Müge İplikçi yazdı: True Crime hadisesi

Bu hafta, Zeytin Dalı’nın samimi stüdyosunda, seslerini binlerce dinleyiciye ulaştıran iki modern hikâye anlatıcısıyla, Deniz Altunay ve Olcay Mağden’le bir araya geldik. “Meçhule Giden Gemi”nin usta mimarları, sadece bir podcast yapmıyor; aynı zamanda toplumun kolektif bilinçaltına açılan bir kapıyı aralıyorlardı. Onlara, true crime türünün neden bu denli büyük bir ilgiyle sahiplenildiğini sorduğumda ise, cevap sadece merakımı gidermekle kalmadı, zihnimde yepyeni pencereler açtı.

Konuştukları şey, aslında insanlık tarihi kadar eski bir ihtiyacın modern yüzüydü. Dediklerine göre, dinleyiciler o karanlık hikayelerin labirentlerinde kaybolurken, kendilerini bir dedektifin yerine koyarak, çözüme ulaşmanın verdiği o benzersiz tatmini yaşıyorlardı. Bu, binlerce yıl önce Atina’nın amfi tiyatrolarında yaşanan o kadim katarsisin, yani arınmanın, günümüz dijital çağına uyarlanmış haliydi. Peki, bu derin arınma hissini tetikleyen neydi? Sanırım cevap, hepimizin içinde, ilkel beynimizin derinliklerinde uyuyan o arkaik korkuda yatıyor: “Her an, her yerde, görünmez bir tehdit altındayım.”

İşte bu korkuyu, güvenli bir mesafeden yaşayarak çözmek, bizi onun pençesinden kurtarıyor ve özgürleştiriyordu!

Müge İplikçi yazdı: "True Crime" hadisesi
Müge İplikçi yazdı: “True Crime” hadisesi

Elbette, bu karanlığa odaklanmanın bir çeşit duyarsızlaşma riski taşıdığını, şiddeti bir “eğlence” nesnesine dönüştürme tehlikesini de görmezden gelemeyiz. Ancak asıl mesele, bu anlatıların niteliğinde ve nihai olarak vardığı noktada yatıyor. İyi kurgulanmış bir true crime hikayesi, asla şiddeti yüceltmez; tam aksine, onun insanlık üzerindeki yıkıcı etkisini gösterir ve nihayetinde adalet arayışına, çözüme odaklanır.

Bu durum, özellikle de gündelik hayatın rutinleri içinde kendine anlam arayanlar için geçerli. Ütüsünün buğusunda, yemeğinin tınısında veya örgü şişlerinin tıkırtısında bu podcastleri dinleyen kadınlar… Evet, en çok onlar! Bu da hemen aklımıza Müge Anlı programlarını getiriyor, değil mi? İşte orada, ekranın ardında yakalanan o çok kritik gerçek: Hayatın öngörülemez kaosuna rağmen, çözüm her zaman mümkündür. Adalet, en karanlık dehlizlerden bile çıkıp gelir.

Dolayısıyla, bir podcaste kulak veren her bir dinleyici, aslında kadim bir ritüeli tekrarlıyor. Tıpkı bir trajediyi izleyen antik Yunanlılar gibi, o doruk noktadan sonra gelen o rahatlamayı, o arınma anını yaşıyor. Olan biteni kendi zihninde çözüme kavuşturuyor ve “İşte oldu! Bu sefer de atlattık. Yangının içinden sıyrılıp çıktık,” diyebilmenin huzuruna varıyor. İşte edebiyatın, sanatın ve bu modern hikaye anlatıcılığının temelinde yatan en insani duygu budur: Anlaşıldığını ve güvende olduğunu hissettirmek…

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Günümüzün tekinsiz dünyasında, her an her şey olabilirmiş hissiyle yaşarken, bu tür anlatılar bize bir sığınak sunar. Onları tüketirken, tehlikenin tam kalbinde ama güvenle koltuğumuzda oturmuş, sadece bir gözlemci olmanın konforunu yaşarız. İşte true crime’ın, polisiye romanların ve gizem dolu dizilerin evrensel çekiciliğinin altında yatan en temel, en insani gerçek de olsa olsa budur.

Bu aynı zamanda, modern çağın bir paradoksu da: En karanlık hikayeleri anlatarak, içimizdeki korkuyu ışığa çıkarmak ve nihayetinde, onunla, bir ihtimal, baş edebileceğimizi görmek.