Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Kandil’e operasyon ihtimali, Pompeo-Çavuşoğlu görüşmesi ve Menbiç & 24 Haziran seçimleri ve ABD

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Transatlantik’te yine karşınızdayız ve maalesef bu hafta Gönül Tol yine yok. Rahatsız filan değil, ancak çalıştığı Ortadoğu Enstitüsü’nde çok olağanüstü bir toplantı söz konusu olduğu için son anda gelemedi. Biz de yine geçen hafta olduğu gibi Washington’daki Ömer Taşpınar’la konuşacağız. Ömer, merhaba!

 

Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen, iyi yayınlar.

 

Evet, yine seninle baş başa kaldık bakalım. Ömer, hemen girelim konuya: Pompeo-Çavuşoğlu görüşmesini konuşacağız; ama şu anda Türkiye’de en popüler olan konu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Kandil’de PKK’ya yönelik bir operasyon hazırlığı içerisinde olduğu yolundaki iddialar. Bu iddialar Amerikan basınında var mı? Böyle bir şeye sen ihtimal veriyor musun? Olursa Washington’dan ne tür tepkiler gelebilir?

 

Şimdi, olaya önce Türkiye boyutuyla bakalım; zira burada henüz bu konu radara girmedi. Yani Türkiye’nin bir Kuzey Irak operasyonu yapıp yapmayacağı meselesi burada konuşulmuyor; daha yeni Pompeo-Çavuşoğlu anlaşması nedeniyle Menbiç’teki rahatlama gündemde. Bir sürü gazetede bugün “Türkiye ve Amerika krizin eşiğinden döndü” yönünde yorumlar yapılıyor. Fakat şöyle anlamak mümkün: Şimdi Amerika’nın derdi, Türkiye’nin Kuzey Suriye’de PYD’ye karşı, YPG’ye karşı –yani oradaki PKK’lı güçlere diyelim– bir operasyona girişmemesi. Zira Suriye’nin hâlâ doğu taraflarında IŞİD’le mücadele eden YPG güçleri var, Suriye Demokratik Güçleri dediğimiz Kürtlerin ağırlıklı olduğu güçler var. Onların Menbiç bölgesine kaydırılması ve Türkiye’nin olası bir Menbiç operasyonuna karşı o cephede IŞİD’le savaşan Kürtler’in Menbiç’e geçmesi, Amerika için istenmeyen bir senaryoydu. O senaryodan kurtuldu. Şimdi bu çerçevede Amerika’yla Türkiye arasında PKK’ya karşı mücadeleyi kısımlara ayırmak istiyor Amerika ve Pentagon. Yani diyor ki: “PKK’yla mücadelenize destek veriyoruz” — mesela Kandil meselesi olsun, Sincar meselesi olsun, buralarda Türkiye zaten anlık istihbarat alabiliyor Amerika’dan. Ankara’da “Fusion Center” denen bir merkez var. Bu merkez bütün bilgilerin toplandığı, uydulardan enstantane ve anlık görüntülerin geldiği yer. O görüntüler sayesinde de tüm F-16’ların operasyon yapabildiği, hava kuvvetlerinin hava harekâtı yapabildiği istihbaratı uydulara verebiliyorlar. Dün zaten Türkiye benim gördüğüm kadarıyla –bugün basına düştü–, dün Kandil çevresine, Kandil’de beş farklı bölgeye hava operasyonları düzenlemiş. Dolayısıyla Türkiye zaten hava harekâtları şeklinde Amerika’dan destekli olarak, anlık istihbarat sayesinde Kuzey Irak’ta operasyonlar yapıyor. Benim tahminim seçimlerden önce eğer Erdoğan çok köşeye sıkıştığını hissederse ve bir bakıma hem HDP’nin oylarını azaltmak hem de CHP’nin HDP’yle olası bir koalisyonunun önüne geçmek için, yani CHP’nin başkan adayı Muharrem İnce’nin Kürtlerden çok fazla oy almasını veya Kürtler’den bir şekilde oy istemesini engelleyecek bir şey yapabilir. Bu da bir operasyon, ama bu hava operasyonu değil, kara operasyonu. En azından Türkiye ciddi bir güçle Kandil tarafına girerse –ki bu çok zor bir operasyon olur, çünkü Kandil son derece dağlık bir bölge ve Afrin’e falan benzemiyor, ama göstermelik olarak Türkiye bunu yaparsa– kara operasyonu şeklinde, Türkiye’de bir anti-Kürt, anti-HDP, anti-PKK hava oluşur. Bu hem HDP’ye oy verecek Türkiye’deki liberal seçmenleri, Batı’daki HDP’ye oy verecek Türk seçmenini etkileyebilir, hem de dediğim gibi CHP’nin HDP’yle koalisyonunu biraz etkiler. O açıdan böyle bir şey siyaseten olası, eğer Erdoğan bunu göze alırsa — bunu göze alma riski de bana göre var, çünkü çok iyi gitmiyor gibi gözüküyor AKP’nin ve Erdoğan’ın oyları, yapılan sondaj araştırmalarına göre.

 

Peki Ömer, Kandil söz konusu olduğunda tabii bir tarafta Bağdat var, bir tarafta Erbil’deki Kürdistan Bölgesel Yönetimi, bir tarafta da İran var; çünkü Kandil İran’a daha yakın bir bölge ve onun orada bir nüfuzu olduğu biliniyor. Tabii bir tarafta da Irak’ta bir şekilde var olan ABD var. Bütün bu güçlerin her birinden bir onay alınması gerekmeyecek mi? Yoksa onlara, aktörlere rağmen yapılabilecek bir harekât mı?

 

Şimdi, Afrin meselesinde Afrin’e nasıl girdi? Rusya’nın bir bakıma izniyle girdi, Rusya yeşil ışık yakmasa da bir şekilde onay verdi buna. Burada da Türkiye bir terör örgütüne karşı, PKK’ya karşı kendini müdafaa ediyor olarak bunu yapabilir. Yani İran’ın göstereceği tepki, Bağdat’ın göstereceği tepki Türkiye’yi bence frenlemez. Bir de burada eğer rejimi kurtarmak söz konusuysa, yani Tayyip Erdoğan için seçimleri kazanmak ve kendi kurmak istediği rejimin devamlılığı söz konusuysa, İran’la veya Irak’la yaşanabilecek bu tür bir potansiyel gerginliği göze alır. Amerika zaten bence sesini çıkarmayabilir böyle bir ortamda; çünkü Amerika Türkiye’yi Kuzey Suriye’de frenlemeye çalışıyor. Irak’ta PKK’yla mücadele ediyor Türkiye ve orada PKK’nın ana üssü zaten, ana merkezi Kandil. Dolayısıyla ben buna gerek Amerika’nın gerek Rusya’nın çok fazla ses çıkarabileceğini düşünmüyorum. Irak konusunda da şöyle ilginç bir gelişme var: Türkiye Ilısu Barajı’na şu anda su dolduruyor ve Dicle Nehri bütünüyle kurumuş durumda, Irak’a yeterince su gitmiyor ve Iraklılar bundan çok şikâyetçi. Türkiye adına Büyükelçi Fatih Yıldız bu konuda dün bir açıklama yaptı ve “Irak’la ortak çalışacağız ve su konusunda garanti veriyoruz, su yakında gelecek” dedi. Türkiye’nin Irak’a karşı kullanabileceği bir su kartı var; yani o anlamda Dicle ve Fırat çok önemli Irak için, Türkiye burada da Irak’a hoşuna gidebilecek bir şekilde, yani en azından aba altından önce sopa gösterir, yani “Su meselesinde seni zorlayabilirim” diyebilir, ama sonra suyu bırakarak da bir bakıma Bağdat’a da bir mesaj verebilir. Zaten şu anda Bağdat’taki dengeler de karışık, Mukteda es-Sadr’ın Türkiye’yle iyi ilişkiler kurmak istediğini duyuyoruz. Dolayısıyla onlar da PKK nedeniyle krize girmek istemeyebilirler. Erbil’e gelince; Erbil’in zaten bence çok fazla ağırlığı olmaz bu konuda, Türkiye-Erbil ilişkilerinde Türkiye zaten bana göre daha üstün durumda. Dolayısıyla ben bunu, Kuzey Irak’a yapılabilecek, Kandil’e yapılabilecek bir askerî operasyonu, Türkiye’deki iç politika gelişmelerine, seçimin gidişatına bağlantılı olarak gerçekçi bir senaryo olarak görüyorum ve endişeleniyorum.

 

Peki Ömer, demin bahsettin, ama tekrar üzerinden geçelim: Pompeo-Çavuşoğlu görüşmesinde bir mutabakata varıldığı söyleniyor, “yol haritası” deniyor. Bunda bir netlik var mı? Çünkü detaylar dillendirilmedi ve YPG’nin de bir şekilde razı olduğunu, yaptıkları açıklamalardan gördük.

 

Şimdi Türkiye açısından her şeyden önce şunu söylemek lazım: Bir başarı söz konusu, çünkü Türkiye Menbiç’te istediğini elde etti diyebiliriz. Bir yol haritası çıkıyor ve bu yol haritasına göre –dün de bu konfirme edildi uluslararası haber ajansları tarafından–, YPG de bunu kabul etmek zorunda kaldığını söyledi. YPG güçleri kademeli olarak –yani önümüzdeki 10-15 gün içinde, iki hafta içinde– Menbiç’ten çıkacaklar ve Fırat’ın batısına geçecekler. Dolayısıyla burada şöyle bir şey söz konusu: Eğer YPG direnseydi burada, gerçekten bir sorun yaşanacaktı; fakat galiba Amerika YPG’ye belirli garantiler veriyor. Türkiye açısında detayda bu; yani detayları anlamak lazım. Neden buna razı oluyor YPG? Bence burada Amerika Türkiye’yi frenlediğini söylüyor ve diyor ki: “Ben bu bölgede Trump’ın bütün açıklamalarına rağmen, ‘biz çıkacağız’ diyor olmasına rağmen uzun dönemli sana destek vermeye taahhüt veriyorum”. Yani bir şekilde YPG’ye verdiği silahları, YPG’ye verdiği desteği IŞİD’le mücadele çerçevesinde devam ettireceğine dair YPG’ye garantiler veriyor olmalı ki, YPG bu kadar kolay bir şekilde Menbiç gibi çok önemli bir yerden çıkıyor. Tabii bu arada Menbiç’ten çıkması da oradaki demokratik yapıya bağlı, Menbiç Afrin gibi bir Kürt şehri değil, Menbiç sonuçta Arapların yoğunlukta olduğu bir şehir ve Menbiç Konseyi de Arapların yoğunlukta olduğu bir konsey. Dolayısıyla Kürtler arka planda kalabiliyor Menbiç’te; fakat YPG onlara stratejik bir avantaj sağlıyordu, şimdi anlaşmaya göre Türk ve Amerikan güçleri ortak denetlemeler yapabilecekler orada; yani Türk ve Amerikan askerleri beraber Kürtler olmadan belki bazı Arap güçleri arkalarına alarak bölgede ortak denetleme “patrolling”/devriye dediğimiz şeyleri yapılabilecekler. Bu, Türkiye açısından, seçimler öncesinde Erdoğan açısından büyük bir başarı; çünkü Amerika’ya istediğini yaptırtmış gibi gözüküyor. Amerika açısından da bir başarı; çünkü bir şekilde diplomatik yollarla, Türkiye’yle bir çatışmaya girmeden ve Türkiye’ye aslında istediği bazı tavizleri de vermeden –YPG’ye verdiği bütün silahları toplama veya YPG’ye desteğini durdurma gibi tavizleri vermeden– devam edebiliyor yola.

 

Evet, son olarak seçimle noktalayalım bugünkü yayını: Daha önce de yaptık, sürekli konuşuyoruz, bir nevi “follow up” yapıyoruz, takip ediyoruz. 24 Haziran’a az kaldı, zaman giderek azalıyor, seçim orada daha fazla konuşulur oldu herhalde, özellikle medyada. Neler konuşuluyor, ne tür yorumlar yapılıyor?

 

Mesela Washington Post’un ana editoryal sayfasında gazetenin kendi yazarlarının Erdoğan konusunda kaleme aldıkları bir başyazı çıktı ve ana mesaj şu: Erdoğan için bu seçimler garanti değil. Yani tahmin edilenin tersine Türkiye’de seçimlerden bir sürpriz çıkabilir; fakat seçimler serbest ve adil bir ortamda yapılmıyor. Bu nedenle uluslararası gözlemciler çok önemli bir rol oynamalı yönünde bir haber çıktı. Yani aslında önemli bir haber, dengeli bir haber; çünkü bir yandan gerçekten Türkiye’deki son haftalardaki gidişatı doğru yansıtıyor, bir sürü gazetede, New York Times’ta, Wall Street Journal’da Türkiye’deki ekonomik gidişat, liradaki erime, dolardaki değer kazanımı, insanların enflasyonda geçim derdinden şikâyetçi olması, AKP’nin 16 yıldır iktidarda olmasının getirdiği yorgunluk nedeniyle de muhalefette bir canlanma olduğu yazılıyor. Fakat herkes ‘ama’yla devam ediyor; o ‘ama’ da, “Acaba seçimlere hile karışacak mı?” ‘ama’sı. Tayyip Erdoğan 16 yıl sonra bu kadar güçlü bir şekilde Türkiye’de otoriter bir rejim kurmuşken, basın serbest değilken, televizyon serbest değilken, OHAL varken, on binlerce kişi hapisteyken, bu seçimi nasıl kaybedebilir? Yani buna bir inanamazlık hali var ve en kötü ihtimalde, özellikle Güneydoğu Anadolu’da Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde hileler yapılabileceği yolunda haberler çıkıyor. Bir de tabii ortada şu gerçek var: Parlamenter sistemle başkanlık arasındaki fark, yani Fransa’daki gibi bir sistem olabilir mi, bir kohabitasyon olabilir mi? Başkan farklı bir partiden ve Parlamento başka bir partiden olursa, Cumhurbaşkanı’nın partisi Parlamento’yu alamazsa, sistem nasıl yürüyecek? Paralize/Felç olur mu? Paralize olursa, başkanlığı almış Parlamento’yu alamamış bir Erdoğan Erdoğan ne yapar?

 

Bugün başdanışmanı Mehmet Uçum bir açıklama yaptı, “Böyle bir durumda milletvekilleri seçimleri yenilenebilir” diye.

 

Evet, bu korku, bu endişe, insanlara bence 2015’i hatırlatıyor. 2015 Haziranı’nda Parlamento’yu kaybeden Erdoğan, hemen o gece –bence birazcık da Bahçeli’nin o akşam hemen yaptığı açıklamalarla– tekrar seçime karar vermişti. Fakat tekrar seçim yapılırsa –o senaryoyu ele alalım–, Haziran’da Parlamento’yu kaybetti, bir kere iki hafta sonrasında başkanlık seçimi var. Bu çok önemli bir şey, yani bu konuda ben izninle bir fikrimi söyleyeyim: Türkiye tarihinde ilk kez iki turlu bir seçim yapılıyor benim bildiğim kadarıyla. Yani eğer Erdoğan birinci turda başkanlığı alamazsa ve birinci turda zaten Parlamento’nun aritmetiği ortaya çıkacak, yani başkanlığı alamamış, %45’te kalıp ikinci tura giden Erdoğan, Parlamento’da da çoğunluğunu kaybetmiş Cumhur İttifakı, AKP-MHP, insanlara iki hafta neler dedirtecek? O iki hafta boyunca nasıl bir moral bozukluğu olacak AKP’de ve Erdoğan’da? Ve muhalefette nasıl bir moral kazanımı olacak? İki hafta siyasette çok önemli bir süreç ve o iki hafta içinde neler olabilir? İstersen en başa dönelim: İşte, Kandil meselesi orada gündeme gelebilir, o iki hafta içinde veya onun öncesinde bile Erdoğan böyle bir senaryonun olabileceğini düşünürse ne yapabilir? Bir Kandil’e müdahale halinde ikinci turda kendisine daha fazla oy gelmesini sağlayabilir, HDP’nin seçmenlerinin CHP’yle koalisyonuna engel olabilir, CHP’nin HDP’ye çiçek atmasını, zeytin dalı yollamasını, Muharrem İnce’nin Selahattin Demirtaş’ı fazlaca yanına almasına engel olabilir. Bir de en önemlisi Meral Akşener’i zor bir durumda bırakabilir; yani Türkiye’nin Kandil’e girdiği bir ortamda, acaba Meral Akşener, Kürtler Muharrem İnce’ye bu kadar destek verirken, Muharrem İnce ve Kürtlerin olduğu bir koalisyona Meral Akşener yeterince destek verir mi? Yoksa şöyle bir risk olur mu: Meral Akşener’in de milliyetçi cepheye daha fazla destek vermesi, hatta bazı Meral Akşener’e destek verecek milliyetçilerin Erdoğan’a oy vermesi gibi bir durum yaşanabilir mi? Bütün bunlar tabii ki Amerikan basınında konuşulmuyor, ama benim aklımdan geçen, o iki hafta içinde olabilecek riskler.

 

Evet, Ömer istersen burada noktayı koyalım. Haftaya bu konuları kaldığımız yerden devam edelim, orada biraz daha netlik olur, Kandil konusu da netleşir ve cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler konusunda kampanyalar da daha bir netleşeceğe benziyor. Evet, Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler, size de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.         

 

 

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.