Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bayram Balcı: “Küresel cihad”da Orta Asya ve Kafkasya kökenli savaşçıların rolü

Bayram Balcı’nın 13 Şubat 2017’de ORIENT XXI’de yayınlanan yazısını Haldun Bayrı çevirdi.

bayram
Sciences Po’ya bağlı CERI’de (Uluslararası Araştırmalar Merkezi) siyaset bilimi ve Arap-İslam uygarlığı alanlarında araştırmacı. 2006 ile 2010 arasında Taşkent’teki Fransız Orta Asya Araştırmaları Merkezi’ni (Ifeac) yönetti; 2012 ile 2014 arasında Washington’daki Carnegie Endowment for International Peace’te davetli araştırmacı olarak çalıştı. Sovyetler-sonrası sahadaki İslam-siyaset ilişkileri ve Türkiye’nin bölgesel konumu (Kafkaslar, Orta Asya, Ortadoğu) üzerine araştırmalar yapmaktadır. Halen İstanbul Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nü (IFEA) yönetmektedir.

28 Haziran 2016’da, Orta Asya kökenli cihadcılar İstanbul’da havaalanına saldırıp kırk dört kişiyi öldürmüşlerdi. Bu saldırıyla bağlantılı olarak tutuklananlar içinde, Özbekler, Kırgızlar, Çeçenler, Dağıstanlılar ve Ruslar bulunuyordu. 1 Ocak 2017’de, yine Orta Asya kökenli olan Abdülkadir Maşaripov adında biri, İstanbul’da Reina adlı diskotekteki kıyımı gerçekleştiriyordu. Eski SSCB’deki bu cihadcılık hâdisesinin beslendiği kaynaklar nelerdir ve niçin Türkiye’yi hedef almaktadır?

 

b3d63867d8687c8e9e04e1b4abb19099

11 Eylül 2001 saldırılarından sonra cihad olgusu, çağdaş tarihe ve Batı’nın söz dağarcığına gürültülü bir giriş yaptı. Bir tecrübe sahasına dönüşmüş olan Afganistan’da silah altına alınanlar için cihad, Sovyet istilacılara karşı Afganların yanında Batılıların da desteklediği direnişe katılmaktı. Cihad Batı tarafından tanınan ve desteklenen bir kavgaydı. O dönemde, Afgan mücahitler hem Fransız Cumhuriyeti’nin saray yaldızları altında hem de Beyaz Saray’da ağırlanmaktaydılar [1]. Ama Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra hedef ve taraf değiştirerek artık Batı değerlerine çullanmaya başladılar. Müttefikken düşman, direnişçiyken terörist oldular.
Orta Asya’daki bu yeni cihadcılık, 1990’lı yılların başında Fergana Vadisi’nde ortaya çıkmıştır. Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın ortasında bulunan bu yoğun nüfuslu bölge, köklerini yerleşiklikten alan güçlü bir dinî ve kimliksel gelenekle büyük bozkır alanlarından hep ayırt edilmiştir. İlk fondamantalist İslamcı hücreler 1991 yılı sonunda Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra su yüzüne çıkmıştır. Sovyet ateizminden nihayet kurtulmuş bir toplumda, kimliksel bir yenilenme kaygısıyla tekrar dine dönüşü ve geleneksel kavmiyeti tekrar tanımlamayı arzulamaktadırlar.

 

islam kerimov
İslam Kerimov

Bu hâdise, özellikle o fondamantalist İslam’ın yeni iktidarla çabucak çatışmaya başladığı Özbeklerde baskındır — kaldı ki, bürokratik aygıtı, yönetimi, yöntemleri ve otokratik denetim değerleri değişmediği için bu iktidarın sadece adı yenidir. Bağımsızlığa kavuşulduğunda, Özbekistan Sovyet Cumhuriyeti’nin eski komünist parti genel sekreteri İslam Kerimov, yeni bağımsız devletin başına geçer ve 2016’daki ölümüne kadar orada kalır. Eski rejimin katı çerçevesini muhafaza ederken, komünist ideolojinin yerine, kavim ve Müslüman kimliğine dayalı milliyetçi bir söylem getirir; fakat her tür siyasî İslam biçimine şiddetle karşı çıkar.
Kendi kırılganlığının bilincinde olan Kerimov, Fergana Vadisi’ndeki görece popülerliklerini tespit ettiği İslamcı hücrelere karşı temkinli ve uzlaşmacı bir tutum benimser. Bununla birlikte, iktidarın tepesinde yerini sağlamlaştırdıkça, Orta Asya’daki diğer eski Sovyet cumhuriyetlerindeki mevkidaşları gibi, daha baskıcı bir rejime geçer; öyle ki, radikal militanlar Özbekistan’dan kaçmak zorunda kalırlar.

Tacikistan safhası

Ortalığı kasıp kavuran iç savaşın cihadcılık hâdisesine verimli bir zemin teşkil ettiği komşu Tacikistan’a sığınacaklardır önce. Sovyetler sonrası bütün rejimlere köklü bir husumet duyan o güçlerin içinde, bir hareket kendini çabucak kabul ettirir: İki karizmatik liderin, Cuma Namangani ile Tahir Yoldaşev’in başını çektikleri Özbekistan İslam Hareketi (ÖİH) örgütü [2].
1997’de Tacikistan’daki iç savaşın son bulması onları yeniden sürgüne iter. Doğal olarak, âşinâ oldukları Afganistan’daki Taliban tarafından ağırlandıkları görülür. Mücahitlere karşı savaş halindeki Kızıl Ordu’dan, Amerikalı ve Batılı işgalcilere karşı dövüşen Taliban saflarına geçen o savaşçıların bazılarının tuhaf yazgısıdır bu. Bizzat Cuma Namangani Kızıl Ordu’da paraşütçü olmuştur. Özbekistan İslam Hareketi’nin askerî lideri, sürgün ve köksüzleşmiştir; çoğu kişi gibi o da sınır tanımayan cihada katılır.

tahir1
Tahir Yoldaşev

Özbekistan İslam Hareketi’nin Tacikistan ve Afganistan’a yerleştiğindeki temel sözü, Taşkent’ten başlamak üzere Orta Asya’daki bütün kâfir rejimleriyle savaşmaktır. Bu hareket, 11 Eylül 2001 akabindeki Amerikan askerî müdahalesi sonrasında, Afganistan’dan ve Pakistan’ın kabile bölgelerinden, özellikle Özbek ve Kırgız toprakları başta olmak üzere Orta Asya’ya çok sayıda silahlı saldırı düzenler. Bu eylemler yine de zayıf kalır ve pek bir etki yaratmaz; zira cihadcılar hiçbir zaman ahalinin bağrında hakiki bir destek seferberliği uyandıramazlar.
Bu başarısızlık, Özbekistan İslamî Hareketi’ni tedricen Taliban ve El Kaide bağlantılı grupların safında küresel cihada katılmaya götürür. Amerikan ordusu tarafından iki liderinin –2001’de Namangani’nin ve 2009’da Yoldaşev’in– ortadan kaldırılması, örgütün El Kaide yapıları içinde eriyip gitmesini hızlandırır.
Eski SSCB’de yaşanan cihadcılık hâdisesi, Rusya Federasyonu’nun içindeki Kuzey Kafkasya’da da gelişir; fakat farklı ideolojik zemin ve özlemlerle. Çeçenistan’daki özgürlük savaşında ilk bir cihadcı atılım görülür; ancak, o sıradaki ulusal, hatta milliyetçi bir kavgayı harekete geçirici güç gibi görünmektedir bu. Gerçekten de Çeçen ayrılıkçı hareketinin, başlangıcında cihadcılıkla hiç alâkası yoktur. Fakat Rus baskısı yoğunlaştıkça, Cevher Dudayev ile Aslan Mashadov’un (Rusya Federasyonu’nun yasal çerçevesinde başkan seçilmiş olmalarına rağmen) ortadan kaldırılmaları ulusal direnci zayıflatır. Daha sonra bu direnç, özellikle Arap ülkeleri kökenli mali kaynaklar ve savaşçılarla dışarıdan güçlü bir şekilde beslenerek küllerinden tekrar doğar. Çeçen gerillası dönüşüm geçirir ve sanal emirliğin sancağı altında bir cihadcı yatağı haline gelir [3].
Kafkasya ile Orta Asya arasında dağılmış olan bu Kafkasyalı ve Orta Asyalı cihadcı kolları ve grupçukları, Sovyetler-sonrası alanda işbirliğine giderler. Suriye ve Irak’taki harekât sahaları, bilhassa savaşın Suriye’ye sıçraması ve IŞİD’in ortaya çıkmasıyla, onları birleştirecek ve ortak eylem noktaları olacaktır.

Suriye’ye giden dolambaçlı yollar

Kafkasya ve Rusya Federasyonu kökenli savaşçılar doğrudan Suriye’ye giderken, sayılarının 2000 ila 3000 olduğu tahmin edilen Orta Asya kökenli olanlar daha dolambaçlı güzergâh ve yollardan geçerler. Büyük çoğunluğu öz ülkelerini yıllar önce terk etmiştir. Uzun süre boyunca Afganistan ve Pakistan’da dövüşmüş, uluslararası hedefi olmayan bitmek bilmez bir savaşa batmışlardır. “Modası geçen” bu cihad biçimi dışarıdaki cihad adaylarını artık cezbetmemektedir; oysa Ortadoğu, Batı ve Suriye’de yaşanan savaş dikkatlerini çekmektedir.
Yıllardan beridir Rusya’ya yerleşmiş yurttaşlardan oluşan bir diğer grup ise, 2008-2010’daki ekonomik krizin sonucu olarak büyük Rus metropollerindeki yaşamlarının bozulmasıyla bu yola girmişlerdir. Camilerden ya da yasadışı radikalleşmiş medreselerden değil, çoğu zaman internetten ve sosyal ağlardan devşirilmişlerdir [4]. Bu savaşçıların motivasyonları arasında, mushafa dayalı fondamantalizm de vardır, her tür dinî temelden yoksun en barbar nihilizm de vardır. Harekete bağlanmalarının bir nedeni de ekonomiktir. Afganistan ile Pakistan’dan ayrılanlar ise, önlerine tek ufuk olarak çizilen silahlı mücadele sınırları içinde, cihad olsun diye cihad mantığını reddederler.
Üçüncü bir grup ise “muhacirun” [5] denen göçmenler grubudur; çoluk çocuklarıyla beraber, Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicretini örnek alarak, Orta Asya’daki rejimlerin ve toplumların “dinsizliği”nden kaçarlar. IŞİD’in –fondamantalist çevrelerde daima seferberliğe yol açan fantasmagorik bir mefhum olan– “halifeliği” ilan etmiş olması, Dar-ül İslam’ın çekiciliğini ve oraya göçü artırır [6].

Geçiş yeri Türkiye

Hem Orta Asya hem Kafkasya kökenli cihad adayları, açıklaması kolay nedenlerle Türkiye’den geçerler. Tarihsel olarak, Kafkasya ya da Orta Asya’da Rus fetihlerinin ilerlemesinden beri, eziyete uğrayan Müslüman toplulukları için Türkiye daima bir sürgün ve sığınma ülkesi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun sultanları uzun zaman boyunca Rus İmparatorluğu’ndaki Müslümanlar’a himaye göstermiştir; Ruslar ise Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Hıristiyanlar’a hâmi rolü oynamak istemiştir. Bu gelenek, Rusya Sovyetler Birliği’ne, Osmanlı İmparatorluğu ise modern Türkiye’ye dönüştüğünde de sürmüştür.
Bu yüzden İstanbul, toplum tarafından kabul edilmelerine karşın öz ülkeleriyle güçlü ilişkilerini koruyan sayısız Kafkas topluluğu için önemli bir metropol olmuştur ve hâlâ öyledir. Birinci ve ikinci Çeçenistan savaşları sırasında, bazıları dövüşmeye bile giden Türkiye’deki Kuzey Kafkasyalıların torunları sayesinde çok önemli dayanışma ağları kurulmuştur. Aynı şekilde, Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye ve İstanbul, Rus da olsa Sovyetik de olsa “kâfir” iktidarının hâkimiyetinden kaçan Orta Asyalı o göçmenlerin çoğu için bir çekim alanı olmuştur.
1930’lu yıllarda, bugün Orta Asya diye adlandırılan büyük Türkistan kökenli mülteci grupları sürgün için yola çıktıkları zaman, bazıları Türkiye’de sığınma imkânı bulmuştur. Aynı şekilde, Çin Türkistanı 1 Ekim 1955’te komünist Çin’e bağlı Sincan’a (Xinjiang) dönüştüğü zaman, sürgüne gitmek zorunda kalan Uygurların çoğu Türkiye’de sığınma imkânı bulmuştur. İstanbul’un Zeytinburnu gibi bazı mahallelerinde, hayli güçlü bir Orta Asya ortamı solunmaktadır. Üstelik, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından beri, Orta Asya ve Kafkasya kökenli göçmenlerin torunları arasındaki bağlar sürekli artmıştır.
Öte yandan, Suriye’deki çok çekici cihadın yolu üzerinde yer alan ve komşusuyla 900 kilometrelik bir sınırı olan Türkiye, cihad tarafından kırılganlaştırılmış ve sızmalara açık hale gelmiştir. Suriye Savaşı’na sokulup karıştırılan ülke, her cinsten cihadcılar için kaçınılmaz bir geçiş yoluna dönüşmüştür. Kafkasya ve Orta Asya kökenli cihadcılar ise, tarihsel, etnik ve dilsel nedenlerle orada özel bir şekilde ağırlanmışlardır.

Cihadcılar Ankara’ya karşı tavır alıyor

Türkiye’de hücreler kurup geliştiren IŞİD için, bu Kafkasya ve Orta Asya kökenliler, çok tercih edilen hedeflerdendir: Devşirme işlemine etkin bir biçimde katılırlar, uzak ülkelerden savaşçılar getirirler, hem Türkçe konuşur hem de Türkiye’yi tanırlar ve sürgünde duydukları hınçla yoğurdukları bir cengâverlik motivasyonları vardır. Irak-Suriye cephesinde, eski SSCB kökenli bu cihadcıların çoğu çeşitli cihadcı gruplarda, ama en fazla da El Kaide ile ilişiğini kestikten sonra Fetih El Şam adını alan El Nusra’da ve IŞİD’de dövüşmektedir. Eski Sovyetler Birliği kökenli olmak ve Rusça konuşmak, bu şekilde oluşan grupların içindeki bağlılığı ve görünürlüklerini artıran etkenlerdir.
Türkiye’deki cihadcı gruplarla savaşmak Ankara için kolay bir iş değildir. Öncelikle, Türkiye eski SSCB ülkelerine bir vize uygulaması koymak istememektedir; zira bunun idaresi pahalıya mal olacaktır ve o bölgeyle kurduğu ticarete ve turizme hayli bağımlı ekonomisi üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır. Sonra, Ankara ile o ülkeler arasındaki iyi ilişkilere rağmen, istihbarat ve güvenlik servisleri birlikte etkili bir biçimde çalışmakta güçlük çekmektedir. Bu alanda aynı kültürü, aynı değerleri ve aynı hedefleri paylaşmamaktadırlar; öyle ki, hüküm süren güvensizlik –hatta kuşkuculuk– yüzünden, hükümetin cihadcılara karşı hareket yeteneği felç olmaktadır. Halbuki Türk ordusunun El Bab’da IŞİD’e karşı savaşıyor olması, bu militanların Türkiye’den öç alma hırslarını artırmaktadır.

 

6d1d6775f472227fc43431034be74e21
Reina saldırısı

IŞİD’in etrafındaki mengenenin hem Türkiye’de hem Orta Asya’da daraldığı sırada, savaşçıların dönüşünden endişe duyulmaya başlanmıştır. İlkin, Orta Asya’ya ve Kafkaslar’a geri dönüş pek muhtemel görünmemektedir; kaldı ki, cihad etmek ve cihad toprağında ölmek için yola düşen bu savaşçılar bunu pek düşünmezler. Ama Sovyetler-sonrası bütün rejimler bu geri dönüş korkusunu saplantı haline getirdiklerini söylemektedirler. Buna karşılık, Türkiye’nin yakın konumu ve Ankara’nın artık resmî olarak IŞİD’e karşı savaş halinde olması, Türk topraklarını daha da hassas kılmaktadır. Sovyetler-sonrası sahadan gelmiş savaşçıların ise, ülkelerine dönmek yerine, –kendi deyişleriyle söylersek– “kâfirler” cephesine katılmış olan Ankara’dan öç almak için Türkiye’de harekete geçmeleri riski vardır.

[1] Nushin Arbabzadah, « The 1980s mujahideen, the Taliban and the shifting idea of jihad », The Guardian, 28 Nisan 2011.

[2] Vitali Naumkin, « Militant Islam in Central Asia : The Case of the Islamic Movement of Uzbekistan », Berkeley Program in Soviet and Post-Soviet Studies Working Paper Series, University of California, Berkeley, 2003.

[3] Gordon Hahn, « Getting the North Caucasus Emirate Right », CSIS, 2012 ; Deirdre Tynan, « Thousands from Central Asia joining ‘Islamic State’ », International Crisis Group, 21 Ocak 2015.

[4] 4Noah Tucker, Central Asian Involvement in the Conflict in Syria and Iraq : Drivers and Response, USAID, Mayıs 2015.

[5] « The North Caucasus Insurgency and Syria : An Exported Jihad ? », International Crisis Group.

[6] Deirdre Tynan, a.g.y.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.