Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Nihayet başlayan içeriden eleştiriler Fethullah Gülen’i nasıl etkiler?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Uzun zamandır yazı yazmıyordum, ama dün akşam bir yazı yazdım. Medyascope’ta yayınlandı. Medyascope’u takip edenler görmüş olabilir. Nihayet içeriden Gülen için “kral çıplak” diyenler oldu şeklinde bir yazı. Bu yazıdaki siyasetbilimcinin, yurtdışında yaşayan, –birisi ABD’de, diğerinin nerede olduğunu bilmiyorum; eskiden Türkiye’deydi ama Türkiye’den gitti, kaçtı– bir arkadaşlarıyla beraber çıkarttıkları bir internet sitesinde yazdıkları iki ayrı yazı… Aslında Ahmet Kuru’nun yazdığı bir yazı, ardından Gökhan Bacık’ın o yazıya yönelik eleştiri ve saldırılara cevaben bir nevi dayanışma anlamında, ama onun eleştirilerini de geliştiren ikinci bir yazısı. Bu iki kişi de Gülen Cemaati’nin içerisinde sivrilmiş sosyalbilimciler, siyasetbilimciler. Uzun yıllardır bunun içerisindeler. Yayın organlarında yazdılar. Programlara çıktılar. Özellikle Gökhan Bacık yakın bir zamana kadar, yani 15 Temmuz öncesine kadar var olan gazetelerde sürekli yazan birisiydi.

“Birlik beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bu dönemlerde…”

Bu yazıların önemli olduğunu düşünüyorum. Birçok açıdan önemli. Öncelikle şunu söylemek lazım: Bu yazılar gelene kadar içeriden olup da birtakım eleştirileri dile getirenler olmuştu. Özellikle bazı gazetecilerin, yurtdışında olan bazı gazetecilerin dolaylı bir şekilde Fethullah Gülen’i de sorgulayan şeyler yazdıklarını görmüştük. Özellikle 15 Temmuz’da Gülen örgütünün ya da kendi tabirleriyle Gülen hareketinin 15 Temmuz’la nasıl ilişkisi olduğunu tartışmaya kalkan birtakım yazılar çıkmıştı.
Yani şöyle bir realite var: Darbenin bizzat Cemaat tarafından yapıldığını söylememekle birlikte, Cemaatçi oldukları belli olan birtakım subayların darbenin içerisinde yer almış olmalarından dolayı bunu gündeme getirmeye kalkanlar olmuştu. Ama bunlar çok zayıf ve dolaylı eleştirilerdi. Belli bir önemli vardı, ama çok da ciddi değildi. Ve bunlar da kısa süre içerisinde geçiştirildi, üzeri örtüldü. Çünkü şu anda biliyoruz ki bu yapı Türkiye’de çok büyük sorunlar yaşıyor. Yurtdışında da bayağı bir varlığını sürdürmeye çalışıyor.
Genellikle şöyle bir eğilim hâkimdi: “Biz şu anda çok zor durumdayız. Bir de bunlarla düşmanın eline prim vermeyelim, kendi içerimizde dağılmayalım. Birlik beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bu dönemlerde…” klişesini kullandılar ve o eleştiriler büyümeden geçiştirildi.

Gülen’e Hocaefendi değil Gülen diyorlar

Ama bu seferkiler çok farklı bence. Çünkü bu iki siyasetbilimcinin yazdığı bu yazılar bir kere kendilerince birtakım temellere oturuyor. Ve en önemli husus şu: Doğrudan Fethullah Gülen’i hedef alıyorlar, eleştiriyorlar. Bunu yaparken de Fethullah Gülen’e öyle “Hocaefendi” gibi birtakım sıfatlar yakıştırmadan, Gülen diyerek –soyadıyla genellikle– ilk bir yerde Fethullah Gülen, ondan sonra Gülen diyerek bir siyasetbilimcinin herhangi birisinden bahsettiği gibi bahsediyorlar. Mesafeli bir şekilde bahsediyorlar.
Ahmet Kuru’nun yazısının temelinde şu vardı: Fethullah Gülen biliyorsunuz son dönemde yaşadıklarını, özellikle kendisinin ve grubunun yaşadıklarını peygamberler tarihinden birtakım örneklerle meşrulaştırmaya ve kutsallaştırmaya çalışıyor. Ve bir anlamda kendisini tabii ki bu yolla da peygamberlerle eşdeğer göstermeye çalışıyor. Ahmet Kuru bu anlamda, bu noktada çok önemli şeyler söylemiş. Medyascope’taki yazıda onlardan bazı alıntılar yaptım. Zaten yazının bağlantısını da verdim. Detayları oradan görmek mümkün. Ama mesela şunu söylüyor: “Peygamberlerin hayatında bunlar var, ama başka şeyler de var” diyor. Örneğin, çok çarpıcı bir örnek, Hz.Muhammed’in Hicret zamanı herkes gidene kadar, son âna kadar kalmış olmasından bahsediyor. Hz. Ali’yi geride bırakıp onun dışında herkesi yolladıktan sonra Mekke’yi terk ettiğini söylüyor. Bu tabii herkesten önce Amerika’ya kaçmış olan Fethullah Gülen’e herhalde doğrudan bir göndermedir. Ve 15 Temmuz öncesi ve sonrası, özellikle öncesinde birdenbire birtakım isimlerin Türkiye’de ortadan kaybolmalarına ve sonra dünyanın değişik yerlerinde ortalığa çıkmalarına da göndermedir. Ama esas olarak burada Fethullah Gülen’in hedef alındığı belli.

Gülen’in sorumluluğu

Gökhan Bacık’ın yaklaşık bir hafta sonra yazdığı yazıda –ki yanılmıyorsam birincisi 23 Ekim, öyle bir tarihte, ötekisi de 30 Ekim’de yazılmış– Gülen’le ilgili üç hususu vurguluyor. Bir kere tabii şu var: Yapılanların yanlış olduğundan ve bir yenilgiden bahsediyorlar –yenilgi adını koymadan–, ama hesabının verilmesi gereken bir durumdan bahsediyorlar. Sonuçta negatif bir durumdan bahsediyorlar ve bundan doğrudan liderin yani Gülen’in sorumlu olduğunu söylüyorlar — ki bunlar, bu yapı içerisinde yetişmiş, büyümüş ve varlığını burada sürdürmüş kişiler için gerçekten önemli çıkışlar. Birincisi diyor, her şeyden haberi vardı. Demek ki o zaten her şeyden sorumludur. İkincisi, kandırılma ihtimali vardı zaten diyor, bir lider kandırılabiliyorsa zaten iyi bir lider değildir. Bir de “Kendisi iyi çevresi kötü” yaklaşımına da, çevresi kötüyse de o çevreyi kendisi seçtiği için sorumludur diyor. Ve her iki yazıda da çok net bir şekilde Fethullah Gülen’in hesap vermesi –tabii bu lafı ben söylüyorum ama–, ondan hesap vermesi isteniyor. Hatta terk etmesi, bırakması, yapmadığını kabul etmesi bekleniyor anladığım kadarıyla.
Bunlar çok açık, doğrudan ve sert eleştiriler ve bence önemli eleştiriler. Neden önemli? Çünkü, birincisi bu yapı artık büyük ölçüde yurtdışında varlığını sürdürmeye çalışıyor. Ve yurtdışındaki unsurları, mensuplarının önemli bir bölümü üniversite mezunu, iyi eğitimli insanlar ve sosyal medya, internet gibi şeyleri çok yoğun olarak kullanan ve bazı konuları, her ne kadar körü körüne bir bağlılık sahibi olsalar da birtakım metotları, yöntemleri biliyorlar. Dolayısıyla mütevazı bir internet sitesinde çıkan bu yazıların dolaşıma girmesi çok kolay. Bu isimlerin yakın bir zamana kadar, belki de bu yazıyı yazana kadar bu yapı içerisinde çok da böyle dışlanmamış olduklarını da biliyoruz. Dolayısıyla belli bir saygınlıkları da vardı. Bunun önemli olduğunu düşünüyorum, ama en önemlisi de şu: Gerçekten yaşananlardan büyük bir rahatsızlık var. Yaşananların neresinde yanlış yapıldığı konusunu –ki çok yerde yanlış yapıldığını herhalde görüyorlar– bu yazılar da bunu gösteriyor.

Cemaat’in sivil ayağı

Ama bir diğer önemli husus şu: Burada söz konusu olan kişiler akademiden insanlar. Bunun muhatabı olduğu kişiler de genellikle bu yapının vakıflarında, okullarında görev yapan insanlar, sorumluluk üstlenmiş insanlar. Bu kişiler benim Cemaat’in sivil ayağı diye tabir ettiğim ayağı oluşturuyorlar büyük ölçüde. Onların da muhakkak sorumluluğu var ama, önlerindeki faturanın birinci derecede sorumlusu, Cemaat’in sivil olmayan, görünmeyen ayağı — ki işte bu askerler, darbeciler, polisler, yargıdakiler vs.’dekiler; devlet bürokrasisine yerleşmiş, orada paralel bir yapılanmayı hayata geçirmiş olan kişiler. Onların yaptıklarının faturası şimdi bunlara da kesiliyor ve buradan dolayı duyulan bir rahatsızlık var. Ve bu rahatsızlık artık sadece bunu yapan askere, polise, yargı mensubuna değil; bütün bunları kontrol ettiğini aslında herkesin bildiği Fethullah Gülen’in kendisine yöneltiliyor. Ve bu anlamda bu eleştirilerin bir değeri olduğunu düşünüyorum.
Yalnız ortada çok ciddi sorunlar var. Birincisi, Türkiye’de devletin politikası ve FETÖ’yle mücadele perspektifinde devlete destek verenlerin politikası, “En iyi Fethullahçı, itirafçı Fethullahçıdır” yaklaşımında. İtirafçıların nasıl bu FETÖ’yle mücadele sürecine zarar verdiklerini defalarca yazdım, söyledim. Tekrar tekrar da söylüyorum. Onların ipiyle inilmiş olan kuyuda ciddi bir şekilde boğulma tehlikesi geçiriyor Türkiye. Bu tür eleştirilerin, içeriden, hakiki eleştirilerin çok da anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ama buna devletin pek itibar etmeyeceğini de biliyorum. Bir diğer husus, bunların arkasında çapanoğlu aranacaktır. Bu aslında anlaşılır bir şey. Çünkü bu Fethullahçılık denen olay hep bir görünen ve görünmeyen yüzü olan, hep aldatma üzerine kurulu olan, karşılarına duymak istediklerini söyleme üzerine kurulu olan bir yapı.

Samimi miler?

Bu açıdan bakıldığında, örneğin bu yazıyı değerlendiren bazı okurların hep ortaya attığı bir soru vardı: Acaba samimiler mi, acaba bir hesapla mı yapıyorlar, yoksa hesap yok mu? Mesela Karar gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Kiraz’ın benim yazımı paylaşırken eklediği not: Eğer bu bir hesap değilse, –şimdi tam hatırlamıyorum ama– eğer bu bir numara değilse, benim orada dile getirdiğim “kral çıplak” ifadesinden daha öte metinler olduğunu söylemişti. Burada bir hesap kitap mı var meselesi tabii ki hep akıllarda olacak ancak şunu unutmamak lazım: Bu metinler esas olarak doğrudan Cemaat’in diğer insanlarına hitap etmek için yazılmış metinler. Ki ben bunlardan, normalde çıkmasından bayağı bir süre sonra bir meslektaşımın haber vermesiyle haberdar oldum. Çıkar çıkmaz okuduğunuz bir metin değil. Ama şunu biliyorum ki Cemaat’in insanları bunlardan, çıkar çıkmaz ya da bir iki gün içerisinde haberdar olmuş. Yani dolayısıyla bu yazanlar, Ahmet Kuru ve Gökhan Bacık benim gibi insanları ya da devleti değil, esas olarak kendi çevrelerindeki insanları hedef almışlar ve böyle bir yönü var. Tabii ki bu yine aldatma ihtimalinin, şıkkının masada olmasını engellemiyor.
Tabii bir diğer husus da şu: Peki tamam bu eleştiriler oluyor, buradan ne çıkar meselesi. Aslında buradan çok şey çıkar. Çünkü bu yapı, resmî söylemde FETÖ diye adlandırılan bu yapı, esas olarak Fethullah Gülen’le başlayıp Fethullah Gülen’le biten bir yapı. Dolayısıyla Fethullah Gülen’in dokunulmazlığının kalkması durumunda, tartışılabilir olması durumunda; etrafındakiler ya da onun bağlıları ona normal bir insan gibi muamele etmeye başladıkları andan itibaren, belli bir yerden sonra bu bağlar gevşeyecektir, kopacaktır ve çok ciddi bir sorgulamayı da beraberinde getirecektir. Şu anda duyulan rahatsızlıklar, sıkıntılar, içeride yaşanan bütün hususlar hep Fethullah Gülen’e olan bağlılıktan dolayı belli bir yere kadar gelip tıkanıyor. Daha ötesine gidemiyor. En fazla, işte, “Onun suçu yok ama bunlar kandırdı, şunlar kandırdı, şunlar kandırmış olabilir” gibi o klasik, Türkiye’de artık çok moda olan kandırma açıklamasıyla olay geçiştirilmeye çalışılıyor.
Ama eğer Gülen’in de herkes gibi, senin benim gibi insan olduğunu kabul etme noktasına gelirlerse, bu anlamda Ahmet Kuru’nun ve Gökhan Bacık’ın yazılarındaki gibi o hocaefendi falan değil de sadece Fethullah Gülen ya da Gülen olarak kabul edilmeye başlanırsa birtakım şeyler o yapı içerisinde ciddi bir şekilde değişir.

Devletin yanlış politikaları

Tabii ki bu iki yazıyla olabilecek bir husus değil. Hesaplamaya kalkalım, 1970’li yıların başında ortaya çıktığını düşünürsek, 2017’deyiz, yaklaşık 45 yıl, neredeyse yarım yüzyıllık bir hareketten söz ediyoruz. Bunun iki tane yazıyla yıkılacak bir hareket olmadığı kesin. Ama şunu da biliyoruz ki, özellikle 15 Temmuz’un ardından yedikleri darbeyle birlikte bu yapı çok ciddi bir şekilde zor durumda. Özellikle Türkiye’deki yapılanması zor durumda. Yurtdışında da aslında çok zor durumda olmaları gerekiyordu. İnsan içerisine çıkamamaları, gittikleri yerlerde kolay kolay barınamamaları, oturma izni alamamaları vs. gerekiyordu; ama devletin 15 Temmuz’la gerçek anlamda bir yüzleşme yapmak yerine 15 Temmuz’dan istifade ederek Türkiye’de kendi düzenini, siyasî iktidarını koruma ve her türlü muhalifi tasfiye etmek için 15 Temmuz’u kullanmasından dolayı, yurtdışında, özellikle Batı ülkelerinde varlıklarını teminat altına almış oldular. Devletin sayesinde yapıldı bu. Türkiye’deki durumları çok parlak değil, hiç parlak değil. Ama yurtdışında hâlâ çok ciddi bir şekilde varlıklarını sürdürebiliyorlar. Dolayısıyla bu türden eleştirilerin aynı zamanda yurtdışındaki algıyı da, Gülen ve Fethullahçılara yönelik algıyı da değiştirme ihtimalinin olduğunu söyleyebilirim.
Bu tartışma süreceğe benziyor, ama şunu özellikle vurgulamak lazım: Biz gazeteciler bu tartışmaları hak ettiği gibi ele alma imkânından yoksunuz. Normalde böyle tartışmalarda taraflarla konuşup edip, onlarla hatta mümkünse yayın yapmak falan gerekir, ama Türkiye’nin bu koşullarında bizim Kadri’nin “Bylock yüklü insanlar sana mesaj yollamış” diye yaklaşık bir yılını elinden aldıkları bir ülkede, bunları yapma imkânımızın olmadığı çok ortada. Dolayısıyla şu anda yürütülen Olağanüstü Hâl ve Olağanüstü Hâl’in olağanüstü yanlış, yani Olağanüstü Hâl’in kendisi zaten sorunlu ama bir de bunun olağanüstü yanlış şekilde hayata geçirilmesinden dolayı, aslında çok da verimli olabilecek olan Cemaat içerisindeki bu tartışma daha doğmadan ölebilir. Halbuki bu tartışmanın yaygınlaştırılması, geliştirilmesi gerekiyor. Bu sadece ve sadece FETÖ diye adlandırılan yapının bertaraf edilmesi gibi bir basitlikte bir olay değil. Bu olay Türkiye’nin çok hayatî bir olayı. Özellikle körü körüne lidere bağlılık, bağımlılık noktasında Fethullah Gülen örnek olayı, eğer örnek bir şekilde toplumsal olarak çözümlenebilirse, yani kendi yetiştirdiği öğrencilerinin bir gün onun da aslında herkes gibi bir kul olduğunu kabul etmeleri hâlinde, Türkiye’nin birçok alanında bunun etkisi olabileceğini söyleyebiliriz. Ama şu aşamada, belli durumda, belli şartlarda bunun gerçekleşebilme ihtimalinin çok mümkün olduğunu düşünmüyorum.
Yine de tekrar söyleyeyim: Çok mütevazı gözüküyor ama bu iki yazı 15 Temmuz’dan bu yana, aslında daha önceden itibaren, bu Gülen-Erdoğan savaşının başladığı andan itibaren karşıma çıkan, bu olayı takip etmeye çalışan dışarıdan bir gazeteci olarak karşıma çıkan en ilginç metinlerdendi. Beklentim bu metinlerin sayısının artması, başkalarının da katılması. Tabii ki başlarına bir şeyler de gelebilir. Fethullah Gülen böyle şeyleri kabul edebilecek bir insan değil. Bunu çok net biliyoruz. Hatta Gökhan Bacık yazısında da bunu örneklendirmiş. Fethullah Gülen’in hoşlanmadığı kişilerden nasıl bahsettiği…, bir tane şey var, onu hatırlıyorum, orada görünce tekrar hatırladım, “goril” diyor. Yani bir din adamının, din adamı iddiasındaki birisinin hoşlanmadığı kişiye goril demesi için hakikaten bambaşka bir muhakeme dünyasının olması lazım. Büyük bir ihtimalle bu sesleri kısmak, bastırmak isteyeceklerdir. Bakalım ne olacak diyelim.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.