8 Ekim’de itiraz süresinin dolmasıyla AİHM kararının uygulanması ve Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ın tahliyesi, genel bir beklentiye dönüşmüştü. Olmadı; ancak İstinaf aksine bir karar vermediği sürece umut tükenmiş değil. Mesele oldukça kritik; çünkü kararı mahkeme değil, Cumhurbaşkanı verecek. Çözüm Süreci’ne dair siyasi bir tutum ve karar alınacak. Şayet Demirtaş çıkmazsa, Sürecin üzerine beton dökülmüş olmasa da iktidarın inandırıcılığı ve samimiyeti büyük yara alacak. Demirtaş, AİHM kararına istinaden serbest kalırsa, sırada uygulanmayı bekleyen mevcut kararlarla Kavala başta olmak üzere Gezi tutuklularının da tahliyesinin yolu açılmış olacak. Çözüm Süreci ile demokratik hukuk devleti standartları arasındaki kopmaz bağ yüzünden iktidar, çözmekte çok zorlandığı bir açmazla karşı karşıya.
Şayet Demirtaş, AİHM kararı referans alınmadan İstinaf Mahkemesi’nin kararıyla serbest kalırsa, bu açmazın yol açacağı sorun iktidar açısından ötelenmiş olacak. Saray zaman kazanmaya çalışıyorsa, Demirtaş’ın bu yolla serbest kalması kamuoyunu, dolayısıyla Saray’ı rahatlatmış olacak.
Kısaca, Demirtaş’ın özgürlüğü meselesi çok bilinmeyenli bir denklemin tam merkezinde duruyor.
“Öcalan, Demirtaş’ı istemiyor” dedikodusu
Öcalan’ın Demirtaş’ın serbest kalmasını istemediği, hatta bu konuda muhataplarından talepte bulunduğu dedikodusu, iktidarın bu açmazının yükünü hafifletmek için son günlerde yaygın olarak dolaşımda tutuluyor.
“Öcalan, Demirtaş’ın çıkmasını istemiyor ve bu yüzden AİHM kararına son dakika itirazı yapıldı” iddiasını ne kadar ciddiye alabiliriz?
Bana sorarsanız, komplo ile yatıp entrika-kumpas fikirleriyle kalkan bir kafanın tezahürüyle karşı karşıyayız. Entrikanın en etkili silahı olan dedikodu devrede. Çünkü bu iddia, iktidara çözüm adına hukuka dönüş mecburiyeti için zaman kazandıracak. Bizi asıl konudan, yani demokratik hukuk devletinin tesisi hedefinden uzaklaştıracak.
Öcalan’a sorulamayacağı için dedikodunun aslını araştırma imkânına kimse sahip değil. Kürt siyasetinin hassas ve kırılgan iç dengelerine uzandığı için önde gelen Kürt politikacılarının da fikir yürütmesi ve açıklama yapması çok zor. Yalnız şundan emin olabiliriz: Öcalan, Demirtaş’ın oyun dışı kalmasını istese bile böyle bir talepte bulunmaz. Zaten Süreç, Öcalan’ın sırtında ilerliyor; Demirtaş özgürce siyaset yapma zeminine kavuştuğu zaman siyasi kariyerini bu çerçevede yürütmek zorunda, yoksa kimseye sözünü dinletemez.
Çözüm Süreci hassas bir kamuoyu psikolojisinin engebeli arazisinde yürüyor. Demirtaş serbest kalmadan kamuoyu, Öcalan için “umut hakkı”nı içine sindiremez.
Üstelik Çözüm Süreci için Öcalan’ın üstlendiği rol ile Demirtaş’ın yer alacağı kulvar çok farklı.
Öcalan, Bahçeli’nin açtığı kapıdan giriş yaparak “terör örgütü lideri” olmaktan “kurucu önder” sıfatına çok hızlı bir geçiş yaptı. Meclis Komisyonu’nun gündemine aldığı fırtınalı “İmralı’ya heyet gönderme” projesi, Öcalan’ı dört başı mamur şekilde meşru bir alana taşımış olacak. Meşru muhatap sıfatını tam olarak kazandıktan sonra sıra, umut hakkı ile dışarı çıkmasına gelecek. Sürecin sağlıklı yürümesi için Öcalan’ın serbest kalması şart. Demirtaş’ın serbest kalması ise Öcalan’ın elini kuvvetlendirecek, hareket alanını genişletecek bir gelişme olacaktı. Demirtaş serbest kalsaydı, bir merhale aşıldığı için CHP, Komisyonun İmralı’ya gidişine daha sıcak bakardı. Psikoloji çok önemli; toplumun hazırlanması lâzım. Çözüm Süreci’ni yürüten irade, Demirtaş serbest kalmadan Öcalan’ın umut hakkı ile dışarı çıkmasına kimseyi ikna edemez.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Dışarıdan bakarak Öcalan’ın Demirtaş ile ilişkisine dair spekülasyon yapmak bana çok etik gelmiyor. Sadece Çözüm Süreci’ni savunan ve üzerine titreyen bir aydın olarak, Demirtaş’ın Süreç adına çok yapıcı roller üstlenen bir aktör hâline geleceğini, Öcalan’ın yükünü hafifleteceğini ve hatta birbirlerini tamamlayacaklarını düşünüyorum. Öcalan, anladığımız manada bir politikacı değil, bir örgüt lideri. Daha ötesi, bir teorisyen; Kürtler için bir istikamet, çözüm için bir yol haritası çiziyor. Demirtaş ise ilgi çeken, saygı gören, yetenekli ve enerji yüklü bir politikacı. Öcalan’ın “kurucu önder” sıfatıyla iç tartışmaların üzerinde bir yerde durması, Demirtaş gibi bir aktörün aradaki boşluğu doldurmasıyla mümkün. Kürt siyaseti elbette çoğullaşacak, hiçbir güç bunu engelleyemez. Öcalan’ın Kürtler adına üstlendiği tarihî rolü yerine getirebilmesi, bu tartışmaların dışında tutulmasına bağlı. Bunun için Demirtaş gibi, genç neslin dünyasını tanıyan ve temsil kabiliyeti yüksek politikacılara ihtiyaç var.
Nereden bakarsanız bakın, Öcalan’ın Demirtaş’ı dört duvara mahkûm etmesi mümkün değil. Akla, mantığa ve sürecin nesnel şartlarına aykırı. Karizmatik bir lider, böyle bir talepte bulunmaz, buna tenezzül etmez.
Şiddet sona erdikten sonra
Süreç ile ilgili bir gecikme olduğu, engeller çıktığı zaman DEM’li politikacılar otomatik olarak aba altından sopa göstererek meseleyi “çatışmasızlığın kalıcı hâle getirilmesi”ne bağlıyor. Böylece silaha bir göndermede bulunmuş, “Süreç çökerse şiddet tekrar başlar mı?” endişesini gündeme getirmiş oluyorlar. Bu üstü kapalı tehdit mantığı çözümün ruhuna aykırı. Çözüm, güvenlik endişelerini kışkırtmaya değil, demokrasi ve hukuk alanını alabildiğine genişletmeye bağlı. Öcalan’ın “demokratik toplum” ve “demokratik entegrasyon” formülü üzerine Kürt siyasetinin toplumda karşılığı olan pratik politikalar üretmesi ve bu politikalarla bütün ülkeye hitap etmesi lâzım.
Öcalan, “Ben siyasi iktidarı değil, norm devletini muhatap alıyorum” diyerek kendi siyasi çıkarlarına odaklı iktidarı değil, demokratikleşmeyi beka için şart gören “devlet aklı”nı veya ruhunu işaret ediyor. CHP gibi ulusalcılar tarafından paketlenmiş bir partinin, yargı eliyle uğradıkları tasfiye operasyonlarından sıyrılıp selamete ulaşmaları tam olarak bu demokratikleşmeye bağlı. CHP’nin direnebilmek için DEM desteğine, dolayısıyla Çözüm Süreci’nin sürükleyici dinamiklerine ihtiyacı var. AK Parti’nin ince siyasi çıkar hesapları da devletin bekasına odaklanan MHP’nin duruşuyla örtüşmek zorunda. 1 Ekim’de Erdoğan’ın Meclis’te verdiği fotoğraf, çözüme yakın duranların yalnızlıktan kurtuluşunu anlatıyor.
Sürecin kırılgan noktası, şiddet ortamına dönüş ihtimali değil; Suriye’de SDG ile Şam yönetimi arasındaki çatışma potansiyeli. Türkiye, yeni statükonun kurucu gücü olarak ağırlığını Şam’a vererek meydanı ABD elçisi Tom Barrack’a kaptırıyor. Kürtlerin güvenliği sağlanmadan SDG silah bırakmaz veya silahlı gücünü Şam’ın emrine vermez. Türkiye’nin SDG’yi kontrol altına almak için silah bırakmasını istemek yerine, Şam’dan bir miktar uzaklaşıp Suriye Kürtlerinin güvenliğini garanti altına alacak adımlar atması lâzım.
Şiddet ortamına dönüş ihtimali yok. Buna Kürtler izin vermez. Geçen bir yılın kendine göre getirileri var. Psikolojik engellerin çoğu geçildi. Türk tarafı, sürecin bir devlet projesi olduğunu kavradı ve rezervlerini büyük ölçüde kaldırdı. Tereddütler yüzünden geride kalan Saray kanadının da Suriye’deki sıkışmanın baskısıyla elindeki gücü seferber etmesi bekleniyor. Şimdi, düğmeleri baştan doğru sırayla ilikleme vakti. Demirtaş ilk düğme; arkasından umut hakkı ile Öcalan’ı da dâhil edecek ve eve dönüşü sağlayacak rehabilitasyon düzenlemeleri gelecek.