Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer
Merhaba iyi günler. Dün burada Rahip Brunson bırakılır mı diye yayın yaptım ve büyük ihtimalle bırakılacağını düşündüğümü söyledim. Tabii bir ihtiyat payı da bıraktık; benim bunu söylemem çok büyük bir başarı değildi çünkü birçok kişinin beklentileri artık bu noktada birleşmişti. İki yılın sonunda Rahip Brunson’ın artık ev hapsinden de kurtulacağı ve ülkesine gidebileceği konusunda bir kanaat, ortak kanı oluşmuştu. Ve nitekim öyle oldu. Üç yılı biraz aşan bir ceza aldı ve yattığı sayıldı. Ev hapsi kaldırıldı, yurtdışı yasağı kaldırıldı. Kendisini İzmir’de bir uçağın beklediği söyleniyor ve belki de bu gece hiç beklemeden ülkesine gidecek. Ve ülkesinde de karar çıkar çıkmaz zaten tweet’lerle bunu kutlayan Amerikan Başkanı Donald Trump tarafından ve Başkan Yardımcısı Pence tarafından herhalde büyük şatafatla karşılanacak. Çünkü Amerika Birleşik Devletleri’nde seçim var, ara seçimler var ve ara seçimlerde iktidardaki Cumhuriyetçi Parti’nin durumu pek parlak değil. Özellikle Rahip Brunson’ın da içinde olduğu Evanjelist kesimin oylarını daha güçlü bir şekilde çekebilmek, onların sandığa gitmesini sağlamak noktasında bunu kullanacağı anlaşılıyor. Bu yayının başlığı “Türkiye hukuk devleti mi?” ve bu sorunun cevabı da maalesef hayır. Ve bu olay da bize bunu gösterdi. Şaşırmadık. Bu olay zaten başından itibaren siyasî bir davaydı. Türkiye’de son dönemdeki birçok davada olduğu gibi başından itibaren Rahip Brunson davasındaki iddiaların baştan savma olduğu, tanık diye ortaya çıkan kişilerin dile getirdiği ifadelerin büyük bir kısmının uydurma olduğu ya da mantıksız olduğunu düşünüyorum ve bunu da dile getirdim. Dile getiren başkaları da çok oldu. Bu arada hükümete yakın medyanın bunu uzun bir süredir çok aşırı ölçüde ve saçma sapan bir şekilde gündeme getirmiş olmasının da altını çizmiştik. Söylenmedik şey bırakılmadı. Adam hem PKK’lı hem FETÖ’cü hem ajan, her şey oldu. Yani ne kadar kötülük varsa üzerine yapıştırıldı. Ve tabii ki kimse onu kolay kolay savunamadı. Ülkede zaten malum bir Batı ve Amerikan karşıtlığı var. Üstüne misyoner — misyonerliğin gizlemeyen birisi. Misyonerliğe karşı zaten bir alerji var, toplumun sadece dindar kesimlerinde değil, laiklik iddiasındaki kesimlerde de bunu bir emperyalizm oyunu olarak görenler var. Ve böyle bir ortamda, bir de tabii darbe girişiminin ardından olması nedeniyle, Olağanüstü Hal dönemine denk gelmesi nedeniyle kimse bunu çok güçlü bir şekilde dile getiremedi. Getirmek bile o karambolde, o kadar çok şeyin olduğu yerde, Türkiye’de yaşanan onca hukuksuzluğun arasında bir de yabancının bundan muzdarip olması çok da fazla dikkat çekmedi. Ta ki Amerikan yönetimi olaya el koyana kadar. Ve ondan sonra da bu olay bir tür Türkiye’nin bağımsızlığının ve dik duruşunun göstergesi olarak kullanıldı ve yaptırımlar geldi. Ve şimdi de serbest bırakıldı, ülkesine gidecek. Tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan en son sorulduğunda “Türkiye hukuk devletidir, yargı ne karar verirse biz de ona uyarız” dedi. Şimdi diyelim ki hukuk devleti işledi ve Brunson’a 3 yıl ceza verildi ve ülkesine gidebilecek. Peki iki yıl boyunca yaşananlarda, o süreçte Türkiye neydi? Aynı anda hem iki yıl onu bu ağır ithamlarla, birbirinden farklı ve sert ithamlarla yargılamak, bir de baştan savma olduğu alenileşen, bugün zaten ifadelerine baktığımızda görüyoruz, gizli tanıkların aslında yalancı tanık olduklarını bugün gördük. Alelacele ifadelerini değiştirdiler, saçma sapan cevaplar verdiler. O zaman bütün bunlara güvenerek bu yargılama nasıl yapıldı ve Amerika Birleşik Devletleri gibi bir güce karşı bu çürük çarık zemin üzerinden nasıl meydan okundu? Gerçekten çok acayip bir şey, acayip bir öykü, garip bir öykü ve acı bir öykü. Türkiye’nin “Biz hukuk devletiyiz” demesiyle iki yılın sonunda cezasının en fazla 3 yıl olduğu ortaya çıktı da, bu 3 yılın da hangi suça istinaden verildiğini açıkçası anlayabilmiş değilim. Ama en alt sınırdan verilen bir ceza. Muhtemelen örgüt propagandası vs. gibi bir şeydir. Çünkü PKK, FETÖ, casusluk; bunların her biri çok ağır cezalar gerektiren hususlar. Yani bir şekilde olay siyasî bir dava, konjonktüre göre siyaseten sonuçlandırıldı. Bu aslında ilk olay değil, tek olay değil, bugünün olayı değil. Bu uzun bir süredir, özellikle Türkiye’de gizli tanık uygulamaları yasalaştığı andan itibaren –öncesi de var, ama özellikle onunla beraber– Türkiye’de birçok kişiye, siyasî anlamda hoşlanılmayan kişiye, tasfiye edilip etkisizleştirmek istenen kişilere karşı yargı bir araç olarak kullanıldı. Ergenekon davası, Balyoz davası, casusluk davası, İzmir casusluk davası; bütün bunların her birinde ayrı ayrı bunlar yaşandı. Daha sonra KCK davalarında, PKK davalarında bunlar yaşandı. Onun ardından gelen birçok olayda bu yaşandı, yaşanıyor. Ve 15 Temmuz’un ardından da bunun çok ciddi bir şekilde gündemde olduğunu biliyoruz. Burada tabii Rahip Brunson’ın arkasında Donald Trump var, Pence var, Amerika var, Amerika’nın yaptırım gücü var ve o yaptırım gücüyle Türkiye’deki bu hukuksuzluğun bir şekilde, tam anlamıyla olmasa bile bir şekilde bertaraf edildiğini ve bu kişinin kendini kurtardığını görüyoruz, buna tanık oluyoruz. Ama bu tür yaptırım gücünde destekçileri olmayan çok sayıda insan hapiste yattı, yatmakta ve gelecekleri belirli değil. O kadar çok örnek var ki, sırf düşünceleri yüzünden içeride olan, çok ağır cezalara çarptırılan –mesela gazeteciler, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak– ağırlaştırılmış müebbet gibi korkunç bir ceza, idam olsa idam verilecekti yani. Osman Kavala hâlâ iddianamesiz içeride. Çok sayıda gazeteci hâlâ… gözaltına alınan, özellikle Güneydoğu’da gazeteciler var, siyasetçiler var, belediye başkanları var, bir yığın, çok sayıda insan var. Ve bu insanlara karşı hep söylenen, “Yargı bağımsızdır, tarafsızdır ve buna herkes saygı duymak durumundadır” deniyor. Ama Brunson olayı da bize bunu gösteriyor ki Türkiye’de hukuk devletinden epey uzaklaşmış durumdayız. Ve tekrar hukuk devletine döneceğimize dair pek bir işaret yok. Herkesin tek tek, kendini kurtarabilenin kurtardığı olaylar yaşıyoruz. Daha önce Almanya hükümetinin devreye girmesiyle, Deniz Yücel ve başkaları, Fransız Devleti’nin girmesiyle ki doğrudan üst düzey isimlerin devreye girmesiyle Fransız gazeteciler gibi olayların onların bir şekilde yargıdan, Türk yargısının elinden kurtuldular diyeceğim, evet sonuçta kurtuldular, gittiler, yargılanmıyorlar ya da yargılansalar bile yatmayacaklar, ceza alsalar bile yatmayacaklar. Böyle bir olay yaşandı ve bütün bu siyasî davaların, yabancı ülke vatandaşları davalarının bu tür pazarlıklara konu olması, açıkçası Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak beni utandırıyor. Başkalarının da bu duyguda olduğunu düşünüyorum; çok sayıda vatandaşın bu duyguda olduğunu düşünüyorum. Şu tür mantıkları yürütenler var — özellikle siyasî iktidara destek verme iddiasındakilerde: “Tamam, olabilir, ama biz bunları bir şekilde koz olarak kullanabiliriz”. Hayır, kullanamayız. Yargı üzerinden böyle bir şey yapmanın hiçbir açıklayıcı tarafı yok. Bunun bugün de faturası ağır olur, orta ve uzun vadede çok daha ağır olur. Türkiye’de siz hiçbir zaman, haklı olduğunuz yerlerde bile haklı olduğunuzu kimseye anlatamazsınız, kimseyi ikna edemezsiniz. Bakın, Cemal Kaşıkçı olayı olduğu zaman, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde çok sayıda yorumcu, çok üst düzey isimler, gazeteciler, eski diplomatlar vs. bu olayı değerlendirirken özellikle bir durumun altını çizdiler. O da Türkiye’nin basın özgürlüğü konusundaki sicili, bir; ikincisi Türkiye’nin bu tür kriminal olaylar konusunda, yargıyı ilgilendiren olaylar konusundaki resmî açıklamaların inandırıcı olmamasının altını çizdiler. Bunu özellikle vurguladılar. Ve hatta işin ilginç tarafı bu kişiler Kaşıkçı’nın Suud rejimi tarafından öldürülmüş olma ihtimaline çok ciddi bir şekilde inanan, dolayısıyla yani burada Başkonsolosluk’ta öldürüldüğüne büyük ölçüde inanan, dolayısıyla Türk devletinin, birtakım polislerin ya da emniyet yetkililerinin ya da devlet yetkililerinin Batı medyasına sızdırdığı haberlere de itimat eden, onlara güvenen, ama buna güvenirken de hep bir rezerv koyma ihtiyacı hisseden kişilerdi. O anlamda baktığımız zaman Türkiye’nin uluslararası planda bu tür suçla ilgili konularda, kriminal konularda, yargı ile ilgili konularda, temel hak ve özgürlükleri ilgilendiren konularda, savunma hakkını ilgilendiren konularda sicilinin hiç parlak olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu üzerimize yapışan bir damga oldu. Buradan bunu bertaraf etme imkânımız olur mu? Açıkçası çok zor. Şu aşamada çok zor. Rahip Brunson krizi bir şekilde çözülmüşe benziyor. Ekonomiye etkisi ne olur vs., bunun uzmanı değilim. Bunu söyleyenler, konuşanlar var. Daha önceki yaşananları, döviz krizini Rahip Brunson’a bağlayanlar, dolayısıyla burada büyük bir gerileme bekliyor olmaları lazım. Olacak mı onu göreceğiz. Ama Rahip Brunson olayı Türkiye’deki hukuk devletinin çok ciddi bir şekilde, hukuk devleti iddiasının çok ciddi bir şekilde sorgulanmasını bir kere daha kanıtladı. Buna imkân tanıdı, sorgulanmasına bir kere daha imkân tanıdı. Şu andan itibaren yapılacak olan, “Bağımsız yargı kararını verdi” türü açıklamaların inandırıcı olmayacağını hepimiz biliyoruz. Zaten Donald Trump daha karar açıklanır açıklanmaz attığı tweet’lerle bunu yazdı — ki dün Amerikan medyası bu konuda bir anlaşmanın yapıldığını da yazmıştı. Kamuoyunun büyük bir kısmı gerek Türkiye’de gerek Amerika Birleşik Devletleri’nde, gerekse diğer ülkelerdeki olayla ilgili kişilerin gözünde bu bir yargı olayı değil, Türk-Amerikan ilişkilerinde devletler-arası yürüyen bir olay olarak görüldü. Ve bugün de bunun kanıtlanmış olduğunu düşünüyorlar. Evet, sorumuza gelelim tekrar: Türkiye bir hukuk devleti mi? Maalesef değil. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.