Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Putin: Buz Adamın Yükselişi/1 Sovyet sisteminde yetişti, yeni Rusya’yı inşa etti

1952 yılı… Sovyetler’i kuran Bolşevik Devrimi’nden 35 yıl sonra yine bir Ekim ayı… Bir gün Sovyetler sonrası Rusya’yı inşa edecek ve bizlerin de yakın tarihine damga vuracak adam o tarihte dünyaya gözlerini açtı. Bugün modern Rusya Devleti’nin sembolü haline gelecek olan o adamın ailesi de Sovyetler döneminde devlet ile iç içe bir aileydi. Örneğin, dedesi Lenin’in aşçılığını yapmıştı. Nitekim kendisi de bu ünsiyete bigâne kalmayacaktı ve 1975’te Leningrad’da hukuk fakültesini bitirir bitirmez soluğu KGB’de alacaktı. Yüksek lisansını ekonomi alanında yaparken bir KGB elemanıydı ve belki de onu ileride parlak bir devlet adamı yapacak yolun kapısını açacak dönüm noktası da KGB tarafından Almanya’da görevlendirilmesiydi. O noktadan sonra yükselişi hiç durmadı. Akademik hayatta idari görevler, St. Petersburg Belediyesinde en yüksek kademeler derken 1996 yılında Kremlin’e adımını attı. Bir daha geri dönmemecesine…

1

Kremlin’de 2 yıl boyunca yüksek idari görevler yürüttükten sonra 1998 yılında devletin kalbinde bir vazifeye atandı: Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) Başkanlığı. Bu görev de onun devlet adamlığı kariyerinde bir diğer sıçrama noktasıydı. Bir bunalımın içinde sürüklenen Rusya’nın kozmik odasındaydı ve kısa sürede büyük bir tecrübe elde etti. Bu tecrübeleri de onu 1999 yılında Başbakanlığa taşıdı. Lakin yükselişi henüz bitmemiş, hatta yeni başlamaktaydı…

Rusya’daki bunalım bir krize dönerken alevden bir topu kucağında bulmuştu. Bu yükün altında kalkıp ülkesini uçuruma yuvarlanmaktan kurtarabilirse şayet, Sovyetler sonrası Rusya’yı ihya eden adam olacaktı. Fakat bu yük öyle bir yüktü ki Devlet Başkanı Boris Yeltsin artık altından kalkamıyordu. Ve dünya yeni milenyuma girişini kutlarken Yeltsin görevini terk ediyordu… Gözünün arkada kalmamasını sağlayan şey, birkaç ay önce FSB Başkanlığından Başbakanlığa geçmiş ve Anayasa gereğince yeni bir seçime kadar vekâleten Devlet Başkanlığı yapacak bu adamdı: Yani Vladimir Putin…

Dünya, kendi ülkesinin de dâhil olduğu iki dünya savaşını ve bir “Soğuk Savaşı” ihtiva eden 20. yüzyılı geride bırakırken Vladimir Putin kendini büyük ama dertli Rusya’nın en başında bulmuştu.

İşte bizim hikâyemiz de bu noktada başlıyor…

Günümüzde hem Türkiye’ye dair hem de bölgesel ve uluslararası düzlemde karşımıza çıkan en önemli politik aktörlerden biri olan, mevcut uluslararası krizlerin hatırı sayılır bir kısmında başrolde yer alan ve hâliyle bizi yakından ilgilendiren bir figür olan Putin’in, Devlet Başkanı olarak dünya siyasetinde yükselişinin kısa bir özetini sunmak istiyorum. Kendisinin Yeltsin’den kucağına kalan alevden topunu tutuşundan “ustalık dönemi” denebilecek son başkanlık döneminin başlangıcına kadar (2012’den günümüze kadar süren ve Ukrayna, Suriye gibi birçok krize sahne olan dönem) olan 12 yıldaki yolculuğunun kilometre taşlarını ortaya koymaya çalışacağım.

Konuya dair genel bilgi dağarcığımı oluşturan birçok yazının yanında, asıl olarak, yazımdaki kronolojiyi detaylarıyla oturtmamı sağlayan ve kullanacağım görüntüleri derli toplu olarak sunan; BBC yapımı “Putin’in Rusyası” belgeseline büyük şükranlarımla…

Kriz İçerisindeki Rusya

Vladimir Putin, Boris Yeltsin’in istifasıyla kendini bir anda Devlet Başkanlığına vekalet eder durumda bulduğunda hazırlıksız değildi. Çünkü Yeltsin, Rus istihbaratının en tepesinden Başbakanlığa geçen bu parlak devlet adamının daha göreve başladığı ilk dönemde, ona istifa planından bahsetmiştir. Bu sebeple Rusya’nın içinde bulunduğu krizin en temel sebeplerine dair zihinsel bir hazırlık yapmış olmasına kesin gözüyle bakabileceğimiz Putin’in, Devlet Başkanlığı görevini üstlenir üstlenmez attığı ilk adımlar Çeçenistan ve “oligarklar” meselelerine yönelik olmuştur.

Dağıstan’ın İslamcı mücahid grupların kontrolüne geçmesiyle Rusya açısından Çeçenistan sorununun işin iyice içinden çıkılmaz bir hâl almasından korkuluyordu. Bu sebeple daha ilk andan itibaren çok sert güvenlik tedbirleri alacağı mesajını veren Putin dediğini yapmakta da gecikmedi. Çeçen başkenti Grozny’nin şedit bir şekilde kuşatılmasıyla sonuçlanan operasyonlar için düğmeye bastı. 3-4 yıl önceki Grozny Savaşı’nı aratmayan bir yıkıma sahne olan bu operasyonlarla beraber hem bir süre devam edecek olan Grozny kuşatması başladı hem de günümüzde de devam edecek şekilde, Çeçen başkentinde Rus nüfuzu tesis edildi. Putin, ilk mücadelesinden istediği sonuç ile ayrılmıştı.

https://youtu.be/_c-q8tFDEe0

Öte yandan Rusya ekonomik olarak ciddi bir darboğazın içinde sürüklenmeye devam ediyordu. O sırada hükümet içerisinde kriz çıkmıştı. Putin, o dönem Başbakanlık görevini yürüten (sonraları –bir video sızıntısı skandalıyla ipi çekilene kadar- Putin’in muhalifleri arasında yer alacak olan) Mikhail Kasyanov’a sorunu çözmesi talimatını verdi.

Hükümet cephesinde, krizden çıkış için atılacak ilk adımın vergi düzenlemesi olması gerektiği düşünülüyordu. Daha açıkça belirtmek gerekirse vergilerin sabitlenmesi (yanılmıyorsam %13 oranında) fikri ağırlık kazanmıştı. Fakat Başkan Putin, bu fikrin ne kadar iyi bir fikir olduğuna emin değildi. Kendi deyimiyle, Rusya bir kavşaktaydı ve atılacak adım büyük bir ekonomik krizin patlak vermesine de sebep olabilirdi. Ancak yoğun müzakereler neticesinde ikna oldu ve yeni vergi düzenlemesini halka duyurdu. Her ne kadar alınan bu karar bürokratların ve hükümetin şekil verdiği bir karar olsa da sorumluluk altına giren büyük ölçüde, taze Devlet Başkanı Putin oluyordu.

Putin, yeni vergi hamlesinin ve atmayı düşündüğü daha birçok adımın kendisiyle, ülke ekonomisini ellerinde tutan oligarkları karşı karşıya getireceğini biliyordu. Birçoğu petrol-doğalgaz ve maden sektöründe devasa şirketlerin sahibi olan milyarder oligarklar, aynı zamanda vermeleri gereken muazzam ölçüdeki vergileri devlete ödemekten de kaçıyorlardı. Tüm bunları yaparken sistemi avuçlarının içinde tutmaya ve tüm siyasi süreçleri kendi lehlerine yönlendirmeye de alışmış durumdalardı.

Böyle bir durumda Putin büyük bir siyasi risk aldı ve ülkedeki krizin kaynağı olarak gördüğü güçlü oligarklara karşı savaş başlattığını en baştan deklare etti. “Yeni Rusya”da, ülkenin doğal kaynaklarını sömüren ve bunun vergisini dahi vermeyen, devasa servetleriyle medyayı ve siyaseti esir almış olan bu işadamı takımına karşı büyük bir mücadeleye girişmeyi Rusya için elzem görüyordu.

Putin her ne kadar oligarklara karşı kararlı duruşunu medyada açıkça belirtse de o dönem Rus medyası daha çok oligarkların etkisi altındaydı. Sırf bu olgu dahi Putin’in başlayacağı mücadeleden mağlup ayrılmasına yol açabilirdi. Fakat tam bu dönemde kritik bir gelişme oldu ve oligarklarla dirsek temasında olan Yahudi medya patronu Vladimir Gusinsky yolsuzluk suçlamasıyla tutuklandı. Gusinsky; Rusya’nın “Rupert Murdoch’u” olarak anılıyordu ve NTV, TNT, NTV Plus, Echo Moscow, Seven Days Yayınevi, muhtelif radyo kanalları, internet girişimleri, film stüdyoları ve medya tasarım şirketlerinden oluşan bir medya ağının tepesindeki isimdi. Her ne kadar Putin bu gelişmeleri kendisinden bağımsız yargısal gelişmeler olarak sunsa da herkes sahne arkasında büyük bir savaşın başladığının farkındaydı ve göründüğü kadarıyla dalaşmaya niyetli olduğu “büyük güce” gözdağı verebilmek için ilk adımı Putin cephesi atmıştı.

Gusinsky gibi bir “ağır top”un bir anda parmaklıkların arkasına düşmesi hem ulusal hem de uluslararası çapta şok etkisi yaratmıştı. Alman Şansölyesi Schröder dahi bu meseleye dair devreye girme ihtiyacı hissetmişti. Ancak Putin, yaptığı hamle istediği neticeyi getirmeden bir taviz vermemeye kararlıydı ve nitekim bu kararlılığı, karşı cepheye ilk büyük darbeyi vurmasını sağladı. Gusinsky, başında bulunduğu büyük medya ağını devlete satmayı kabul etmek durumunda kaldı ve anca buna rıza gösterince özgürlüğüne kavuştu. Serbest kalmasının akabinde de ülkeyi terk etti…

Putin oligarkların kalesine önemli bir gol atmıştı. Bu atmosferin yardımıyla oligarklarla yüz yüze gelebilirdi. Ülkenin servetinin önemli bir kısmını ellerinde tutan ağır topları Kremlin’e çağırdı. Daha sonraları anlayacaktık ki bu toplantı, “Putin’in kurallarının geçerli olduğu yeni Rusya’ya” açılan kapı olacaktı…

Putin’in yine taviz vermemeye kararlı bir duruşla çağrısını yaptığı toplantıya Yukos, Gazprom gibi enerji devlerinin patronlarını da içerecek şekilde iş dünyasının en büyük patronları katıldı. Peki, Yeltsin döneminden bu yana girdikleri her savaşı kazanmış olan bu patronları alt edebilecek miydi Putin?..

Putin’in mevcut krizin sorumlusu olarak gördüğü oligarklara “sadece işinize bakın ve siyasete artık karışmayın ve vergilerinizi ödeyin” mesajını verdiği toplantı, iki köpeğin kavga öncesi birbirini koklaması mahiyetindeydi. Daha çok Putin ithamlarda bulunuyor, patronlar dinliyordu. Ancak Putin’in onları nihayetinde alt edebilecek kişi olduğuna kâni olmamış olacaklar ki toplantı sonrasında olumlu mesajlar veren, ülkenin petrol devi (o zamanki devi diyebiliriz) Yukos’un sahibi Mikhail Khodorkovsky, toplantı akabinde verdiği mesajların aksine Putin’e ters gelen bir yolu tercih edecekti. Nitekim bu tercihi ona uzun yıllar sürdüreceği ve nihayetinde bozguna uğrayacağı bir mücadeleyi armağan edecekti…

Bush’un Başkanlık Dönemi ve Rus-ABD İlişkileri

Putin vekaleten aldığı Devlet Başkanlığı görevine, 2000 yılındaki seçimin ardından devam etmeyi başardı. Zira Rusya, yeni liderini benimsemiş ve Birleşik Rusya Partisinin başındaki Vladimir Putin’e, sosyalist rakibi Züganov’a karşı oyların neredeyse %53’ünü teslim etmişti.

Putin’in Rusya’nın başına tam anlamıyla geçişinden 1 yıl sonra ise ABD yeni başkanına kavuştu. Demokratların iktidarı Cumhuriyetçi “oğul Bush”a devrolunurken ABD ve Rusya arasındaki güvensizlik de sürmekteydi.. Zira hem nükleer silahlar bir tehdit unsuru olarak muhafaza ediliyordu hem de karşılıklı olarak elçiliklerde gizlenmiş ajanlar faaliyetlerine devam ediyordu.

Ancak öte yandan, ABD’nin yeni yönetimi, Putin yönetimindeki Rusya’nın rutini aşan bir şekilde ajan sayısını ve faaliyetlerini yoğunlaştırdığını düşünüyordu. Bu sebeple, Bush yönetimi, ABD ile Rusya ilişkilerinde gerilimi daha baştan yükseltecek bir hamle yaptı: Casusluk yaptığı tespit edilen diplomatları sınır dışı etme karar aldı. Böylesi bir hamle diplomatik ilişkilerde önemli bir sıkıntı yaratabilirdi. Nitekim Rusya da bu hamleye yanıt olarak ABD’li bazı diplomatları sınır dışı etti. O dönemin Rus Savunma Bakanı Sergei Ivanov, kendisinin dediği kadarıyla, eski bir KGB ajanı olarak sınır dışı edilecek isimleri özenle tespit etmişti.

Ancak asıl gerilim kaynağı, diplomatların karşılıklı sınır dışı edilmesi olmayacaktı. Taze ABD Başkanı George W. Bush, Rusya’yı son derece rahatsız edecek bir projeyi gerçekleştirmeye yönelik niyetini beyan etmişti: Füze Kalkanı Projesi. Nitekim günümüzde dahi kendisine dair tartışmaların devam ettiği bu proje, iki tarafın da kaydadeğer miktarda nükleer silahını muhafaza ettiği ve karşılıklı nükleer tehdit meselesinin yeni milenyumda nasıl bir çözüme kavuşacağı endişesinin taşındığı bir dönemde ortaya çıkmıştı. Ayrıca Soğuk Savaş sonrası iki ülkenin mutabık olduğu Anti-Balistik Füze Anlaşmasına da aykırı bir hamleydi. Ancak Bush yeni projesi uğruna bu anlaşmayı geride bırakmaya niyetliydi ve yönetimindeki ABD’nin dış politikada aktif bir rol oynayacağının sinyalini de veriyordu.

Bush’un hamlesi karşısında Rusya hemen harekete geçti. Anti-Balistik Füze Anlaşması’nın bu şekilde bir kenara atılmasından hiç memnun değillerdi. Diplomatik görüşmelerde ise ABD’nin Rusya’nın tepkisini azaltmak için onlara sunduğu bahane İran’dı. Rus Savunma Bakanı Sergei Ivanov ise o günlerde bu bahanenin hiç ikna edici olmadığından bugün de bahsetmektedir. Çünkü ABD’li diplomatlara da ilettikleri gibi, Ivanov ve diğer Rus kurmaylar İran’ın ABD’yi tehdit edebilecek menzilde füzelere sahip olmadığını ve füze kalkanının İran bahanesi kılıfında Rusya’ya yönelik inşa edileceğini düşünüyorlardı. Bu mesele, diplomatların temaslarından sonra başkanların birebir temaslarında da ana gündemlerden biri olacaktı.

İlk yurtdışı gezisini Avrupa’ya yapan Bush, Slovenya’da iken Putin ile ilk kez yüz yüze görüşme imkânı buldu. Putin’in Ulusal Güvenlik Danışmanı Sergei Prikhodko’nun deyişiyle samimi bir ortamda görüşmeler gerçekleşti ve ikili ilişkilerdeki hayati meseleler ele alındı. Bush’un amacı karşı tarafa Anti-Balistik Füze Anlaşması’nın miadını doldurduğunu anlatmaktı. Putin ise Pakistan gibi farklı meselelerden yola çıkarak ABD’nin Rusya’yı çevreleyen varlığını gündeme getiriyor ve dolaylı yoldan mesajlarını veriyordu. Neticede kesin bir sonuca varılmadı ancak iki başkan ve kurmayları arasındaki görüşmeler sayesinde gerilimi yükseltme potansiyeli çok yüksek olan füze kalkanı meselesi diplomatik zemine taşınmış oldu.

Bush’a bir gazetecinin yönelttiği ve son derece “tuzak” bir sorunun sorulduğu ortak basın toplantısının kaydı da bu noktada tekrar izlemeye değer. Bush’un en yakın kurmayları Condoleezza Rice ve Colin Powell, BBC’nin yukarıda bahsi geçen belgeselindeki röportajlarında bu sorunun sorulduğu anda oldukça gerildiklerini fakat Başkan Bush’un iyi bir şekilde işin içinden çıkabildiğini itiraf etmişlerdi.

Ekonomisi İyileşen Rusya

Vladimir Putin yönetimindeki Rusya ekonomisi dip yapma noktasından hızla uzaklaşıp iyi bir duruma gelmekteydi. Sovyet döneminden bu yana ilk defa bütçe fazlası sağlanmıştı ve emeklilerin maaşlarının ödenmesi gibi problemler çözülmüştü.

İyileşen ekonomi ve yükselen refah Rus halkının Putin’e karşı teveccühünü arttırırken Putin, bir yandan oligarklarla olan mücadelesini devam ettiriyor, bir yandan da halkın farklı kesimlerine hitap eden hamleler yapıyordu. Örneğin, Rusya’da komünistlerin uzun süredir talep ettiği bir arazi yasasının parlamentodan geçirilmesine ön ayak olmuştu. Oldukça olaylı geçen oturumların sonunda bu çabası başarıyla sonuçlanmış ve yasa geçmişti. Putin taban nezdinde gücünü konsolide ediyor ve ülke genelinde kendine duyulan memnuniyeti arttırıyordu.

Putin: Buz Adamın Yükselişi yazı serisinin 2. bölümünü okumak için tıklayınız.

Putin: Buz Adamın Yükselişi yazı serisinin 3. bölümünü okumak için tıklayınız.

Putin: Buz Adamın Yükselişi yazı serisinin 4. bölümünü okumak için tıklayınız.

Putin: Buz Adamın Yükselişi yazı serisinin 5. bölümünü okumak için tıklayınız.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.