordusu Gazze şehrini işgal etmeyi hedefleyen kara harekâtının ön hazırlıklarına başladığını açıkladı. Ukrayna’da çözüm mümkün mü? İsrail’in yeni Gazze stratejisi ne olacak? Transatlantik’te bu hafta Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar videoda soruları cevapladı.

Transatlantik: Ukrayna'da çözüm mümkün mü? | İsrail'in yeni Gazze stratejisi
Transatlantik: Ukrayna’da çözüm mümkün mü? | İsrail’in yeni Gazze stratejisi

Ukrayna’da çözüm mümkün mü?

Geçtiğimiz hafta Alaska’da yapılan zirvede Rusya Devlet Başkanın Vladimir Putin, Ukrayna’nın doğusundaki sanayi bölgesi Donbas’ı masaya koydu. Görüşmelere dair bilgilere göre Rus lider, Ukrayna ordusunun Donetsk ve Luhansk’tan çekilmesini, karşılığında cephe hattının diğer bölgelerde dondurulmasını önerdi. Zelenskiy ise “Topraklarımızdan vazgeçmeyiz” diyerek Putin’e yanıt verdi.

Kiev Uluslararası Sosyoloji Enstitüsü’nün son araştırmasına göre Ukraynalıların yüzde 75’i herhangi bir toprak tavizine karşı çıkıyor.

Rusya kamuoyunda Donbas, Kırım kadar sembolik bir değer taşımıyor. İşgal öncesinde yapılan anketlerde Rusların yalnızca dörtte biri Donetsk ve Luhansk’ın Rusya’ya katılmasını destekliyordu.

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile ABD Başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’daki görüşmesinin ardından, taraflardan barış sürecine dair olarak olumlu açıklamalar geliyor.

Trump, görüşmelerde ateşkesin barış süreci için zorunlu olmadığını söyledi, “Bence gerekli değil” ifadesini kullandı ancak Avrupalı liderler bu görüşe katılmadı.

İsrail’in yeni Gazze stratejisi

İsrail ordusu, Gazze şehrinin işgaline yönelik planlı kara harekâtı için ilk adımları attığını duyurdu. Ordu sözcüsü Tuğgeneral Effie Defrin, birliklerin şimdiden Zeytun ve Cibaliye bölgelerinde faaliyet gösterdiğini, şehrin dış kesimlerinin ise halihazırda İsrail kontrolünde olduğunu açıkladı. Defrin, “Yer üstü ve yer altındaki terör altyapısını yok ederek Hamas’a verilen zararı derinleştireceğiz, halkın Hamas’a olan bağımlılığını koparacağız” dedi.

Ay başında İsrail Güvenlik Kabinesi’nde kabul edilen plan, 19 Ağustos Salı günü Savunma Bakanı İsrael Katz tarafından onaylandı. Hafta sonundan önce kabineye sunularak yürürlüğe girmesi bekleniyor. Operasyona hazırlık kapsamında, 60 bin yedek asker eylül başından itibaren göreve çağrıldı. Böylece aktif görevdeki birliklerin cepheye kaydırılması hedefleniyor.


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. İki hafta ara verdik. Bugün yayınımızda sadece Ömer Taşpınar olacak. Önemli konular da var. Ömer merhaba. Dinlendiniz diye umuyorum, ama hâlâ dinlenmeniz sürüyor. Gönül’ün katılma imkânı olamadı. Seninle iki temel konuyu, iki büyük savaş ya da iki büyük kriz olan Ukrayna ve Gazze’yi konuşalım. Çünkü ikisinde de şu anda kritik virajlar alınıyor. Eğer fırsatımız olursa, biraz da Türkiye ve Suriye’yi konuşabiliriz. Ama önce Ukrayna meselesine bakalım. ‘’Alaska’da bir şeyler olacak, olmadı, kısmen oldu’’ dendi. Daha sonra Trump, Zelensky’i ve Avrupalı liderleri Beyaz Saray’a çağırdı. Şimdi yeni birtakım formüller konuşuluyor. Hatta Türk Ordusu’nun, tabii sadece Türkiye’nin değil, Ukrayna’da bir barış gücü oluşması gibi birtakım senaryolar da var. Sorun çözülüyor mu yoksa hala çözümden çok uzakta mıyız?  

Ömer Taşpınar: Ruşen, bu iki parametrede cevap vermek gerekirse ikincisi. Çözümden çok uzak durumdayız. Biz Transatlantik’i iki haftadır yapmadık. O nedenle istersen Alaska Zirvesi’yle başlayalım. Biraz geriden takip ettim, ama program için elimden geldiğince son makaleleri, neler yazılmış çizilmiş diye toparlamaya çalıştım. İki haftadır Amerika dışındaydık. Gördüğüm kadarıyla, bu Alaska Zirvesi Putin açısından büyük bir başarı olarak değerlendiriliyor. Çünkü Putin, 2022’deki Ukrayna işgalinden sonra, uluslararası toplum ve özellikle de Batı tarafından bütünüyle dışlanmıştı.  Şu anda savaş suçlusu olarak gidemediği yerler bile var. Putin açısından, Amerikan Başkanı Trump’la böylesine yüksek profilde, sanki kendisinin uluslararası hukuk açısından ve son iki üç yıldır imajı zedelenmemişçesine, sanki işler bırakıldığı yerden devam ediyormuş gibi böyle bir zirve gerçekleştirmesi, her şeyden önce Putin’in Rusya’daki imajı açısından ve küresel güney diyelim, başta Hindistan, Brezilya, Çin, Amerika dışı hatta anti Amerikan, BRICS ya da Şangay dediğimiz yerlerdeki prestiji açısından hâlâ Amerika ile birebir ilişki kurabilen bir lider olması açısından başarılıydı. 

Trump Alaska’yı özellikle seçti. Çünkü Alaska 1860’ta Amerika’nın Rusya’dan satın aldığı bir yer ve Rusya için de sembolik önemi var. Fakat bir hava üssünün hemen yanında yapıldı. Hatta Trump, F-22’leri ve B2 bombalama uçağının da yanından geçirerek bir gövde gösterisi de yaptı, Putin, normalde gizli tutulan, görüntülenmesi bile sorunlu olan bu uçakların önünden geçti ve Amerika’nın askeri gücünü hatırlatma babında da bu zirvenin bir teatral bir yanı da vardı. Fakat bütün bu teatral, kozmetik şeyler sonrasında ‘’ne elde edildi ne var, elimizde ne var? sorusuna baktığımızda, aslında hiçbir şey yok diyebiliriz. Çünkü Putin olduğu yerde duruyor. Belirli teklifler getirdi. Bu tekliflerin hiçbiri çok yeni değil. Bunların bilinen maddelerini bir tekrar edelim kısaca. Önemli boyutta olanlar, Ukrayna’nın hiçbir şekilde NATO’ya girmeyecek olması, tıpkı İsviçre gibi nötr bir ülke olması ve topraklarında Ukrayna dışı herhangi bir ordunun mevcut bulunmaması. Hatta Birleşmiş Milletler çerçevesinde bile NATO ülkelerinin barış gücü olarak Ukrayna topraklarında bulunmaması. Putin neredeyse bütünüyle demilitarize edilmiş bir Ukrayna istiyor, bunlarda ısrarcı. Putin aynı zamanda başka bir madde getirdi, daha yeni bir madde. Fakat o da özellikle Ukrayna açısından kabul edilemez bir madde, ki Trump bile kabul edemedi. O da, toprak değiş tokuşu. İki yıldan fazla süren bu savaşta şu anki sınırlara baktığımızda, Rusya açısından Kırım zaten 2014’te ilhak edilmişti ve doğuda dört bölgede elinde bulunduruyor bunları. Bunların dışında, Putin, Donetsk özellikle bölgesinde yeni topraklar istedi ve bunların karşılığında da belirli yerlerden çekilebileceğini söyledi. Bunu bir değiş tokuş, takas çerçevesinde Trump’a bunu sunuyor. 

Fakat Putin’in istediği toprakların özelliği var, bunlar Doğu Ukrayna bölgesinde, yaklaşık iki buçuk yıldan beri Ukrayna Ordusu’nun, İngilizcesiyle fortification, yani kaleleştirme dediğimiz, buraların alınmaması için ciddi tahkimat yaptığı yerler. Normalde buraları Rusya’nın alması çok zor. Askeri uzmanlarla konuştuğunuzda, savaş normal şartlarda ve şu anki tempoda gittiğinde, Rusya’nın bunları alması 4-5 yıl sürebilir. Tabiri caizse bunları bir şekilde cebe indirmek, karşılığında da Ukrayna’ya bir iki stratejik önemi olmayan yer vermek istedi. Tabii burada bunların tahkimatlı yerler oluşu dışında sorunlu olan mesele, masada Ukrayna’nın olmayışı. Biden yönetimini sevelim, sevmeyelim, Biden yönetiminde bir politika vardı. O politika, ‘’Ukrayna masada olmadan Ukrayna konuşmayacağız, Zelensky olmadan masada pazarlığa girmiyoruz’’ politikasıydı. Putin ise Zelensky’le oturmayı, konuşmayı ve kendisine onu muhatap almayı kabul etmiyor. “Trump’la ben konuşurum” diyor. Trump da buna ‘’eyvallah’’ dedi.  Avrupa’nın, Avrupa Birliği’nin, NATO’nun korkulu rüyası, tabiri caizse Trump’ın Ukrayna’yı satmasıydı. Ukrayna’nın belirli topraklarını vermesi, Putin’in şartlarını kabul etmesi ve Ukrayna’ya bunu dayatmasıydı. Trump Allah’tan böyle bir şey yapmadı. Sert durdu, kabul edilemez olduğunu, üç aşağı beş yukarı diplomatik bir dille belirtti. Fakat sonuçta bütün bunlara rağmen elde edilebilmiş bir ateşkes bile olmamasına rağmen, “Başarılı bir görüşmeydi” dedi. Tıpkı, Trump’ın her zaman yaptığı gibi gerçeklerden uzak, başarı kriterinin ne olduğunu bilmediğimiz, ortada hiçbir şeyin elde edilemediği, savaşın devam ettiği, hâlâ iki taraftan da haftada yüzlerce askerin öldüğü bir savaş devam ediyor. Bir ateşkes bile elde edilememiş durumda.  

Şu anda zirvede, Zelensky ile Putin’in bir araya gelmesi gibi bir durum söz konusu değil. Elde edilebilmiş hiçbir şey olmamasına rağmen Trump bunu nasıl bir başarı olarak kabul etti diye Amerikan basını bunu sorguluyor. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, zannediyorum Finlandiya oradaydı, Zelensky oradaydı, Avrupa liderlerinin hepsinin Beyaz Saray’a bir zirveyle gelmiş olması, bir bakıma ‘’Putin’le ne konuştunuz ve şu anki durum değerlendirmesi nedir?’’ toplantısıydı. Orada da, gördüğümüz kadarıyla Trump Putin’e herhangi bir şekilde taviz vermedi. Fakat Putin’e, Amerika’nın da bir şekilde bir an evvel bu savaşın bitmesini istediğini, bitmezse önümüzdeki dönemde yaptırımlara geçilebileceğini anlatmış. Baktığımızda Emmanuel Macron veya Keir Starmer, ‘’Amerika doğru şeyleri söylüyor. Şu anda bir statüko devam ediyor, bir tıkanıklık var.  Fakat bu böyle devam ederse Amerika sertleşecek’’ diyor. Yani hep konuştuğumuz Rusya’ya ciddi ve ikinci derecede yaptırımların ve petrol yaptırımlarının gelmesi. Diyeceksin ki Rusya zaten yaptırım altında ama asıl yaptırımlar Rusya ile ticaret yapan Hindistan, Çin, Türkiye gibi ülkelere gelebilir. Çünkü Türkiye ile bu ülkeler, Rusya’dan oldukça yüksek oranda doğalgaz ve petrol gibi enerji satın alıyorlar ve bunlara yaptırımlar gelebilir. Dolayısıyla Rus ekonomisi enerji satamaz hâle gelirse, çok zor durumda kalabilir. Bu, Trump’ın elindeki büyük sopa. Bunu henüz kullanmıyor ama kullanabileceğini söylüyor. Putin’e karşı devre devre sertleşiyor, devre devre yumuşuyor. Putin’in stratejisi de durumu idare etmek üzerine kurulu, Trump’la idare ediyor durumu ve uzatıyor. Hâlâ zamanın kendi lehine olduğuna inanıyor. Fakat o bahsettiğimiz yaz taarruzu ve Rusya’nın da stratejik askeri olarak operasyonel başarıları da gelmiyor. Zamanın ne kadar Rusya’nın lehine olduğu da bir soru işareti şu aşamada. 

Ruşen Çakır: Ömer, Türkiye bahsinde birtakım açıklamalar gördüm.  Mesela Ahmet Davutoğlu “Masada yoksanız menüde varsınızdır” diye bir açıklama yaptı. Masada derken, herhalde Beyaz Saray’a gidenleri kastediyor. Başkaları da yaptı böyle açıklamaları. Namık Tan yaptı mesela, böyle bir şey söyledi. Türkiye’nin Beyaz Saray’daki o toplantıda olması mümkün müydü sence?  

Ömer Taşpınar: Bence mümkündü. Fakat Türk-Amerika ilişkileri açısından şu anda her ne kadar böyle bir altın çağdan geçiliyor gibi gözükse de, çünkü Trump ile Erdoğan birbirine çok yakın, çok etkili bir büyükelçi var. O büyükelçi aynı zamanda Suriye dosyasına bakıyor. Ama saha önce seninle konuştuğumuz gibi, Türk-Amerikan ilişkilerindeki iki üç temel konuda sonuç elde edilemedi. Türkiye, yüksek profilde şu anda Amerika’nın gündeminde değil. Bunlar başarısızlık kanımca. Nedir bu başarısızlıklar? Bir tanesi, Erdoğan henüz Beyaz Saray’a davet edilmedi ve ben bunu ciddi bir fiyasko olarak görüyorum. Çünkü Türk Dışişleri bu ziyaretin yapılması için çok bastırıyor. Bu, Amerika’da konuşuluyor. Beyaz Saray’dan benim tanıdığım bir iki arkadaşım da söylediler. Türkiye’nin sürekli “Başkan ne zaman gelsin?” diye sorduğu, fakat Amerika’nın henüz bir cevap veremediği, Trump’ın takviminin çok yoğun olduğu ve alternatif tarihler verilemediği söyleniyor. Bu bir başarısızlık. Bir ülkenin başkanı bir ülkeyi ziyaret etmek istiyorsa ve o ülkenin bürokratları, o ülkenin Beyaz Saray’ı tarih veremiyorsa ve bu birkaç defadır böyle devam ediyorsa, bu, Türkiye açısından bir prestij kaybıdır, önemli bir başarısızlıktır.

İkincisi, Türkiye Amerika’dan istediği şeyleri elde edemiyor. CAATSA Yaptırımları hâlâ ortada. Türkiye’nin silah satın alımı konusunda hem S-400’ler hem de CAATSA yaptırımları nedeniyle devam eden yapısal sorunlar var. Türkiye, Avrupa Birliği’nden, NATO’dan, İngiltere, Fransa, İtalya gibi önemli ülkelerin Beyaz Saray’a davet edildiği bu tür zirvelerde, o grubun içine de giremiyor. Ahmet Davutoğlu’na hak vermek için söylemiyorum. Ahmet Davutoğlu zamanında dış politikada çok büyük hatalar yapıldı. Kendisi şu anda dışarıdan eleştirmek istiyor tabii. Fakat şu anda baktığımızda, Türkiye menüde değil, yani Türkiye gündemde değil. Ortada bir menü yok. Eğer şu anda bir menü varsa, o Ukrayna menüsü, Rusya Ukrayna’da o menüye bakıyor. Bu durumdan rahatsız olan çeşitli müşteriler var, Türkiye o müşterinin arasında değil. Ama Türkiye menüde de değil. Türkiye’nin durumunu da abartmamak lazım. Sanki Türkiye üzerinde büyük oyunlar var da Türkiye bunlara karşı koyamıyor. Her zaman için ben şunu söylerim: Türkiye’nin Amerika’da gündeme girmesi zor. Çünkü Türkiye, ancak çok büyük krizler olduğunda veya Amerika Türkiye’ye çok büyük ihtiyaç duyduğunda gündeme giriyor.  Şu anda Amerika-Türkiye ilişkilerinde krizsiz bir dönemden geçiyoruz, ortada bir kriz yok. Amerika’nın da Türkiye’ye çok büyük ihtiyacı yok. Ortadoğu, Suriye, belki İran konusunda belirli yapısal ihtiyaçları olabilir, ama Ukrayna konusunda normalde Türkiye Ordusu çok büyük bir operasyonel rol oynayacak olsa, bu barış gücü tartışmaları olgunlaşmış bir yere gelse, NATO’dan veya Birleşmiş Milletlerden bir güç Ukrayna’ya aktarılacak olsa, Amerika’nın Türkiye’ye ihtiyacı olur. Daha oralarda değiliz. O nedenle de biraz Türkiye Beyaz Saray’a davet edilmiyor. Trump’ın gündeminde de Erdoğan’la telefon görüşmeleri var. Belki de Trump, sürekli telefonda görüşebildiği bir lideri, ‘’zaten konuşacaklarımızı konuşuyoruz, o kadar acil bir durum yok’’ diyerek Beyaz Saray’a henüz davet etmedi. Ama Erdoğan için Beyaz Saray’da, Oval Ofis’te karşılanmak bir prestij meselesidir ve Erdoğan o prestiji bir an evvel istiyor. Onu elde edemiyor oluşu, Türk-Amerikan ilişkilerindeki altın dönem söylemine gölge düşürüyor.  

Ruşen Çakır: Peki Ukrayna meselesini bir kenara koyalım. Gazze meselesi, Türkiye’nin yine çok ilgili olduğu ama etkili olamadığı bir alan. En son Hamas, yanılmıyorsam Katar, Mısır ya da Ürdün aracılığıyla yeni bir ateşkes planı sundu. Ama İsrail ve Netanyahu yönetimi Gazze’yi yeni bir işgal planına başlatıyor. Sadece Gazze değil aslında, Batı Şeria da bir şekilde İsrail’in hedefinde. Orada Filistinlerin elinde ne var ne yok almaya yönelmiş bir İsrail var. Anladığım kadarıyla da ABD bu konuda çok da fazla bir şey yapmıyor; ne teşvik ediyor ne engelliyor gibi görüyorum ben. Oluruna bırakmış gibi. Ne olacak orada? İsrail istediğini rahat bir şekilde yapabilecek mi? Ama aslında bu süre içerisinde herhalde gücü büyük ölçüde azalmıştır. Karşılık verme imkânı çok fazla olamayacak sanki.  

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ömer Taşpınar: Evet. İstersen son konuştuğumuz konuyla bağlayayım.  Türkiye’nin Gazze politikasındaki duruma da baktığımızda, neden gündemde değil Türkiye? Farkındaysan, Türkiye, Gazze konusunda Trump iktidara geldiğinden beri söylemini düşürdü. Eskisi gibi böyle çok sert gürleyen, İsrail’e ‘’devlet terörü işliyorsunuz’’ diyen, İsrail’i çok hedef alan bir Erdoğan yok karşımızda. Bunun bir nedeni de Trump’la olan ilişkiler ve Trump’tan beklentiler. Beyaz Saray beklentisi. Türkiye’nin Hamas ve İsrail konusundaki etkinliği de azalıyor. Bu barış görüşmeleri veya iki devletli çözüm konusunda diplomasi varsa, burada Mısır ve Katar devrede, tabii ki Türkiye devrede değil. Demin bahsettiğimiz gündemde olamama durumu, Gazze boyutunda da devam ediyor. 

Peki Gazze’de ne olup ne bitiyor sorusuna cevap verelim. Kısa cevap şu: İsrail artık iki devletli çözüm konusunda, bütünüyle masayı kaldırdı ortadan. İki devletli çözüm diye bir şey bırakmamak için defacto sahada. Operasyonel olarak hem Gazze’yi hem de de Batı Şeria’yı önemli bir ölçüde, yerleşkeler dışında işgal etmek istiyor. ‘’Karşımızda bir devlet yok, karşımızda bir muhatap yok’’ söyleminden, ‘’karşımızda bir toprak yok, bu topraklar zaten bizim’’ gibi bir radikal bir yere gelindi. İsrail’de yıllardan beri sağa, neredeyse Siyonist dışı bir faşizme kayıyor. Siyonizm herkesin birleştiği bir tanım sonuçta. İsrail milliyetçiliğiyle Siyonizm deniyor. Bu, onun dışında bir şey. Bu, faşizme kayan bir Netanyahu ve Netanyahu kabinesi var. Bu kabinenin ayakta durması için sadece Gazze’nin %80’inin işgali yetmiyor, sadece Batı Şeria’daki yerleşkelerin devamı yetmiyor, Batı Şeria’nın önemli bir kısmının işgali gerekiyor. Ki karşılarında Filistin Kurtuluş Örgütü dediğimiz Fetih bile kalmasın. Öyle bir radikalleşsin ki, işler öyle bir yere varsın ki artık diplomasi diye bir alternatif olmasın, çözüm sahada işgalle olsun. İsrail buraya getirdi. Bu durumun farkında olan ülkeler Fransa ve İngiltere. Fransa ve İngiltere, buna karşı ellerindeki son kozu, önümüzdeki aylarda New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin Devleti’ni tanıyarak kullanmak istiyorlar. Yani ‘’böyle giderse biz Filistin Devleti’ni tanıyacağız’’ diyorlar. Buna karşı İsrail’in verdiği cevapsa koskoca bir omuz silkme. ‘’Bana ne, istersen tanı, hiçbir anlamı olmaz’’ diyor. Gerçekten de düşündüğünde, Fransa’nın Filistin devletini tanıması ne ifade eder? Sahada bunun karşılığı nedir? Böyle bir devlet tanıdı diye böyle bir devlet çıkacak mı karşımıza?  Böyle bir devlet var mı? Böyle bir devlete İsrail sahada izin veriyor mu? Askeri dengeler, operasyonel dengeler, stratejik dengeler nedir? İngiltere ve Fransa böyle bir diplomatik hamle yaparsa, ki Fransa atmaya İngiltere’den daha niyetli gibi, uluslararası ilişkili uzmanları arasında bunun bir faydası olur mu diye konuşuluyor. Sembolik bir fayda dışında hiçbir faydası olmayacak. 

Şu anda baktığımızda, artık İsrail bütünlüğüyle dengesini kaybetmiş, bütünüyle sağa, faşizme kaymış, işgalci ve karşısında artık insan olarak görmediği bir Gazze toplumu, Gazzeliler var. Ben Amerika’dan iki hafta önce ayrıldığımda, artık Amerikan televizyonlarına bile yansıyan neredeyse Etiyopyavari açlık görüntüleri vardı. Amerika’da bile Trump’ın tabanından bazı politikacılar, İsrail’in yaptığına soykırım demeye başladılar. Bunu Türkiye yüksek perdeden söyleyemezken, Erdoğan, Trump’la ilişkileri bozmamak için Amerika ile ilişkiler konusunda frene basmışken, bunları artık Trump’ın tabanındaki bazı politikacılar dile getiriyor. Mesela Florida’daki Kongre üyesi Marjorie Taylor Greene bile soykırım dedi. Öyle bir yere geldik ki, bütün dünya İsrail’i lanetliyor ve kınıyor. Fakat İsrail’in umurunda değil. Çünkü İsrail için önemli olan bir tek ülke var, o da Amerika. 

Trump, İran merkezli bir Ortadoğu politikası izliyor. İran daha önemli onun için. Yeter ki Gazze konusunda dünya basınında, dünya televizyonlarında çok fazla açlık görüntüleri olmasın. Trump’ın öyle bir derdi var. Görüntüye, imaja çok önem veriyor. Çünkü Trump çok fazla medyaya, televizyonlara bakan, sosyal medyayı takip eden bir Başkan. Öyle görüntüler gördüğünde İsrail’e uyarıda bulunuyor. İsrail de tıpkı Putin’in yaptığı gibi Trump’ı idare ediyor. Şu anda Trump’ı idare etme üzerine kurulu bir Rusya ve İsrail politikası var. Zamana yayma, bir şekilde Trump’ı oyalama. Sonuçta olan, Ukrayna’da Ukrayna Ordusu’na oluyor, Gazze’de ve Batı Şeria’da da Gazze halkına ya da Filistin halkına oluyor. Bu iki sorunda da hiçbir ilerleme elde edilemedi. Trump iktidara geldiğinden bu yana, “Bir günde, bir ayda, 100 günde halledeceğim” dediği sorunların hiçbirini halledemedi. Programın başında konuştuğumuz üzere, Ukrayna’da bir dirhem bile bir şey gelişmedi, Ukrayna’da küçük bir ilerleme bile yok. Gazze’de işler daha kötüye gitti. İran bombalandı. İran’ın nükleer projesi nerede bilmiyoruz. İran belki korkulan bir şekilde hâlâ gizli bir projesi varsa belki nükleere doğru gidiyor.  Orada da işler dengeden koptu. Trump’ın dış politikasına baktığımızda, bu üç konuda ciddi bir başarısızlık söz konusu. Ara seçimler yaklaştıkça, eğer Amerika’ya dış politikadan bir not vermek gerekirse, kırık not alacağı kesin. İşler artık ekonomiye kalıyor. Ekonomiyle toparlayabilir mi? Trump içeride göçmenler konusundaki politikalarla ara seçimde bir hezimete uğramamak için bir adım atabilir mi, bunları göreceğiz. Ama dış politikada gidişat, Amerika açısından büyük bir başarısızlık diyebiliriz.  

Ruşen Çakır: Ömer, Türkiye’nin, özellikle Hakan Fidan’ın Suriye konusunda yaptığı SDG’ye, Kürtlere yönelik birtakım sert açıklamalarını ve ona verilen cevapları izleyebildin mi? Cevaplar genellikle Türkiye’den veriliyor biliyorsun. DEM Parti bu konuda çok şey yapıyor. Geçen gün Suriye Dışişleri Bakanı, Paris’te İsrail heyetiyle görüştü, onu biliyoruz.  Daha önce de Azerbaycan’da görüşüyorlardı. Eş-Şara yönetimi İsrail’le görüşüyor, ama nedense ‘’Kürtlerle sorun var’’ ya da Kürtlerle sorun çok kritikmiş gibi gösteriliyor. Bu, bir karşılıklı anlaşma öncesi el yükseltme olayı mı yoksa gerçekten orada bir şey kopabilir mı? Ne dersin? 

Ömer Taşpınar: Ruşen, ben de takip ediyorum, fakat içeriden tam olarak bilgi alabiliyor değilim. Dışarıdan yaptığım analizle, okuduklarımla, biraz da Amberin Zaman’la bir dostluğumuz var, arada onunla konuşuyoruz. Gönül daha yakından takip ediyor. Haftaya belki sana daha detaylı bilgileri Gönül verebilir. Fakat benim görebildiğim kadarıyla hem Türkiye’de hem de Suriye’de çok kırılgan bir süreç var. Suriye’deki kırılganlık, temelde, bu ön mutabakatın şartlarının yerine getirilmiyor olmasıyla ilgili. Özellikle de güneyde, Süveyda’da yaşanan Dürzilerle olan mesele, Kürtleri, bir bakıma ‘’bizim silah bırakma durumumuz gerçekçi değil’’ noktasına getirdi. Silah bırakmayan bir SDG, silah bırakmayan bir Kürt hareketi de tabii ki Şam’ı çok zorluyor. Şam şu aşamada hem askeri olarak zayıf konumda hem dış politika olarak hem de uzun dönemde, ülkede şiddet tekelini ele almak açısından, devletleşme açısından zayıf durumda. O yüzden de HTŞ’nin, Ahmet eş-Şara’nın büyük bir moral bozukluğu içinde olduğunu tahmin edebiliyorum. Çünkü ülkede ekonomik dengeler gerçekten kötü, dış politikada çok büyük bir başarı yok. İçeride askerî açıdan parçalanma durumuyla karşı karşıya. Türkiye de içeride kendi içinde bir süreç yönetmeye çalışıyor ve bu sürecin önemli bir ayağı Suriye. Türk Dışişleri Bakanı şahince açıklamalar yapıyor, askeri operasyondan bahsetmeye başlıyor. Dış yorumcular, ‘’Türkiye şu aşamada Suriye’ye, SDG’ye karşı bir müdahale yaparsa Amerika ile ilişkileri ne olur ve içeride süreç ne olur?’’ sorusunu soruyor. 

Amerika burada hâlâ iki bin askeriyle sahada. Bu, Türk-Amerika ilişkilerinin geldiği noktayı da gösteriyor. Ve Amerika hâlâ, Türkiye’nin istediği gibi Suriye’den çıkma konumunda değil. SDG’nin arkasında sapasağlam duran bir Merkez kuvvetler, Amerikan CENTCOM’u var. SDG’nin silah bırakmaması, Türkiye’nin bu bölgeye askeri müdahale içine girmesi, böyle şahince konuşmalar hem içerideki zar zor yürüyen kırılgan, adı her neyse, Apo üzerinden giden süreci etkiliyor. Hem de tabii ki Amerika ile ilişkileri de etkiler. Hakan Fidan sanki çok sert konuşuyor, ama bir şekilde bu süreç de devam ediyor. Erdoğan ve İbrahim Kalın, MİT ne diyor? Hakan Fidan dış politika konusunda tek başına belirleyici bir isim değil. Türkiye’de iç dengelere baktığımızda, her şeyden önemlisi, Erdoğan’ın bu konuda ne düşündüğü. İbrahim Kalın bu konularda önemli bir beyin ve benim anlayabildiğim ve duyabildiğim kadarıyla, Hakan Fidan’dan farklı düşünme potansiyeline sahip, belki de şahince politikalara fren koyabilecek, askeri politikalar yerine diplomasiye ve siyasete daha fazla zemin açılmasını isteyen bir isim olabilir. Erdoğan ve İbrahim Kalın burada nasıl bir konum içindeler, buna ve tabii ki dış dengelere de bakmak gerekiyor. Dışarıdan baktığımızda, Fransa bu işin içine girince Türkiye rahatsız oluyor. Paris’teki herhangi bir görüşme, Türkiye’nin istediği bir görüşme değil. Türkiye bunları mümkün olduğu kadar Ürdün’e çekmeye çalışıyor. Bölgede, Azerbaycan olsun, Ürdün olsun, kendisinin masada olduğu yerlere çekmeye çalışıyor.  

Şöyle bitireyim Ruşen. Hem SDG’nin Suriye’deki entegrasyon süreci hem de Türkiye’deki ‘’terörsüz Türkiye’’ süreci, bana göre çok kırılgan bir noktadalar. Bunlar, geri dönüşü olmayan, çok sağlam adımlarla çok üzerinde düşünülerek adımlar atılmış politikalar değilmiş gibi geliyor bana. Bunların gerçekleşmesi için daha sağlam bir vizyon gerekiyor. Önümüzdeki yol haritasını açıkça söyleyebilecek, bazı vaatleri açıkça yapabilecek, kamuoyuyla bunları paylaşabilecek reformist bir iktidar gerekiyor Türkiye’de. Suriye’de de daha güçlü bir hükümet gerekiyor. Çok zayıf bir hükümet var.  Bana göre herhangi bir iç savaş durumunda, HTŞ, SDG ile ciddi bir savaşa girerse, hele burada SDG’nin arkasında Amerikan desteği varsa, galip çıkması son derece muhtemeldir ve bu çok tehlikeli bir dönem olur. 

HTŞ ile SDG’nin birbiriyle kapıştığı bir senaryo, çok istenmeyen bir senaryo. Bence HTŞ’yi çok zor durumda bırakabilir. Çünkü HTŞ’nin tam olarak böyle emir-komuta zincirinde bir ordusu yok. Ama SDG’nin ordulaşmış bir yapısı var ve en önemlisi de arkasında Amerika var. HTŞ’nin, hâlâ üzerinde cihadist bir kimliği olan bir liderle yönetildiği, her ne kadar bu cihadist kimliğinden kurtulmaya çalışsa da kamu diplomasisi ve bir imaj sorunu olduğu da ortada. Dünya da nasıl bakar böyle bir krize? Suriye’de tekrar bir iç savaş başlarsa, tekrar silahlar konuşmaya başlarsa, HTŞ’nin çok büyük sempatiyle izlenmeyeceğini, ama tam aksine, SDG’nin daha büyük bir sempatiyle izleneceğini tahmin etmek zor değil. Bu demek değildir ki Suriye’yi SDG yönetecek. Sonuçta SDG, içinde Araplar olsa da ağırlıklı olarak bir Kürt hareketi, ama daha ılımlı bir Arap hareketinin ortaya çıkması Batı’nın da tercihi olabilir. Sonuçta Suriye’yi Araplar yönetecek, Suriye’yi herhalde Kürtler yönetmeyecek. Kürtler bir azınlık.  Ama bu Arap kimliği olan HTŞ’nin, SDG’ye bazı şeyleri dayatması, Suriye’yi hâlâ bir Arap ülkesi olarak tanıtması ve ‘’Suriyelilik’’ kavramı üzerinden Kürtleri de demokratik ve anayasal olarak entegre edici adımları atmamış olması da SDG’yi rahatsız ediyor. SDG’nin silah bırakmamasının arkasında, HTŞ’nin ne olduğuna güvenememesi de var. Türkiye’deki ve Suriye’deki iki süreç de gerçekten kırılgan bir aşamada. Önümüzdeki haftalarda bu konuları daha detaylı ele almamız gerekecek. 

Ruşen Çakır: Erdoğan ve Macron görüşmüşler ve Macron çok pozitif şeyler söylemiş. Fransa Uluslararası Stratejik Araştırmaları Enstitüsü (IRIS) Başkanı ve Türkiye uzmanı Didier Billon, Macron ve Erdoğan görüşmesinin, iki ülke arasındaki ilişkilerin tekrar ısındığının bir göstergesi olduğunu söylüyor. Sen de bilirsin yine bir gazeteci, Türkiye’yi çok iyi bilen Ariane Bonzon da aynı şekilde. Önümüzdeki hafta bir ‘’De Gaulle’’ muhabbeti yaparız yine diyorum. 

Ömer Taşpınar: Uzun süredir yapmadık. Bir analım onu.

Ruşen Çakır: Evet bir ara verdik, mezarında ters dönüyordur beni unuttular diye. Evet Ömer ‘Transatlantik’i burada bitirelim. Gönül’e de selamlarımızı yollayalım. Haftaya siz ABD’ye dönmüş oluyorsunuz, Washington’dan kaldığımız yerden devam edeceğiz, öyle gözüküyor. Çok teşekkürler.

Ömer Taşpınar: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Ömer Taşpınar’la Transatlantik’i yaptık. Kendisine teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.