Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Fırat’ın doğusu ve Menbiç sorunu, Kaşıkçı cinayeti, Ukrayna krizi

Transatlantik’te bu hafta MGK kararlarından hareketle Menbiç sorunu, Ukrayna krizi ve Cemal Kaşıkçı cinayetinin ABD’de nasıl karşılandığı ele alındı.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

 

Merhaba, iyi günler. Transatlantik ile karşınızdayız. Washington’da Ömer Taşpınar ve Gönül ile — ve yan yanalar. İlk olarak MGK toplantısının ana gündem maddesi olan Fırat’ın doğusu meselesini ele alalım istiyorum. Gönül, ne dersin? Türkiye sert bir şekilde, oldu-bittiye izin vermeyeceğini söyledi. Esas tartışma Menbiç ve esas muhatap da tabii ABD. Nasıl bir şey var? Murat Yetkin burada bloğunda yazdığı bir yazıda, bugün Türkiye ile ABD’nin arasının Suriye nedeniyle iyice açıldığı yorumunu yaptı. Katılıyor musun? İşler sorunlu mu gidiyor? Yoksa bir taraftan da, aslında sorunlar pek yok mu?

 

Gönül Tol: Bence Amerikalılar çok anlamıyor bu Menbiç meselesini Ruşen. Çünkü başından beri Türkiye’nin yanlış anladığını düşünüyor. Yani bir Menbiç yol haritası çıkarıldığında, ABD tarafı, “Hiçbir zaman biz Türk güçleri Menbiç’in içine konuşlanacak sözü vermedik” diyor. Zamanlama konusunda da, “Anlaşmanın aşamalarının ne zaman yürürlüğe gireceği konusunda çok nettik” diyor. Anlaşılan o ki Türkiye ABD’nin verdiği sözleri yanlış anlamış. Türkiye’nin beklentileri çok daha yüksek. Şimdi Türkiye şöyle düşünüyordu: Menbiç’te o devriyelerden sonraki aşama, Türkiye’nin desteklediği güçlerin Menbiç’in içerisine girmesiydi. Tabii bu pek çok açıdan ABD için sorunlu. Yerelde Türk güçlerinin girmesi gerginliği çok artıracak bir unsur. Burada stabilizasyon sağlamaya çalıştıkları bir dönemde, tabii ki gerginliğin artması istedikleri en son şey. Fakat, hiçbir zaman bunun taahhüdünü vermedikleri söylüyorlar. Fakat tabii Türkiye’nin aklında şu da vardı: Menbiç’i halledelim, orada ortak devriye kuralım, bizim desteklediğimiz güçler güvenliğin sağlanması konusunda ana rolü oynasın ve bu modeli Fırat’ın doğusunda da uygulayalım beklentisi vardı. ABD tarafı bunların hiçbirinin sözünü vermediğini söylüyor. O nedenle de gerginliğin bu kadar tırmanmış olmasını anlayamıyor bence.

 

Ömer, Fırat’ın doğusu Menbiç’ten ibaret değil. İlk aşamada Menbiç konuşuluyor ama, Menbiç meselesi Ankara açısından halledildikten sonra, Türkiye PYD’nin kontrol ettiği başka yerleri de gündeme getirecektir, değil mi? Ne dersin?

 

Ömer Taşpınar: Şimdi, Türkiye’nin tezi, PYD’nin bu bölgede sadece ABD’nin yanında IŞİD ile savaşmadığı, bir kere kendisinin terörist bir örgüt olduğu ve bu bölgede bir hegemonya oluşturup devlet kurmak istediği; yani önce federasyon diyorlar, fakat sonuçta burada bağımsızlık ilan etmek istiyorlar. Belki bir üçüncü tezi de çok önemli Türkiye’nin: Demografik olarak güçlü olmadıkları yerlerde at oynatıyorlar. Kürtlerin demografik olarak en güçlü olduğu yer Afrin bölgesi. Türkiye Afrin’e girerek önemli bir darbe vurmuş oldu. Fakat Türkiye’nin derdi, ABD’nin Suriye’de kurmuş olduğu ortaklık ve Kürtlerin bu ortaklık üzerinden kazanabilecekleri. Fırat’ın doğusu meselesinde de, haklısın, Menbiç ile kapanmıyor bu. Kürtler demografik olarak güçlü olmadıkları yerlerde, hatta ABD’lilerle IŞİD’e karşı savaş verdikleri Rakka ve Deyr ez Zor gibi yerlerde bile, Amerikalıların PYD’ye destek verdiklerini ve hiçbir toplumsal karşılığı olmamasına rağmen PYD’nin oralarda bile kurumlaşmaya çalıştığını iddia ediyor Türkiye. Dolayısıyla bir devletleşme projesinden şikâyetçi. ABD’ye karşı bütün bu MGK’nın mesajı: “Dikkat edin, ayağınız denk alın; gerekirse Afrin’de yaptığımızı yaparız, sadece topçu ateşiyle değil, kara harekâtıyla da gireriz” mesajını veriyor. Amerika’nın da bunu ciddiye almasını bekliyor. ABD bundan rahatsız olduğunu en üst seviyede, Trump seviyesinde Erdoğan’a iletiyor. Fakat iletişim kanalları istendiği gibi çalışmıyor. Trump konulara yeterince hâkim olmadığı için bir alt seviyeye iniyor. Dışişleri Bakanı veya Savunma Bakanı seviyesinde konuşuyorlar. Orada da sorunları halledemiyorlar. Dolayısıyla içinden çıkılmaz bir hale geldi. Benim görebildiğim kadarıyla ABD Türkiye’nin kara harekâtına girme ihtimalini çok ciddiye almak istemiyor. Amerikalıları hedef alacak herhangi bir askerî operasyona girmeyeceğini düşünüyor. Türkiye’nin bir bakıma blöf yaptığını düşünüyor. ABD içinde bir yandan da bir kesim blöf yapmadığını düşünüyor. Onlar da, “PKK’ya karşı çok daha ciddi operasyonlar yapmalıyız” teziyle, “Türkiye’nin bir şekilde gönlünü almalıyız, PPK’ya karşı onlarla beraber olduğumuzu hatırlatmalıyız” diyorlar. Bu Cemil Bayık ve Murat Karayılan gibi PKK’lı liderlerin fidye meselesini de o çerçevede okumak lazım.

 

Peki Gönül, bir haber gördüm. Spekülatif olduğu belli; ama yine de insan imkânsız diyemiyor. Amerikalıların Suriye Demokratik Güçleri içerisinden İran’ı Suriye’de etkisizleştirmek için güç oluşturma istediği. Bu çok gerçekdışı bir şey midir? IŞİD vesilu oluyor ama, Suriye’de kurduğu bu işbirliğini İran’a karşı kullanmak isteyebilir mi ABD?

 

Gönül Tol: Onu ben de okudum Ruşen. Geçen hafta bir Körfez ülkesinden Deyr ez Zor’a bir konvoyun geldiği, bunu da İran’ı Suriye’den çıkarma hamlesi çerçevesinde okumak gerektiğine dair şeyler gördüm; ama bana çok gerçekçi görünmüyor. Rusya dahi İran’ı Suriye’den çıkaramayız diyorsa –yani Rusya’nın böyle bir gücünün olduğunu görmüyorum–, Kürtlerin bu konuda yapabilecekleri sınırlı. ABD’liler şunu ümit ediyor: Fiziksel olarak bizim Fırat’ın doğusunda varlığımız dahi İran’ın Akdeniz’e ulaşmasını engellemede önemli bir adımdır diye düşünüyor. O nedenle de o bölgeyi önemsiyor. Bunun dışında, orada bir askerî güç oluşturup İranlı milislere karşı savaşması ve İran’ın Suriye’den çekilmesini sağlaması bana çok gerçekdışı geliyor. ABD tamamen İran’a kafayı takmış durumda. İran’ın bölgedeki etki alanını sınırlandırma gibi bir siyaset izliyor, fakat bunu yapmak çok zor. Bunun nedeni de İran’ın bölgedeki varlığını sadece Şii milisler üzerinden güçlendirmemiş olması. Elinde başka enstrümanları var, yumuşak güç enstrümanları var. Irak’ta kültürün bir parçası, güneyde çok önemli rol oynuyor; dini kullanıyor. Suriye’de de benzer bir model geliştirmeye çalışacaktır. Lübnan’da da aynı şekilde. Yani İran’ın karşısına çıkacak gücün hem askerî hem yumuşak güç anlamında kuvvetli olması gerekiyor. Kürtler orada olmaktan çok uzaklar bence.

 

Ömer, bu konuda sen bir şey söylemek ister misin? Aslında bu konuda Suriye’deki Kürtlerin dışında İran’daki Kürtleri katarak da konuşabiliriz. Kürtler ABD’nin İran’ı çevrelemesinde bir müttefik güç olabilir mi?

 

Ömer Taşpınar: Irak’taki Kürtleri de ele alacak olursak herhalde İran’a en uzak duran onlar diye düşünebiliriz. Ama orada da Talabani fraksiyonu İran ile yakın ilişkiler içerisinde olabilir. İran kolay kolay –Irak’ta olsun, Suriye’de olsun, Lübnan ya da Yemen’de olsun– bölgede çevrelenebilecek bir ülke değil. İran Şiilik üzerinden giden bir ortaklık kuruyor gibi gözüküyor; ama aslında ekonomik gücünü, siyasî gücünü, bir bakıma diplomatik gücünü iyi kullanıyor. Otoriter bir rejim olduğu için karanlık işlere de kolay girişebiliyor. ABD gibi, Türkiye gibi nispeten daha şeffaf olmak zorunda kalan ülkeler aynı derecede kirlilikle oynayamıyorlar oyunu. İran açısından şu anda nükleer anlaşmasının Amerika tarafından fesh edilmiş olması İran’ı bölgede güçlü olmaya itiyor. Çünkü İran ABD’ye bir ders vermek istiyor. ABD’ye anlaşmanın fesh edilmesine rağmen bölgede daha güçlü olacağız mesajı vermeye çalışıyor. Bu mesajı verirken de hem AB’nin hem de Rusya, Çin ve Türkiye’nin ekonomik yaptırımlarda ABD’nin yanında olmayışının, hem de bölgede S. Arabistan’ın yaptığı hatalardan yararlanarak bir bakıma kendi düşmanlarının meşruiyetini sorgulatacak adımlar atabilir. S. Arabistan olsun, emirlikler olsun, hata üzerine hata yapıyorlar. Katar meselesi ciddi bir hata. Yemen’de çok ciddi bir fiyaskoya doğru gidiyor durum. İran bence uzun vadeli bir oyun oynuyor. Tabii İsrail bundan son derece rahatsız. İran bölgede kolay kolay çevrelenecek bir ülke değil.

 

Gönül Tol: Kürtler ABD’ye bu kadar güvenir mi onu da sorgulamak lazım. Nihayetinde Suriye’de ayaklanmaların başladığı ilk dönemi düşünelim. İran ve rejim Kürtleri destekledi. Daha sonra ikircikli bir dönem oldu ki, Kürtler ABD’ye bütünüyle güvenemeyeceklerinin farkındalar. Üstelik rejimle de dönem dönem konuşulduğu bir süreçten geçiyoruz. Kürtler bütün yumurtaları Amerika’nın sepetine koymak istemeyecektir. İran’a karşı askerî bir tavır almak onları bütünüyle rejimden koparıp Amerika’ya mecbur bırakacak bir hamle olur. Bunu istediklerini zannetmiyorum. Irak’ta da ilişkileri çok zedeledi Türkiye; çünkü iç siyaseti de düşünerek sert bir tepki verdi referandum dönemine. İran da sert tepki verdi; fakat kapalı kapılar arkasında görüşmelere devam etti. Talabani’nin cenazesine katıldı İranlı yetkililer. İlişkileri koparmamak için çaba harcadılar. Iraklı Kürtlerin İran ile iletişim kanalları Türkiye ile olduğundan daha kuvvetli.

 

Ömer, demin sen S. Arabistan’ın, Körfez’in hatalarını sayarken, hâlâ cesedi bulunayan Cemal Kaşıkçı cinayetinde, Dışişleri ve Savunma bakanlarının Washington’da Kongre’ye bilgi vereceğini okuduk. Hatta CIA Başkanı’nın Kongre’ye bilgi vermesini Trump’ın engellediği yolunda da rivayetler var. Trump bu olayı kapatabilecek mi? M. bin Salman’a dokundurtmadan bu olayı örtmeyi becerebilecek mi?

 

Ömer Taşpınar: Becermesinin önünde iki önemli güç var şu an ABD’de. İlki medya; başta Washington Post olmak üzere bu konuyu, bu haberi bırakmıyorlar. Kongre’de Demokratların Temsilciler Meclisi’ni kazanmış olmasıyla, Senato’da Trump’ın beklemediği bir şekilde Cumhuriyetçi grubun lideri dün bir açıklama yaparak bu konunun peşini bırakmayacaklarını, bunun üstünün kapatılamayacağını söyleyerek hem Dışişleri hem Savunma bakanlarını Senato’da bilgi vermeye çağırdı. Hem Kongre hem basın bu olayın üstünün kapatılmaması için elinden geleni yapıyor. Bu konu Trump’ın Rusya ile kurduğu ilişki gibi ele alınmaya başlıyor. Yani Putin ile kurduğu garip bir ilişki var. Belki Putin’in elinde Trump’la ilgili bilgiler var — bence bunlar finansal konularda. Trump’ın bir türlü Putin’e karşı sert bir tavır alamadığı izlenimi hâkim Amerikan toplumunda. Buna rağmen, Kongre nedeniyle Ukrayna konusunda yaptırımlar getirildi Rusya’ya. Obama döneminden daha sert davranabilen bir politika da var. Aynı şey S. Arabistan konusunda da olabilir. Burada daha şeffaf bir zaaf söz konusu. O şeffafiyet de ABD’nin silah satışlarından kaynaklanıyor. Ortada Trump’ın iddia ettiği gibi 100 milyar dolarlık bir silah satış paketi olmasa da, ciddi bir silah pazarı var Körfez’de. S. Arabistan’ın aynı zamanda İran’ı çevrelemedeki rolü mâlûm. Bu nedenlerle Trump, “Realist bir politika izleyeceksek, Prens Salman’ı karşımıza alamayız” diyor. “Suudi Arabistan gibi bir müttefiki satmam” diyor Trump. O zaman Kongre, dengeleyici unsuru kullanıp, “Gerçeğin elde edilmesi için çalışırız” diyor; basın ise, “Kimse senden S. Arabistan’ı satmanı istemiyor. Kral Salman ile, S. Arabistan ile ilişkiler devam edebilir. Cezalandırılması gereken bir kişi varsa –o da Veliaht-Prens– o konuda Amerika tavrını belli etmeli” diyor. Yani bir bakıma Veliaht-Prens’i S. Arabistan’dan farklı tutarak daha mikro hedefli yaptırımlar uygulayabilir. Doğrudan prensi ve onun çevresini hedefleyen daha sonuç alıcı bazı yaptırımlar konusunda Kongre’de ivme kazanıyor durum.

 

Gönül, hafta sonu Arjantin’de büyük bir zirve var ve Veliaht-Prens de orada olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan da orada olacak. Ne bekliyorsun? Dünya çapında Veliaht-Prens’in yalnızlaştığını söyleyebilir miyiz? Yoksa para ya da eski tabirle petro-dolar hâlâ çok belirleyici mi?

 

Gönül Tol: O belirleyici tabii; ama şu konjonktürde, bence Batılı liderler aynı karede görünmek istemeyeceklerdir. Hatta Trump’ın da birkaç hafta evvel zirvede görüşeceği söylenmişti; ama şimdi görüşmenin olmayacağı söylendi. Muhammed Bin Salman Tunus’taydı. Zirveden önce bölgedeki desteğinin hâlâ sürdüğünü göstermek amacıyla Körfez’e, Bahreyn, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne geziler gerçekleştirdi. Tunus’ta çok ciddi protestolarla karşılaştı. Tunus S. Arabistan’dan çok ciddi finansal yardım alıyor. Fakat halk nezdinde, özellikle Prens Salman çok sevilmeyen bir insan. Halk nezdinde S. Arabistan’ın destek görmediğini anlamak için, Tunus Devrimi’nden sonra kaçan Tunus lideri Bin Ali’ye ev sahipliği yapmıştı. O yüzden Tunus halkında, S. Arabistan dendiğinde negatif bir algı var. Tunus’ta dahi inanılmaz protestolar oldu. Binalara Muhammed Bin Salman’ı elinde testereyle resmeden afişler asıldı. Bölgede dahi bu kadar tepki varsa, özellikle Batılı liderler zirve de yan yana gelmeyeceklerdir Muhammed bin Salman ile.

 

Ömer, şu Ukrayna meselesine kısaca bir değinelim istiyorum. Bir kriz yaşandı, ama yatıştı gibi. Putin en son Ukrayna liderini seçim yatırımı yapmakla suçladı. Bu seçim yatırımı ucuz bir popülizm çabası mı? Yoksa gerçekten Rusya-Ukrayna gerginliği işin içerisine NATO’yu da katabilecek ölçüde ciddi bir boyuta varabilir mi? Ne dersin?

 

Ömer Taşpınar: Kremlin’den gelen propaganda o yönde — bunun Ukrayna’da bir bakıma seçimleri kazanmak için yaratılmış bir kriz olduğu. Fakat gerek Birleşmiş Milletler gerek NATO içindeki hava, Ukrayna’nın Kırım meselesindeki hakları ve egemenlik haklarını koruması gerektiği yönünde. Burada Rusya’nın yarattığı bir kriz gerçekleştiği yönünde. Baktığımızda, Ukrayna meselesi Putin açısından son derece önemli. Suriye’de bu kadar yatırım yapmasının nedeni Ukrayna’daki kazançlarını koruyabilmek ve Ukrayna konusunda Batı, özellikle de ABD ile bir pazarlığa girmekti. Fakat istediğini tam olarak elde ettiğini söyleyemeyiz. Yaptırımlar devam ediyor. Ukrayna’nın da egemenlik haklarının arkasında duruyor NATO. Fakat Putin şunu elde etti: Ukrayna’nın NATO’ya girmesi söz konusu değil bugün. Hatta AB konusunda ciddi çekinceler var. “Rusya’yı daha fazla kışkırtmayalım” diyen Almanya ve Fransa var. Tabii ki Trump da bunlara eklendi.

 

Türkiye-Rusya ilişkilerini de etkileyecek bir durum bu. Türkiye aslında Rusya ile her ne kadar aynı karede gözükse de uluslararası basında –Astana Süreci ve Suriye nedeniyle böyle; enerji meseleleri nedeniyle böyle– aslında başta Kırım olmak üzere, arkasından Ermenistan, Dağlık Karabağ, Kıbrıs meselesi… Suriye’de bile Türkiye’yle Rusya’nın aynı stratejik hedeflere sahip olmadığı görüldüğünde, bu bir kere daha hatırlatıyor ki, NATO ile Rusya Ukrayna’da karşı karşıya geldiğinde Türkiye çok zorlanır. Türkiye Rusya’nın yanında olmak istemiyor. Kırım meselesinde yanında değil zaten. Erdoğan ne zaman Ukrayna’ya, Kırım’a gitse Putin ile sorun yaşıyor. Yani bu bir stratejik ortaklık değil — onu hatırlatıyor bize Ukrayna meselesi. Türkiye’nin bu konuda verdiği tepkiler önemli Rusya için. Fakat Türkiye ve Rusya ilişkileri bir bakıma taktiksel bir beraberlik. Türkiye’nin Kuzey Suriye’de etki alanı sağlamak için Rusya’ya yeşil ışık yakması söz konusu. Bunu da askerî ilişkilere bile ilerletebiliriz. Türkiye’nin S-400 füze savunma sistemi satın alıyor olması bile, Rusya ile stratejik ortaklık içerisine girmesinden çok, bir bakıma Rusya’nın suyuna gitmesi, Suriye konusunda Rusya’ya muhtaç olması çerçevesinde değerlendirilmeli.

 

Gönül, kapatırken senin de bu konuda söyleyeceğin varsa aklında tut. Ama sana esas şeyi sormak istiyorum: Salı günü senin de görev yaptığın Ortadoğu Enstitüsü’nün yıllık Türkiye toplantısı olacak ve sen düzenliyorsun toplantıyı. Onu da kısaca özetler misin? Haftaya da neler olduğunu konuşuruz.

 

Gönül Tol: Ukrayna meselesinde Türkiye çok dengeli bir şekilde yürümeye çalışıyor. Fakat bu Türkiye için kolay değil. Rusya ne zaman bölgede militarist bir hâle bürünse Türkiye sıkışıyor. Hatırlayalım: 2008’deki Gürcistan savaşını. O zaman Amerikan gemileri Karadeniz’e girmişti ve Türkiye gemilerin ayrılmasını istemişti. Türkiye zor bir durumda kalmıştı. Ukrayna ile Rusya arasında ne kadar tansiyon yükselirse Türkiye için dengeli siyaset yürütmek güçleşecek. Türkiye’nin istediği bir durum değil bu. Bazılarına göre de bu, savaşa dönüşmeyecek fakat gerilim artacak. Nitekim Putin Kırım’a daha fazla S-400 göndereceğinden bahsetti. Bu arada Ukrayna’da Mart’ta seçimler var. Poroşenko’nun popülaritesinin çok düştüğü söyleniyor. Aynı şekilde Putin’in de düştü. Dolayısıyla kontrol edebilecekleri bir yere kadar tansiyonu tırmandırmak her iki tarafın da işine gelebilir. Öyle bir durumda Türkiye çok zor bir durumda kalacaktır. Ayrıca Ukrayna krizi Avrupa ülkeleri için de bir test. Zaten Avrupa ülkeleri Brexit ile bir başağrısı yaşıyor. İngiltere artık ayrıldıktan sonra ne kadar bir AB’den söz edilebilir? Önemli bir askerî güçtü. Avrupa askerî pozisyonunu caydırıcı unsur olarak ne kadar kullanabilir? Bütün bunlar tartışılırken, Ukrayna krizinde Avrupa’nın Rusya’ya nasıl yanıt vereceği bekleniyor. Eğer cılız bir yanıt verirse, Brexit’in ardından daha zayıf bir Avrupa söylemi güç kazanacak.

 

Benim toplantım salı günü olacak Ruşen. Bu yıl dokuzuncusunu yapıyoruz. Dokuz yıldır Washington’daki en büyük Türkiye etkinliği haline geldi. Her yıl tüm günlük bir konferans bu. Her yıl üç panel oluyor. Panellerin bir tanesinde, Türkiye’nin bölgesel ilişkileri çerçevesinde Batı ile ilişkileri değerlendirilecek. Önemli isimler var: Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndan Suriye ve Türkiye dosyasına bakan Richard Watson konuşacak. ABD’nin bölgeden, Türkiye’den ne beklediğine dair konularda konuşacak. Diğer taraftan bir Suudi Arabistan uzmanı var; Türkiye-S. Arabistan ilişkilerini değerlendirecek. Türkiye’den Osman Sert var. Osman Sert, hatırlarsın, Ahmet Davutoğlu’nun basın danışmanı idi. O meseleyi Türkiye tarafından irdeleyecek. Almanya Parlamentosu’ndan biri katılacak. O da meseleyi Türkiye-AB ilişkileri çerçevesinde değerlendirecek.

 

Bu yıl ilginç bir panelimiz var. Gençlik üzerine bir panel yaptık. Daha önce olmamıştı. Gençler arasında çok kamuoyu araştırmaları yapılıyor, ama karmaşık bir trend var. Bir yandan milliyetçiliğin yükseldiği söyleniyor, bir yandan dine bakışın dönüştüğü söyleniyor, bir yandan da AB’yle ilişkilerin çok önemli olduğunu düşünenler var. Trendleri irdelemek ve 16 yıldır AKP iktidarında genç olmanın ne anlama geldiğini anlatmak için çok iyi bir panel bir araya getirdik. BM’nin İstanbul ofisinde görev alan bir isim var. Yine Almanya’dan yerelde önemli görevler yürütmüş bir isim var. Bir de iç siyasete dair bir panelimiz var. Hem ekonomiyi hem de gençler arasındaki trendleri, din-devlet ilişkisini tartışacağız. Erdoğan’ın ideolojisini tartışacağız. O yüzden ilginç bir konferans olacağını ümit ediyorum. Bugüne kadar 400 kişi kayıt oldu. Umarım güzel bir konferans olur.

 

Evet, haftaya konferansın nasıl geçtiğini anlatırsın. Bu haftayı böyle noktalayalım. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’a teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya görüşmek dileğiyle, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.