Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İktidar koalisyonunun beka sorunu

Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün sosyal medyada şöyle bir paylaşım yaptı:

Erdoğan’ın kutuplaştırmayı tırmandırma stratejisinin zirvesi olan bu paylaşım, 31 Mart yerel seçimlerine çok az süre seçmen tercihlerinin nasıl şekillenebileceği konusunda ipuçları da içeriyor.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal medyada yaptığı paylaşımı –çok çarpıcı bir paylaşım– görenler vardır; görmeyenlere tekrar hatırlatalım, arkadaşlarımız da onun görüntüsünü şu anda yayınlayacaklar. Türkiye’de iki ittifakın karşı karşıya olduğunu söylüyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bir tarafta Cumhur İttifakı’nı bir tarafta da Millet İttifakı’nı koyuyor; ama Millet İttifakı demiyor tabii, “Zillet İttifakı” diyor. Ve burada bir tarafa “15 Temmuz gecesi sokaklarda meydanlarda kurulmuştur”, diğer tarafta “Gizli pazarlıkların, siyaset mühendisliklerinin, çıkar hesaplarının ürünüdür” diyor. Cumhur İttifakı için, “Milletin emrindedir” derken, Zillet İttifakı diye tanımladığı ittifak için “Kandil’in ve Pensilvanya’nın güdümündedir” diyor — yani PKK ve Fethullah Gülen’in. Bir taraf “Hak ve hakikatin savunucusudur” diğeri de “Yalan, iftira” vs. ve devam ediyor; bunları uzun uzun tek tek okumaya gerek yok. Sonunda birisi “Sadece milletin hizmetine taliptir”, diğeri de “Amacı terör örgütü uzantılarını belediye meclislerine ve bürokrasisine taşımaktır”. 

Şimdi bu metin üzerine söylenecek çok şey var. Ne derece sahici, ne derece doğru-yanlış, abartılı vs. bunların hepsi bir yana, paylaşılan bu metinde şunu görüyoruz: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaten Türkiye’de var olan kutuplaşmayı daha tırmandırmak istediğini biliyorduk ve ülkeyi böyle –eski tabirle– karpuz gibi ortadan ikiye bölen bir paylaşım bu. Bir tarafta iyi insanlar bir tarafta hainler; bir tarafta milletin emrinde mazlumların yanında olanlar, diğer tarafta çıkar için teröristler ve zalimlerle işbirliği yapanlar vs. Böylece de Cumhurbaşkanı kimliğiyle –sadece AKP Genel Başkanı değil– ülkeyi tam ortadan ikiye bölüyor. Zaten bölüyordu; bunu taşınabilecek en uç noktalarından birisine taşımış durumda. Buradaki söylenenlerin muhatapları tabii ki muhalefet partileri. “Zillet İttifakı” dediği Millet İttifakı — ki 24 Haziran’da olan Millet İttifakı bu seçimde yok, en azından Saadet Partisi yok ve İYİ Parti’yle CHP de ittifak yerine “güç birliği” olarak tanımlıyorlar yaptıklarını; ama diğer tarafta Bahçeli ve Erdoğan Cumhur İttifakı olarak devam ediyorlar. 

Bir defa bu Cumhur İttifakı’nın 15 Temmuz gecesi kurulmadığı mâlûm. Temelleri Haziran seçiminin ertesinde atılan bir ittifaktan bahsediyoruz ve sandıkta yenemeyen MHP’nin de bir şekilde AKP’yle işbirliği yaparak devlet yönetiminde etkili pozisyona gelmesinden bahsediyoruz. Daha önemlisi de MHP’nin ideolojisinin daha baskın hale gelmesinden bahsediyoruz. 12 Eylül’ün ardından yaşanan Türk-İslam sentezi –ki o zaman Aydınlar Ocağı’ndaki bir grubun, sağcı aydının 12 Eylül yönetimine sunduğu projeydi– uzun bir süre Türkiye resmî ideoloji olarak böyle yönetilmişti. Türk-İslam sentezinde Türklük önde, İslam arkadaydı; yani milliyetçi-muhafazakâr –ki bence sıralama önemli– bu sefer de oluşanın yeni bir Türk-İslam sentezi olduğu kanısındayım ve bu sefer oluşan koalisyonda da Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması ve iktidarı tekelinde toplaması nedeniyle İslam vurgusu daha önde olduğu sanılıyor ama, her geçen gün aslında Türklüğün yani milliyetçiliğin muhafazakârlıktan önde geldiğini grüyoruz. Yeni bir Türk-İslam sentezinin devlet elinde hâkimiyeti söz konusu. 

Fakat bunun ötesinde, o paylaşım bambaşka bir şeyi gösteriyor. O paylaşım bize aslında Cumhur İttifakı’nın 31 Mart’a bir aydan biraz fazla süre kala tedirgin olduğunu gösteriyor. Çünkü 24 Haziran seçimlerinde bu kadar sert çıkışlar olmamıştı — ki o seçim çok daha sertti, çok daha önemliydi, bir kere Başkan seçiliyordu, Meclis seçiliyordu, böyle bir seçimdi ve orada da gerçekten Millet İttifakı diye üç partili bir ittifak da vardı. O tarihte yapılmayanın bugün yapılıyor olması –iki seçimin önemlerini karşılaştırdığımız zaman yerel seçimler 24 Haziran seçimleriyle kıyaslanmayacak kadar daha az önemli bir seçim ama–, şiddetin bu kadar artması aslında bize herhalde şunu gösteriyor: AKP-MHP koalisyonunun 31 Mart’ta endişeleri var. Özellikle büyükşehirlerde endişeleri var. Normal şartlarda beş yıl önce yapılmış olan yerel seçim sonuçlarına baktığımız zaman, iki partinin ayrı ayrı aldıkları oylara baktığımız zaman, hatta 24 Haziran’da ayrı ayrı ve birlikte aldıkları oylara baktıkları zaman çok da fazla endişelenmeleri gerekmediğini düşünebiliriz, düşünmemiz gerekir. Mesela, Ankara’yı İstanbul’u AKP tek başına almıştı; buralarda MHP’nin hatırı sayılır bir oyu var, dolayısıyla MHP’nin de desteğiyle çok rahat alması lazım. Adana’da, Mersin’de MHP almıştı, AKP şimdi aday göstermiyor, MHP’nin buralarda alması lâzım normal şartlarda. Bursa’yı AKP tek başına almıştı, Balıkesir’i almıştı; ama buralarda, Antalya’dan da aynı şekilde, tedirgin olduğu anlaşılıyor. Bu bize çok şey gösteriyor, bu metin de bize aslında bu yerel seçimlerde Erdoğan’ın belediyeciliği öne çıkararak, yerel yöneticiliği öne çıkararak söyleyeceklerinin artık pek kalmadığını gösteriyor. Normal şartlarda belediye başkanlığıyla siyasî kariyerinin en büyük çıkışını yapmış ve yıllarca ülkenin önemli yerlerini ya kendisi ya da yakın arkadaşlarıyla yönetmiş ve belediyelerden yerel yönetimlerden merkezî yönetimi kazanmış bir hareketin lideri olarak normal şartlarda Erdoğan’ın bu seçimlerde sadece ve sadece yerel yönetimler ya da esas olarak, yerel yönetimler konuşması, belediyecilik anlatması, daha önce yaptıklarını anlatması beklenirdi. Ama bunların çok geride kaldığını görüyoruz ve ülkeyi bir beka noktasında 31 Mart’a sokma iddiasında. Yani 31 Mart seçiminin Türkiye’nin bekası için çok kritik bir dönemeç olduğunu söylüyor Erdoğan ve Bahçeli. 

Bahçeli’nin bunu sürekli tekrarlıyor olması bir yere kadar anlaşılabilir; çünkü Bahçeli’nin hareketi ülkücü hareketin de temel argümanı, Türk ülkücü hareketinin yani Türk milliyetçisinin temel argümanı hep bir şekilde devletin tehdit altında olduğudur ve tarih boyunca böyle olmuştur ve sürekli bir beka meselesini gündeme sokmuştur, devletin ve ülkenin bekasını. Ama AKP’nin böyle olduğu söylenemez, AKP’nin içinden geldiği Milli Görüş Hareketi’nin de böyle olduğu söylenemez; tam tersine onlar hep ileriye doğru, kendi perspektiflerinde ileriye doğru pozitif mesajlarla anlatmaya çalışan bir harekettiler. Erdoğan da böyledir, AKP’nin uzun bir süresi de böyle geçti; ama belli bir tarihten itibaren reaktif, tam kaba katı sağcı bir pozisyonla MHP çizgisine geldiğini görüyoruz ve bir bekadan bahsediliyor. 

Böyle bir beka söz konusu mu? Yani, Kandil ve Pensilvanya CHP’yi ve İYİ Parti’yi ve tabii ki HDP’yi, bir şekilde de Saadet Partisi’ni kontrol edip Türkiye’de 31 Mart’ı yönlendirmeye mi çalışıyor? Bu soruları sormanın bile abes olduğu kanısındayım, ortada bir beka meselesi bence yok. Şu anda Türkiye’de yerel seçimler nedeniyle, yerel seçimlerde önemli yerleri muhalefet partilerinin kazanması halinde Türkiye’nin varlığının ülke olarak ve devlet olarak varlığının tehlikeye düşeceğini söylemek gerçekten abesle iştigal olur. Ekrem İmamoğlu İstanbul’u kazandığı zaman, Mansur Yavaş Ankara’yı kazandığı zaman –tabii kazanırlarsa–, Tunç Soyer’le CHP İzmir’i tekrar alırsa, Adana, Mersin’i diyelim ki CHP’nin ya da Balıkesir’i, Manisa’yı İYİ Parti’nin adayları alırsa ülke batacak mı? Niye batsın? Belediyeler zaten belli sınırlar içerisinde hareket eden yapılar ve zaten devletin de, özellikle Güneydoğu’da –daha önceki deneyimlerden biliyoruz, ki bu sefer de Erdoğan sürekli tekrarlıyor, kayyum ataması diye bir şey var– devlet muslukları keserse bu belediyeler zaten belli bir aşamadan sonra felç de olabilir, bir yığın yaptırım da gelebilir. Hiç yaptırım olmasa bile, önleri sonuna kadar açık olsa bile, yapacakları tamamen yerel siyasetten ibaret bir şey olacaktır ve belediyelerin kazanılmasıyla muhalefet tarafından ülkenin ve devletin batması, yok olması diye bir şey söz konusu değil. Ama, böyle bir gelişmenin olması durumunda; yani İstanbul’un, Ankara’nın, Adana’nın, Antalya’nın, Balıkesir’in, Bursa’nın ve benzer yerlerin ya da Güneydoğu’yu tekrar HDP’lilerin çok net bir şekilde açık arayla tekrar kazanıyor olmaları halinde, bu sefer ülkeyi yöneten iktidar bloku çok ciddi bir siyasî krizin içerisine girecek. Daha doğrusu içinde oldukları siyasî kriz alenileşmiş olacak. 24 Haziran’da böyle bir durum söz konusuydu, Muharrem İnce kendisinin başarılı olduğunu hep –ne zamandır sesi çıkmıyor ama– iddia ediyor; bence Muharrem İnce’nin çok büyük stratejik yanlışları nedeniyle ikinci tura bile kalamadı, erteledi krizin görünürlüğünü. Eğer ikinci tura kalmış olsaydı –ki normali oydu– o zaman bu kriz o tarihte çıkacaktı. Şimdi belli ki bu krizin, özellikle Erdoğan’ın yaşadığı siyasî-ideolojik krizin ortaya çıkma ihtimali hayli yüksek. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bugün yaptığı bu paylaşım bana bunu düşündürüyor. Yani bir devletin bekası, Türkiye’nin bir bekası diye bir sorun yok; ancak AKP-MHP koalisyonunun, daha doğrusu Erdoğan-Bahçeli koalisyonun bekası, sürdürülebilirliği sorunu var. Bu, bağlamda konuşacak daha çok şey var. Örneğin yeni parti meselesi. Tekrar tekrar gündeme geliyor, tartışılıyor, spekülasyonlar yapılıyor; bunu daha sonra tekrar ele almak istiyorum. Yakın tarihte yapmıştım, ama yeniden ele almak istiyorum. Ancak burada şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir televizyon kanalında söylediği, AK Parti’yle yollarını ayırmış olan kişilerle tekrar bir araya gelmelerinin mümkün olmadığı yolunda bir açıklama var. Bu açıklama bence çok önemli, ben bunun böyle olabileceğini düşünmüyorum. Eğer, şu tweet’in bize gösterdiği gibi iktidar bloku gerçekten ciddi bir kriz içerisindeyse ve bu da sandıklara yansırsa ve sandıktan AKP-MHP ittifakının, Cumhur İttifakı’nın bâriz bir yenilgisi çıkarsa, büyük bir ihtimalle bu koalisyon dağılır, öyle tahmin ediyorum ve dağılması halinde –ki buradaki maddelerden birisi, “Pazara kadar değil, mezara kadar” diyen Cumhur İttifakı için– bu seçim, ittifakın ömrünü de teyit edeceğimiz bir seçim olacak. Eğer bir hezimet olursa iktidar ortakları için, büyük bir ihtimalle bu dağılır ve Erdoğan’ın önündeki en ciddi seçeneklerden birisi, kenara ittiği dışladığı, marjinalleştirdiği eski yol arkadaşlarını tekrar bir şekilde geri kazanmak olur. Bunu daha sonraki yayınlarda daha uzun boylu anlatmak istiyorum; ancak tekrar şunu söyleyeyim: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın attığı bu tweet gerçekten çok açıklayıcı, anlamlı bir tweet. Bir gazeteci olarak kendisini Refah Partisi’nin İstanbul İl Başkanı olduğu 1980’li yılların ortalarından itibaren takip eden birisiyim. Arkadaşım, meslektaşım Fehmi Çalmuk’la beraber Erdoğan’ın biyografisini de yazmıştık — AKP kurulduktan hemen sonra yayınlanmıştı. Gerçekten Erdoğan’ın yıllar sonra en güçlü olduğu sanılan bir anda, böyle bir seçime bir ay kala böyle bir çıkış, paylaşım yapacağını hakikaten tahayyül edemezdim. Bu açıklamanın sertliği bize aslında kendisinin şu anda yaşadığı krizin ne kadar derin olduğunu gösteriyor, seçimlere bir aydan biraz fazla süre kala.

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.