Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Trump-Erdoğan görüşmesi, Pompeo’nun Ortadoğu seyahati, Brexit oylaması

Transatlantik’de Ruşen Çakır bu hafta Ömer Taşpınar ve Gönül Tol ile Suriye, Ortadoğu, Brexit ve Trump’ın NATO’ya bakışını konuştu.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Transatlantik ile yine karşınızdayız. Washington’da Ömer Taşpınar ve Gönül Tol birlikte. Arkadaşlar merhaba. Gönül, seninle başlayalım. Geçen hafta sen yoktun ve sıcak bir gelişme var. Menbiç’te, mâlûm, bir intihar saldırısı yapıldığı söyleniyor. Suriye’de Fırat’ın doğusu denilince ilk akla gelen yer. Türkiye ve ABD arasındaki tartışmaların da sürdüğü bir yer. Orada ABD askerinin de olduğu bir lokantaya intihar saldırısı. En az 7 ölü deniyor, içerisinde Amerikan askerlerinin de olduğu söyleniyor. Tabii orada hemen şöyle bir soru akla geliyor: Trump, “IŞİD’i bitirdik. Artık askerlerimizi çekme zamanı” dedi ve IŞİD tarafından üstlenilen ve  Amerikan askerlerinin öldüğü bir saldırı oldu. Ne diyeceksin?

Gönül Tol: Tabii bu Amerikan yönetimi içerisinde, özellikle Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton olmak üzere, “Suriye’den çekilmeyelim. IŞİD henüz bitmedi” diyenlerin elini güçlendirecek bir durum. Eğer Amerikan askerleri ölmemiş olsaydı Trump muhtemelen zorlanmazdı içeride. Fakat Amerikan askerlerinin ölmüş olması –mâlûm, buna çok sık vurgu yapıyor, askerlerin aileleriyle görüşüyor, ziyaret ediyor; buna çok çok önem veriyor–, böyle bir ortamda iki askerin ölmüş olması Trump’ı zorlayacak bir şey. Bundan sonra ne olur? Trump bir tweet atıp, “Kalıyoruz” da diyebilir. Bunu şu an bilmenin bir imkânı yok. Şurası net: Bu karardan çok rahatsız olanlar vardı. Pompeo da Bolton da Pentagon da öyle. Suriye’den çekilelim kararından çok rahatsız olanlar vardı. Pentagon her seferinde, “Suriye’de bir sürede daha kalmak zorundayız; bu karar bizim ulusal güvenlik çıkarlarımızı sekteye uğratacak bir manevra olur” dediğinde; Trump şunu söylüyordu: “Aylardır siz bana IŞİDin yüzde 99’u bitti” diyorsunuz. Bu sizin raporlarınız, kendinizle çelişmeyin. IŞİD bize bu noktada bir tehdit oluşturmuyor; dolayısıyla çekiliyoruz” diyordu. Şimdi bundan sonra bunu demesi zor olacak. Ama tabii Trump’ın etrafındaki, “Suriye’de kalalım; İran için de kalalım, IŞİD için de kalalım” diyen grup ne kadar Trump’ı zorlayabilir bilmiyoruz. Ama muhtemelen yeni bir tartışma başlayacak Beyaz Saray’da. 

Ömer, bu konuyu sana da şu boyutuyla sormak istiyorum: Böyle bir olay olunca, sosyal medyada gördüm, bunun bir komplo olma ihtimalinin altını çizenler, “IŞİD’in bundan ne çıkarı var? Amerika zaten gidiyordu” diyenler. Amerika’nın oradan çıkmasını istemeyen güçlerin tezgâhı vs. Bu tür teorilere hiçbir şekilde itibar etmemek mi lâzım? 

Ömer Taşpınar: Ben de bu haberi ilk duyduğumda aklıma hemen Türkiye’de yazılabilecek senaryolar geldi. Bunun belki de Kürtler tarafından yapıldığı teorisi — Amerika’nın kalması açısından. Gerçekten de stratejik olarak düşündüğünde şöyle bir senaryo akla yatıyor; IŞİD niye yapsın? IŞİD Amerika’nın çıkmasını beklerdi ve Amerika gittikten sonra daha ciddi saldırılara karışabilirdi. Bu tür komplo teorileri Ortadoğu’da her zaman mevcut ve bunlara gülüp geçiyor Amerikalılar, çok ciddiye almıyorlar. Fakat bunların bir inandırıcılık boyutu var. Toplumsal bir karşılığı var. Bir kere Ortadoğu’da Amerikanizmi çok ciddi körüklüyor. Bir de Amerikalılar “Biz niye komplo kuralım?” dediklerinde; tabii Soğuk Savaş döneminde (1953) İran’da Musaddık’a karşı yapılan darbe konularında Amerika’nın gerçekten de CIA vasıtasıyla bazı işler çevirdiğini bütün dünya biliyor. Komplo teorilerine gülüp geçmemek lâzım. Bunlar kendi gerçekleriyle toplumsal gerçekleri yaratıyorlar. IŞİD gibi bir örgütün zaten ortadan kalkması, yani terörizmi ortadan kalkması gibi söylem… yani terörizm her zaman devam edecek; IŞİD de kolay kolay ortadan yok olmayacak bir hareket bence. Dolayısıyla Amerika’daki tartışmayı şu anda bu çok daha ciddi etkileyecek. Zaten Amerika’nın Suriye’den çıkışı gecikiyordu. Buradaki tartışmalar, “IŞİD bitmedi, erken çıkmayalım. Irak’ta yaptığımız hatayı burada yapmayalım” yönünde. Trump da bir süre rölantiye alma ve bunu yavaş yavaş yapma eğilimi gösteriyordu. Hatta güneyde bir askerî üssün daimî olarak tutulacağı, orada birkaç yüz Amerikan askerinin bırakılacağı yönünde de Pentagon’da zaten bence oturmuş bir izlenim vardı. Yani tam olarak çıkmayacaktı Amerika. Şu andaki gelişme bunu güçlendiriyor diyebiliriz. 

Gönül, Menbiç’te kalalım. Türk-Amerikan ilişkileri yine Trump’ın tweet’leri ile hop oturdu hop kalktı diyelim. Önce kronolojiyi özetleyecek olursam: Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşme sırasında Suriye’den çekilme kararını duyurdu, Türkiye bundan memnun olduğunu ilan etti, daha sonra Bolton’un ziyareti… İsrail’de iken Ankara’yı rahatsız edecek laflar etti, Erdoğan kendisi ile görüşmedi, ve burada, mâlûm, “Trump iyi, çevresi kötü” muhabbeti yapıldı. Daha sonra Trump birçok kişinin farklı farklı yorumladığı iki tane tweet attı. Orada doğrudan Türkiye ve Kürtler, Suriye ve IŞİD üzerine mesajlar vardı. Bu mesajlar Ankara’yı çok ciddi rahatsız etti. Nihayet yeni bir görüşme oldu ve bu görüşmenin ardından Trump çok sempatik tweet’ler attı. Bir önceki tweet’te Türk ekonomisinin tehdit altında olabileceğini söylerken, ertesi attığı tweet’te de Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerinin geliştirilmesinden bahsetti. Bunlara, “Amerika’yı yöneten birisinin tutarsızlıkları” deyip, “çok da analiz yapmaya gerek yok” mu diyeceğiz? Yoksa bunlar hakikaten bir şeylere denk geliyor mu?

Gönül Tol: Bu gitgellerin arasında yapılabilecek analiz bence şu: Şimdi, her an istediği şeyi yapmak isteyen bir Amerikan başkanı var. Belki zamanlaması pek çok insana sürpriz oldu, ama Trump’ın Suriye’den çıkmak istediğini biliyorduk. Kampanyada bunun sözünü verdi. Amerika’yı Suriye’den tutan şey Trump’ın çevresi, Pentagon ve Suriye’den çıkmanın Amerika’ya zarar vereceğini söyleyen danışmanları idi. Bu sayede Suriye’de kalmıştı. Şimdi bütün dış politikasına baktığımızda Trump’ın yapmak istediği şeyler var. Bütünüyle de saçma sapan değil; çok duygusal olabilir, ama kendi içerisinde tutarlı. Türkiye konusunda da Trump’ın yaşadığı bir şey var. Bir taraftan Erdoğan ile yakın ilişki içerisinde olmak istiyor; diğer taraftan içeride bir baskı var. Zaten pek çok mesele yüzünden –Rusya başta olmak üzere– sıkışmış durumda. Trump’ın yapmak istediği şeyler var; ama onu sınırlandıran da bir yapı var. Erdoğan konusunda “Suriye’den çıkıyoruz” tweet’inden sonra çok ciddi bir tepkiyle karşılaştı Trump. Bürokratik olarak hemen yakınındaki danışmanlarından çok ciddi bir tepkiyle karşılaştı. Bunun ardından, “Hemen yarın çıkmıyoruz” mesajı vermeye başladı. “Burada Kürtleri bırakıyoruz, onları Rusya’nın kucağına itiyoruz” tartışması başladı. Burada onun üzerine, “Türkiye Kürtlere saldırmasın, saldırırsa sonu kötü olur” mesajı vermeye çalıştı. Yani burada gördüğümüz şey şöyle analiz edilebilir: Trump’ın yapmak istediği şeyler var; ama diğer taraftan buna ciddi direniş gösteren güvenlik bürokrasisi var. O dengeyi tutturmaya çalışıyor. Dengeyi tutturmaya çalışırken aslında Trump dünyaya çok dengesizce mesajlar veriyor. 

Ömer, Gönül’ün bıraktığı yerden aynı meseleyi sana da sormuş olsam ne dersin?

Ömer Taşpınar: Trump’ı analiz ederken Trump’ın sürekli TV seyrettiğini ve haber kanallarında kendisiyle ilgili neler söylendiğine çok dikkat ettiğini ve hassas olduğunu anlamak gerekiyor. Yaklaşık bir aydır bu Suriye’den çıkma meselesi Amerikan basınında. Bu kararı Erdoğan ile telefon konuşması sonrasında aldı; çünkü Erdoğan ona, “IŞİD’i biz hallederiz, merak etme” dedi, o da inandı diye Trump’a çok eleştiri geldi. “Sen nasıl oluyor da Türkiye gibi orada Kürtleri boğazlamaya yanaşacak bir ülkenin liderine sen nasıl güveniyorsun?” diye çok eleştiri aldı. O tweet’i attığında o eleştirilere bir cevap olarak attı. Yani o tweet’lerin bir karşılığı var, bir tutarlılığı var. Yani Türkiye’ye şu mesajı verdi: “Ayağını denk al, oraya girersen senin ekonomini mahvederim”. Bunun belirli bir gerçekliği de var. Brunson olayında fevrî bir şekilde hareket eden Trump, gördük ki Türkiye’de doların 7’ye çıkmasına sebep oldu. Dolayısıyla Trump’a güven geldi ve caydırıcı bir tweet attı. Onun üzerine bir çalkantı yaşandı. Arkasından tipik bir Trump hareketiyle Erdoğan ile konuşup durumu dengeledi. Yani Trump tribünlere oynuyor. Attığı her tweet Amerika’da kamuoyuna, basına bir mesaj. Türkiye ile ilişkilerini şizofrenik bir yapıya getiriyor, öyle analiz etmek lâzım.  

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar var, memnuniyetle karşıladı. Trump’ın attığı tweet’te, bölgenin kimin denetiminde olduğu konuları muğlak. Çok spekülasyon yapıldığını biliyoruz. Türkiye’nin yaptığı, sanki Ankara’nın denetiminde bir bölge talep etti Erdoğan. Orada nasıl konuşuluyor bu tampon bölge meselesi?

Gönül Tol: Tabii tabii, konuşulmaya başlandı; fakat hiç kimse ne anlama geldiğini ya da bu lojistik meselelerin nasıl çözüleceğini bilmiyor. Türkiye uzun zamandır bu tampon bölgeyi istiyor. Obama başkanken bunu dillendirmeye başlamıştı Türkiye. Diyordu ki: “30 kilometre içeriye girelim, Amerika havadan destek versin, bu bölgeyi YPG’den arındıralım, mültecileri bu bölgeye koyalım.” Böyle bir önerisi vardı. Obama bunu reddetti. Pek çok sebeple reddetti. Birincisi, YPG ile Türkiye’nin ilişkilerini nasıl kontrol edeceğini bilemedi. İkincisi, bunun özellikle maliyetlerini düşündü. Şimdi Türk tarafı yeniden Trump’a bu öneriyle yanaşıyor. Erdoğan “Bu konuda anlaştık” diyor, fakat bütünüyle muğlak bir durum var. Hava sahasını kim kontrol edecek? Türkiye’nin Amerika’nın lojistik desteğine ihtiyacı var. Ne tür destek verecek? En önemli mesele de burada hava sahasını kim kontrol edecek? Bu bölgenin kontrolü kimde olacak? Bu sabah bir şey duydum; Türkiye ve YPG birlikte kontrol edecek diye. Bu devam ettirilmesi zor bir angajman. Türkiye ve YPG arasında bir çatışmanın olmamasını nasıl engelleyecek Amerika? “Bütün Amerikan askerleri çekilse bile, CIA’den küçük bir grup kalabilir ve Türkler ve Kürtler nasıl anlaşıyorlar, IŞİD ile mücadele nasıl devam ediyor bunu kontrol edebilir” deniyor. Fakat bu kadar küçücük bir askerî varlıkla Türkiye ile YPG arasındaki ilişkiler nasıl dengelenecek? Çatışma nasıl önlenecek? Türkiye, Rusya, Rejim, Kürtler buna karşı çıkıyor. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov dedi ki: “Eğer Amerika bu bölgeden çekilecekse, bu bölge rejimin eline geçmek zorunda”. Ve “Biz buna karşıyız” dedi. Bu muğlak olduğu kadar olası da görünmüyor. Kaldı ki Rusya İdlib’de de Türkiye’den çok memnun değil. Ayın sonunda Putin ile Erdoğan görüşecek. İdlib’de de Tahrir el Şam muhalif gruplara saldırıyor ve sanki bence Moskova bence memnun değil Türkiye’nin İdlib’deki performansından. Böyle bir ortamda Rusya şunu demeyecektir tabii: “Oraya korunaklı bir bölge kur, Türkler bunun kontrolünü ele geçirsin”. Hele de Amerika’nın çekilmekten bahsettiği bir dönemde Rusya buna neden evet desin ki? O yüzden Ruşen bence çok fazla soru işareti var. 

Ömer, konuyu değiştirmek istiyorum, ama tampon bölge konusunda söyleyeceklerin varsa söyleyebilirsin. Türkiye’de çok fazla ilgi uyandırmadı, ama New York Times’taki,  Trump’ın NATO’dan ciddi ciddi çıkmayı düşündüğü yolunda çok güvenli kaynaklara dayandırdığı haberi sormak istiyorum. Ne diyorsun?

Ömer Taşpınar: Tampon bölge ile başlayayım. Şöyle bir durum var. Trump bir tweet atıyor ve hepimiz bunu tartışıyoruz. O kadar garip bir fikir ki tampon bölgeden bahsetmek — Amerika açısından, NATO da biraz öyle tabii. İlk tweet nasıl geldi? “Ayağını denk al, ekonomini mahvederim.” Orada 20 millik bir tampon bölgeden bahsediyor. Türkiye’ye karşı bir tweet’ti o. O tweet’in sonunda 20 millik bir bölgeden bahsediyor. Bu şu anlama geliyor; “Orada ben Kürtleri koruyacak bir bölge de kurabilirim” anlamına geliyordu. Erdoğan hemen ertesinde bunu lehine çevirdi. “Zaten bunu biz yıllardan beridir istiyorduk” dedi. Türkiye bunu konuştuğunda Halep muhalefetin elindeydi, Beşar Esad neredeyse kaybediyordu. O kadar farklı bir kontekst vardı ki… O telefon konuşmasından sonraki tampon bölge meselesi şu anda hiçbir anlamı olmayan bir tartışmaya döndü. Amerika’nın bir gözdağı idi. Türkiye de o tampon bölgeyi kendi istediği yöne çevirerek, oradaki Kürtlere karşı bir bölge olarak konuşmaya başladı. Gerek Şam gerek Rusya olsun, gerek Amerika’nın bölgeden çekilmek istemesi olsun, bütün bunlar, BM de işin içerisinde olmayacağını göre gerçekleştirmesi zor bir plan. Bir tweet atıyor ve hepimiz onu tartışıyoruz. Çok üzerinde durmaya değmez bence. 

NATO meselesi biraz daha ciddi. Onun da ciddiyetinin sınırları var. Trump birçok şey istiyor. Bana göre Trump Amerika’nın Dünya Ticaret Örgütü’nden çıkmasını da istiyor. Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton BM’den nefret ediyor. BM’den çıkmayı da düşünebilir isterse. Trump’ın etrafı olsun kendisi olsun son derece radikal fikirlere sahip insanlarla dolu. Burada hep Trump’ı dengeleyci unsurlardan bahsediyoruz. Trump’ı dengeleyici unsurlar, Amerika kurumları, Kongre, yasama, basın. Bunlara rağmen Amerika hareket edebilir mi? Şöyle bir tehlike var. Kabinedeki aklıselim insanların sayısı azaldı. Başta Mattis’in gitmesiyle yaşanan bir deprem var şu anda. Yerine gelecek isim şu anda kim? Askerler nasıl çalışacak Trump ile? Askerlerin en son istediği şeydi Amerika’nın dünyada müttefiklerinden uzaklaşması, NATO’dan çıkması veya Asya’da Çin’e karşı Japonya ve Kore ile kurulan ilişkilerin sallanması. Yani bütün Amerikan Barışı (Pax Americana), Amerika’nın güçler dengesi, kendi müttefikleri ve kendi rakipleri ile kendisini dengelemesi üzerine kurulu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuş düzende Sovyetler Birliği nasıl dengelendi? NATO ile dengelendi. Şimdi Trump blöf yapıyor. Trump’ın bir kitabı var: “Müzakere Sanatı”. Zannediyor ki bu özel sektörde, gayri menkul piyasasındaki pazarlık tehditlerini devlet yönetimine taşıyabilir. Trump’ın tekniği bu. Yani “Ben gidiyorum” diyerek dükkândan çıkmaya çalışmak, arkasından da “Kal, kal” deyip fiyatı indirecekler ve bu kontekstle NATO ülkeleri daha fazla para vermeye başlayacak. Ben böyle okuyorum, çok ciddiye almıyorum. Çünkü Amerikan kurumlarına ve sistemine bir güvenim var. Ama umarım yanlış çıkmaz. Trump güçsüz bir adam değil. Burası bir başkanlık sistemi. Ama Erdoğan’ın vâkıf olduğu güce, tek adam gücüne burada Trump sahip değil. Yani Amerika’nın Türkiye’den farkı, Amerika’da hâlâ işleyen bir sistem, düzen var. Kurumlar ve güçler dengesi, fren ve denetleme mekanizmaları var. 

Gönül, biraz Ortadoğu’ya geçelim ve Pompeo konuşalım. Tam da Amerika’nın sisteminin, CIA’in de, katil olduğu konusunda çok güçlü veriler sunduğu Veliaht-Prens Salman ile Dışişleri Bakanı görüştü. Bu başlı başına çok sembolik bir olay. Çok da büyük bir kıyamet kopartmadı. Onun dışında ilginç bir şekilde Körfez ülkelerini Katar’a karşı insaflı olmaya çağırdı. Pompeo ne yapmak istiyor?

Gönül Tol: Ondan önce NATO ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. Biraz önce söylemiştim; Trump’ın düşünce dünyasına baktığımızda kendi içinde tutarlı bir tarafı var. Bu NATO için de düşünülebilir. Anti-globalist bir adam. Yani uluslararası kurumları ve anlaşmaları bütünüyle finansal hüküm olarak gören bir insan. Dolayısıyla NATO’yu da böyle görüyor. Şimdi kendi içerisinde tutarlı olabilir, ama bunu yapmak kolay değil. İran anlaşmasından çıkar gibi Paris anlaşmasından çıkar gibi çıkmak güç NATO’dan. Birincisi, her şeyi kendi iç siyaset dengeleri içerisinde okumak gerekiyor. Kamuoyu yoklamasına göre Amerikan halkının yüzde 80’i Amerika’nın NATO’da kalması gerektiğini ve diğer NATO ülkelerine saldırı olduğunda yardıma gitmesi gerektiğini düşünüyor. Bu 5. madde. Dolayısıyla kendi tabanında da NATO’ya atfedilen böyle bir önem var. Amerika’nın NATO’dan çıkması kolay değil. Tabii senato bloke edecektir. Onun öncesinde konuşulan şu da var: Trump bütünüyle çıkmaktan bahsetmiyor. 5. maddenin yükümlülüklerinin yerine getirilmemesinden korkuyorlar. Yoksa bütünüyle Amerika’nın NATO’dan çıkması söz konusu değil. Zor bir karar, hayata geçirilmesi güç bir şey olur. 

Pompeo’nun Ortadoğu ziyareti çok ilginçti. Kahire’de yaptığı bir konuşma var, bütünüyle anti-Obama idi her şey. Obama da İslam dünyasına seslenmek için Kahire’yi seçmişti. Mısır Üniversitesi’ni seçmişti. Pompeo da burada Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’ni seçti. Bu konuşmaya baktığımızda, her anlamda kötü bir konuşmaydı. Konuşmasının büyük bir bölümünü Obama’ya saldırmaya ayırdı. Sen en tepedeki diplomatsın ve Müslüman bir ülkeye sesleniyorsun, fakat bir Amerikan başkanını eleştiriyorsun. Bu başlı başına bir problem. Müslüman bir ülkeye, Müslümanlara konuşma yapıyorsun, ama bütün mesajların Amerika’daki Evanjelistlere yönelik. Bu olabilecek bir şey; ama optik olarak bakıldığında, bu da problemli bir şey. Bir taraftan halka seslenmeye çalışıyorsun, ama bütünüyle o bölgenin otokratlarıyla konuşuyorsun. Bu konuşma pek çok açıdan problemli idi. Bir kez demokrasi lafı geçti. İnsan haklarından hiç bahsetmedi. O yüzden Muhammed Bin Salman ile verdiği o sıcak kareler şaşırtıcı değil. Amerika, Körfez ülkeleri ile İsrail’in arasının düzelmesini istiyor. Çünkü pek çok anlamda Körfez ülkeleri Amerikan stratejisinin önemli bir ayağı haline gelmeye başladı. Körfez’deki bir bölünme Amerika’nın stratejisini sekteye uğratacak bir durum. O nedenle mümkün olduğunca arabulucu olmaya çalışıyor. Katar’ı da angaje etmeye çalışıyor. Körfez ülkeleri arasındaki uçurumu onarmaya çalışıyor. Pompeo’nun ziyareti şunun için planlanmıştı: “Evet, Trump Suriye’den çekilme kararı aldı, ama biz hâlâ buradayız. Biz hâlâ sizin arkanızdayız, güvenliğinizin teminatıyız. Bize güveneceğiniz kadar Rusya’ya güvenemezsiniz” mesajı verdi. Biliyorsun Rusya bir süredir bölgeye girmeye çalışıyor. Suriye’de önemli bir aktör; ama bölgede daha büyük bir rol oynamaya çalışıyor. Tabii Amerika bundan rahatsız. Pompeo’nun ziyareti halka değil otokratlara verilen, “Biz arkanızdayız, Rusya bizim size vereceğimiz şeyleri veremez Bu arada aranızdaki problemleri çözün ki biz işimize bakalım” niyetli bir gezi idi.

Ömer, son olarak kapatmadan, Brexit hakkında bizi biraz aydınlatsana. Bu yılan hikâyesinin de ötesinde bir şey oldu. Başbakan May kötü bir durumda kaldı. Başarısızlık oldu, anlaşmayı geçiremedi. Ne oldu? Nasıl özetlersin bu durumu?

Ömer Taşpınar: İngiltere AB’den çıkmaya karar verdiğinde, AB tabii ki çok kolay bir şekilde çıkmasını istemiyor. Eğer bir kulüpten çıkacaksan bunun bir bedeli olmalı… Oldukça ciddi siyasî-finansal-diplomatik şartlar getirdi Brüksel Londra’ya karşı. Tabii ki Muhafazakârlar da, çıkmayı isteyen May’i, “Niye daha sıkı bir şekilde müzakere etmedin? Biz niye bunlara katlanalım?” diyerek, May’in Brexit planına karşı oy kullandılar. Bana göre Theresa May son derece zor bir durumda. Çünkü onun tezi şuydu: “Bakın, elimizdeki anlaşma bu, biz boşanmak istedik, boşanmak isteyen tarafın bir şeyleri ödemesi gerekir, bunu yapmayacaksak anlaşmasız olarak ayrılacağız; onun da İngiltere ekonomisine çok daha ciddi kaotik bedelleri olur” dedi. Fakat inandırıcı olamadı. Bence Theresa May şu anda son derece zayıflamış bir başbakan. Güvenoyu alsa bile istifa etmek zorunda kalabilir. İki ihtimal var. Bir tanesi seçimlere gidilmesi. Öbürü tekrar referanduma gidilmesi. İşçi Partisi çok anahtar konumda. Orada Jeremy Corbyn isimli Marksist kökenli sol bir lider var. Onlar seçimi kazanabilir. Onlar kazansa da tekrar referanduma götürebilir. İşçi Partisi içinde de Brexit’e sempatiyle bakanlar var. Dolayısıyla İngiltere bir kaosa sürüklendi. AB de önemli bir üyesini kaybediyor. Fakat bir bakıma Brüksel memnun durumda. Brüksel’in dünyaya verdiği mesaj şu: İngiltere’nin yaptığını yaparsanız kaos yaşarsınız. Yani İtalya’ya veya Yunanistan’a verilen mesaj: Eğer siz AB’den çıkmaya kalkarsanız, bedeli kaos olur. 

Ruşen Çakır: Evet, burada noktayı koyalım. Transatlantik’i burada noktalıyoruz. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler Yoğun bir yayın oldu yine. Haftaya tekrar buluşmak üzere. İzleyicilerimize çok teşekkür ediyoruz. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.