Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Jean-Marc Lafon: IŞİD’in uzun vadeli hedefleri üzerine ayrıntılı bir inceleme

IŞİD’in uzun vadeli hedefleri üzerine ayrıntılı bir inceleme

Jean-Marc LAFON,

Kurultay.fr ve EchoRadar

Vahşetin idaresi

Bugün “cihad”ın farklı
çeşitlemeleri üzerimize çığ gibi, son derece sarsıcı görüntüler -fotoğraflar ve videolar- yağdırıyor. Bu görüntüler, bir halkın bombardımana tutulmasının sonuçları da olabiliyor; çarpışmada öldürülmüş paramparça düşman bedenlerinin kamyonlardan toplu mezarlara boşaltılması da; kafası kesilmiş, diri diri yakılmış, taşa tutulmuş kimselerin bina tepelerinden aşağı atılması da…

LK

2014 Yazı’nda, Amerikan malı Humvee’lerine tünemiş IŞİD savaşçıları Musul’da gövde gösterisi yaparken.

Savaş insanın idrak alanına giren bir şey -şiddet kullanımıyla siyasî amaçlara ulaşmaya yönelik bir araç. Tutkulardan ileri gelen görünmez sebeplerle de harlandırılıyor aynı zamanda- şiddetin tutku olmaksızın kudurganlaşması hiç tasavvur edilebilir mi?

Cihad: bir savaş, bir strateji, başvurulan göndermeler

Cihad yararına stratejik bir başvuru çalışması

Savaş sanatına hâkim olmak, onun görünmeyen tutkusal ve akılcı sebeplerinin ustalıkla ve dengeli bir biçimde kullanılmasına bağlı. Bu da cihad yararına teorileştirilmiş durumda. El Kaide şebekesi üyesi Ebubekir Naci (1), 2004’te internette Arapça olarak, Vahşetin İdaresi: Ümmet’in Önündeki En Kritik Aşama (İdare üt-tevhiş[1] ç.n.) başlıklı bir kitap yayınladı. Bu kitap William Mc Cants tarafından Harvard Üniversitesi’ndeki John M. Olin’in Stratejik Araştırmalar Enstitüsü için İngilizce’ye çevrildi. İşbu makale o çeviriyi temel almaktadır. Onu okurken bazen, Suriye’deki El Nusra Cephesi’nin yayılma öğretilerini okur gibi oluyoruz, oysa daha önce yazılmış… Ebu Musab El Zarkavi ya da örgütün günümüzdeki karar alıcıları gibi kimselerin vücut verdiği teorileri keşfediyoruz burada.

İdare edilmesi söz konusu olan “vahşet”, esirlerin yakılması ya da kafalarının kesilmesinden ibaret olan vahşet değil katiyetle. Daha önsözüyle birlikte ve bütün yazdıkları boyunca Ebubekir Naci, söz konusu “vahşet”i, bir siyasî rejimin çöküşünden sonra ve hukukun hükmünü sürdürmek için eşdeğer nüfuz sahibi hiçbir kurumsal otorite biçimi onun yerini almadığında geçerli olan durum, diye tanımlıyor. Netice itibariyle bir nevi orman kanunu bu. Kitabının her tarafı yöntemli bir biçimde Sünnet’e göndermelerle dolu olan bu inanmış cihadcı, dikkat çekici bir pragmatizmle, yasası Şeriat olan İslamî bir hilâfetin kurulduğu toplumun şekillendirilebileceği bir durum, bir kaynak gibi telâkki ediyor “vahşet”i. Vahşetin İdaresi, bilişsel ve duygusal sebeplerin din esaslı bir siyasî amaç yararına eşgüdümlü biçimde kullanılışını incelikli bir şekilde teorileştiren bir strateji derlemesi. Bu derlemenin okunması, cihadın aktörlerini insan varlığına özgü incelikleri anlamaktan âciz akıl hastaları ya da ilkel varlıklar yerine koyma eğilimindeki yorumları marjinalleştiriyor. Bir savaşçının başvurduğu literatüre göz atmaya tenezzül edilmediği vakit onun ne kadar yanlış anlaşıldığı bârizleşiyor. Zira günümüzde kendini gösterdiği haliyle cihadın mekanizmaları, bu işe vakfedilmiş bir strateji literatüründe adamakıllı içeriliyor. Bu yazı, size bunun bazı ana hatlarını sunacak. Tüm sebeplerini az çok kavramak için o kitabı okumaya zaman ayırmaya davet ediyorum sizi.

Kitabın kurucu paradigması (2)

Daha sonraki akıl yürütmeyi temellendiren dünya düzeni anlayışı, önsözde uzun uzun sergileniyor. Sykes-Picot Anlaşması sonrasındaki Ortadoğu’da eski hilâfet, iktidarlarını sadece silahlı güce dayandıran bağımsız devletler mozaiğine dönüşerek dağılır. Bu devletler, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler’e ve Ebubekir Naci’nin o dönemde Birleşmiş Milletler’in özü olarak tanımladığı yapıya katılmışlardır: Amerikan ve Sovyet süper-güçleri arasındaki rekabet etrafında örgütlenmiş iki-kutuplu bir dünyaya. Hilâfetin dağılmasıyla doğan devletler, kimi ABD’nin kimi de SSCB’nin olmak üzere uydular haline gelmişlerdir dolayısıyla. Sadece yönetici sınıflarının çıkarı doğrultusunda iş görerek, Amerikan ya da Sovyet velinimetlerinin çıkarına, yönettikleri ülkelerin ve halkların kaynaklarını yağmalar ve israf ederler. Bu yönetici sınıflar, halkları kendilerine karşı birleştirebileceğine hükmettikleri Akîde’ye karşı çıkmaktadır. Halkın ve ordunun içinde bulunan fazilet sahibi kişiler devleti devirip bir İslamî yönetim kurmayı başarsalar bile, Birleşmiş Milletler yeni devleti yaptırımlara çarptırmakta, sonra da yok edene kadar onunla savaşmak için içeride ve dışarıda silahlı gruplara mali kaynak sağlamaktadır (3). Bunun sonucunda en fazilet sahibi kimseler bile yılgınlığa ve kaderciliğe düşmekte, yolsuzluğa batmış devletlerin bir alternatifi olmadığını düşünmeye başlamaktadır. Bu dekoru kurduktan sonra, Ebubekir Naci ABD’nin ve SSCB’nin gücünü, ya da daha ziyade güç yanılsamasını ve merkezîliklerini tahlil ediyor. Naci’ye göre, bu süper-güçler uydularının ortasına ordugâh kurmuşlardır. Ama merkezden coğrafî olarak uzaklaşıldıkça gerçek güçleri silikleşmektedir ve bu gücün en ücra yerlerde icra edilebilmesi için:

  1. Uydulardaki hükümetlerin onlarla ağız birliği etmesi;
  2. “Aldatıcı” diye nitelenen küresel bir medya dokusu tarafından onların süper-güç oldukları yanılsamasının, ama aynı zamanda diğerkâm hislerle dolu evrensel velinimetler oldukları yanılsamasının da, ayakta tutulması lâzımdır.

Netice itibariyle ABD ve SSCB bütün dünyaya tanrılık taslamaktadır. Hatta Ebubekir Naci’ye göre iki süper-güç sonunda kendi “aldatıcı medyaları”na kendileri de inanmaya başlamış ve kendilerini küresel ölçekte kadirimutlak zannetmeye başlamıştır. Netice itibariyle Tanrı zannetmeye…

Afganistan’da SSCB’ye karşı savaş: Stratejik kopuş

Böylece SSCB, ezici gücüne güvenerek, Afganistan’da kendi isteğini dayatmaya kalkışmıştır. Uzun yıllar sonra, bozguna uğratılmış, morali bozulmuş ve infilâk noktasında çekilmiştir oradan.
Ebubekir Naci Afganistan’da Sovyetler’e karşı savaşı, modern muzaffer cihadın kurucu olayı ve Sovyet İmparatorluğu’nun infilâkında barutu ateşleyen kıvılcım olarak tasvir ediyor. Şu dünyadaki yaşama ve nimetlerine bağlanmış materyalist savaşçıların, cennete doğru yol aldıkları için kaybedecek hiçbir şeyi olmayan iman ehli karşısındaki moral bozgununu cisimleştiren ilk çatışmayı görüyor burada. Yolsuzluğa karşı faziletin zaferi olan bu savaşın SSCB için teşkil ettiği mali yıkım ve, esas unsur, maruz kalınması gereken onarılmaz itibar kaybı sonucunda, yenilmezlik efsanesi çökmekteydi. Bu son veçhe, Ebubekir Naci tarafından, dünya gözünde itibarını yitirmiş bir Sovyet imparatorluğunun çöküşünün ve bizzat eski SSCB’deki bazı cumhuriyetlerin bağrında cihadcı hareketlerin doğuşunun temeli olarak yorumlanıyor. Doğu ile Batı arasındaki silahlanma yarışının Sovyet ekonomisi üzerindeki yıkıcı etkisinin Ebubekir Naci tarafından düpedüz es geçildiğini kaydedelim.

ABD süper-güç rolünü tek başına üstlenerek SSCB’nin de yerini almıştır. Artık bir geçmişten güç almakta olan hilâfet yanlıları için bunun sonuçları nedir? Müthiş bir fırsattır; zira Ebubekir Naci’ye göre, ABD ordusu ve müttefiklerinin orduları eski SSCB ordusuna nazaran hayli yumuşaktır ve sadece aldatıcı bir medyatik hâlenin ardına gizlenen bir “efeminelik”le (metinde aynen böyle) malûldür. Onlara Afganistan’daki Sovyet kayıplarının ve Çeçenistan’daki Rus kayıplarının onda biri verdirilebilse, çarpışma iradeleri ortadan kalkacaktır. Üstelik, ABD’nin coğrafî uzaklığı, Cihad’ın yaşandığı bölgelerde güç göstermesini hayli masraflı kılmaktadır. Dolayısıyla ABD’yi de SSCB ile aynı hatayı yapmaya itmek gerekmektedir: Aracılar üzerinden karışması yerine, onu mümkün mertebe doğrudan müdahaleye yöneltmek; böylelikle de SSCB’nin hakkından gelmiş olduğuna hükmedilen sürecin aynısını tekrarlatıp onu sahada alt ederek herşeye-kadir olduğu görüntüsünü ortadan kaldırmak.

Bir İslam devleti kurmak: yer tespiti ve safhalandırma

Harekâtlara sahne olacak yerlerin seçimi

Girişimdeki nihaî siyasî amaç, siyaseti ve toplumsal düzeni Şeriat’la yönetilecek sürdürülebilir bir İslamî hilâfeti yerleştirmektir. Seçilebilecek tüm alanlar kâfir devletler tarafından tutulduğuna göre, ancak savaşla (Cihad’la) mümkündür bu. Bu amaçla Ebubekir Naci, öncelik sırasına göre harekât sahalarının seçiminden başlamak üzere, yöntemli bir yaklaşımı teşvik ediyor. Öncelik ise pragmatik kıstaslar uyarınca belirleniyor.

  • Arazi coğrafî derinlik arz etmeli ve izlenecek yol ve yönteme elverişli bir topografyaya sahip olmalı.
  • Devlet otoritesi çevrede, hatta çok kalabalık kentlerin varoşlarında hissedilir ölçüde azalmış olmalı.
  • Sahada önceden cihadcı bir kalıntı mevcut olmalı.
  • Ahali kültürel ve dinî bakımlardan tebliğe açık olmalı.
  • Kesin engeller bulunmaksızın silah kaçakçılığı mümkün olmalı.

Ebubekir Naci ilk olarak aşağıdaki listenin çıkarıldığını teyit ediyor: Ürdün, Mağrip ülkeleri, Pakistan, Yemen, Suudi Arabistan ve Nijerya. Bu listenin hazırlık niteliğinde olduğunu, dolayısıyla zenginleştirilebileceğini belirtiyor. 2001’deki 11 Eylül New York saldırılarının akabinde, yürütülmekte olan harekâtlar düşünülerek Nijerya ile Suudi Arabistan’ın listeden çıkarıldığını ekliyor.

ÖNEMLİ NOT: Kitabın yayın tarihini gözden kaçırmayın: 2004.

ÖNEMLİ NOT 2: Cihadcı felsefe ulusları ve sınırlarını öz itibariyle kâfirlik telâkki ettiğinden, bu ülke adlarını coğrafî bölgeler olarak anmaktadır.

Öncelikli olmayan bölgeler de herşeye rağmen “nitelikli” harekâtlara maruz bırakılmalıdır; bu harekâtlarda illâki bir yüksek-komuta düzeni (4) sağlanması gerekmez; düşmanın itibarına halel getirerek gençleri cihada çeken bir etki yaratırlar- saldırı düpedüz bir adam devşirme aracı gibi telâkki edilmektedir. Örnek olarak Endonezya’da Bali (12 Ekim 2002, 202 ölü), Tunus’ta Cerbe (11 Nisan 2002, 19 ölü) ve Suudi Arabistan’da Riyad saldırıları (12 Mayıs 2003, 39 ölü ve 8 Kasım, 17 ölü) zikredilmektedir.

Eylemin planlanması ve safhalandırılması

Ebubekir Naci, önceden açıklanan siyasî hedefe ulaşmak amacıyla harekât planında hayata geçirilecek başlıca üç perdeyi ayırt etmektedir. Sabır bir meziyet telâkki edildiğinden, çabuk bir sonucun peşinde gitmek hiç söz konusu değildir; asıl önemlisi, sürecin sonunda arzu edilen çıkışın olmasıdır. Söz konusu üç perde aşağıdaki şekilde gösterilir:

Moral bozma ve bitkin düşürme > Vahşetin idaresi > İslam devletinin kurulması

Birinci perde, “moral bozma ve bitkin düşürme”, bazı fiilî durumlardan yararlanacaktır.

1.– Kâfir devletleri öncelikli olarak yönetici sınıflarını, yabancıları ve ekonomik açıdan stratejik tesisleri (özellikle petrolle alâkalı) korurlar. En gözde kuvvetlerini bu işe tahsis ederler.

2.– Dolayısıyla az stratejik bölgelere tahsis edilen güvenlik kuvvetleri pek güvenilir değildir, iyi savaşamazlar ve sıkı denetim altında değillerdir.

3.– Gizli servislerde ve poliste kadro sıkıntısı vardır; zira kâfir devletleri, içlerine sızılma riski taşıyan çok sayıda memur yerine kısıtlı sayıda güvenilir ajan kullanmayı tercih ederler.

4.– Kuvvetlerini bir araya toplayanın denetimi azalır; bu kuvvetleri dağıtanın ise etkisi azalır.

Dolayısıyla cihadcılara başlangıçta kâfir devleti için öncelikli olmayan, mütevazı korumalı sektörleri zayıf şiddet eylemleriyle vurmaları öğütlenmektedir. Sonra eylemlerin şiddeti artırılmalıdır. Bu tedrîcîlik, düşmana tehdidin git gide büyüdüğü izlenimi verirken, savaşçıların el alıştırmalarını sağlayacaktır. Mümkün olduğunda, az stratejik bölgelere tahsis edilmiş ikinci sınıf güvenlik kuvvetlerine saldırılması tavsiye edilir: Alt edilmeleri kolay olduğu için, bozgunları merkezî devleti itibarsızlaştırmaya ve moralini bozmaya katkıda bulunacaktır; cihadcılar daha sonra yapacakları harekâtlarda yararlı olacak malzemeyi onlardan temin edecek, aynı zamanda da kâfir devletinin gücünün herşeye yettiği yanılsamasını sarsacaklardır. Şiddetteki tedrîcîlik, kitlesel eylemden ziyade, tercihen aynı anda birçok yerde çok sayıda ayrı eylem yürütmeyi mümkün kılmalıdır. Her yerde hüküm süren ve git gide arttığı hissedilen bir emniyetsizlik karşısında, kâfir devleti büyük kent merkezlerinin, yabancıların ve hayatî önemi hâiz ekonomik bölgelerin korunmasını güçlendirirken, kırları ve büyük kent varoşlarını ihmal edecektir. Böyle yapınca, ne kamu hizmetini ne de hukuk devletini arkasında hisseden ve bu yüzden büyük sıkıntı yaşayan halk kesimlerini yüzüstü bırakmış olacaktır. Kitabın başlığında atıfta bulunulan vahşet hâlidir bu. Harekâtların devamı da bu hâli cihad için bir beslenme kaynağı haline getirecektir.

İkinci perdenin, yani “vahşetin idaresi”nin amacı, müstakbel İslam devletinin toplumsal, askerî ve ülkesel zeminini inşa etmektir. Bu aşamada cihadcı merci kaosun eline düşmüş bir toplumu kurtarmaya gelerek onu Şeriat’a elverişli kılmak için tekrar şekillendirir ve izlenecek eylem hattının zemini haline getirir. Başlangıç olarak, Batılı strateji uzmanları tarafından “soft power” diye adlandırılanın cihadcı bir sapması söz konusudur.

Tekrar şekillendirmek için “vahşi” topluma damla damla zerk edilen yeni ahlâk temelleri Şeriat’ın temelleridir ve Ebubekir Naci yeniden, duyarlılaşmanın en temel veçhelerle başlamasını, daha az esasî şeylerle ise ancak İslamî ahlâkın tahakkuk eden ilerlemelerinden sonra uğraşılmasını öğütleyerek tekrar tedrîcîlik kavramında ısrar eder.

Sürecin ilk safhalarında, merkezî iktidara husumet duyan silahlı gruplarla, cihadcı olmasalar bile, ve cemaatin bağrında zararlı bölünmelere yol açmadığı takdirde, işbirliğine girilmesi tavsiye edilir. Daha ileri safhalarda ise bilâkis, bu grupların, çok doğal olan Ümmet’in birliği çerçevesinde cihadcı yapının bağrında dağıldığını görmüş olduk. El Nusra Cephesi’nin (El Kaide’nin Suriye’deki kolu) kendisine bağlı olmayan isyancı hareketlerin gücünün çoğaltıcısı haline gelerek Suriye kırlarında topluma şekil verişini düşünmemek elde değil… (5) Söz konusu coğrafî yöre, ahalisi ve kaynakları; bütün bunlar askerî olarak savunulmalıdır ve sonraki eylemler için üs hizmeti görmelidir. Cihadcılar için bu eylemlerin maksadı, “vahşet” topraklarında güç kazandıktan sonra bir vadede bu eylemleri başka yörelerde çoğaltmaktır. “Soft power” söz konusu değildir artık; Ebubekir Naci de bu savunmanın temel direğinin şiddet ve dehşet yoluyla caydırıcılık olduğunu belirtiyor. Vahşet idaresinin bölgesine yapılan her saldırıya, saldırganın kafasında her tür tekrar kalkışma fikrini bile acılı kılacak, en beterinden onur kırıcı cevaplar verilmelidir.

Üçüncü perde, İslam Devleti’nin kurulması, önceki safhaların basit bileşkesidir ve bu yönüyle hiçbir yorum gerektirmez.

Şiddet, şiddetin İslam’a uygunluğu, kullanımı

Cihad, İslam değildir. Cihad, İslam yararına savaştır

Ebubekir Naci kitabının 4. bölümüne “Şiddet kullanmak” başlığını koyuyor. Ve bu bölümdeki ilk cümlelerinden itibaren uyarıyor: Cihad anlayışına göre, her tür gevşeme değişmez bir biçimde yıkıma götürür. Cihad bir savaştır ve ya sahada zafer kazanmak için, ya “moral bozma ve bitkin düşürme” harekâtı çerçevesinde düşmanı çarpışmaktan caydırmak için şiddet kullanarak yürütülür.

“Cihadın pratik tecrübesini yapanlar, onun şiddet, sertlik, terörizm, ürküntü ve katliam olduğunu bilirler -cihaddan, kavgadan bahsediyorum, İslam’dan değil; karıştırılmasın.” (Ebubekir Naci, Vahşetin İdaresi, 4. Bölüm).

Terörizmin tamamen üstlenildiğini kaydedelim; ki bu da bazı kötü aydınlatılmış “fan”ların bu sözcüğün bazı fiillere işaret etmek için kullanılması karşısında yürüttükleri tartışmaları unutulmaya mahkûm eder. ”Nazarî cihad tedrisatından geçenler”in tereddüt gösterdikleri noktalar elinin tersiyle reddedilmektedir. Kaldı ki, şiddetin en uç biçimlerini çabucak reddeden cihad adayları, içtenlikle “evlerinde kalmaya” davet edilir. Şiddet, -çarpışmalardaki- mekanik etkileriyle ve -sahneleme ve algılatma yoluyla yarattığı- psikolojik etkileriyle cihadın merkezî bir aracıdır.

“Bedelini ödetmek”

Ebubekir Naci’nin doktrini, cihadcılara karşı girişilen her hasım eyleminin bir bedeli olmasını öğütler. Bunun amacı; onu hedef seçen düşmanın, bunun bedelini ödeyeceğinden, ve bunun pahalıya mal olacağından katiyetle emin olmasıdır. Aceleye mahal yoktur ve bir olayın yıllarca sonra “bedelini ödetmek” mümkün olduğu gibi, bunun herhangi bir yerde olabileceği de belirtilir. Mısır polisi mücahitleri hapse attığında, mesela Cezayirli mücahitlerin bir Mısırlı diplomatı kaçırması ve ele geçirilmiş cihadcılarla değiş-tokuş teklifi mümkün olacaktır. Pazarlığın başarısızlıkla sonuçlanması durumunda rehineye yapılacaklar ise son derece açıktır.

“Aynı zamanda öyle bir şiddet politikası yürütülmelidir ki, istekler yerine getirilmezse rehine dehşet verici bir şekilde infaz edilsin, böylelikle de düşmanın ve destekçilerinin yüreklerine korku salınsın.” (Ebubekir Naci, Vahşetin İdaresi, 4. Bölüm).

Ebubekir Naci cihada ve onun propagandasına vakfedilecek medya organlarının kurulmasını teşvik eder. Elinizdeki yazı tüm kitabı ele alma iddiasında olmadığından -bir blog kendini ansiklopedi yerine koyamaz-, hiç kuşkusuz anlamlı ve sıcak bir konu da olsa, burada bu veçheyi geliştirmeyeceğiz. Ama okur, rehineyi katletme tarzı ile bu tarzın düşmanda ve müttefiklerinde yaratması beklenen ürküntü arasındaki ilişkiyi kendi başına kuracaktır. Ulaşılması beklenen sonuç, infazın medyatikleştirilmesini icap ettirmektedir.

Dehşet sorunu

IŞİD tarafından esir alındıktan sonra bir kafes içinde diri diri yakılan Ürdünlü pilot Moaz Kasasbeh’in öldürülüşünü gösteren videonun bütün dünyada yol açtığı sarsıntıyı hatırlatmak yararsız. Bu konuda eğrisiyle doğrusuyla çok şey okuduk. Fakat yine Vahşetin İdaresi’nin 4. bölümünde bu durumun öngörüldüğü pek bilinmiyor. Yazar, Peygamber’in yoldaşı ve onun ölümünden sonra ilk İslam halifesi olan Ebubekir es-Sıddık’a atıfta bulunuyor. Bahsedilen durumda birisini diri diri yaktırmıştır; bunu zevkinden yaptırmamıştır -fazilet sahibi bir Müslüman olarak empatisi hayli kuvvetli biri olarak takdim edilir- fakat cihad çerçevesinde İslam düşmanlarının yüreklerine ürküntü salmak için yapmıştır. Herhangi bir faydası olur diye tekrar hatırlatayım ki, Vahşetin İdaresi, on bir yıl önce, 2004’te yayımlanmıştı.

Hava bombardımanları özel olarak 4. bölümde ele alınıyor. Ebubekir Naci, müstahkem mevkiler ve siperler işe yarasa bile, “bu işe tekrar kalkışmadan önce bin defa düşünsün diye düşmana bunun bedelinin ödetilmesi” gerektiğini belirtiyor. Moaz Kasasbeh’in infazından sonra IŞİD’in internetteki resmî dergisi Dabiq, 7. sayısında, bu konuyu ele alan bir makaleyi, infazın videosundan alınmış görüntüler ve bombardımanlarda ölmüş çocukların görüntüleriyle birlikte yayınladı. Bu makalede, tarihsel evveliyatı ayrıntılarıyla nakleden bir gerekçelendirme yazısı ile, Ebubekir es-Sıddık’a (sadık yoldaş) ve Ebubekir Naci’nin dile getirdiği “bedelini ödetme” öğretisine bu ikili atıf görülür.

“Böylece İslam Devleti sadece Allah’ın elçisinin izinden gitmekle kalmamış, münkirlere ibret olsun diye misilleme olarak ateşle cezalandırarak onun sadık yoldaşını da misal almıştır.” (Ebubekir Naci, Vahşetin İdaresi, s. 8).

İki mefhum yan yanadır: misilleme (kısasa kısas) ve dehşet salma (terör). Hem maruz kalınan bombardımanlar, hem “bedelini ödetme” öğretisi, hem de sahada etki yaratmayı icap ettiren savaşın temel veçheleri iki mefhumu da meşrulaştırmaktadır. Başlangıçtaki noktaya dönülmüştür. Bunun ilkesi cihadcı literatürde on bir yıldır yazılmaktadır. Gerekçelendirme yöntemi de aynıdır; belgelenen olaylar hakkında bir içtihat oluşturulmaktadır. Sentez: Vahşetin İdaresi’nde aktarılan doktrine göre, terör yoluyla caydırma bir savaş eylemidir, tıpkı bir tüfek atışı gibi; savaş durumunda da kullanımı normal telâkki edilmektedir.

Bu arada okura, 2014 Yazı’ndaki Irak olaylarını hatırlatalım: “Kâfir” nüfusun zorunlu kitlesel göçü ve -birlikleri dövüşmeden araziyi, altyapıları, silahları ve malzemeleri düşmana terk ederek toplu olarak kaçan- Irak ordusunun bozgunu, terörün harekât niteliğinde kullanımının etkisini çok çarpıcı biçimde gözler önüne sermiştir. Kıyametvâri propagandasına hizmet eden kitlesel infaz videoları, IŞİD savaşçılarını, kendilerinden hayli fazla sayıda, daha iyi teçhizatlı ve savunma operasyonlarına özgü avantajlardan yararlanan bir düşmanla çarpışmaktan esirgemiştir. Sonuçlar pragmatizmin başvuracağı kaynaklar arasına girmiştir…

Geçici sonuç

Bugün yaşanmakta olan ve cihadcılıktan sudur eden çatışmalar, Vahşetin İdaresi’nin nasıl hayata geçirildiği hakkında sürekli aydınlatıyor bizi. İktidar çevreleri ve haber medyaları, internete erişimin gitgide artmasının cihadcıların adam devşirmedeki güçlerini misliyle katlayan bir rol oynaması sorunuyla yüz yüze gelmişlerdir. “Moral bozma ve bitkin düşürme” operasyonları çerçevesindeki tebliğ çalışmasının muhtemelen yoğunlaşacağı anlamına da gelmektedir. Üstelik, işin bu veçhesi adam devşirme veçhesinden ayrı tutulamaz. Ebubekir Naci, düşmana indirilen darbelerin cihad taraftarlarını cesaretlendirdiğini ve onlara kavgaya katılma isteği verdiğini de ifade ediyor. Vahşetin İdaresi’nde ele alınan, özlülük ve erişilebilirlik kaygısıyla da burada üzerinde fazla durulmayan konular arasında, komuta ve idare etme ehliyetleri, sahadaki aktörlerin kendilerine yardımcı bir öğretisel çerçeve çizmeyi başarmış olan komuta nezdindeki özerklikleri (6) ve öldürülen ya da tutsak düşen kadroların yerini alabilecek, değişik alanlarda yetiştirilmiş kadroların aralıksız eğitimi bulunmaktadır. Söylendiğine göre Ebubekir Naci, Pakistan’ın kabileler denetimindeki bölgelerinden olan Kuzey Veziristan’da bir Amerikan insansız hava aracı tarafından öldürülmüştür. Yakın zamanda yaşanmış ya da yaşanmakta olan cihadcı tecrübelerden çıkarılan dersleri aktarmak ve bunlardan yararlanmak için bir ya da birden fazla vekil bulmuş mudur kendine? Bulmadığını zannetmek pek mâkul olmaz herhalde…

Jean-Marc LAFON, Kurultay.fr

(1) Al Arabiya televizyon kanalına bağlı enstitü araştırmacılarının dediğine göre, Mısırlı Ebubekir Naci’nin gerçek adı Muhammed Hasan El Hakim’dir, El Kaide kadrosu olarak kullandığı ad ise Ebu Cihad Al-Masri’dir. 1961’de doğmuş ve 31 Ekim 2008’de Pakistan’ın Kuzey Veziristan bölgesinde bir Amerikan insansız hava aracı tarafından öldürülmüştür.

(2) Her ne kadar gerek olmasa da yanlış anlaşılmaması için belirteyim ki, söz konusu düşünceler Ebubekir Naci’ye aittir.

(3) Ebubekir Naci, Afgan Taliban hükümetinin devrilmesini böyle bir mekanizmaya isnat ediyor ve 11 Eylül 2001’deki New York saldırıları düzenlenmeden bunun zaten öngörülmüş olduğunu ileri sürüyor.

(4) Ebubekir Naci, sahadaki aktörlerin yerel “idareciler” sıfatıyla büyük bir özerkliği ellerinde tutmalarını tavsiye ediyor. El Kaide’den sık sık bir “nebula” olarak bahsedilir. Bendeniz ise bunu yüksek düzeyde özerkliği olan bir şebeke/ağ gibi görmekteyim.

(5) Yazar bu sorunu El Nusra Cephesi’ne yönelik mesajında ele alır. Jennifer Cafarella, Institute for the Study of War (ISW) için bu konuda çok bilgilendirici bir çalışma yapmıştır.

(6) Özerkliğin de sınırları vardır: Operasyon yürütenler ortak olarak benimsenmiş “ahlâkî” çerçeve içinde hareket etmelidir. Üstelik, 11 Eylül 2001’deki gibi eylemler gıyaben teşvik edilmemektedir ve Ebubekir Naci’ye göre, riskli oldukları, pahalıya patladıkları ve daha mütevazı fakat daha çok sayıda eylemin gerçekleştirilmesine engel olabildikleri için ancak yüksek komuta tarafından düzenlenmelidir.

(23 Ağustos 2015)

Fransızcadan çeviren: Haldun Bayrı

Yazının orijinalini okumak için

[1] Ürkmek (Arapça Vahşet)’ten ürkütme (Tevhiş) (ç.n.).

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.