Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Rahip Brunson krizi, BM Zirvesi, İran’da Ahvaz saldırısı & Suriye’ye verilecek S-300’ler

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

 

Ruşen Çakır: Merhaba iyi günler. Bu hafta Transatlantik’i Gönül Tol’la yapıyoruz. Gönül Tol Washington’da, Ömer bu hafta olamıyor. Gönül merhaba, önce bir BM ile başlayalım diyorum. Trump bir konuşma yaptı, kahkahalara yol açtı vs. ama o konuşmada bence en önemli husus –şaşırtıcı değil, ama böyle dile getirilmesi– açık bir şekilde globalizmi değil yurtseverliği, aslında milliyetçiliği, Amerikan milliyetçiliğini savunduğunu söyledi. Bu “yeni dünya düzeni”, “yepyeni dünya düzeni” gibi kavramlar ortaya atıldı biliyorsun. ABD’nin olmadığı bir küresel sistem herhalde olmaz. Bunu Trump’ın bir hezeyanı olarak mı görmek gerekiyor? Yoksa gerçekten ABD küresel sistemi artık öncelemiyor mu?

 

Gönül Tol: Aslında ondan önce şunu söyleyeyim Ruşen: Danışmanlarından bir tanesinin yazdığı söyleniyor Trump’ın bu konuşmasını. Öncelikle şunu söyleyeyim — Ömer’in de ilk tepkisi oydu BM’deki konuşmasını dinlerken: Bir kavram kargaşası var; yani bu konuşmayı yazan insanın bu kavramları anlamadığını gösteriyor; çünkü globalizm ideolojisine karşı olduğunu söylüyor. Şimdi, globalizm bir ideoloji değil, bir olgu. Olgu olarak Trump’ın buna karşı olması şaşırtıcı bir şey değil, fakat orada globalizmin bir ideoloji olarak tanımlanması bence ilkin bu kavramın ifade ettiği şeyi hakikaten anlamadığını gösteriyor. İkincisi de, vatanseverlik dedi. Vatanseverliği de bir doktrin olarak kabul ettiğini söyledi. Bu da bir kavramsal kargaşaya işaret ediyor. Yani vatanseverliği bir doktrin olarak tanımlamak doğru değil. Dolayısıyla konuşmayı yazan insanın kavramlara çok hâkim olmadığını görüyoruz. Fakat bunu bir tarafa koyarsak; aslında Trump’ın hep yaptığı bir şeydi. Başkan olduktan sonra da yaptığı bir şeydi; seçimlerden evvel de kampanya sırasında çok sık vurguladığı bir şeydi. Uluslararası kurumlara karşı çıkıyor olması, “Önce Amerika!” sloganının bir parçasıydı. “Önce Amerika!” sloganı, anlayışı, hep şunu söylüyordu: “Dünyanın yükünü sırtımızda taşımak zorunda değiliz bir süper güç olduğumuz için. Ben evvela kendi ülkemdeki sorunları halledeyim; önce kendi altyapımı iyileştireyim; kendi işçimi, çiftçimi, vatandaşımı düşüneyim. Bu arada da mümkün olduğu kadar, agresif olarak sınırlarımı koruyayım, ticarî ilişkilerde çıkarlarımı koruyayım” — hep bunun altını çiziyordu. Bu BM konuşmasında da uluslararası kurumlara saldırdı. Mesela Amerika’nın BM İnsan Hakları Konseyi’nden çıkmasının ne kadar doğru bir karar olduğunun altını çizdi ve diğer pek çok uluslararası kuruma saldırdı. Yani bu aslında komünist liderlerin çok sık yaptığı, başvurduğu bir söylem. Dünyada yeni bir düzen kurulması gerekiyor ve bu düzen adil değil. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası kurumlar güçlüyü daha güçlü hale getiriyor, diğer taraftan ezilen halklar var. Hakkı yenen ülkeler var ve bu hakkı yenen ülkelerin haklarını bu kurumlar koruyamıyor söylemi var. Bu söylem de Trump’ın baştan beri olan söyleminin bir parçası. Bu anlamda da yaptığı konuşma şaşırtıcı değildi — o kavram kargaşası dışında.

 

Peki Gönül, Türk-Amerikan ilişkileri bağlamında bakacak olursak, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump’ın görüşüp görüşmeyeceği konusu bayağı konuşuldu ve sonunda bir ayak üstü tokalaşma olayına tanık olduk. Bu herhalde çalışılmış bir şeydir, herhalde rastlantı sonucu gerçekleşmiş bir şey değildir. Türkiye’de birileri bunu çok anlamlandırmaya çalıştı; ama sen burada nasıl bir sembolizm görüyorsun? Bu çok önemli bir şey mi? Çok doğal bir şey mi?

 

Gönül Tol: Ben bunu çok önemli görmüyorum. Bu çalışılmış bir şey olduğunu da düşünmüyorum, tamamen rastlantısal olabilir. Çünkü Trump’ın konuşma düzeninde bir kargaşa oldu. Dolayısıyla, konuşma sırası değişti. Kuliste karşılaşmış olabilirler. Ben bunu çok önemli, sembolik, önceden çalışılmış, kurgulanmış bir şey olarak görmüyorum. Türk gazetelerinde ise her iki tarafın da vücut dilinden bahsedildi. Ben bunların hiçbirinden bir şey okumadım. Mesela bu sabah birisi şöyle diyordu: “Trump çok sıcak davrandı, elini Erdoğan’ın koluna koydu” vs.. Özellikle Trump söz konusu olduğunda bunların hiçbir anlamı yok. BM konuşmasını geçen yılla karşılaştırdığında, Kore’ye çok saldırmıştı, bu sene Kuzey Kore’yi, liderini övdü. Söz konusu Trump olduğunda bu tür jestlerin de çok bir anlamı yok. O yüzden çok ciddi okumamak gerektiğini düşünüyorum. Nitekim Erdoğan BM konuşmasında ABD’nin adını vermedi ama, ABD’nin dış politikasına, İran yaptırımlarına, ticaret savaşlarına, PYD-YPG ile çalışmasından Fethullah Gülen’e ev sahipliği etmesine kadar pek çok konuda Amerika’yı eleştirdi. Dolayısıyla o gerginlik hâlâ orada duruyor.

 

Bu arada Dışişleri Bakanı Pompeo da BM toplantıları sırasında yaptığı açıklamayla papazın salıverileceğini düşündüğünü söyledi.

 

Tam onu soracaktım. Böyle bir beklenti var galiba. Türkiye’de de kamuoyu galiba Rahip Brunson bırakılacak kıvamına geldi. O beklenti orada da güçlü herhalde.

 

Gönül Tol: Washington’da çok güçlü; çünkü her şeyden önce Pompeo’nun söyledikleri de beklentiyi artırdı — bir ortak anlayışa varıldı beklentisi var. Bir de tabii NASA’da çalışan Serkan Gölge 7 buçuk yıla mahkûm edilmişti; mahkeme onu beş yıla düşürdü. Dışişleri Bakanlığı bunun için Türkiye’ye teşekkür etti. Bu Serkan Gölge kararının da ardından Amerikan tarafından Brunson’ın bırakılması beklentisi var. Bırakılır mı? En azından bizim duyduğumuz kadarıyla Erdoğan çevresi iki gruba ayrılmış. Bir grup diyor ki: “Brunson’ı bırakmamız gerekiyor; çünkü ara seçimlerden evvel bu tür bir jest yaparsak Trump ve Erdoğan ilişkisi yeniden rayına oturabilir. Dolayısıyla İran da dahil pek çok konuda taviz alabiliriz Amerikan tarafından”. Bir başka grup ise: “Hayır, biz Brunson’ı bıraksak dahi masada İran’a yaptırımlar dosyası var. Rusya’dan F-400 alma meselesi var. Dolayısıyla bunlar çözülmeyecek ve biz Brunson’ı bırakarak iç siyasette ABD’nin direktiflerine boyun eğmiş bir ülke, yönetim olarak görüleceğiz. O yüzden Brunson bırakılmamalı” diyor. Tabii bu iki kanattan kim kazanacak bilmiyoruz. Amerikan tarafında beklenti bırakılacağı yönünde.

 

Erdoğan Reuters’a bir açıklama yaptı Brunson ile ilgili. “Mesele siyasî erkin karara verebileceği bir mesele değil, mahkemeler buna karar verecek” dedi. Dolayısıyla oradan bir şey okumak güç. Her ikisi de olabilir bence; çünkü yazın da, aslında yaptırım kararından önce her iki tarafın anlaştığı söylenmişti. ABD tarafında beklentiler çok yüksekti ve birden, salıverilmek yerine ev hapsine alındı. Ben her ikisini de eşit şekilde olası görüyorum. Salınabilir de salınmayabilir de. Bence salınması gerekiyor. Hakikaten çok daha önemli meseleler var. İran yaptırımları, Rusya’dan F-400 alma meselesi çok çok önemli. Şunun da altını çizeyim: Türkiye de aslında Amerika’nın, NATO’nun söylediğini önemsiyor. Mesela Rusya’da çok önemli bir tatbikat yapılmıştı, Çin davet edilmişti Rusya tarafından. Aslında Türkiye de davet edilmişti; fakat Türkiye aktif olarak yer almak yerine oraya askerî gözlemciler gönderdi. Bu çok önemli bir şey. Bu neyi gösteriyor? Aslında Türkiye’nin de NATO ve ABD ile ilişkileri germek istemediğini gösteriyor. F-400’ün üzerine bir de böyle bir tatbikata Çin ile birlikte katılmak, ABD nezdinde Türkiye için kötü bir resim olacaktı. Bunu vermek istemedi. Türkiye ilişkilerin kopma noktasına gelmesini istemiyor. Bu nedenle de pek çok sorun varken, Brunson meselesi adım atılması en kolay mesele. Reel politika açısından baktığımızda Türkiye için de yapması gereken şey; Brunson’ı bırakıp diğer meseleler konusunda ABD ile müzakerelerde elini güçlendirmek olmalı bence.

 

Gönül, İran demişken, Türkiye-ABD ilişkilerinde İran çok önemli yer tutuyor; ama İran başlı başına Trump’ın en önemli gündem maddesi. Ahvaz’da Devrim Muhafızları’na yönelik bir terör saldırısı yaşandı. Küçük çaplı da olsa bayağı bir katliam yaşandı. IŞİD de üstlendi, bir ayrılıkçı örgüt de üstlendi. Ama Tahran bundan Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerini ve ABD’yi suçladı. O İran’a yönelik stratejilerin belki de ilk ciddi adımlarından birisi olarak yorumlandı ve çok sert cevap vereceklerini söylediler. Sen nasıl okuyorsun Ahvaz meselesini?

 

Gönül Tol: Ahvaz saldırısı çok önemli bir olay. İran’da çok da böyle şeyler olmuyor. İç güvenliği sağlama konusunda İran rejimi oldukça başarılı. Bir süredir bu tür saldırılar oluyor. Bu da aslında İran’ın elinin ne kadar güçsüzleştiğini göstermesi açısından önemli. Ahvaz’da Araplar yaşıyor. Bu saldırıyı ayrılıkçı etnik Arap bir örgüt üstlendi. Burası hem ekonomik olarak –altyapı sorunları, susuzluk– gelişmemiş bölgelerden bir tanesi. Bu ayrılıkçı grubun da uzun zamandır talepleri var. Ahvaz saldırısı bir dizi başka saldırının ardından geldi. Hatırlayalım: Basra’daki İran Konsolosluğu’na saldırı yapıldı, yakın zamanda Kürt bölgelerinde saldırılar oldu. Diğer tarafta İran halkı sokaklara dökülüyor ekonomik sıkıntılar yüzünden, esnaf protesto ediyor. Bunlar bana şunu gösteriyor: İran rejimi çok kritik bir dönemden geçiyor. Çok zayıf olduğu bir dönem bu. Hem bölgesel olarak, ABD’nin yaptırım kararıyla, ABD’nin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile yakın çalışmasının getirdiği o sıkışmışlık hissi de var. Hem bölgesel olarak hem iç siyasette çok zayıfladığı bir dönemden geçiyor ve böyle bir dönemde rejimin muhalifleri ve düşmanları bu dönemi kullanarak kendi ellerini güçlendirmek istiyorlar. Ama bunun tam tersi bir etkisi olabilir. Ahvaz saldırısında İran Devrim Muıhafızları’ndan 30 kişinin öldüğü söyleniyor, tam tersi etki yaratabilir. ABD şunu ümit ediyor: Bunlar rejimin elini zayıflatacak. Binlerce insan Pazartesi günü Devrim muhafızlarına destek ve cenazelere katılmak için sokaklara çıktı. Bütün saldırılar aslında halkı rejimin arkasında kilitliyor.

 

Rejim baştan itibaren de şunu söyledi: Kendi adına doğru adım atarak, “Bunun arkasında Suudi Arabistan, ABD, Körfez ülkeleri var” dedi. Bu doğru olabilir. Yani yakın zamanda Suudi Arabistan veliaht prensi “Bundan sonra İran ile mücadeleyi İran’ın içine taşıyacağız” dedi. BAE, “Bu bir terör saldırısı değil, çünkü sivilleri hedef almıyor” dedi. Dolayısıyla bu saldırıda gerçekten dış güçlerin parmağı olabilir. Ahvaz bölgesi tarihi olarak zaten Arap milliyetçi ideolojiye, diğer ülkelerin –geçmişte bu Mısır oldu, Irak oldu– bu ülkelerin karışmasına açık oldu. O yüzden bu olabilir. Rejimin “ABD de bunun arkasında” demesi tabii tam tersi bir etki yaratarak halkı rejimin arkasında birleşmeye itti. O yüzden Ahvaz saldırısının İran için önemli olduğunu düşünüyorum. Hem içinden geçmekte olduğu bölgesel zorluklar hem de iç siyasette yaşadığı zorluklar açısından rejim için önemli.

 

Gönül, son olarak Suriye’den bahsetsek. İdlib’de Türkiye bir şeyler üstlendi ve bu konuda en son New York’ta da yapılan açıklamalar var. Silahsızlandırma ya da silahtan arındırılmış bölgenin dışına çıkarılmanın başladığı ve başarılı gittiği yolunda. Şu anda Suriye ile ilgili en çarpıcı olaylardan birisi Rusya’nın Suriye ordusuna S-300’ler vermesi, verecek olması. Verdi mi?

Gönül Tol: Rusya “Birkaç hafta içerisinde vereceğiz” dedi.

 

Bu neden önemli?

 

Gönül Tol: Bu önemli, çünkü Rusya ilk kez 2013’te S-300 satmaktan bahsetmişti. Fakat İsrail’in ısrarı ile bundan vazgeçti. Geçen yıl Şubat ayında İsrail Suriye’deki bir hava üssüne saldırı düzenlemişti. Orada Rus askerî uzmanlar vardı. Rusya onun ardından da S-300’ü gündeme getirmişti. Fakat Putin ile Netanyahu konuşup anlaştılar ve S-300 verilmemişti.

 

Şimdi, bu neden önemli? Tabii İsrail için çok önemli. İsrail Suriye hava sahasında çok aktif. Bu sabah bir istatistik okuyordum: 18 ayda 300 kez saldırı gerçekleştirmiş Suriye’nin içerisine. S-300lerin oraya konuşlandırılması demek, İsrail’in artık bu kadar rahat Suriye hava sahasını kullanamaması anlamına geliyor. İsrail neden Suriye hava sahasını kullanıyordu? Oradaki İran’ın Hizbullah’a verdiği lojistik desteğin önünü kesebilmek için. Dolayısıyla bu İsrail’i çok endişelendiren bir şey. O nedenle ben İsrail tarafının Rus tarafıyla bunu engellemek adına çok görüşmeler yürüttüğünü düşünüyorum. Fakat bu kez vazgeçer mi Putin? Vazgeçebilir; ama şöyle de bir şey var: İsrail’in “sorumsuzca” davranışları nedeniyle Rus askerleri ölüyor. Rusya buna bir çözüm getirmek istiyor. Dolayısıyla bu İsrail için önemli. Ama sadece İsrail için değil, Amerika himayesindeki IŞİD karşıtı koalisyon için de önemli. Çünkü S-300 onların da hareket alanını kısıtlayacak bir şey. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı da söyledi; ABD önderliğindeki koalisyonun da her istediği zaman Suriye hava sahasında saldırı yapmasının önüne geçecektir. Dolayısıyla Rusya mükemmel bir söylem buldu bir anlamda. Yani: “İsrail vurdu, S-300’leri gönderiyorum”. Hem İsrail’i Suriye’de kontrol etmiş olacak, hem de ABD öncülüğündeki koalisyonun hareket alanını kısıtlamış olacak. Rusya ve İsrail’in 2015’ten bu yana Suriye içerisindeki askerî koordinasyonu artık kırıldı ve ilişkilerde başka bir sayfaya geçildi anlamına gelmiyor. Bence iki taraf için de o işbirliğini yürütmek önemli. İsrail-Rusya işbirliği sadece Suriye hava sahasında önemli değil. Daha geniş çerçevede her iki ülkenin dış politikasında yakın temas içerisinde olmak önemli. O nedenle işbirliği devam edecektir. Rusya-İsrail ilişkilerinde kopmaya işaret etmiyor.

 

ABD’nin çok gündeminde olan bu yargıç ataması ve cinsel taciz suçlaması var. Trump’ın atamak istediği muhafazakâr bir yargıç hakkında şikâyet önce bir kadından geldi, sonra bir başka kadından geldi. Sanırsam orada bayağı bir fırtına kopuyor. Kadınların “Me Too” hareketi ile başlayan bu olay ABD’deki her tür kadını –yani sağcı solcu anlamında ayırt etmeden– birleştiren bir hareket mi? İkincisi, bu spesifik olayda yargıç ataması Senato tarafından onaylanmayabilir mi?

 

Gönül Tol: Bu “Me Too” hareketi aslında gerçekten toplumun her kesiminden kadınları birleştiren bir hareket. Trump’ın seçilmesi bir kadın hareketine sebep oldu. Washington’da kadın yürüyüşleri yapıldı. Siyahlar, cumhuriyetçiler, demokratlar, zengin, orta sınıf herkes bir araya geldi. “Me Too” hareketi de önemliydi. Yani toplumun her katmanına yayıldı. Bir anlamda Trump karşıtlarının; Trump’ın temsil ettiği maço, agresif, içine kapalı kültür, o popülist ideolojinin karşısında liberal değerleri, özgürlüğü eşitliği savunan bir ses olarak, o sesin parçası olarak ortaya çıktı “Me Too” hareketi. Dolayısıyla sembolik öneminin dışında aslında siyasette taşları yerinden oynatan bir fenomene dönüştü. Artık kadınların olduğu her ortamda herkes iki kez düşünüyor. Çok daha dikkat ediyor. Bu kültür aslında Trump’ın gelmesi ile perçinlendi. İnsanlar bunu çok ciddiye alıyorlar. Bu tür şeyler geçmişte de oldu fakat şimdi sosyal harekete evrilmeye başladı. O nedenle Senato’da yargıç meselesi zorlanabilir. Sadece bir kadın olarak ortaya çıktı bu; o kadının ne kadar güvenilir olduğu sorgulanırken başkaları ortaya çıktı. Onun arkadaşları ortaya çıkıyor. Senato’da gerçekten zorlanabilir gibi geliyor.

 

Evet, burada noktayı koyalım Gönül. Teşekkürler çok keyifli bir “Transatlantik” oldu. Gönül Tol’a ve izleyicilerimize teşekkür ediyoruz, haftaya tekrar buluşmak dileğiyle, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.