İslam Özkan yazdı: 7 Ekim’in yıldönümü, soykırım ve İsrail ordusunun etik kodları

Gazze’de hükümete bağlı medya ofisi, ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’i bombardımanı durdurma çağrısından Salı akşamına kadar 118 Filistinlinin öldüğünü açıkladı. Düşünün, sadece müzakereler devam ederken 118 Filistinli hayatını kaybetti. Holokost’ta yaşananlara ilişkin “Bunu ‘soykırım’ diye adlandırmak veya milyonlarca mağduru tek tek saymak, konunun ahlaki noktasını asla yakalayamaz” diyen Hannah Arendt’e göre, Avrupa Yahudilerinin soykırımı sadece en son ve en korkunç antisemitik katliam değildi; bu yapılan insanlığa karşı bir saldırıydı. Gazze’de yapılan da öyle. Neredeyse bütün kutsal kitaplar da benzeri şeyleri söylemiyor mu? “Bir insanı haksız yere öldüren bütün insanları öldürmüş gibidir.” Çünkü bir insanı gayrimeşru bir şekilde ve hiçbir hukuki mesnet olmaksızın katlederken açığa çıkan enerji ve motivasyon, başka insanların varoluşunu da sonlandırmaya yönlendirecektir. Ya da bir yerde bir coğrafyada soykırım yapan bir güç, bu iğrenç fiili başka yerlerde de tekrarlayabilir.

7 Ekim’in yıldönümü, soykırım ve İsrail ordusunun etik kodları
7 Ekim’in yıldönümü, soykırım ve İsrail ordusunun etik kodları

Soykırımın tarihsel arka planı

Nitekim Deir Yassin, Sabra ve Şatilla gibi katliama imza atmış İsrail’in soykırım niyeti her zaman vardı. İsrailli siyasi ve askerî yetkililerin açıklamaları bu niyeti gizlemiyordu. 9 Ekim’de Savunma Bakanı Yoav Gallant, “Gazze’ye tam kuşatma” ilan ederken, “insan hayvanlarla savaşıyoruz, onlara buna göre davranmalıyız” dedi. Başbakan Netanyahu ise, Tevrat’taki en kanlı bölümlerden biri olan Amalekliler’e karşı misilleme emrini alıntıladı: “Hiç kimseyi esirgeme; erkek, kadın, çocuk, bebek, deve, eşek dahi öldürülecek.” Aşırı sağcı çevreler bu ayeti mecazi değil, kelimesi kelimesine yorumlayarak Filistinlilere yönelik şiddeti kutsal bir görev olarak görüyorlardı. Nitekim Uluslararası Adalet Divanı (UAD), 26 Ocak 2024’te Güney Afrika’nın başvurusuna ilişkin ara kararında, İsrail’in 1951 Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiğine dair güçlü bir olasılık olduğuna işaret etti. İsrail her zamanki gibi bu suçlamaları reddetti ve suçu Filistinlilere ve Hamas’a atmaya devam etti.

Bütün bu suçları işleyen İsrail, pişkince ordusunun “dünyanın en ahlaklı ordusu” olduğunu iddia ediyor. Soykırımcı İsrail ordusunun bu resmi anlatısı, İsrail kurulmadan önce Yişuv’un paramiliter örgütlerine kadar uzanan gelenekten besleniyor.

Konuyla ilgili bir makale kaleme alan Muhammed Ali Khalidi, İsrail kurulmadan önce tedhiş eylemlerine girişen Haganah benzeri paramiliter güçlerin “silahların saflığı” diye bir doktrini olduğunu aktarıyor. Buna göre her ne kadar söz konusu siyonist çeteler birçok terör eylemine imza atıp Filistin’de sivil katliamı gerçekleştirse de en azından teoride silahlı şiddet, sadece adil dava ve meşru müdafaa ile sınırlı olmalıydı. Ancak İsrail kurulduktan sonra söz konusu metinler revize ediliyor ve yeni döneme uyarlanıyor. Artık pek de kamuoyuna ilan edilmeyen belgelerinde İsrail, güç kullanımını meşru müdafaa ya da adil bir dava sahibi olmakla sınırlandırmıyor.

İsrail ordusunun savaş “ahlakı”na ilişkin teorik metin

Nitekim Asa Kasher’in hazırladığı ve daha sonra Tuğgeneral Elazar Stern tarafından yumuşatılarak “IDF Ruhu”na dönüştürülen dokümanlar, bu dönüşümün bütün kodlarını bize açık bir şekilde gösteriyor. Kasher–Yadlin ortaklığıyla 2005’te literatüre giren metinler, özellikle “teröre karşı mücadele”ye özgü etik ilkeleri hem akademik hem de askerî bir zeminde savunmakta; ama orijinal metnin tam metni kamuya açık değildir, esas bilgiler Kasher ile Amos Yadlin’in yayımladığı makalelerden ve ordunun resmi ifadelerinden alınmıştır.

Kasher–Yadlin’in yaklaşımında en dikkat çekici nokta “terör” kavramının tanımlanışıdır. Yazarlar, terörizmi geleneksel literatürdeki gibi yalnızca savaşçı olmayanlara yönelik kasıtlı saldırı ya da savaşçıların sivil kılığına bürünmesi olarak sınırlamaya yanaşmıyor. Aksine, “belirli bir nüfusun üyelerini öldürme/yaralama ve o nüfusta korku yaratma” amacına dayanan daha geniş bir tanımı benimserlerken bu kategoriye savaşçıları da dahil ediyorlar. Bir başka ifadeyle işgal altındaki toprakları kurtarmak için İsrail askerlerine düzenlenen saldırıları da bu kapsama alıyorlar.

Teorilerini bütünüyle İsrail koşullarına adapte eden yazarlar, meşru gerekçelerle işlenmiş olsa dahi bu tür “terör eylemleri”ni ahlaken tümüyle yasaklamaya çalışırlar; bunun gerekçeleri arasında bunların öz-savunma kapsamında değerlendirilemeyeceği, asla “son çare” olamayacağı ve insanları araçsallaştırdığı yönündeki Kantçı vurgu vardır. Metinde bu gerekçelerin felsefi dayanıklılığı sorgulanır: pek çok filozofa göre, araçsallaştırma sorunu ve “son çare” değerlendirmesi daha nüanslıdır ve Kasher–Yadlin’in güçlü iddiaları yeterince temellendirilmemiştir.

7 Ekim’in yıldönümü, soykırım ve İsrail ordusunun etik kodları
7 Ekim’in yıldönümü, soykırım ve İsrail ordusunun etik kodları

İsrail ordusunun yeni ve bambaşka ahlak anlayışı

Metnin yeni tarafı, ayrım ilkesine ilişkin yeniden sıralama ve önceliklendirmenin yeniden yapıldığı bir dizi yeni ahlaki kodlar içeriyor olmasıdır. Ancak bu bölüm, metnin en tartışmalı ve pratik sonuçları olan bölümü. Kasher ile Yadlin, teröre karşı mücadele sırasında devletin farklı kategori insanlara yönelik görevlerini bir öncelik listesiyle ortaya koyar; şaşırtıcı biçimde bu listede devletin kendi savaşçılarının can güvenliğinin korunması, devlet kontrolü dışındaki savaşçı olmayanların korunmasından daha yüksek bir öncelik olarak ele alınır. Yani bir devletin askerlerini koruma yükümlülüğü, düşman tarafın sivillerinin hayatlarını koruma yükümlülüğünün önüne konur. Bu pozisyon, geleneksel jus in bello teorisi ve uluslararası insani hukukta kilit olan savaşçı / savaşçı olmayan ayrımını ve savaşçı olmayanların korunmasının önceliğini ıskalar.

Kasher ve Yadlin bu önceliklendirmeyi savunmaya çalışırken iki temel lineer argüman kullanır gibi görünür: (1) savaşçıların da insan olduğu, yani onların canının da değerli olduğu vurgusu; (2) devletin kontrolü dışında yürütülen operasyonlarda karışıklığın (savaşçılar ile sivillerin iç içe olması) sorumluluğunun tamamen devlete yüklenemeyeceği iddiası. İsrail ordusunun ahlaki zayıflığının kökenine inildiğinde orduyu inşa eden felsefedeki teorik sakatlıklar olduğu görülecektir.

Gazze
7 Ekim’in yıldönümü, soykırım ve İsrail ordusunun etik kodları

Birincisi, insan olmak savaşçılarla siviller arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaz; ikincisi ise bir sahadaki kaosun varlığı, özellikle işgal, abluka veya hareket kısıtlamaları gibi unsurlar göz önüne alındığında devletin o karışıklıktan doğan sonuçlar karşısındaki ahlaki sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Yazarlar Batı Şeria ve Gazze gibi sahalardaki durumu, sanki “İsrail Devleti”nin kontrolü dışındaki bölgelermiş gibi aktarır. Ama gerçek asla onların aktardığı gibi değildir. Çünkü bu alanlar 1967’den beri fiilen ya da sürekli biçimde İsrail askeri ve idari kontrolleri altındadır. 2005 yılında Gazze’den çekildiğinde bile drone’lar ve başka hava araçlarıyla Gazze sürekli gözlenmekte ve kontrol altına tutulmaktadır. Batı Şeria’da durum ise hem Kasher ve Yadlin adlı yazarların aktardığından çok farklıdır hem de Gazze’den çok daha vahimdir. İsrail’in fiilen çekildiği 2005 sonrası dönemde, (belirli dönemlerde İsrail ordusunun gerçekleştirdiği askeri saldırı ve operasyonlar hariç) Gazze’nin sadece hava ve deniz sahası ihlal edilmektedir ve işgal, burası için bir anlamda mecazidir.

7 Ekim’in yıldönümü, soykırım ve İsrail ordusunun etik kodları
7 Ekim’in yıldönümü, soykırım ve İsrail ordusunun etik kodları

Sivilleri koruma ilkesine veda

Öte yandan Gazze ablukası, hareket özgürlüğünü engelleyen kontrol noktaları ve yerleşim politikaları, sivillerin “devlet kontrolü dışında” olduğu yönündeki iddiasını çürütür. Tam da bu nedenle İsrail, bu alanlarda sivillerin konumundan sorumludur. Kasher–Yadlin’in sorumluluk reddi, hem teorik hem de empirik açıdan oldukça zayıf ve eksiktir.

Metin aynı zamanda uygulama düzeyinden kanıtlar da sunar: 2008–2009 Kurşun Dökme Operasyonu dönemine ilişkin insan hakları raporları (PCHR, HRW, AI, Goldstone gibi) ve İsrail içinden gelen tanıklıklar, askerî uygulamalarda sivillere yönelik ayrım ilkesinin ihlal edildiğini, orantısızlık ve ayrım gözetmeme örneklerinin bulunduğunu bildirir. Saha tanıklıkları, komutan brifingleri ve anonim asker ifadeleri, komutan seviyesindeki söylemin — “önce görev, sonra askerlerin korunması, en sonda sivillere zarar minimizasyonu” biçimindeki — Kasher–Yadlin tarzı önceliklendirmeyi yansıttığını ortaya koyar. Bu tür talimatların, operasyon sırasındaki davranış eşiğini düşürerek “daha hafif parmak” (daha çabuk ateş etme) kültürünü teşvik ettiği ve dolayısıyla sivillerin daha fazla zarar görmesine neden olduğu iddia edilir.

Ayrıca İsrail’in sözde etik kodları, 2006 Lübnan savaşı ve sonrasında ortaya çıkan “Dahiye Doktrini”nde de görüldüğü gibi, benzer mantığın daha geniş coğrafyalarda ve farklı çatışmalarda da nasıl acımasız sonuçlar doğurduğunu ve ne kadar büyük yıkım yarattığını bizlere göstermiştir. Sivil bölgelerin “askeri üsler” gibi hedef alınması, orantısız hasar ile yüksek sivil ölümlerine yol açmıştır. Bu örnekler, etik kodun teorik ifadelerinin pratikte nasıl bambaşka sonuçlar yarattığını ve bunun neden bizim ahlaki kaygılarımızın haklı olduğu noktasında somut argümanlar sunduğunu göstermektedir.

Mevzu biraz da şu aslında: İsrail ordusunun sözde etik kodlarını oluşturan yazarlar, sivil-asker ayrımını kabul etmeyerek insan hakları ve uluslararası savaş hukukunun klasik ahlaki bakış açısını elinin tersiyle itmekte ve ortaya koymuş oldukları yeni perspektifte, savaşçıların sivillerden ayırt edilemediği ya da sivillere yakın yerlere konuşlandığında savaşçı olmayanların da rahatlıkla öldürülebileceğini söylemekte. Teoride bile sivillerin kolaylıkla öldürülebileceğini söyleyerek vicdansızlığı yeni zirvelere ulaştıran siyonist teorisyenlerin etik kodlarını yazdığı bir ordusu pratikte ne tür imha ve tenkil operasyonlarına imza atacağını varın siz düşünün.

İşte size dünyanın en ahlaklı ordusu.

1 Muhammed Ali Khalidi, Journal of Palestine Studies,”The Most Moral Army in the World”: The New “Ethical Code” of the Israeli Military and the War on Gaza”, Sayı.39 No.3 / Bahar 2010.