Ruşen Çakır, TBMM’de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun çalışmalarını değerlendirdi. Çakır, iktidarın komisyonu PKK’nın feshiyle sınırlamaya çalıştığını, muhalefetin ise süreci demokrasi ve hukuk devleti eksenine taşımak istediğini söyledi.
Ruşen Çakır, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun çalışmalarını değerlendirdi. Çakır, komisyonun baroları ve eski Meclis başkanlarını dinlediğini hatırlatarak, iktidar temsilcilerinin komisyonun anayasa yapmayacağı ve Kürt sorununu çözmeyeceği yönündeki açıklamalarıyla süreci dar bir çerçeveye sıkıştırmaya çalıştığını söyledi. DEM Parti heyetinin Öcalan’la yaptığı görüşmede de komisyona doğrudan bir atıf olmadığını ancak demokrasi ve entegrasyon vurgusunun öne çıktığını belirtti.
PKK’nın feshi üzerinden mi ilerleyecek?
Çakır’a göre, iktidarın asıl hedefi PKK’nın feshi için özel bir yasa hazırlığı.
“Belli ki bu yasanın detayları devletin ilgili birimlerince hazırlanmış. Komisyonda bunun netleşmesi arzulanıyor” diyen Çakır, sadece PKK’ya yönelik düzenlemelerin anayasanın eşitlik ilkesi açısından sorun yaratacağına dikkat çekti. Siyasi davalar nedeniyle cezaevinde bulunan farklı grupların bu düzenlemelerden yararlanamayacağını, bunun da ciddi tartışmalara yol açacağını söyledi
Muhalefet alanı genişletmeye çalışıyor
Çakır, CHP’nin hukuk devleti, Anayasa’ya uyum ve AİHM kararlarının uygulanması gibi başlıkları gündeme taşımak istediğini ancak iktidarın buna yanaşmadığını ifade etti. DEM Parti’nin de önceliğinin PKK’nın feshi olduğunu vurgulayan Çakır, “Önümüzdeki dönemde o dar alana DEM Parti de razı olabilir. Böylece nitelikli çoğunluk sağlanarak yalnızca PKK’nın feshiyle sınırlı bir düzenleme çıkarılabilir” dedi
“Demokrasiyi teselliyle ummak zorunda kalabiliriz”
Çakır, bu sürecin sonunda demokrasinin genişlemesinin değil, yalnızca “silahların sustuğu için daha özgür konuşabilme umudu”nun gündeme gelebileceğini belirtti. “Şu haliyle iktidar bu alanı kısıtlamak istiyor ve muhtemelen bunu becerecek” diyen Çakır, yayını 30 Ağustos Zafer Bayramı’na ithaf etti.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, her seferinde adını zorlanarak hatırlıyorum, umarım yanlış yapmamışımdır, çalışmalarını sürdürüyor ve geçtiğimiz günlerde iki gün üst üste toplandı. İlkinde baroları ağırladılar, ertesi gün eski Meclis başkanlarını. Baroları ağırladıkları sırada Barolar Birliği Başkanı’nın yaptığı konuşmanın ardından iktidarın, yani Cumhur İttifakı’nın iki ortağının da temsilcileri ayrı ayrı rahatsızlık beyan ettiler. Birisi doğrudan MHP’nin oradaki heyetinin başında olan Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, davet edilen bazı kurumların komisyonun çerçevesini tam anlamadığını söyledi. İsim vermedi ama belli ki Barolar Birliği Başkanı’nı kastediyordu. Yine AK Parti’nin komisyonun önde gelen isimlerinden Hüseyin Yayman da aynı şekilde buranın bir anayasa komisyonu olmayacağını, yeni anayasa yapmayacağını, Kürt sorununu çözmek gibi bir iddiasının olmadığını söyledi ve olayı daraltmaya çalıştı. Bu tartışma önümüzdeki günlerde iyice büyüyeceğe benziyor. Tabii ki komisyon içerisinde de bunlar olacak.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Bu arada perşembe günü Abdullah Öcalan’a uzun bir aradan sonra giden DEM Parti İmralı heyeti, cuma günü bir açıklama yaptılar Öcalan’ın ağzından ve orada da hiç komisyona gönderme olmadığı ama sıklıkla demokrasi ve entegrasyon vurgusu olduğunu gördük. Şu hâliyle bakıldığı zaman bu komisyondan demokrasi çıkıp çıkmayacağı tartışması gündemde bayağı bir yer almaya başladı. Dün bunu zaten konuklarla ve Kemal Can’la ‘Haftaya Bakış’ta konuştuk. Bugün ben biraz daha kendi görüşlerimi anlatmak istiyorum. Anladığım kadarıyla iktidarın kafasında esas olarak PKK’nın kendini fes etmesinin altyapısını hazırlamak için bir çalışma var, bir yasa çalışması, özel bir yasa. Yani buna özgü bir yasa çıkartılmak isteniyor. Belli ki bu yasanın detayları devletin ilgili birimleri tarafından hazırlanmış. Komisyonda bunların görüşülüp netleşmesi arzulanıyor ve bununla yetinilmek isteniyor.
Fakat burada çok ciddi bir sorun var. Bu da öncelikle anayasanın eşitlik ilkesi. Şu anda cezaevlerinde değişik nedenlerle yatan, siyasi nedenlerle yatan ya da yargılanmaları süren insanlar var. Sadece PKK’lılar değil. PKK’ya yönelik yapılacak birtakım düzenlemelerden, tabii ki iyileştirme olacak bu, iyileştirmelerden, onlara sunulacak birtakım haklardan başkalarının yararlanamaması gibi bir durum söz konusu olacak. İlk akla gelen tabii ki devletin FETÖ dediği soruşturma ya da davalar var, oralardaki insanlar ama sadece bunlardan ibaret değil. Olayın bir yönü bu. Bir diğer yönü de tabii ki burada sadece örgütün silah bırakmasının konuşulacak olması, daha önemli olan, bunun da ötesinde önemli olan Kürt sorunu konusunda mesela ana dilde eğitim, resmî belgede Kürtçenin ikinci resmî dil olması önermesi gibi şeylerin bir şekilde buraya taşınmayacağı. Zaten bir toplantıda Kürtçe konuşmak isteyen katılımcılar zorluk yaşadı biliyorsunuz komisyonun toplantısında. Şimdi böyle bir eşikteyiz.
Buraya CHP’liler özellikle tabii ki kendileriyle ilgili hususları da taşımak istiyorlar. Hukuk devletini, anayasaya uymayı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uymayı herkes için buranın gündemine taşımak istiyorlar. Dolayısıyla bu komisyonun, doğrudan olmasa bile dolaylı bir şekilde 19 Mart sürecine de müdahil olmasını istiyorlar. Ama iktidar özellikle de AK Parti kanadı buna asla yanaşmıyor. Bu hâliyle gördüğümüz kadarıyla ya da ben öyle görüyorum, önümüzdeki günlerde ne yapılacağına… Şimdi genellikle uzmanlar dinleniyor. İlgili kuruluşlar dinleniyor. Bir müddet daha bunlar dinlenecek ama sonra komisyon oturup bir şeyler hazırlamaya başlayacak. İşte o bir şeylerin ne olduğu ve ne olacağı konusunda çok ciddi tartışmalar bizi bekliyor. Dar bir alana mı sıkışacağız? Yani sadece PKK’nın silah bırakması, silahların ne olacağı, silah bırakanların ne olacağı, belki de Abdullah Öcalan’ın ne olacağı meselesini mi konuşacağız sadece? Komisyon bunu mu konuşacak? Yoksa adında olduğu gibi demokrasiyi ve kardeşliği, tabii ki kardeşlik derken eşitliği, dolayısıyla Kürt sorununu da gündemine alacak mı? Bu hâliyle görüldüğü kadar iktidar o dar alanı dayatacak, muhalefet bu dar alanı genişletmeye çalışacak. Görüldüğü kadarıyla DEM Parti de CHP’ye daha yakın gibi duruyor. Fakat şunu da biliyoruz ki DEM Parti’nin de önceliği PKK’nın fesih meselesinin bir şekilde yoluna koyulması. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde o dar alana DEM Parti de razı olabilir ve komisyon çalışmalarından beklenen nitelikli çoğunluğu iktidar pekâlâ gerçekleştirebilir ve sadece PKK’nın feshini içeren bir düzenleme ile ya da düzenlemelerle karşı karşıya oluruz. O zaman demokrasiyi şöyle ummak durumunda kalırız: PKK sorunu bittiğine göre, silahlar sustuğuna göre artık daha özgürce konuşma imkanı olur, her önüne gelen terörist diye yaftalanmaz, diye bir teselli olur ve buradan demokrasiye gidilebileceği düşüncesi gündeme gelir. Ama şu hâliyle görüldüğü kadarıyla iktidar bunu kısıtlamak istiyor ve muhtemelen bunu becerecek.
Bugünkü yayını kime ithaf edeceğim? Tabii ki Mustafa Kemal Atatürk’e. Bugün malum 30 Ağustos. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da başlayan Büyük Taarruz, Başkomutanlık Meydan Muharebesi, Türkiye’de Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktası. Ve ardından Yunan ordusunun İzmir’e kadar kovalanması ve 9 Eylül 1922’de İzmir’in de kurtulması ve bu Türkiye Cumhuriyeti’ni borçlu olduğumuz büyük an. Ve burada Türkiye, bu topraklar artık işgal altında olmaktan kurtarıldı ve o zamandan bu zamana Türkiye Cumhuriyeti bütün vatandaşlarının eşit olduğu, kardeşlik içinde yaşadığı bir ülke olmaya çalışıyor. Ülke bunu çalışıyor ama bunu becerebilmiş değiliz. Cumhuriyetin ilanının üzerinden onca zaman geçmiş olmasına rağmen, 102. yıla doğru gidiyoruz, Türkiye hâlâ demokratik bir cumhuriyet olabilmiş değil. Bunun sorumlusu Mustafa Kemal ve arkadaşları değil. Bunun sorumlusu bu ülkeyi, vatandaşları ve bu ülkenin vatandaşlarının seçtikleri, bir de arada tabii seçilmemiş olmalarına rağmen ülkenin yönetimine el koyanlar. Bütün bunlardan arınarak Türkiye’nin özgür, bağımsızlığını hep koruyan, özgür, kardeşlik içerisinde, hukuk temelinde yol alan demokratik bir ülke olması Mustafa Kemal ve arkadaşlarına bu ülkenin vatandaşlarının bir borcudur diye düşünüyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.