Ruşen Çakır, Suriye’de gündemde olan “adem-i merkeziyetçilik” kavramının önümüzdeki günlerde sıkça duyulacağını belirtti. Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi’nin bu kavramı ilk kez telaffuz etmesini “dönüm noktası” olarak değerlendiren Çakır, gelişmenin Türkiye’deki çözüm sürecini de yakından ilgilendirdiğini söyledi.
Ruşen Çakır, yayınında adem-i merkeziyetçilik kavramının önümüzdeki dönemde sıkça gündeme geleceğini belirtti. “Bu kavramı önümüzdeki günlerde çok sık duymaya başlayacağız” diyen Çakır, kavramın Arapça kökenli olduğunu ve “merkezin yokluğu” anlamına geldiğini açıkladı.
Washington’dan kritik hamle
Çakır, Washington Post haberine dayanarak önemli bir gelişmeye dikkat çekti. ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın bu kavramı ilk kez telaffuz ettiğini söyledi. Çakır, “Süveyda’da özellikle Dürziler ile yaşanan çatışmaların ardından Suriye’de federasyon gibi olmayan ama yerel yönetimlerin güçlü olduğu bir formülün daha iyi olabileceğini söyledi ki bu bir dönüm noktası” dedi.
Türkiye’ye etkisi tartışılacak
Çakır, konunun Türkiye’deki çözüm süreci üzerindeki etkisini vurguladı. Ayrıca Çakır, “Bu olay bizi çok yakından ilgilendiriyor. Bezi ilgilendirmenin ötesinde Türkiye’deki çözüm sürecini de çok yakından ilgilendiriyor” diye konuştu.
Çakır, Suriye’de çözümsüzlük durumunda Türkiye’deki tüm kazanımların risk altında olacağını belirtti. Adem-i merkeziyetçiliğin özerklik veya federasyon anlamına gelmediğini, ancak yerel yönetimlerin güçlü olması demek olduğunu açıkladı.
Tom Barrack Suriye’ye nasıl bir model önerdi?
Washington Post’un haberine göre, Suriye’de azınlıklara yönelik şiddetin tırmanması, yeni yönetimin en önemli uluslararası destekçilerinden biri olan ABD’nin pozisyonunda önemli bir değişikliğe yol açtı.
Daha önce Ahmed eş-Şara’nın ülkeyi birleştirme çabalarına güçlü destek veren Trump yönetiminin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Süveyda’daki olayların ardından Suriye’nin “yüksek derecede merkezi bir devlete alternatifler düşünmesi gerekebileceğini” söyledi.
Geçen ay bir grup gazeteciye konuşan Barrack, “Bir federasyon değil ama onun biraz altında, herkesin kendi bütünlüğünü, kendi kültürünü, kendi dilini korumasına izin veren ve İslamcılık tehdidi olmayan bir yapı” dedi.
Bu açıklama, Şara’nın Şam merkezli güçlü bir devlet kurma vizyonuna yönelik şimdiye kadarki en ciddi uluslararası çekince olarak yorumlandı. Barrack, “Sanırım herkes daha makul bir yol bulmamız gerektiğini söylüyor” diye konuştu.
Şara ise devlet medyası tarafından yayımlanan konuşmasında Suriye’nin bölünmesi olasılığını reddetti, “Bazı insanlar arasında Suriye’yi bölmek ve içeride yerel kantonlar oluşturmak için istekler var, ancak mantıken, siyasi olarak ve akla uygun olarak bu imkansız” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Merhaba, iyi günler, iyi haftalar ve iyi sabahlar. Adem-i merkeziyetçilik diye bir kavram var. Bazen ‘‘adem’’den sonra tire çekip ‘‘i’’ ile yazıyorsunuz, bazen bitişik yazıyorsunuz. Tamamen size kalmış. Ya da ademimerkeziyetçiliğin hepsini yan yana da yazabiliyorsunuz. Bu kavram ne zamandır Türkiye’de pek gündemde değildi. Arapça bir kavram, anlamı ‘‘merkezin yokluğu.’’ Bu kavramı önümüzdeki günlerde çok sık duymaya başlayacağız.
Aslında yavaş yavaş duymaya başlamıştık. Çünkü bu kavram Suriye’de bayağı bir şekilde gündeme geliyor. Aslında bunu başta Kürtler olmak üzere Suriye’deki azınlık gruplar bir şekilde dile getirdiler. Kürtler bunu alenen adem-i merkeziyetçilik olarak tanımladılar. Burada kasıt, tam bir özerklik ya da federatif bir yapıdan ziyade, merkezi bir yönetimin olduğu ama birçok konuda yerel yönetimlere, yerel güçlere inisiyatif tanındığı bir mekanizma. Bu, Suriye’de uzun zamandır Şam merkezindeki HTŞ ya da Ahmed eş-Şara yönetiminin diğer azınlık gruplarını bir türlü yanına çekememesine karşı geliştirilebilecek bir formül olarak dile getiriliyordu. Fakat Ankara buna yanaşmadı. Aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri de buna yanaşmadı ve olay kilitlendi kaldı. Fakat en son bir gelişme, Washington Post’un haberine göre, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçisi ve aynı zamanda Trump’ın Suriye özel temsilcisi Tom Barrack olayı ilk defa telaffuz etti. Süveyda’da özellikle Dürzilerle yaşanan çatışmaların ardından Suriye’de federasyon gibi olmayan ama yerel yönetimlerin güçlü olduğu bir formülün daha iyi olabileceğini söyledi. Ki bu bir dönüm noktası. Belli ki bir şekilde birileri Trump yönetimini bu konuya ikna etmiş ve önümüzdeki günlerde tartışmaların böyle şekilleneceğini pekâlâ düşünebiliriz.
Bilindiği gibi Ahmed eş-Şara yakın bir zamanda İdlib’de katıldığı bir toplantıda da ABD’nin, Türkiye’nin ve diğer ülkedeki güçlerin katılımıyla Suriye’de bir devlet inşası konusunda bir çözüm bulabileceklerini söylemişti. Fakat bu arada önemli bir gelişme yaşandı. Meclis seçimleri için Şam yönetimi Süveyda’yı, Haseke’yi ve Rakka’yı yani Dürzilerin denetimindeki Süveyda ve SDG’nin yani Kürtlerin denetimindeki bölgelerde güvenlik nedeniyle seçimlerin ertelendiğini söyledi ya da iptal edildiğini söyledi. Bu ayrı bir tartışmayı da beraberinde getirdi. Şu anda bir gerginlik var, seçimler üzerinden bir gerginlik var. Öte yandan Dürziler kendi ordularını, silahlı güçlerini kurduklarını ilan ettiler ve Suriye gerçekten karışık bir yerde ve bu olay bizi çok yakından ilgilendiriyor. Bizi ilgilendirmenin ötesinde, Türkiye’deki çözüm sürecini de çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü çözüm süreci Suriye nedeniyle esas olarak başlamıştı. Eğer Suriye’de bir çözümsüzlük olursa ve daha da kötüsü yeni bir çatışma ihtimali ortaya çıkarsa, çatışma çıkarsa, Türkiye’deki bugüne kadar yapılan neredeyse her şey tuzla buz olma riskiyle karşı karşıya.
Peki, adem-i merkeziyetçiliği kim, niye istemiyor? Bir kere tabii ki Şam istemiyor. Şam’daki yönetim istemiyor. Çünkü kendisini herkesin üzerinde, her şeyi dayatan bir güç olarak; özellikle silahı, yani şiddet tekelini elinde tutacak bir güç olarak kurmak istiyor ve bir anlamda da kendi ideolojisini tüm Suriye’ye yaymak istiyor. Burada ama tabii ki hem etnik hem de yaşam tarzı farklılıkları var. Özellikle Kürtlerin başı çektiği gruplar, azınlıklar HTŞ’nin katı İslamcı perspektifinden çok uzaklar. Laik ya da daha yeni tabirle seküler bir perspektife sahipler. Olayın bir yönü bu. Bir diğer yönü de tabii ki Ankara bunu istemiyor. Çünkü Suriye’de oluşacak olan birtakım adem-i merkeziyetçi yapılar, yani güçlü yerel yönetimlerin Türkiye’de de, özellikle Kürtler söz konusu olduğunda, taklit edilebileceği ihtimali üzerinden endişe duyuyorlar. Zaten sürece karşı olanların büyük bir kısmı da, neredeyse tümü, Suriye’de bir bağımsız olmasa bile federe ya da özerk Kürt yapısı kurulacağını ve bunun daha sonra Türkiye’ye taşınmak isteneceğini söylüyorlar. Fakat biliyoruz ki Abdullah Öcalan 27 Şubat açıklamasında bunu reddetti.
Burada çok ince bir şey var. Adem-i merkeziyetçilik, özerklik ya da federasyon anlamına gelmiyor ama yerel yönetimlerin çok güçlü olması anlamına geliyor. Onlara birtakım konularda kendi kararlarını kendileri alma hakkı tanıyor. Ama söz konusu olan Kürtler olunca tabii ki Ankara’da ve Türkiye’de hemen alarm veriliyor. Ama şunu biliyoruz, AKP ilk iktidara geldiği zaman ‘‘kamu yönetimi reformu’’ diye bir şey tasarlamıştı. O zaman başbakanlık müsteşarı olan Profesör Ömer Dinçer bir rapor hazırlamıştı ve bu raporun temel perspektifi adem-i merkeziyetçilikti. Fakat ülkede birtakım etkili güçler diyelim, o zamanki tabirle derin devletin müdahalesiyle bu girişim, bu reform girişimi rafa kalkmıştı. Sonuçta ilk başta AK Parti de adem-i merkeziyetçi bir çizgideydi ama yıllar sonra katı merkeziyetçi bir çizgiye geldi. Hatta bıraksanız Erdoğan yerel seçimleri yapmayacak, belediye başkanlarını bizzat kendisi atayacak, o noktaya kadar geldi. Nitekim özellikle Güneydoğu’da ve kısmen CHP’li bazı belediyeler söz konusu olduğunda bunu da yapıyor. Yani adem-i merkeziyetçilik aslında Türkiye’nin çok da bilmediği bir şey değil. Ve şu hâliyle bakıldığı zaman Tom Barrack’ın bu yeni çıkışı, sorunu çözmeye yönelik birtakım gelişmelerin yaşanabileceğini bize gösteriyor.
Fakat tekrar söyleyelim, Şam’ın ve Ankara’nın kesinlikle bir direnci olacak ve daha sonra önümüzdeki günlerde uzun uzun bunun konuşulduğunu göreceğiz. ‘‘Ya bu federasyon mu demek, özerklik mi demek, buradan bağımsız bir Kürt devleti mi çıkacak, yoksa merkeze göre birtakım kendi yetkileri olan yerel yönetimlerle Suriye daha güçlü bir ülke mi olacak?’’ Bu tartışmayı yaşayacağız. Benim kişisel görüşüm, Suriye’de eş-Şara yönetiminin ülkenin tümünü kucaklayabilecek ne bir gücü ne bir perspektifi var. Sünni Arapları temsil iddiası bile sorunlu. Çünkü Suriye’deki Sünni Arapların önemli bir kısmı Ahmed eş-Şara’nın çizgisindeki o radikal İslamcı Selefi anlayıştan hayli uzak. Bir de etnik ve dini birtakım azınlıkların belli bir gücü oluşturduğu düşünülürse, burada merkezin de güçlü olacağı ama yerel yönetimlerin de belli bir güce sahip olacağı bir yapının Suriye için en ideal yapı olduğunu düşünüyorum. Ama bu olay kolay olacak bir olay değil. Ve bu tartışma artık Tom Barrack’ın son çıkışıyla beraber hepimizin gündemine girdi. Hayırlı olsun diyelim.
Peki bugün neye ithaf ediyorum? Neye diyorum, çünkü kime demeyeceğim, burada bir gruba ithaf ediyorum: Supertramp. ‘‘Süper serseriler.’’ Şimdi birçokları için rock denince tabii ki Beatles, Genesis falan gibi gruplar gelir ama benim için Supertramp’tır. Bunun çok basit bir nedeni var, kendi hayatımla ilgili. Çünkü biz lisede okurken böyle şeylere takılmazdık, siyasetle uğraşırdık ve bu tür şeyler bize dejenere, burjuva alışkanlığı falan gibi gelirdi. Ama daha sonra cezaevinden çıktıktan sonra, 1982 yazında çıktım ve tabii ki birçok şeyle, müzikle de, rock’la da, başka müziklerle de, başka edebiyatla da, sinemayla da tanıştım. Beni Supertramp’la tanıştıran, Galatasaray Lisesi’nden felsefe hocam olan ama arkadaşım olan Olivia Abel’di. Onun evinde ‘‘Breakfast in America’’ albümü vardı. Dinlediğim andan itibaren neye uğradığımı şaşırdım. 1979’da yapılmış o albüm. Daha öncesinde yaptığı ‘‘Crime of the Century’’ yani ‘‘Yüzyılın Suçu’’ albümünü de buldum ve bayağı bir dinledim. Daha sonra başka yerlere açıldım diyeyim ama benim için hâlâ öyledir. Ve şöyle de ilginç bir anekdotla bitireyim: Ben yayınlardan önce kime ithaf edeyim diye düşünürüm ve internetten aklımdaki şeyler hakkında biraz daha fazla bilgi sahibi olmaya çalışırım. Bugün için iki seçenek vardı. Birisi Türkiye’den, söylemeyeceğim yakında göreceksiniz. Birisi de Supertramp’tı. Bayağı bir okudum, ettim. Bilmediğim çok şey öğrendim. Yani şunu öğrendim mesela; Supertramp o iki albümden sonra çok etkili olamadı. Ayrışmalar oldu, şu oldu, bu oldu. Dünya turuna, Avrupa turuna falan çıktılar ama hâlâ o iki albüm, özellikle de ‘‘Breakfast in America’’, ‘‘Amerika’daki Kahvaltı.’’ Kendileri bir İngiliz topluluğu. Sonra bir şey için evden çıktık, Müge kullanıyor arabayı bizde ve orada bir müzik çalmaya başladı, CD. Hâlâ CD kullanıyoruz arabada ve Supertramp çalıyordu. ‘‘Allah’ın işi’’ dedim — tevafuk mu, onu da söyleyemiyorum — ve onun için bugün Supertramp oldu. Keşke dağılmamış olsalardı diyeceğim ama belki böylesi daha iyidir. O iki albüm… Başka albümler de var ama benim için o iki albümdür. Supertramp benim için her zaman hep öyle bir şekilde kalacak. Öyle diyeyim.
Ve bitirirken sizlerden Medyascope‘a destek olmanızı rica ediyorum. 10 yılımızı doldurduk. Sizin sayenizde doldurduk. Daha uzun ömürlü olmamız sizin desteklerinizle mümkün. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.