Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

25 yıl önce açılan sayfanın kapanışı

31 Mart yerel seçimlerindeki çarpıcı sonuçlar aslında sürpriz değildi. Bu Erdoğan’ın Gezi’den beri derinleşerek süren krizinin görünür hale gelmesiyle alakalı bir olgu.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Öncelikle dün gece çok yoğun geçti. Sabaha doğru buradan çıkabildik. Ve Anadolu Ajansı’nın bir türlü Ekrem İmamoğlu’nun galibiyetini ilan etmeme inadı nedeniyle bizler de evimize gitsek bile uyku pek tutmadı. Çünkü sürekli bakıp ne zaman kabul edecekler, ne zaman İstanbul tamamlanacak diye bekledik. Yani kısacası halen yorgunum. Onun için saçmalarsam şimdiden özür diliyorum. İkinci olarak buradan arkadaşlarıma; Medyascope’ta dün gece 31 Mart yerel seçimleri ile ilgili yaptığımız, saat 19’da başlayıp yaklaşık sabah 5’e kadar süren yayına katılan tüm arkadaşlarıma buradan çok teşekkür etmek istiyorum. Biz Ocak ayından beri özellikle sahada, Anadolu’da, İstanbul, Ankara ve İzmir’in ilçelerinde çok yoğun bir seçim çalışması yaptık. Adaylarla, halkla konuştuk ve olabildiğince anlamaya ve anlatmaya çalıştık. Seçim gecesi yaptığımız yayında da o birikimle beraber, tahmin ediyorum Türkiye’de yayın yapan birçok kuruluştan farklı bir yayın sergiledik.

Bu arada şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Alternatif medya yakıştırması yapılıyor bize ve başka bazı kuruluşlara. Diğer kuruluşların adına konuşmayayım; ama ben şahsen Medyascope’un başından itibaren alternatif tanımını seven birisi değilim, isteyen biri değilim. Birincisi, alternatifin iyice içi boşaltıldı — değişik alanlarda. Ama konumuza baktığımız zaman, medyada alternatif olmak için, bir şey olması lâzım, siz de onun karşısı olmanız lâzım. Ama o bir şey yok. Yok ki bir şey, alternatif olalım. Seçim gecesi gördünüz, baktınız. Gazetelere, internet sitelerine, gazetelerin internet sitelerine, Anadolu Ajansı’na, televizyonlara, ya da kampanya süresince baktınız. Apar topar en çok izlenen dizinin iptal edilip yerine Cumhurbaşkanı’nın yayınının yapıldığı ve karşısına bütün İstanbul ilçe adaylarının dizildiği vs. yayınlara ve soru soran –birisinin deyimiyle Erdoğan’ın cevaplarını sorulandıran– kişilerle yapılan yayınları gördünüz. Burada bir şey olmadığı için, onların alternatifi olmak gibi bir şey de söz konusu değil.

Neyse. 25 yıllık bir sayfanın, 25 yıl önce açılmış bir sayfanın kapanmasının öyküsüydü dün gece yaşadığımız. Aslında bu sayfa çoktan kapanmıştı. Benim uzun süredir iddia ettiğim bir şey bu. Erdoğan siyaseten uzun bir süredir –bence bunun miladı, en görünür, tanımlanabilir miladı Gezi’dir, Gezi direnişidir– o tarihten itibaren kaybeden bir siyasetçi. Ama elinde hep bir güç olduğu için, o gücü hoyratça kullanabildiği için ve gücü elinde iyice tekelleştirdiği için ömrünü uzatabildi, uzatabiliyor, hâlâ uzatabiliyor.

Ama burada bir diğer yön de karşısındakilerin zaafları ve zayıflıkları. Yani karşısında olan yapılar o kadar yetersiz kaldılar ki, Erdoğan’ın kaybı fiilen hayata geçmedi. Bir tek istisna 7 Haziran seçimleridir. Orada Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidarı kaybetti. Çok büyük bir yıkım yaşadı. Aslında ta o tarihte Türkiye’nin gerçek fotoğrafı ve Erdoğan’ın artık o tartışılmaz liderliği ve yükselişinin noktalandığını biz gördük. Ama Kasım seçimlerine kadar Türkiye’nin yaşadığı ortamda, Kasım’la beraber Cumhurbaşkanı Erdoğan işin rengini değiştirdi, kazandı. Ama bu kazanç ülkeye ve kendisine aslında zarar getirdi, getirmeye devam ediyor. Bugün yaşanan aslında oradaki, Türkiye siyasetinin doğal akışının, Haziran’dan sonra Kasım’a kadarki süreçte bozulmasıdır. Bozuldu da ne oldu? Birkaç yıl daha kazandı. Referandum, ardından başkanlık seçimi, bunların hepsini kazandı.

Ama bunların hepsini kazanırken aslında hep yenikti. Bunda ısrarcıyım, baştan beri bunu söyledim. Ve bana da genellikle şöyle dendi: “Kaybediyor diyorsun, krizde diyorsun, ama bütün girdiği seçimleri kazanıyor.” Buradaki sorun onun girdiği seçimleri kazanması değil, aslında karşısındakilerin o seçimleri kaybetmeseydi. Ben bunu şöyle tanımlıyorum: Erdoğan hep kaybetti, belli bir tarihten itibaren kaybetti; ama karşısında kazanan olmadığı için bu kaybı çıplak gözle görülmez oldu. 24 Haziran bu anlamda çok önemli bir fırsattı; ama çok uzatmak istemiyorum. Artık gerçekten Muharrem İnce’yi eleştirmenin de tadı kalmadı, kısa geçelim. O büyük bir fırsattı, kaçtı. Ve 31 Mart’ta çok basit hamlelerle, çok basit hamlelerle Erdoğan’ın yenilgisinin alenileşmesi, görünür kılınması başarıldı.

Burada esas rolü oynayanın Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu düşünüyorum. Düşünüyorum değil, eminim. Şimdi tabii Kemal Kılıçdaroğlu’nun girdiği bütün seçimleri kaybetmesi, ama buna rağmen başkanlığı bırakmaması gibi hususlarda çok yoğun eleştiriler aldığı muhakkak. Ama şu seçimde özellikle büyükşehirlerdeki adayların saptanmasındaki tutumu bence çok kritikti. Ekrem İmamoğlu ilk açıkladığı, en erken açıkladığı isim. Ben dahil birçok kişinin, siyasetle ilgili insanların bile bilmediği, duymadığı bir isimdi. Onunla girdi İstanbul’da seçime. Ankara’da Mansur Yavaş’ta ısrarcı oldu. İzmir zaten cepte olmakla beraber, orada Tunç Soyer’de ısrarcı oldu ki İzmir nasıl olsa garanti olduğu için orada çok sayıda aday olmak isteyenler vardı. İlk akla gelen Tuncay Özkan mesela. Tuncay Özkan İzmir’i herhalde o da girse alırdı. Normal şartlarda kazanabileceğini sanmıyorum, ama İzmir’i o da girse alırdı. Ama orada da Tunç Soyer’i seçti. Adana, Antalya; buralarda ilçe belediye başkanlığında temayüz etmiş, başarı öyküleri olan insanları seçti.

Ve CHP’nin adayları genellikle kamuoyunun, seçmenin karşısına şöyle bir tabloyla çıktı: “Bizim kimseyle bir derdimiz yok. Biz belediyecilik yapmak istiyoruz. Zaten yaptığımız belediyecilik de ortada. Bizi seçerseniz siz daha iyi yerel hizmet alacaksınız.”

Bu çok basit bir şey gözüküyor; ama bazen başarı bu kadar basitlikte mümkün. Neden? Çünkü belli bir süreden itibaren AKP’den birileri kopmaya, AKP seçmenliğinden vazgeçmeye niyetliydi. Bunun değişik nedenleri var, ona birazdan değineceğim. Ama bu kişilerin AKP’den kopmasını hızlandırabilecek bir zemini muhalefet yaratamadı, yaratamıyordu. Orada tabii Erdoğan’ın bütün seçimleri bir kutuplaşma üzerinden inşa etmesinin de çok, birinci derece etkisi vardı. Bu oyuna gelen siyasetçiler, adaylar, liderler Erdoğan’la kavga ederek bu kesimlerin, Erdoğan’dan uzaklaşmaya niyetlenen kesimlerin kendilerine yakınlaşmalarının önünü kestiler.

Neden? Bu açıklaması biraz uzun sürebilecek bir şey. Özetle anlatmak istiyorum. Daha önce bir yayında bu konuya değindim. Çok eleştirilen bir yayın oldu. Rasyonalite meselesi. AKP seçmeninin, AKP’ye oy vermiş kesimlerin rasyonalitesi ya da aklıyla hareket etmesi. Siyasetin her yerinde, her alanda, her harekette, dünyanın her yerinde iki olay kabaca etkili oluyor. Bir, duygular, bir de düşünceler. Yani bir aklınızla bir şeye karar veriyorsunuz ama duygularınız da işin içine giriyor. Mesela bir adayı seviyorsunuz, kimisini sevmiyorsunuz, bir hareket sizi rahatsız ediyor, irrite ediyor, ama bir başkası size sempatik geliyor, içeriğinden bağımsız olarak. Özellikle de şahıslar, siyasetçiler üzerinden olan bir şey. Ve siyaset zaten bu iki şeyin bir nevi bileşkesi. Yani en başarılı olan hareketler, karşısındaki kitlenin hem aklını hem kalbini kazanabilen hareketlerdir. Buralarda kimi insan daha fazla aklını, kimi insan daha fazla kalbini koyar bu hareketlere, bütün hareketlere.

AKP’nin öyküsünde, daha doğrusu 25 yıllık bu öyküde –Erdoğan’ın öyküsü diyelim hadi–, bu öyküde kimi insanlar kalpleriyle, kimi insanlar akıllarıyla, yani böyle bir tercih yaparak ama büyük bir çoğunluğu bunların bir bileşkesi ile destek verdiler. İlk başta azdılar, giderek sayıları arttı. Erdoğan bir şeyleri yapabileceğini, bir şeyleri değiştirebileceğini gösterdiği ölçüde sayıları arttı. Önce yüzde 10’lardan başlayan bir hareket, yüzde 50’lere kadar geldi dayandı. Böyle bir hareket söz konusu. Ama belli bir aşamadan sonra, özellikle akıllarıyla düşünme safhasında, insanlar bunu sorgulamaya başladılar. Erdoğan’ı sorgulamaya başladılar. Kürt sorununun barışçıl çözümünden yan çizmesi bence çok önemlidir. Çünkü Kürt sorununun barışçıl çözümü yolunda attığı adımlar, “analar ağlamasın”la özetlenebilecek adımlarına çok geniş bir destek olduğunu düşünüyorum ve bunun tanığıyım.

Kimse kendini kandırmasın. Bu ülkenin halkının, Türkiye’de insanların büyük bir çoğunluğu bu olayın kan dökmeden bir şekilde hallolmasını istiyor. Ama bir taraf, karşı taraf daha çok taviz versin diyor, öteki taraf da tavizi karşı taraftan bekliyor. Böyle bir tıkanma içerisindeyiz. Erdoğan bu anlamda çok cüretli adımlar attı ve çok büyük bir destek aldı. Ve o zaman da birçok insan, aklı ile ve de kalbiyle ona yöneldi. Kürt olması şart değil. Kürt olmayıp ama Kürt sorununun çözülmesini isteyen insanlar da, ekonomide yaptıkları, özellikle sosyal alanda sunduğu yoksullara yönelik, yaşlılara yönelik, kadınlara yönelik hizmetler vs., birçok şeyi sayabilirsiniz. Bunların bazıları farklı farklı anlarda, farklı farklı kesimlerin hoşuna gitti.

Ama bir an geldi, Erdoğan artık geri saymaya başladı. O pozitif, ileriye yönelik bir şeyler söyleyen, katılın ya da katılmayın bir vizyon sunan siyasetçinin yerine, sürekli kendini koruyan, sürekli defansta olan ve sürekli sert bir dile başvuran birisi ortaya çıktı. Ve bu bence herkesi, bence karşı kamptan çok kendi kampını, kendi mahallesini rahatsız etmeye başladı. Çünkü bu insanlar, özellikle dindar olan Erdoğan destekçileri yıllar sonra taşınmış oldukları sistemin merkezinden bu tür kavgalarla uzaklaşma ihtimalinden kaygılanmaya başladılar. Ama bu süre içerisinde şunu da gördük: Erdoğan yakın çevresinde çok ciddi tasfiyeler yaptı ve bütün iktidarı kendi elinde topladı. Kendi elinde topladığı zaman da onu uyarabilecek insanlar pek kalmadı. Ve eskiler gitti. Tanıdıkları, belli ölçülerde güvendikleri insanlar gidip yerlerine kim olduklarını bilmedikleri, background’ları, geçmişleri bilinmeyen ya da geçmişlerinde çok sert bir şekilde Erdoğan karşıtı vs. olmuş insanlarla yeni bir çevre oluşturdu Erdoğan. Ve aslında bağlar orada kopmaya başladı. Yani esas olarak aklen, ama aynı zamanda kalben bir uzaklaşma başladı.

Ama bütün bu süre içerisinde Erdoğan bir şekilde karşı tarafın olumsuzluklarını onlara göstererek, evhen-i şer olarak kendi yanlarında kalmalarını sürdürdü. Ekonomik krizin gelmesi ile beraber bu sorgulamalar çok daha ciddi bir boyut aldı. Ekonomik krizle ilgili yapılan açıklamaların –dış güçler vs.–, bu kesimin büyük bir bölümünü tatmin etmediğini biliyorum. Ve bu yaklaşımla bu sorunun çözülemeyeceği duygusuna giderek daha çok insan kapılıyor. İşlerinden olmak, mesleklerinden olmak, işsiz kalmak, özellikle küçük esnaf için dükkânlarını kapatmak zorunda kalmak vs., bütün bu endişeler, çocuğunu iyi okutamamak, sağlık hizmetlerinden eskisi kadar yararlanamamak gibi, sosyal hizmetlerden yararlanamamak gibi endişelerle beraber bir uzaklaşma yaşanmaya başlandı.

Ben bunu şöyle özetliyorum aslında: Zamanında Erdoğan’la birlikte kazananların bir bölümü, sayıları giderek artan bir bölümü, Erdoğan’la birlikte kaybetmek istemiyor. Çünkü Erdoğan’ın kaybı neredeyse mutlak bir kayba dönüşmüş durumda. Onunla birlikte kaybetmek istemiyor, ama kiminle beraber kazanacağını da bilmiyor.

Bu anlamda mesela İstanbul’da Ekrem İmamoğlu gibi birisi çıkıp –soyadı da İmamoğlu–, bu insanlara, “Ben sizden birisiyim” deyip, Eyüp Sultan’da dua edip, namaz kılıp, Cuma kılıp, ama sadece dinî anlamda değil, bir zamanlardaki Refah Partili siyasetçiler gibi halkın içerisine gidip, onlara dokunup, kibirden uzak, suratında hep bir gülümseme ile gidip siyaset yaptığı zaman, şöyle bir şeyi düşünebildi insanlar: “Yahu bu adam hiç de fena birisi değil.” Şimdi Ekrem İmamoğlu’na siz oyunuzu verdiğiniz zaman şunu diyebiliyorsunuz: “Ben Cehape’ye vermedim” –“cehape”, biliyorsunuz, Erdoğan’ın şeyi–, “Ben Cehape’ye vermedim, İmamoğlu’na verdim”. Çok insan tanıyorum böyle. “Ben CHP’ye vermiyorum, İmamoğlu’na veriyorum” ya da “Ben CHP’ye vermiyorum, Muhittin Böcek’e veriyorum Antalya’da” — pekâlâ bunu diyebilirsiniz. “Zeydan Karalar’a veriyorum” diyebiliyor Adana’da bir başkası vs. bu çoğaltılabilir. Bu sefer ilk defa bunu, ana muhalefet partisi özellikle tutturdu. Siyasî olmayan ya da siyasî profilleri çok yüksek olmayan insanları aday göstererek, AKP’den, Erdoğan’dan kopuşları daha mümkün hale getirdi.

Şimdi, bu aşamadan sonra, bu kazançlardan sonra, eğer belediyeler ve belediyelerin bağlı olduğu o siyasî partiler –özellikle CHP–, bu gelen kesimi belli ölçülerde tatmin ederse, Erdoğan’dan bu uzaklaşma çok ciddi bir çözülmeye doğru gidebilir. Ama bir zamanlar SHP döneminde olduğu gibi belediyeler kısa bir süre içerisinde arpalığa dönerse, ya da eskiden var olan arpalık başka şekillerde yolla devam ederse; burada halkı önceleyen, toplumu önceleyen belediyecilik yerine yine birtakım hiziplerin, kliklerin, delegelerin vs’nin nemalandığı yerlere dönüşürse, “Hepimize geçmiş olsun” olur. Hepimize derken ülke anlamında söylüyorum.

Böyle bir şeyi muhalefet ilk defa yakaladı. Ama muhalefet aslında yakalayabileceğinin çok azını yakalamış durumda. Çok daha fazlası olabilirdi. Eğer 24 Haziran’daki seçim ikinci tura kalabilmiş olsaydı –muhalefet adaylarının kazanması önemli değil–, ikinci tura kalabilmiş olsaydı, bu yerel seçimler çok daha farklı, muhalefetin lehine çok daha farklı geçebilirdi. Şu anda bunu yaşıyoruz. Erdoğan’ın 25 yıl önce, 94 Mart’ında nasıl belediye başkanı seçildiğini çok yakînen gazeteci olarak takip etmiş birisiyim. Şu anda izleyenlerin belki bir kısmı o tarihte yaşamıyordu ya da çok küçüktü, çok bir şey bilmiyor olabilir. Çok acayip bir süreçti ve benim şansıma –ben bunu bir şans olarak görüyorum, bazıları bahtsızlık olarak görebilir ama bence şansıma– ben bu 25 yılı bir gazeteci olarak çok yakından izledim. Bunu yazdım, bunu söyledim. Bir süredir yazmayı bıraktım; ama 25 yıldır bu işi, bu öyküyü daha öncesinden, ama seçilmesinden önceden beri takip ediyorum.

Ve şunu söylüyorum: Ben bu hareketin, –“Erdoğan hareketi” diyelim buna hadi– Erdoğan hareketinin doğuşuna, yükselişine, zirveye çıkışına tanık oldum. Şu anda da bu hareketin, bu sayfanın, 25 yıl önce açılan sayfanın kapanmakta olduğuna tanık oluyorum. Bu anlamda tarihî bir andan geçiyor Türkiye. Erdoğan’ın bu saatten sonra bunu döndürebilme imkânı var mı? Daha önceki birçok yayında söylediğim gibi olduğunu sanmıyorum. Bu üslûpla, bu tutumla, çevresindeki bu kişilerle çok mümkün olduğunu sanmıyorum. Peki ne olur? Çok uzun bir mesele. Bunu da –nasıl olsa vaktimiz bol– ilerideki yayınlarda konuşalım. Ama şunu tekrar söylüyorum: İki şeyle özetleyebiliriz; bu aslında kaybetmiş bir Erdoğan’ın kaybının ilk defa görünürleştiği bir seçim oldu; uzun bir süreden beri, Haziran’dan sonra diyelim en azından, 7 Haziran seçiminden sonra.

Bu aslında gerçek olay. Ama gerçeğin henüz tamamı değil. Aysberg söz konusu. Kayıp çok daha büyük, birincisi bu oldu. Kaybın nedeni de özellikle Erdoğan’ın kaybettiğini gören insanların önemli bir kısmının onunla beraber kaybetmek istememesi. Bu bir vefa meselesi değil. Yani siz onunla kazandınız, şimdi onun zor durumunda neden yanında olmuyorsunuz?… Oldular, uzun bir süre, çok uzun bir süre oldular. Ama bu kaybın tekrar kazanca dönüşebileceğine yönelik bir işareti Erdoğan’dan görmediler.

Dolayısıyla benim gördüğüm kadarıyla şu son seçimde Erdoğan’a oy vermekten caymış olan kesim artık orada bir çıkış görmüyor ve onunla beraber kaybetmek istemiyor. Bu, kazandıkları anlamına gelmez. Ama en azından gördükleri bir kayıptan kendilerini en azından şu aşamada uzak tuttukları anlamına gelir. Dolayısıyla Türkiye gerçekten çok önemli şeylere gebe. Çok hızlı da birtakım şeyler gelişebilir, sakin de gelişebilir. Ama artık Türkiye’de siyasetin rengi iyice değişti. Geç kaldı bu belki; ama bir şekilde oldu. Bakalım bundan sonra ne olacak? Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.