Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan “AK Parti’nin yıkılması, Türkiye için felaket olacaktır” derken haklı mı?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün, İslamcılık üzerine bir yayın yapmayı düşünüyordum; ancak bir izleyicimin –bu arada, uzun bir süredir izleyici oldu artık; eskiden okurdu, ben yazan birisiydim; ama üç yıldır videolar üzerinden sesleniyoruz, televizyon ya da görüntülü yayın ağır bastı; bu da birazdan konuşacağım konuyla alâkalı bir şey–, bir izleyicimin e-postasında hatırlatmasıyla bu yayını yapmaya karar verdim. Açıkçası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın salı grup toplantısında başlığa çıkarttığı “AK Parti’nin yıkılması Türkiye için felaket olacaktır” lafını kaçırmışım; çünkü Erdoğan artık o kadar çok yerde sürekli konuşuyor ki, sözlerini takip etmek bir yerden sonra mümkün olmuyor ve bir yerden sonra da çok tekrar oluyor. Bu söz de aslında bir tekrar; değişik versiyonlarında bunu söylemişti. Tamamını bir okumak istiyorum: “Tarih bizi öyle bir noktaya getirdi ki, ülkemizin kaderiyle partimizin kaderlerini birleştirdi. Allah korusun, AK Parti’nin yıkılması Türkiye için felaket olacaktır”. Evet, İslamcılık üzerine yapmayı düşündüğüm yayın yerine bu sözü değerlendirmeye karar verdim; ama aslında bu sözü değerlendirirken İslamcılık’tan da bahsetmek kaçınılmaz. Bu, aslında Erdoğan’ın ilk defa söylediği bir söz değil. Daha değişik versiyonlarıyla söylemişti; “Biz batarsak ülke batar” şeklinde de –tam kelimeler bu olmayabilir, ama mealen bunu söylüyor– “Allah korusun” payıyla beraber, “AK Parti’nin yıkılması Türkiye için felaket olacaktır” diyor.

Bu doğru bir söz mü? Buna bakacak olursak, aslında sözün birinci kısmı doğru bence. Yani, “Tarih biz öyle bir noktaya getirdi ki, ülkemizin kaderiyle partimizin kaderleri birleştirdi” diyor. Tabii burada bir muhalefet şerhi düşmek lazım; benim gözümde aslında AK Parti bir müddettir çok fazla anlamı olan bir oluşum değil. Burada AK Parti yerine Erdoğan’ın kendisini koymak lazım, yani “Tarih bizi öyle bir noktaya getirdi ki ülkemizin kaderiyle benim kaderimi birleştirdi” demesi daha doğru olurdu. Sonra da AK Parti’nin yıkılması yerine kendisinin devre dışı kalmasını söyleyebilirdi. AK Parti aslında artık yok; bunu birçok kez burada dile getirdim ve özellikle Prof. Menderes Çınar’la yaptığımız –ki herhalde iki ayda bir yapıyoruz AKP’yi irdeleyen yayınlar–, orada da Menderes’in de başından itibaren söylediği, bunun artık bir parti olmaktan ziyade, şirket görünümünde başka bir oluşuma evrildiği yolunda. Dolayısıyla öncelikle bu şerhi düşmek, ancak Türkiye’nin kaderiyle Erdoğan’ı kaderinin birleştiğini kabul etmek lazım. Tabii, birisinin iyiliği diğerinin de iyiliği anlamına gelmeyebilir, ama şu anda bir süredir ülkenin kaderini belirleyen tek güç olarak Erdoğan var, onun dışında ne iktidar partisinin içerisindeki başka güçler – ki böyle bir şey yok, gücü olan bağımsız gücü olan kimse yok– ne muhalefet, ne de diğer odaklar sermayedarlar ya da ordu ya da dış güçler vs. –o çok sevdikleri– bunların Türkiye üzerinde bir derecede etki edebilecek, kaderini değiştirebilecek herhangi bir durumları yok.

Bir süredir Türkiye hakikaten Erdoğan’la başlıyor ve Erdoğan’la bitiyor. Bu, onun becerisi olduğu kadar diğerlerinin beceriksizliğinden kaynaklanıyor; ama bir diğer taraftan bu durum aslında Erdoğan’ın da lehine olan bir durum değil. Türkiye öyle tek başına yönetebilecek kadar küçük bir ülke değil, yönetemediğini de zaten çok net bir şekilde görüyoruz. Özellikle ekonomideki son döviz kriziyle beraber yaşananlar, Erdoğan’ın tek adam yönetiminin çok erken bir şekilde, yani resmen hayata geçmesinden çok kısa bir süre sonra bize gösterdi ki: Bu, olabilecek bir şey değil. Şu an, tek adam yönetiminin, tek kişi yönetiminin Türkiye’ye uygun bir model olmadığını bize gösteriyor, daha da gösterecek. Tabii burada ülkeyi yöneten tek adam ve onun etrafındakiler pek mağdur olacağa benzemiyor; çünkü onlar bir şekilde, yine her şeyi kontrol etmenin verdiği imkânlarla mağdur olmayacaklardır, ancak onlara destek verenler de dahil Türkiye toplumunun değişik katmanları, ama özellikle de yoksullar ve yoksunlar bu faturayı çok ağır bir şekilde şimdiden hızlı bir şekilde ödemeye başladılar. Enflasyon rakamları vs. hep bunu gösteriyor; ülkeden gidebilen gidiyor, çok ciddi bir şekilde beyin göçü yaşanıyor; ülkede çok ciddi manevi arayışlar var, daha doğrusu deizm tartışmalarında da gördüğümüz gibi siyasî iktidarın sponsorluğunu yaptığı, sürekli dayatmaya çalıştığı şeylerden uzaklaşmalar var ve bunun başında da İslam dininin yorumlanışı geliyor — böyle bir ortamdayız. Gerçekten Erdoğan kendi kaderiyle ülkenin kaderini birleştirdi ve bu anlamda ülkenin kaderiyle Erdoğan’ın kaderinin birleşmesiyle ülkenin çok kötüye gittiğini, her geçen gün daha da kötüye gittiğini görüyoruz — böyle bir durum var.

O zaman ikinci cümleye gelebiliriz: “Allah korusun AK Parti’nin yıkılması Türkiye için felaket olacaktır” cümlesine. Bunun doğru olduğunu sanmıyorum. Bir kere AK Parti –burada doğru olan AK Parti değil; kendisini koyması lazım–, AK Parti diye bir yapının artık ciddi bir etkisi olduğunu söylemek mümkün değil. Koca bir Meclis grubu var, ama Meclis grubunun herhangi bir hükmü yok. Parti teşkilatlarının da birtakım kayırmacılık işlerini takip etmenin dışında çok fazla bir etkisi olduğunu açıkçası sanmıyorum.

Peki, Erdoğan’ı devre dışı kalması Türkiye için felaket olur mu? Erdoğan destekçileri için böyle bir şey tabii ki söz konusu; onlar için Erdoğan’sız bir Türkiye bir felaket olabilir; ancak Erdoğan’ın iktidarını kaybetmesinin Türkiye için bir felaket olacağını söylemek gerçekçi değil; ama Erdoğan’sız bir Türkiye’nin çok iyi olacağının garantisi de yok. Şu günkü aktörler etrafında baktığımız zamzn, tabii ki Erdoğan’ı sevmeyen, nefret edenlerin gözünde, onun yerine kim olursa olsun daha iyi diye bir beklenti olabilir; ancak Erdoğan devleti o kadar değiştirdi ve en ufak ayrıntısına kadar kendi denetimine aldı ki, yerine gelecek olan birilerinin bu yapıyı tekrar kontrol edebilmesi vs. nasıl mümkün olacaktır? Başlı başına bir soru işareti. Bir diğer soru da, onun bıraktığı bütün bu sorunlar yumağının –ki biz aslında bunları çok azınıbiliyoruz; tam anlamıyla biliyoruz; bütün yönleriyle göremiyoruz; çünkü medya üzerinde çok ciddi bir baskı, denetim var–, ama buna rağmen sızan, Sayıştay’ın arada sırada yaptığı açıklamalardan vs.’den sızan ya da bazı işini kaybetmiş gazetecilerin çabalarıyla ortaya çıkan en son İşsizlik Fonu’nun paralarının kamu bankalarına akıtılmış olması gibi sızan haberlerden görüyoruz ki, Türkiye de çok vahim bir sorunlar yumağıyla karşı karşıya. Dolayısıyla Erdoğan’ın kaybetmesi durumunda –mesela bu bir önceki seçimleri kaybetmesi olabilirdi, daha sonraki dönemde kaybetmesi olabilir–, yerine gelecek olanların işinin de hiç kolay olmayacağını şimdiden söylemek kesinlikle çok kolay olacaktır. Dolayısıyla daha kötü olmasının –yani Erdoğan’ın söylediği felaket olmayacaktır ama– daha iyi olacağının ya da en azından sorunların çözüleceğinin garantisi de maalesef pek yok. Ama burada daha önemli bir husus var: Erdoğan niye bunu söylüyor? Karşısında ciddi bir muhalefet yok, kendisini bunaltan bir muhalefet yok — halbuki muhalefetin imkânları sonuna kadar açık; yaşanan onca olay, ekonomide yaşananlar vs. buna rağmen bir muhalefet yok, tek tek birtakım vatandaşların sosyal medya üzerinden vs. birtakım gayretleriyle birtakım gerçekler su yüzüne çıkabiliyor. Muhalefet –geçen İrfan Aktan’ın da söylediği gibi– büyük ölçüde twitter milletvekilliğinden ibaret bir muhalefet söz konusu. Ama Erdoğan bir yıkım ihtimalinden bahsediyor; kaybetme, batma ihtimalinden bahsediyor. Aslında bu kendi tabanına verdiği bir mesaj. “Ben gidersem –ya da biz gidersek, ama ben gidersem olarak anlamak lazım– sizin durumunuz hiç iyi olmayacak” diyor; çünkü kendi tabanının da çok ciddi bir şekilde rahatsız olduğunu, gidişattan memnun olmadığını biliyor, bilmemesi imkânsız; çünkü Erdoğan Türkiye’de kamuoyu araştırmalarını en sık ve en disiplinli bir şekilde yapan siyasetçilerdendir — belki de en önde gelen siyasetçidir, belki de tek siyasetçidir. Dolayısıyla altta yaşanan rahatsızlığı, hoşnutsuzluğu görmemesi mümkün değil; ama o kişileri, o tabanı kendisinden sonra bu işlerin hiç de iyi olmayacağını söyleyerek tutmaya çalışıyor.

Ortada bir kriz olduğu kesin. Ben bu kriz meselesini iki-üç yıldır burada sürekli tekrarlıyorum ve bazıları benimle dalga geçiyor: “Ya, kriz kriz diyorsun, bütün seçimleri kazanıyor” diye. Tamam, bütün seçimleri kazanabilir; ama her seçimi kazandıktan sonra ülkeyi yönetmekte daha da zorluk çekiyor. Şu anda yaşanan bunun en açık göstergesi. O kadar “yerli ve milli” dedikten sonra, ülkenin ekonomisinin kurtuluşunu, sorunların çözümünü ne kadar gayri milli yer, kurum vs. sermaye varsa orada arayan bir siyasî iktidarla karşı karşıyayız ve burada da görüyoruz ki, seçimleri kazanıyor olması krizi aştığı anlamına gelmiyor ya da krizde olmadığı anlamına gelmiyor. Seçimleri kazanabiliyor olması, tabii ki devletin imkânlarını sonuna kadar kullanabiliyor olması, ama diğer bir yandan da rakiplerinin krizinin kendisininkinden daha derin olmasından kaynaklanıyor. Ama “Biz gidersek ülke batar, biz yıkılırsak ülke için felaket olur” lafını, güllük gülistanlık olan bir yerde hiçbir siyasetçi söylemez. Demek ki bu –hani ne derler? Allah söyletiyor– işlerin iyi gitmediğinin Erdoğan tarafından itirafıdır bu. Dolayısıyla Türkiye’de özgür bir medya olmasa da, Erdoğan o kadar çok konuşuyor ki, burada bazı gerçekleri bir şekilde kendi jargonuyla kamuoyuna da anlatıyor. Yani normal şartlarda bir gazetecinin, benim mesela kalkıp, “AKP yıkılırsa” diye bir yayın yapmam halinde, bana hemen o meşhur lafla, “Algı yaratıyorsun, dış güçler” vs. denirdi; yani AKP’nin yıkılma ihtimalini bizim, bağımsız insanların, dışarıdan insanların telaffuzu, o insanların şeytanîleştirilmesine, kriminalize edilmesine yol açabilirdi; ama Erdoğan’ın kendisi söylediği için işimiz açıkçası kolaylaşıyor.

Son olarak Erdoğan’ın YÖK’te yaptığı bir konuşmadan bir bölüme değinmek istiyorum — o da medyayla ilgili, konumuzla da çok alâkalı. Orada hâlâ medyadan şikâyet ediyor –hâlâ şikâyet edecek medya kaldıysa–; genellikle sosyal medyadan şikâyetleri var anladığım kadarıyla. Orada geçmişe yönelik söylediği bir şey var: “Medya dördüncü güç diyorlardı” vs. falan, “Böyle demokrasi olmaz” diyor ve şurayı okumak istiyorum: “Bir siyasetçi de eğer medyasından çekiniyor, korkuyorsa, onun da sağlıklı siyaset yapması mümkün değildir”. Doğru bir laf, ama bu doğru lafın bir başka versiyonu da şudur: Bir gazeteci de eğer siyasetçiden korkuyor, çekiniyor ve öyle gazetecilik yapıyorsa, onun da sağlıklı gazetecilik yapması mümkün değil. Türkiye’de Erdoğan iktidarda değilken medyanın siyaset üzerinde çok yanlış bir kullanımı vardı, Erdoğan iktidar olduktan sonra adım adım medyanın siyasetin denetimine geçmiş olduğunu gördük. Ama Erdoğan hâlâ medyadan şikâyet etmeyi bırakmıyor ve medyadan korkan siyasetçinin gerçek siyasetçi olmadığını söylüyor; ama bugünün meselesi medyadan korkan siyasetçi değil, siyasetçiden korkan gazeteci meselesi. Türkiye’nin esas önemli sorunu bu. Siyasetçiden korkulduğu zaman, çekinildiği zaman, gerçek gazetecilik yapma imkânı olmuyor; ama bereket, dünyanın her yerinde, her zamanında hâlâ bu işi yapmaya çalışan insanlar var, vatandaşların da o insanlara sahip çıkması halinde, gerçekten oraları, özellikle ülkemiz Türkiye, daha iyi bir ülke olabilir.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.