TRT 1’de salı akşamları oynayan Mehmed: Fetihler Sultanı dizisi muhafazakâr kesim tarafından ilgiyle izleniyor. Gerçekten kurgusu, ritmi, zengin dekoru, kıyafetleri ve oyuncuları yönüyle son dönemlerin en başarılı tarih dizisi. Mehmed rolünü oynayan Serkan Çayoğlu başta olmak üzere pek çok usta oyuncunun performansları izleyicileri kendine çekiyor. Daha önce de Ezel’den hayranlık duyduğumuz Kenan İmirzalıoğlu’nun Fatih rolünde oynadığı, Kanal D’de yayınlanan bir dizi vardı ama tutmadı; yedinci bölümde final yaptılar. Çok ünlü isimler de olsa, bazen tutmadı mı tutmuyor.
TRT 1’deki dizinin son birkaç bölümünde Fatih Sultan Mehmet ile Kazıklı Voyvoda III. Vlad Tepeş’in kardeş gibi samimi sahneleri var. Tarihte herkesi kazığa oturtmakla meşhur olduğunu, Fatih’in onunla savaştığını bilenler muhtemelen şaşırmışlardır. Binlerce Osmanlı askerini kazıklara geçirerek yıllarca Rumeli’de terör estiren Kazıklı Voyvoda nasıl olur da Fatih’in yanına kankası gibi girebilir, kardeşiymiş gibi davranabilir? Çoğu kişi sormuştur, soranlar da oldu zaten.
Biz Kazıklı Voyvoda’yı Kara Murat macerasıyla tanımıştık. Yetmişli yıllarda Günaydın gazetesinde yeni başlayan bir çizgi romandı Kara Murat. Tarkan, Karaoğlan gibi kahramanlardan sonra bu yeni kahramanı da takip ediyorduk. Kurucusu olduğu ve Türkiye’nin birinci gazetesi yaptığı Günaydın gazetesinin birinci sayfa tasarımıyla ve manşetleriyle uğraşan Rahmi Turan, nasıl fırsat bulup yazıyorsa Kara Murat maceraları yazıyor, Abdullah Turhan resimliyordu. Kara Murat’ın ilk macerası, ağabeysini kazığa oturtarak öldüren vahşi Kazıklı Voyvoda’ya karşıydı. O yıllarda eve genelde Günaydın gazetesi alırdık, Kara Murat başlayınca macera bitinceye kadar her gün almıştım.
Hâlâ arada internette ve Facebook’ta Teksas Tommiks sayfasına girerek Kara Murat dâhil bütün çizgi romanları okurum.
Ancak yıllar geçtikçe Vlad Tepeş’in sadece Kazıklı Voyvoda değil, aynı zamanda bir vampir olduğunu öğrendim. O yılların Avrupası onun vampir olduğuna inanıyordu. Kazıklı Voyvoda yüzyıllar sonra vampir romanlarına ve filmlerine esin kaynağı oldu.
Vampir cenaze törenleri
Bu konuda bilgi sahibi olanların anlattıklarına göre, ilk insanlar mağaralarda yaşarlar, hayvan avlarlar, hayvan derilerinden önlerini örtecek giysi giyerlerdi. İlkel hayatlarına rağmen herkesin belli bir görevi vardı. Bir zaman geldi, kabile bireylerinden birinde ani bir değişme oldu. Yüzü solgun bir renk aldı. Davranışları alışılmışın dışındaydı. Adam inzivaya çekildi, arkadaşlarından kaçar oldu. Güneşin ışıkları onu ürkütüyor, saatlerce karanlık bir mağarada saklanıyordu. Daha sonra içlerinden biri boynunda derin bir ısırık izi ile ölü bulundu. Şahdamarı kesildiği için kan kaybından ölmüştü. Mağaraya saklanan adam garip davranışlar içindeydi. Hayvani bir görünüm almıştı. Gözleri kırmızı, ağzı kanlı ve salyalıydı. Kabilenin başka fertleri de esrarengiz bir şekilde saldırıya uğradılar. Bazıları hemen öldü, bazıları ise kurtuldu. Bir süre sonra onlar da vahşileştiler. Arkadaşlarına saldırdılar ve inzivaya çekildiler.
Bu anlatılanlar vampiri çağrıştırıyor ama aslında bir salgın hastalıktı. Kabilenin sözü dinlenen büyüğü, hastalığın bir büyü olduğundan emindi. Hemen bir av düzenlendi ve saldırganlar gizlendikleri yerlerde bulundu. Vahşice öldürüldüler.
O salgın, kuduz hastalığıydı. Latince “delilik” teriminden gelir kuduz ismi. Dünyamızda bilinen en eski hastalıklardan biridir ve hayvanlardan insanlara bulaşır, ısırma yoluyla yayılır. Yani kuduzlar da başkalarını ısırarak hastalığı yayabilir. Kuduzlarda da su korkusu belirgindir. Yemek borusundaki ağrılı kas kasılmaları, kuduz kurbanlarının yemek yemekten ve içmekten kaçınmalarına ve hatta kendi tükürüklerini yutmamalarına, dolayısıyla “ağızda köpürmeye” neden olur.
Kuduzlar akan suyu geçemezler. Ayrıca, kuduz ışıktan korkmaya, uyku düzeninin değişmesine ve saldırganlığın artmasına neden olabilir ve bunlar da çeşitli halk hikâyelerinde zamanla vampir efsanesine dönüştü.
Tarih boyunca, çeşitli hastalıkların vampirlerle bağlantılı olduğuna dair efsaneler üretildi. Özellikle Kara Veba salgınları, bu efsanelerin yaygınlaşmasına sebep oldu.
1346-1353 yılları arasında Avrupa’da zirveye ulaşan Kara Veba olarak da bilinen Kara Ölüm, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’da 200 milyon kadar insanın ölümüne yol açtı. Avrupa nüfusunun yüzde 60’ını öldürdüğü söylenir. Yaklaşık 475 milyon olan dünya nüfusunu 350-375 milyona düşürdüğü tahmin edilir. Bu salgınlar 19. yüzyılın başlarına kadar değişen oranlarıyla tekrarlandı.
Vampir, o dönemde birçok şeytani yaratığın işlevine benzer bir işlev görüyordu. Bakteri ve virüs bilgisinin olmadığı bir zamanda, çeşitli sorunlardan, özellikle de hastalıkların sorumlusu olarak görüldüler.
Ancak Kara Veba döneminde hastalık Doğu Avrupa’da yayıldıkça, doğaüstü nedenler sebep olarak gösterildi ve vampir histerisi tüm bölgeye yayıldı. Birçok insan, vampirlerin “ölümsüzler” veya ölü olmayan yani ölümden sonra bir şekilde yaşamaya devam eden insanlar olduğuna ve vampirin cesedine saldırarak durdurulabileceğine inanıyordu. Cesede bir kazık sokmayı, vücudu sarımsakla kaplamayı ve Slav folklorunda yüzyıllardır var olan çeşitli diğer gelenekleri içerebilen “vampir cenaze törenleri” uygulanmaya başlandı.
O yıllarda bölgede Osmanlılara karşı savaşan Avusturyalı ve Alman askerler, bu toplu mezarlara yapılan ayinlere tanık oldular ve vampir hikâyeleriyle Batı Avrupa’ya döndüler. Bu her yerde büyük bir panik oluşmasına sebep oldu. Belki çoğu kişi aslında hasta olduğu için vampir sanılarak öldürüldü. Bazıları farklı yere gömülüyor, mezarın içi taşla dolduruluyordu.
Bazı yerlerde ise büyükçe bir kuyunun içine defnedilirlerdi. Uğursuz oldukları için sol taraflarına yatırılan cesetlerin baş ve göğsüne büyükçe iki taş konulurdu. Ayrıca başka ülkelerde yüz üstü gömülmüş olan vampir mezarları da vardı. Bazı kitaplarda yazıldığına göre, insanlar topraktan çıkmasından korktukları için vampirleri yüz üstü gömerlerdi. Böylece vampir yeri kazdıkça daha çok yerin dibine gidecek ve oradan da cehenneme doğru yol alacaktı.
Kimi yerde ise vampir olduğundan şüphelenilen insan bir süre sonra mezardan çıkarılırdı. İyice şişmiş olan vampirlerin omzuna, bacaklarına ve diğer eklem bölgelerine bir kazıkla delik açılırdı. Bu delikten birisi bağırıyormuş gibi bir ses çıkarır, gaz vücudu terk ederdi. Bu ses “Vampir’in Çığlığı” olarak adlandırılırdı.
Vampirin çığlığı duyulduktan sonra büyükçe bir bıçakla cesedin göğüs kafesi açılırdı. Sonra vampir avcıları, bu vampirin kalbini sökerlerdi. Cesedin kalbini odun ateşinde yakıp sonra da bir kadehte külünü suya karıştırıp içerlerdi.
Vampirlerin Porfiria hastalığı taşıdığına inanılırdı. Porfiria nadir bulunan ve dişlerde kararma yapan, tende kanlı kızarmalara yol açan bir hastalıktı. Akli dengeyi yitirmeye yol açmaya da sebep olur ve Doğu Avrupa’da Drakula ismiyle anılırdı. Vampir olmanın bütün özellikleri bu hastalığa sahip insanlarda bulunduğu için, o dönemde bu hastalığa kapılanlar vampir olarak kabul edildi.
Fatih ile birlikte eğitim alan Voyvoda
Ama bugün anladığımız vampirliğin bu derece popüler oluşu iki kişi yüzündendir. Birincisi, Kazıklı Voyvoda olarak tanınan III. Vlad Tepeş. Bu adam, insanları kazığa oturtarak veya kafalarını çivilettirerek öldürtürdü. Esir aldığı pek çok Osmanlı’yı da o şekilde öldürtmüştü. Öldürülen insanların kanlarını bir fıçıya doldurtup şarap niyetine içtiği iddia edilir. Fatih Sultan Mehmet, bu katliamları öğrenince üzerine yürüdü ve yendi. Ancak öldürüldükten bir süre sonra mezarının boş olduğu anlaşıldı ve onun vampir olduğu yaygın bir inanışa dönüştü. Drakula diye anılan odur ve cesedinin bulunmadığı da söylenenler arasında.
Babası Osmanlılara yenilince, onu ve kardeşi Radu’yu rehin olarak Osmanlılara vermek zorunda kalmıştı. Osmanlıların elinde rehin olarak önce Kütahya’daki Eğrigöz Kalesi’nde, ardından Tokat ve Edirne’de diğer beylik şehzadeleri ile birlikte yaşadı ve eğitim aldı. Birlikte eğitim aldığı kişilerin arasında Fatih Sultan Mehmet olarak anılacak şehzade Mehmed de vardı. Birlikte Kur’an, Aristo mantığı, matematik ve Türkçe gibi dersler aldılar.
1448’de İkinci Kosova Savaşı sonrasında Osmanlı desteğiyle Eflak’ın başına geçme girişiminde bulundu, ancak Eflak Voyvodası II. Vladislav tarafından yenilgiye uğratıldı ve Boğdan’a sürgüne gönderildi. Erdel Beyi Yanoş, 1456’da Belgrad’ı Osmanlı kuşatmasına karşı savunmaya giderken, ona güney Erdel’in savunmasını sağlaması için bir ordu verdi. Vlad Tepeş, yani Kazıklı Voyvoda, Fatih Sultan Mehmed’in Belgrad kuşatması sırasında şehrin doğu kanadını savundu. Ardından emrine verilen orduyla Eflak’a bir sefer düzenledi. II. Vladislav’ı öldürerek III. Vlad adıyla Eflak voyvodası olmayı başardı. Voyvoda olunca Osmanlı İmparatorluğu’na vergi ödemeyi reddetti, ardından Tuna Nehri’ni geçerek Sırbistan’a ve Karadeniz kıyısına kadar ilerledi. Fatih Sultan Mehmed, birlikte sarayda eğitim aldıkları Vlad’a bir süre tahammül gösterip yaptıklarına göz yumduysa da, eylemlerinin aşırılığı nedeniyle sonunda sefere çıktı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Osmanlı askerleri Eflak’ın başkenti Târgovişte’ye vardığında, Fatih Sultan Mehmed’in gördüğü manzara yaklaşık 5 kilometrelik bir alana dikilmiş binlerce kazığa oturtulmuş insanlardı. Yirmi bin civarında sivil, esir ve köylüden oluşan böyle bir manzarayla karşılaşan Osmanlı askerleri aklını kaçıracak duruma geldiler; kimisi kustu, kimisiyse ilk defa böyle bir şey gördükleri için şok geçirdi.
Vlad, Osmanlı ordusu önünden kaçtı, ancak geçtiği yerde taş üstünde taş bırakmadı; terk ettiği topraklardaki kuyuları zehirledi, ekinleri yaktı, tüm hayvanları bile öldürttü. Hapishanelerdeki mahkûmları, cüzzamlı ve vebalıları salıverdi ve Türklerin arasına karışmaya teşvik etti.
Vlad, Macaristan’a bağlı bir beylik olan Erdel’e kaçarak Macaristan Kralı Corvinus’tan yardım istedi. Ancak kral, yardım talebini kabul etmedi. Vlad, Corvinus’un emriyle 1462 yılında tutuklandı ve Budin’e getirildi. 12 yıl süren sürgün döneminden sonra Eflak’ı yeniden ele geçirme planları yaptı. 1476 yılında yine voyvoda ilan edildi. Aynı yıl Mihaloğlu Ali Bey önderliğindeki Osmanlı askeriyle savaştı, ancak yenildi ve öldürüldü. Öldürülen III. Vlad’ın kesilen başı, öldürüldüğünü ispat etmek için İstanbul’a Fatih Sultan Mehmed’e gönderildi. Başsız gövdesi ise Comana Manastırı’na gömüldü. Yaptıkları zalimliklerle, insanları kazığa oturtmakla Avrupa’da namı yayılan Voyvoda, Romanya’nın ulusal kahramanı olarak kabul edildi.
Dünyaca şöhreti asıl öldürüldükten sonra başladı.
Çünkü öldürüldükten sonra mezarının boş bulunması, onun vampir olduğu iddialarını yaygınlaştırmıştı ve en çok bu yönüyle tanındı. Mezarında cesedi bulunmadığı için bu söylentiler o bölgede çok yaygın hale geldi. Onun vampir olduğu söylentileri Almanya, Macaristan ve Rusya’da yayıldı.
Bu durum İngiliz yazar Bram Stoker’a ilham verdi ve kan içen vampir Drakula romanını yazmasını sağladı. Bram Stoker’ın 1890’da yazmaya başladığı Drakula romanını 1897’de yayınladığında bir anda şöhret oldu.
Vampire âşık kızlar
Bram Stoker’ın yazdığı roman, Kazıklı Voyvoda’nın gerçek tarihi yapısını unutturdu; insanlar onu artık vampir olarak tanımaya başladı.
O romanda yazılanlara bakılırsa, Osmanlılar tarafından başı kesilerek öldürülmesine rağmen Voyvoda, Drakula, öğrendiği kara büyü ve simya teknikleri sayesinde bir vampire dönüşmüş ve 400 yıl hayatta kalmayı başarmıştı.
Transilvanya’da Karpat Dağları’nda bir şatoda yaşayan Drakula adlı vampir, beyaz tenli, kırmızı gözlü, yirmi insan gücünde, tırnakları uçlara doğru sivrilen, dudakları kırmızı ve beyaz, sivri köpek dişleriyle korkutucu görünüme sahipti. Aynı zamanda tabutta uyuyan, gece dışarıda avlanıp gündüz tabutunda saklanan bir gece canavarı olarak tasvir edilmişti. Diğer özelliklerinden biri ise ölümsüz olmasıydı. Kurt, yarasa ve fare kılığına girebilmekte ve bu hayvanlara hükmedebilmenin yanında, bir delikten içeri sızabilmektedir. Ayrıca aynada görünmeme gibi bir özelliği de vardır.
Roman yayınlandığında büyük ilgi gördü ve ardından Drakula filmleri yapılmaya başlandı. Otuzdan fazla çekilen filmlerin 1931’de çekileni en çok ilgi göreni oldu. Drakula’yı oynayan aktörün yavaş ve planlı hareket edişi ile konuşma şekli, Drakula’ya yürüyen ve konuşan bir ceset görüntüsü veriyordu ki bu, 1930’ların izleyicisi için oldukça korkutucuydu. Drakula’nın konuşmadığı sahnelerde bile, yüzüne yapılan yakın çekimlerde seyirciyi irkilten bir görünümü vardı.
Film gösterime girdikten sonra, gazetelerde bazı izleyicilerin beyazperdede gördükleriyle şoka girip bayıldıklarına ilişkin haberler çıktı. Stüdyonun gizlice ayarladığı bu haberlerle gelen popülerlik, daha fazla seyircinin filme gelmesini sağladı.
Film şirketinin sürekli oyuncularından biri, film bitince korku içinde olan izleyicilere az önce seyrettiklerinin sadece bir öykü olduğunu, kâbus görmelerine sebebiyet vermeyeceğini söylüyordu. Seyircileri bu şekilde yatıştıran oyuncu, yine de sözlerini “Ama vampirler gerçekten vardır!” sözleriyle bitiriyordu.
Bu roman ve filmden sonra vampir, popülerliğini artırdı. Edebiyattan sinemaya, tarihin tozlu sayfalarından güncel araştırmalara konu oldu. Bilgisayar oyunlarından dizi filmlere kadar vazgeçilmez figür haline geldi. Hatta son yıllarda, Amerikalı yazar Stephenie Meyer’in dünya çapında satış rekorları kıran, vampirle bir kızın aşkını anlatan kitap serisinden uyarlanan “Alacakaranlık” filmi ve takip eden seri filmleri, genç kızları yakışıklı vampirlere âşık edecek kadar etkili oldu. Kitabı okuyan veya filmi izleyen kızlardan, bir vampir sevgili hayali kuranlar bile vardı.
Filmdeki vampir Edward çok yakışıklıydı. Bella, onun uğruna vampir olmaya razı olacak kadar çok seviyordu. O romanın ve filmlerin etkisiyle bir vampir sevgilim olsa diyen manyak kızlar bile vardı. Sosyal medya onların paylaşımlarıyla doluydu bir ara.
Bir de Kontes Drakula var
Macaristan Krallığının en ünlü soylu ailelerinden biri olan Báthory ailesinden gelen Kontes Elizabeth Báthory, kocası öldükten sonra büyücülükle uğraşmaya başlamış. At ve benzer hayvanların kurban edildiği ayinlere katıldığı da söylenmektedir. Hatta bir atı ortadan kesip içine canlı bir insanı koyup atı tekrar diktirdiğine dair söylentiler bile var.
Rivayete göre, kırk yaşına geldiğinde, yaşlanıp güzelliğini kaybedeceğini düşünen Báthory, bir gün hizmetkârı olan genç bir kızın saçlarını tararken canını acıtması üzerine ona sert bir tokat atmış; genç kızın yüzünden düşen bir damla kan, Báthory’nin ellerine dökülmüş. Báthory bu kanla kızın gençliğini ve güzelliğini aldığını zannetmiş ve uşağına emir vererek kızın bütün kanını bir küvete doldurtup “kan banyosu” yapmış.
Bu olaydan sonra Báthory, tahminlere göre 650 kadar bakire kızı kaçırtıp, bu kızlara tepesinden asılı bir kafeste işkence çektirmiş; kafesten akan kanlarla ise duş almış. Hakkında çıkan söylentiler, onun uzak bir akrabası sayılabilecek Eflak prensi Vlad Tepeş gibi bir vampir olduğuna inanılmasına yol açmış.
Yaptıkları anlaşılan Báthory’in cinayetleri bizzat işlettiği yardımcıları korkunç cezalar alırken, kendisi bir soylu olduğu için ne yargı önüne çıkartılmış ne de söz konusu suçlardan hüküm giymiş; kendi şatosunda hücreye kapatılmakla cezalandırılmış. Kapısı tuğlalarla örülen bir odada unutulmaya terk edilen kontesin adını anmak bile yasaklanmış. 1614 yılında hücrede ölüsü bulunan Báthory’in, Bram Stoker’in Dracula isimli romanının, III. Vlad’dan sonraki en büyük esin kaynaklarından birisi olduğu söylenir.