Müge İplikçi yazdı: Son çağrı

Rüzgâr, Harem İskelesi’nin demir korkuluklarında kendince bir ıslık tutturmuş, son vapurun düdüğünün yankısını taşır olmuş.

Kadın genç.

Genç-ti.

Harem İskelesi
Harem İskelesi’nden bakış.
Müge İplikçi yazdı: Son çağrı

Mermer zemin ayaklarının altında buz gibiydi, ama o, bir kararın eşiğinde, onlara yapışmış kala kalmıştı. Herkes gitmişti. Sessizlik ve o kadim soru kalmıştı bir tek: “Kaçış mı, kurtuluş mu?”

Derin bir nefes aldı. Tam o sırada, sırtında o ilkel ve keskin hissi duyumsadı; izleniyordu.

Yavaşça döndü.

Oradaydı. Beton zeminde, griliğin ve denizin soluk renkleri içinde kanayan bir yara gibi duran kıpkırmızı bir şezlongun üzerinde. Kocası. Yanına yürüdü, soğuk metal kenarına ilişti. Adam, gözleri görünmez bir noktaya kenetlenmiş, ufka bakıyordu.

“Beni görüyor musun?” diye fısıldadı kadın, sesi rüzgârda kaybolan.
Adam başını ölçülü bir ağırlıkla çevirdi, bakışları onu değil, hemen arkasındaki boşluğu görüyor gibiydi.
“Elbette,” dedi sesi, kuru bir yaprak hışırtısı. “Hep görüyorum. Hep buradayım.”
“Öyle mi?” diye sordu kadın, sesinde yükselen bir çelik. “Peki ya sen? Gerçekten burada mısın?”
Adam, bir an için –sadece bir an– gözlerini kadına odakladı, sanki bulanık bir camın arkasından bakıyormuş gibi, sonra yeniden ufka döndü.
“Şezlong burada. Ben de üstündeyim. Yeterli değil mi?”

O buz gibi mantık karşısında içi bir kez daha boşaldı kadının. Bu diyalog, yıllardır süren sayısız tekrarın aynısıydı. Fiziksel olarak orada, ama ruhen çoktan gitmiş bir adam.

Ayağa kalktı. “Hayır,” dedi, bu kez yüreğinin ta derinlerine. “Yeterli olmadı.”

Ondan, şezlongdan, betondan uzaklaştı. Ayakları onu taşlardan, kumsalın yumuşak küllerine taşıdı. Ayakkabılarını çıkardı. Soğuk su ayak bileklerine dolandığında, durdu, için için, “Evet,” dedi. “İşte bu.”

Kum tanecikleri, parmaklarının arasından kayıp giderken, her bir taneyle birlikte bir anıyı da serbest bırakıyor gibiydi. Fısıltısı rüzgâra karıştı:

“Alın, alın gidin… O ilk buluşmada saçlarımı ıslatan yağmuru… Kırgınlıkla çarpılan o kapının tok sesini… Doğmamış çocuğumuz için seçtiğimiz isimleri… Gidin. O artık ben değilim.”

vapur
Müge İplikçi yazdı: Son çağrı

Ufukta, vapurun ışıkları cılız bir yıldız gibi parladı. İçinde bir şey dehşetle uyandı.

“Hayır!” diye mırıldandı kendi kendine. “Kaçırma onu!”

Dönüp son bir kez baktı. Kırmızı şezlong ve üzerindeki siluet, artık çok uzaklarda, sisli bir hayal gibiydi. Elini kaldırdı. Bir şey söylemedi. Sadece salladı. O el sallayış hem bir veda, hem bir özür, hem de kendisine doğru atılmış ilk cesur adımdı.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ve sonra koşmaya başladı.

Eteği ıslak kuma dolanıyor, rüzgâr ciğerlerine keskin bir bıçak gibi saplanıyordu. Ayaklarının altındaki kum, su, sonra tahta… Sıçraya sıçraya, nefesi darala darala ilerledi. Ve derken iskele. Arabalı vapurun son düdüğü kulaklarında boğuk bir çığlığa dönüştü. Rıhtıma açılmış olan köprü, onun gelişini protesto edercesine gıcırdayarak yukarı çekiliyordu.

Güvertedeki biri ona doğru bağırdı: “Hanımefendi! Atlayamazsınız! Biletiniz nerede?!”

Son bir hamleyle, tahtanın sonuna, iki hayat arasındaki boşluğun kenarına uzandı. Ayakları ıslak, kalbi deli bir kuş gibi göğsünün kafesinde.

“Evet!” diye haykırdı rüzgâra karşı, sesi korku ve zaferle çatallanmış. “Evet, bilet bende!”

Rüya bittiğinde, gözlerini açtı. Alnı serin bir terle ıslaktı. Nefesi hâlā hızlıydı. Yatak, güvenli ve bildikti. Pencereden, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanan dingin denizi gördü. Yanında, kocası derin bir uykudaydı.

Yatağın kenarına oturdu. Rüyadaki o son soru, zihninde çınlıyordu, mırıldanarak yineledi: “Biletiniz nerede?”

Yavaşça ayağa kalktı. Pencereye yürüdü. Aşağıda, gerçek bir arabalı vapur, sessizce iskeleye yanaşıyordu. Birazdan yeni bir gün için yeni yolcularını bekliyor olacaktı.

Arkasından, yataktan uykulu, bulanık bir ses geldi: “Ne oluyor? Daha sabah olmadı bile…”

Kadın, pencereye bakarak, cevap verdi: “Vapur kalkmak üzere.”

Bir an sessizlik oldu. Yatak çarşafının hışırtısı duyuldu. Sonra, o ses, bu sefer biraz daha yakın ama bir o kadar ilgisiz ve uykulu seslendi ona: “Bilet?… Nereden çıktı şimdi bu bilet?”

Kadın, cevabı bu sefer sadece kendisi ve yüreğindeki yolcu duyacak kadar bir fısıltıyla mırıldandı:
“İçimde.”

Ve sabahın o ilk ışığında, ne yapacağını, nereye koşacağını, hayatının geri kalan biletiyle nereye gideceğini ilk kez bu kadar net biliyordu.