Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: New York’ta saldırı, Zarrab Davası, Trump ekibine soruşturma, Barzani’nin çekilme kararı

Yayına hazırlayan: Ali Mert İnal

Merhaba, iyi günler. Transatlantik’te karşınızdayız, Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la tam kadroyuz. Hemen uzatmadan geçen hafta aramızda olmayan Gönül’le başlayalım. Gönül, merhaba.
Gönül Tol
: Merhaba Ruşen.

Tatsız bir olay yaşadınız, dün New York’taki saldırı, kamyon ya da kamyonet saldırısı… Özbekistan asıllı yeşil kart sahibi birisi kalabalığa daldı ve en son benim bildiğim sekiz kişi hayatını kaybetti. Ölenlerin çoğu da gezmeye gelmiş turistler anladığım kadarıyla. New York’un merkezi sayılabilecek yerlerinden birisinde. Şunu sorayım: Bu uzun zamandır Trump’la birlikte, özellikle Trump’ın dile getirdiği “İslami Terörizm” diye bir şey vardı. Hep sağda solda olan, en son Las Vegas’ta olan olayda olduğu gibi, onun beklediği gibi çıkmadı; ama bu sefer sanki Trump’ın sözünü ettiği türden bir saldırı mı söz konusu? Oradaki ilk eğilim nasıl?
Tol
: Öyle gibi görünüyor. Bu sabahki gazetelere baktığımda, evet, yani böyle bir IŞİD bağlantısından söz ediliyor. Daha tam detaylar anladığım kadarıyla açığa çıkmadı. Fakat Trump da attığı twitlerle ona bağladı ve bu tartışma devam ediyor. Şu tartışma da başladı bir taraftan: Hep biz söylüyorduk, IŞİD toprak kaybetmeye başladıkça Batı’da daha çok bu tür saldırılar yapılacağından hep söz ediyorduk. Bunun üzerine tartışma dönüyor. “IŞİD’i Ortadoğu’da bitiriyoruz ama kendi kalbimize, New York’a taşıyoruz” tartışmaları var. Tartışmanın diğer ucu da: “Hayır, aslında bunu kendi vatandaşlarımız yapıyor, Amerika’da doğmuş, Amerika’da yetişmiş insanlar bunu yapıyor”. Yani o radikal İslamcılık üzerine olan tartışma her zaman zaten Amerika’nın gündeminde, bu tür saldırılar daha da çok dikkati bu noktaya çekiyor.

Ömer, şunu sormak istiyorum sana: Şimdi 11 Eylül’den beri Amerikan topraklarında ciddi anlamda, irili ufaklı birtakım şeyler oldu ama, mesela maratonda oldu vs. ama, bu galiba en sertlerinden birisi. Ama şunu biliyoruz, Avrupa’da benzer saldırılar olmuştu, yani İngiltere’de olsun, Almanya’da olsun, Fransa’da hele meşhur saldırı… bu oraya taşınmış oldu. Bunun orada bir zemini var mı? Yani bunun devamı gelebilir mi? Avrupa’da mesela biliyorsun bu olaylar bitmeyebilir gibi bir hava var. Bu bir kişinin yaptığı, bir daha kolay kolay olmayacak bir şey mi? Yoksa böyle bir dizi yaşanabilir mi?
Ömer Taşpınar
: Yaklaşık 5-6 yıldan beri aslında Amerika’daki Müslüman nüfusun da radikalize olabileceği konusunda çok fazla yayın ve yazı çıkıyor. Dolayısıyla Avrupa’daki Müslümanların radikalize olması gibi bir tehdit daha önce Amerika’da yok denirken biz bundan bağımsız şekilde hareket edemeyiz, bu konuda Amerika’nın bir bağışıklığı yok, biz de aynı dinamiklerden etkileniriz diyen birçok sosyolog var. Fakat şurası bir gerçek: Avrupa’dan daha fazla Müslüman IŞİD’e gidip katıldı Suriye’de, Irak’ta. Amerika’dan o kadar katılmadı. Amerika’ya gelmek Avrupa’ya gitmekten daha zor; birçok radikalize olmuş ve dönmek isteyen, kendi topraklarına dönmek isteyen Avrupa vatandaşı Müslüman’lar için. Öte yandan Trump’ın hep bahsedegeldiği, “Bu göçmenler yasasını değiştirmemiz lazım, dışarıdan cihadcılar gelebilir buraya” ve seyahat yasağı konularına bir bakıma malzeme verdi bu New York’ta olan şey. Trump hemen tweet’ledi ve bunların Amerika’da olmasına izin vermeyeceğiz dedi. Şimdiden Trump’a yakın yayın organları dışarıda radikalize olup yeni gelen bir Özbek olduğundan bahsetmeye başladılar. Oysa BBC’nin bir yayınında bu sabah dinledim, 2010’da gelmiş, yani bundan yaklaşık 7 yıl önce gelmiş, herhangi bir radikalizasyon dışarıda değil. Burada radikalize olduğundan bahsediliyor. Özbek arkadaşları BBC’nin yaptığı bir söyleşide “Sıradan bir insandı, içki içerdi, kızların peşinden koşardı. Hiçbir radikalizasyon, İslamcılık biz görmedik.” diyorlar. Yani bir bakıma tam Olivier Roy’nın bahsettiği sonradan radikalize olan, çok fazla ideolojik boyutu olmayan ve sıradan, belki de psikolojik boyutları olabilecek bir vakadan bahsediyoruz. Dolayısıyla Trump’ın kullanmak istediği yönde değil yaşanan şey. Fakat bu Trump’ın ve Trump’a yakın medya kuruluşlarının seyahat yasağına ve göçmenler kanunundaki değişikliği bir bakıma meşrulaştırmak için yapacakları propagandaya engel olmayacak.

Ömer, seninle kalalım ve şunu sormak istiyorum: Şu günlerde eski FBI direktörü Mueller’in yaptığı bir soruşturma var. Rusya’nın Amerikan seçimlerine müdahalesini soruşturuyor, kabaca öyle diyelim ve bunda çok ciddi gelişmeler yaşandı. Trump’ın çok yakınındaki isimler gözaltına alındı. Bazılarının işbirliği yaptığı, bazılarının yapabileceği söyleniyor falan. Böyle bir atmosfer orada birkaç gündür yürüyordu. Bir nevi sanki bu olay Trump’a gündemi değiştirme fırsatı da tanıyacak gibi, değil mi? O olaydan da biraz bahseder misin? Gerçekten bizim burada algıladığımız kadar ciddi bir olay söz konusu, değil mi?
Taşpınar
: Evet, son derece ciddi bir olay söz konusu. Mueller son derece ciddiye alınan ve prestijli bir savcı. Hem Cumhuriyetçilere, hem Demokratlara eşit mesafede duran, tam anlamıyla bir profesyonel. Ve çok sağlam bir ekibi var. Beklendiği üzere Pazartesi günü haftaya başlarken geçen haftadan bunun dedikoduları geliyordu; seçim kampanyası sırasında Trump’ın kampanya direktörlüğünü yapan Paul Manafort teslim oldu FBI’a. Paul Manafort olduğu gibi onun yardımcısı Rick Gates de teslim oldu. Para aklama, Amerika aleyhine faaliyette bulunma gibi çok ciddi, yaklaşık 15 yıl hapiste yatmalarına sebep olabilecek suçlamalar söz konusu. Paul Manafort’la Rick Gates’in tutuklanacak olması bekleniyordu. Beyaz Saray buna beklendik tepkiyi verdi, “Paul Manafort’un yaptıkları kampanyadan önceydi” dedi. “Bizim bunlarla bir alâkamız yok. Dolayısıyla kampanyayı ve Trump yönetimini bağlamaz” dedi Beyaz Saray. Fakat aynı gün, kamuoyunun bilmediği başka bir isim ortaya çıktı. Bu da George Papadopoulos isimli, Trump’ın dış politika kampanyasında danışmanlık yapmış bir kişinin Temmuz ayından beri FBI’la itirafçılık çerçevesinde beraber çalıştığı, bu kişinin Rusya’dan belirli belgeler aldığı, Rusya’yla bağlantılı çalışan akademik kimliği olan bir profesörle temas içinde olduğu ve FBI adına da Trump kampanyasıyla ilgili ciddi bilgiler verdiği ortaya çıktı. Bu nedenle bir tedirginlik var Beyaz Saray’da. Bu George Papadopoulos’un ücretsiz çalışan, son derece düşük seviyede bir danışman olduğunu söylüyorlar. Fakat kendisinin ta Temmuz ayından beri FBI tarafından itirafçı olarak kullanılması, tutuklanması, yalan söylemesi, yalan söylediğini itiraf ettikten sonra da FBI için çalışmaya başlaması ciddi bir mesele Trump açısından. Çünkü bu kişi Temmuz ayından beri belki de çeşitli toplantılara katıldı ve elinde belirli kayıtlar olabilir kampanyayla ilgili. Dolayısıyla olay…

Yani dinleyici takmış olabilir diyorsun.
Taşpınar
: Evet, dinleyici takmış olabilir, dolayısıyla FBI’ın elinde ciddi kanıtlar olabilir. Bundan sonra FBI’ın hedefindeki isimler Trump’a daha yakın isimler olacak. Bir kere Trump’ın kendi oğlu Rusya’ya yakın isimlerle New York’ta konuştuğunu itiraf etti zaten. Trump Jr., Trump’ın damadı Jared Kushner — ki önemli görevleri var bunların Beyaz Saray’da. Herkes Mike Flynn’in bir şekilde konuşmasını bekliyor. Hatta Mike Flynn Senato’ya konuşacağını daha önce söyledi; fakat bir şart istedi, dokunulmazlık istedi. Dokunulmazlığı Senato vermeyince konuşmaktan vazgeçti. Mike Flynn belirli şeyler biliyor ve onun neler söyleyeceği bana göre Türkiye’yi de etkileyebilir. Dolayısıyla soruna cevap vermek gerekirse, yeni bir yörüngeye girdi bu olay. Trump’ı etkileyecek, Trump da gündemi değiştirmek için tabii ki New York’taki terör saldırısını kullanacaktır.

Gönül, itirafçılık demişken bir başka olay da yaşandı biliyorsun, Türkiye’yi ilgilendiren bir olay. Bugün New York Times ve Bloomberg yaptı. Zarrab’ın üç hafta sonra olacak olan duruşmaya katılmayacağı –katılmamasından hareketle birtakım detaylar daha var onları uzun uzun almayalım–, işbirliği yapabileceği yolunda haberler çıktı; ama haberi okuduğumuz zaman görüyoruz ki, belli ki ellerinde tam yazmadıkları başka birtakım belgeler de var. Buna da eş olarak Başbakan Binali Yıldırım yanılmıyorsam haftaya Amerika Birleşik Devletleri’nde olacak önceden söz konusu olan bir ziyaret kapsamında. Bu herhalde Türkiye’de hemen buna bağlandı, Zarrab olayına bağlandı. O olay da Müller’in soruşturması gibi Zarrab olayı da bayağı önümüzde olacak gibi gözüküyor, öyle değil mi?
Tol
: Evet Ruşen. Yıldırım’ın ziyaretini ona bağlamak doğru değil. Çünkü Binali Yıldırım uzun zamandır Washington’a gelmeye çalışıyor. Burada Mike Pence’le görüşme ayarlanmaya çalışılıyor. Bu çok uzundur üzerinde çalışılan bir şey. Fakat evet, bugün Rıza Zarrab New York Times’ta çıktı, avukatının savunmada kullanılmak üzere gerekli belgeleri mahkemeye sunmadığının ve ayrıca Eylül ayından itibaren de dava ile ilgili herhangi bir adım atmadığını yazdı ve bu çerçevede de aslında suçlu olduğunu itiraf edeceği dava 27’sinde yeniden başlayacak zannediyorum. Ona dair spekülasyonlar var. Ne olacağını göreceğiz. Fakat bu zaten Rıza Zarrab meselesi her zaman ikili görüşmelerin en önemli gündem maddesi oldu bence. Fakat Binali Yıldırım’ın ziyaretini ona bağlamak doğru değil bence. Uzun zamandır planlanan bir görüşme ve bu görüşmede de Rıza Zarrab gündeme gelse bile hep söylediğimiz gibi yapılabilecek pek bir şey yok. Bir şeyi değiştirmeyecek o anlamda Yıldırım’ın ziyareti.

Peki, herhalde vize meselesi kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Türkiye’de pek konuşulmuyor, ama vize yasağı ya da askıya alma denen olay çok ciddi bir şekilde sürüyor. Bu konuda herhangi bir gelişme, gelişme ihtimali, ileriye ya da geriye dönük… Burada biliyorsun bir şey çıktı, gözaltına alınan, tutuklanan kişinin telefonunun şifresinin ABD başvurusuna rağmen kırıldığı üzerine birtakım medyada da haberler çıktı. Orada vize krizi nasıl algılanıyor? Orada da unutuldu mu? Bizde bir ölçüde unutulmuş gibi.
Tol
: Aslında çok unutulmuş değil. Gelecek hafta Senato’da bir toplantı olacak. Ben de konuşmacılardan bir tanesiyim ve senatörlerden bir tanesinin Türkiye’de tutuklu bulunan papaz Andrew Brunson’ın durumunu görüşmek üzere bu toplantıyı talep ettiğini öğrendik. Dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerginlik sadece vize krizi değil; Türkiye’de Andrew Brunson’ın, Amerikan vatandaşlarının tutuklu bulunması vs. gibi konular hâlâ özellikle Kongre’nin gündeminde. Vize konusunda da benim dün Polonyalı bir diplomatla bir görüşmem oldu ve Jonathan Cohen biliyorsunuz Türkiye’deydi, Amerikan Dışişleri’nde Jonathan Cohen vize krizinden sonra görüşmeler yapmak için Ankara’ya bir ziyarette bulundu. Bu Polonyalı diplomat Cohen’le konuştuğunu ve vize meselesini sorduğundan bahsetti ve bana söylediği, Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu krizin gerçekten çok derin olduğunu, bunun siyasi bir karar olduğunu ve gerçekten Washington’da hep söylediğimiz gibi artık Türk Hükümeti’nin, özellikle Erdoğan’ın söylemlerine dair toleransın çok azaldığını, o nedenle de Türk tarafıyla krizi bir şekilde yatıştırmak, çözmek için ortak zemin bulmakta güçlük çektiklerini söylediğini anlattı bana. Bu da zaten bizim aşağı yukarı okuduğumuz bir resimdi. Hep Türk tarafından şöyle mesajlar geliyordu: “Amerika’dan heyet geliyor, konuşmalar yapılıyor, bir günde çözülecek bir kriz” hep bu mesajı alıyorduk biz Türk tarafından; fakat mesele öyle değil. Özellikle de Washington’da Senato’nun gündeminde, Kongre’nin gündeminde ve düşünce kuruluşlarının gündeminde neredeyse her gün, geçen hafta üç tane Türkiye toplantısı oldu, hep konuşulan şeyler Türkiye’yle ilişkilinin geldiği noktadan aslında dönüşün çok kolay olmayacağı ve ayrışan değerler, ayrışan çıkarlar artık iki ülkeyi stratejik ortak olma noktasından çok çok uzak bir noktaya gittiği yönünde bir görüş var ve Washington’da pekâlâ dikkatler Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde.

Ömer, Türkiye’yle alâkalı, ama şeyi sormak istiyorum sana, Barzani’nin en son açıklamasını, kararını. Görev süresi sona erdi, çekildiğini söyledi; ama farklı yorumlar var. Yeğenine bırakacak ama kendisi esas güç olmaya devam edecek şeklinde. Nasıl bakıyorsun? Bir de bu arada Ankara’yla Bağdat ortaklaşa bir şekilde bayağı bir operasyon yapıyorlar. Operasyon dediğim sınır kapılarını kontrolünün Bağdat’a geçmesi falan gibi gelişmeler de oluyor. Kürtler Irak’ta gerçekten tam anlamıyla kayıp mı ettiler? Ve özellikle de Barzani Kürt’ler için 1 numaralı aktör olmaktan çıktı mı, ne dersin?
Taşpınar
: Bence çıkmadı. Kürt siyasetine baktığında kolay kolay bu aşiret yapısından ve büyük isimlerin egemen oluşundan uzaklaşması kolay değil. Barzani’nin çekilmesi, dışarıda kalması, siyasi hayatının sona erdiği anlamına gelmeyecek. Fakat bu bir bakıma Barzani açısından bir başarısızlık ve umduğunu bulamadı. Bu referandumda ciddi bir risk aldı, sonrasında bazı stratejik hesap hataları yaptığını fark etti. Özellike Amerika’ya karşı kırgınlık, küskünlük içinde olduğu belli şu anda ve zemin kaybetti Kürt’ler. Fakat bu zemin kaybetme Kürtlerin artık bağımsız olması imkânsız, bütünüyle müthiş bir stratejik yenilgi anlamına da gelmiyor. Zaman kaybettiler, zemin kaybettiler, fakat bu mücadeleye devam edecekler. Bence uzun dönemde Barzani’nin ağırlığı devam edecek. Yani Neçirvan Barzani kendi ailesinin sonuçta bir üyesi ve dışarıdan siyasette etkili olmaya devam edecek. Ve tabii ki Türkiye’nin konumu da artık daha sert bir şekilde bölgede hem Tahran’la hem Bağdat’la Kürt meselesinde daha dirsek teması içinde olacak. Benim kafamdaki soru işareti: Ekonomik ilişkiler nasıl devam edecek? Çünkü Türkiye’nin ciddi yatırımları var bölgeye. Sonuçta enerji konusunda imzalanmış anlaşmalar var. Türkiye bu dengeyi nasıl oturtacak? Bunu bilmek zor. Önümüzdeki dönemde bunları anlayacağız. Kısaca bir önceki soruna dönmek istiyorum Ruşen, vize krizi ile ilgili Amerika’daki izlenimler nedir diye sormuştun. Şimdi vize krizi teknik bir konu, fakat bu konunun halledilmiyor oluşu bu krizin ciddi olduğunu gösteriyor. Yani bu müsteşar yardımcısı konumunda bir heyetin gitmesi veya Dışişleri Bakanlığı’ndan isimlerin, teknokratların halledebileceği bir konu değil. Bunu anladık. Yani bir ara öyle bir hava vardı ki hemen hallolunacak gibiydi. Bu öyle değil, bu siyasi bir kriz. Zaten Amerika’nın tanımlaması da İstanbul’daki başkonsolosla benim konuşmam sonunda edindiğim resim şu: Türkiye’nin vize krizi olarak baktığı olaya, Amerikan yetkilileri siyasi tutuklama krizi olarak bakıyorlar. Yani olayın siyasi boyutunu ön plana çıkarıyorlar ve tabii ki belirli tavizler bekliyorlar. Bu tavizler gelmedi. Bütün bunlar dışında Türkiye’nin imajı Gönül’ün bahsettiği gibi Washington’da çok kötü ve daha da kötüleşiyor. Yeni bir boyutu var bunun, Steve Bannon yaptığı bir söyleşide Türkiye aslında İran’dan daha tehlikeli gibi aslında satır arasında bir ifade kullandı. Ve Steve Bannon’ın bunu kullanması ve Breitbar News denen yayın organında Yeni Şafak’ta Amerika aleyhine çıkan bazı yazıların tercüme edilip konması ve bakın Erdoğan’a yakın Türk basınında Amerika nasıl anlatılıyor diye konuşmaları, bir bakıma Steve Bannon’ın ve onun yayın organı Bright Bar News’in –ki bunlar Amerika’da aşırı sağa çok hâkim isimler– Türkiye’nin yeni bir gündem maddesi olduğunu gösteriyor. Yani “Türkiye eski Türkiye değil. Bu bir NATO üyesi olmasına rağmen aslında İslamcı kampa kaymış. Hatta İran’dan daha İslamcı olabilir. Mısır bizim için bölgede daha önemli, daha stratejik bir ortak” gibi ifadelerle Steve Bannon bence önemli şeyler söylüyor. Bunun Amerikan siyaseti üzerinde, Amerikan politikacıları üzerinde, özellikle de Cumhuriyeçi Parti’nin sağ-radikal kesimi üzerinde etkileri olacaktır Kongre’de bence.

Evet, Gönül seninle sanki gündemde olmayan, ama aslında hep gündemimizde olan bir şeyi sormak istiyorum, Rusya’yı sormak istiyorum. Bugün gözüme çarptı, çok büyük bir şey olmadı ama, galiba Putin İran’da değil mi an itibariyle? İran ziyareti fotoğrafları gördüm. Rusya’nın sanki önü bölgede çok fazla açıkmış gibi bir intiba var. Biz daha yakınız, ama sen daha yakından takip ediyorsun. Sormak istiyorum: Hakikaten böyle mi? Yanılıyor muyum yoksa? Yani Rusya’nın birtakım sıkıntıları muhakkak vardır, ama şu anda sanki bölgede Amerika Birleşik Devletleri’ne bayağı bir tur bindirmiş gibi bir hali var.
Gönül Tol
: Evet Ruşen. Ondan önce bu Barzani ile ilgili bir şey söylemek istiyorum. Ömer dedi ya, hani Türkiye nasıl ekonomik ilişkilerini, ticaret anlaşmalarını, enerji anlaşmalarını devam ettirecek, aslında Türkiye’nin niyetinin ne olduğunu gördük. Vanaları kapatmaktan bahsediyordu Türkiye, ama sonuçta kapatmadı. Ve bence burada Rusya’nın da –şimdi belki sorduğunuz Rusya sorusuyla da ilintili olarak– Rusya’nın da payı var bence. Biliyorsun Rus petrol şirketi 2016 yılında Irak Kürdistan bölgesine inanılmaz yatırım yaptı ve şu anda en büyük dış yatırımcı Rusya. Bu tabii çok önemli bir faktör. Burada, Kürt bölgesinde enerji anlaşmaları imzalandı, şu anda Bağdat’la da ticaret anlaşmaları imzalıyor ve elini çok güçlendiriyor. Rusya şunu ümit ediyor: Kürt ham petrolünü Ceyhan’a taşıyıp Ceyhan’dan Almanya’ya göndermek ve oradan Avrupa pazarına satmak. Niyeti bu. Şimdi niyeti böyle olunca Türkiye ile de varılmış bir anlaşma var, Türkiye vanaları kapatamıyor. Dolayısıyla bence ticari ilişkiler devam edecek Kürt Bölgesel Yönetimi’yle. Şöyle de bir ümit var: Şimdi Neçirvan Barzani yükseliyor, Mesut Barzani resimden çıkıyor, bu tür söylemler var; fakat Ömer’in dediği gibi Mesut Barzani arka planda önemli bir rol oynamaya devam edecek. Fakat bu rol değişikliğinin değişik bir isimle, yani sonuçta Barzani ailesinden geliyor ama Mesut Barzani bir anlamda yenilgiyi kabul etmiş oldu. Ne getirecek bu Iraklı Kürtlere? Onu sormak gerekiyor. Bence çok zor bir durumdalar Iraklı Kürtler. Önlerinde her şeyden önce finansal olarak çok ciddi problemler var; yani ekonomiyi düzeltmeleri gerekiyor, Bağdat’la masaya oturmaları gerekiyor, bir de kendi aralarındaki o bölünmüşlüğü telafi etmeleri gerekiyor. Şimdi bu üç maddenin her biri, gerçekleştirmesi çok zor şeyler. Ekonomik olarak bir kere Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin çok ciddi yapısal problemleri var. Bütünüyle petrole bağımlı bir ekonomiden bahsediyoruz. Yani petrol gelirlerinin %50’sini kaybetmiş bir bölge olarak tabii bu çok çok önemli bir kayıp. Bütünüyle petrole bağımlılar, hiçbir şey üretilmiyor. Bütünüyle dışarıdan ithal ediyorlar pek çok şeyi. Sonra kamu sektöründe çalışan insan sayısı çok fazla. Bu yüzden özel sektör neredeyse hiç gelişmemiş. 20 milyar dolarlık borçları var. Yani ekonomik olarak Neçirvan Barzani’nin omzunda korkunç bir yük var. Bir de bunun üzerine Bağdat’la bir anlaşmaya varılması gerekiyor hâlâ, petrol gelirlerinin paylaşımı vs. konusunda. Ve Bağdat inanılmaz eli güçlü olarak oturuyor masaya. Abadi’nin önünde seçimler var ve şu anda Abadi Irak’ı kurtarmış adam olarak görülüyor. Hal böyleyken bu Bağdat’la Erbil arasındaki anlaşmalardan, müzakerelerden Iraklı Kürtleri tatmin edecek bir sonuç çıkma ihtimali çok düşük. E bir de buna şunu ekleyin: Hem KYB’nin içerisinde hem KDP’nin içerisinde bölünmüşlükler var. Evet aynı aileden geliyorlar, fakat Barzani ailesi içerisinde de güç mücadelesi var, Talabani ailesi içerisinde de güç mücadelesi var ve bir de bu iki aileden bıkmış bir Kürt gençliği var. Dolayısıyla bütün bunlarla başa çıkmak çok güç. Dolayısıyla Kürtlerin bir yol haritasına ihtiyaçları var; fakat o yol haritasını nasıl belirleyecekler? Nasıl bir araya gelecekler? Yeniden kendi halkları nezdinde nasıl meşruiyetlerini inşa edecekler? Komşularla ilişkiyi nasıl rayına oturtacaklar? Yani Kürtler her zaman Ruslarla iş yapmaya devam edebilirler, Türkiye üzerinden petrollerini satmaya devam edebilirler. Fakat bu bahsettiğim yapısal reformlar olmadan, kendi içlerinde tek ses olamadan, Bağdat karşısına güçlü oturamadan bu sorunların çözümü çok güç duruyor. Dolayısıyla gerçekten Kürtler ciddi bir çıkmaz içindeler.

Gönül, yavaş yavaş toparlayacağız, sen şu Rusya’yla ilgili soruma da bir cevap versen. Çok memnun olurum.
Tol
: Rusya kesinlikle Ortadoğu’da çok önemli bir oyuncu olma yolunda ilerliyor. Mesela Irak’a bakalım. Yani Suriye’yi konuşmuyoruz zaten. Suriye’de artık Rusya’nın dışında bir çözüm söz konusu değil. Diplomatik sürecin, sahadaki askeri sürecin başat aktörü Rusya. Irak’ta da işte bahsettiğimiz bu Kürtlerle imzaladığı enerji anlaşmaları, diğer taraftan Bağdat’la da iş yapmaya devam ediyor ve aslında Irak pazarını domine etmeye çalışıyor. İran üzerindeki nüfuzu malum. Başka yerlere, Körfez’e açılımlar yapıyor. Dolayısıyla Ortadoğu’da önemli bir aktör olmaya çalışıyor. Ve Türkiye’nin nüfuz alanına da bir parça el atıyor. Yani Irak’ta özellikle Kürtlerle içerisine girdiği anlaşma, ondan bağımsız olarak Bağdat’ı angaje etmesi tabii Türkiye’nin de alanını daraltacak bir şey. Bu da aslında bahsettiğimiz Türkiye-Rusya ilişkileri nereye gidiyor? İşte, yeni bir bahar mı yaşanıyor? Çok yakın çalışıyorlar Suriye’de, iki ülke arasında her şey mükemmel mi? sorularına yanıt veriyor aslında. Türkiye ve Rusya’nın yapabileceği işbirliğinin sınırları var. Bunu Irak’ta göreceğiz, bunu Suriye’de gördük, görüyoruz. Kürtleri davet etti Astana’ya, Sochi’ye davet etti. Sonra Erdoğan’ın Kırım’a dair yaptığı “İşgali tanımıyoruz” söylemine çok ciddi tepki geldi Rusya’dan. Dolayısıyla Rusya önemli bir aktör olmaya devam ediyor Ortadoğu’da ve böyle oldukça bence çıkarlar da çatışacak gibi geliyor Türkiye’yle.

Ömer, sen de kısaca Rusya ve Ortadoğu bağlamında bir şeyler söyle ve bu haftayı noktalayalım.
Taşpınar
: Şimdi Rusya’nın tabii ki Ortadoğu’da zemin kazandığını herkes kabul ediyor. Bu birazcık Amerika’nın zemin kaybetmesine de bağlı. Fakat bu analizleri yaparken dengeli olmak lazım. Rusya için sonuçta hayatî önem taşıyan yerler Ortadoğu değil. Rusya’nın etkinlik alanı, stratejik nüfuzunu ciddi olarak kullanmak istediği yerler hâlâ kendi sınırlarına daha yakın Ukrayna ve Baltık bölgesi. Dolayısıyla Washington’dan bir analiz yapacak olursak, Washington açısından önemli olan aslında Rusya’ya karşı yaptırımları sağlam tutmak, Avrupa Birliği içinde enerji bağımsızlığını destekleyecek adımlar atmak –ki Rusya’ya çok bağımlı olmasın Avrupa Birliği ülkeleri– ve en önemlisi, en temel öncelik Ukrayna biraz kaybedilmiş gözükse bile özellikle Kırım’da çok zor statu quo ante’ye dönmek, Putin’in Baltık cumhuriyetlerinde Estonya, Litvanya gibi ülkelerde Rus vatandaşlarını kullanarak yeni krizler yaratmaması. Dolayısıyla Baltıklarda ve Doğu Avrupa’da NATO’nun varlığını çok ciddi şekilde hissettirmek istiyor Trump yönetimi. Bu da Trump’ın aslında zorlandığı bir konu, çünkü NATO’ya karşı bir söylemi vardı fakat bundan geri adımlar atıyor. Pentagon’un attığı adımlarla Beyaz Saray’ın söylemi arasında ciddi bir makas var. Dolayısıyla bu önemli. Tabii Türkiye de önemli. Türkiye’nin Rusya yörüngesine oturmaması da önemli. O yüzden bu S-400’ler meselesindeki muğlaklık bir bakıma gösteriyor ki Rusya aslında tam olarak da Türkiye’ye istediğini vermedi. Türkiye de tam olarak Rusya yörüngesine girmedi. Hâlâ Amerika’yla Patriot konusu konuşuluyor.

Evet. Burada noktayı koyalım. Çok doyurucu bir yayın oldu bana göre. Umarım izleyicilerimiz de memnun kalmıştır. Gönül Tol’a ve Ömer Taşpınar’a çok teşekkür ediyoruz. Transatlantik’i bu hafta noktalıyoruz. Haftaya tekrar buluşmak üzere diyoruz, iyi günler.

Heinrich Böll Stiftung Derneği'in katkılarıyla

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.