Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Reisçinin reisçiye propagandası

31 Mart gecesinden itibaren İstanbul’da Ekrem İmamoğlu yerine Binali Yıldırım’ın kazandığı iddiasıyla yapılanlar, Türk sağının geleneksel sandık övgüsü ve “milli irade” söyleminden vazgeçme anlamına geliyor.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Aslında seçimle ilgili konuşacak çok şey var ve bunları da kademe kademe konuşacağız. Özellikle HDP faktörü, Selahattin Demirtaş faktörü çok önemli; bununla ilgili bir yayın yapmayı düşünüyordum, ama bu sandıklara itiraz meselesi –sayımlara itiraz, neye itiraz olduğunu da hâlâ tam olarak anlayabilmiş değilim açıkçası, itiraf edeyim– ama iktidarın ve iktidar destekçilerinin yürüttüğü, daha pazar gecesi başlayan, özellikle İstanbul’da –başka birtakım yerler de var–, İstanbul’u vermeme inadı ya da Ekrem İmamoğlu’nun belediye başkanlığını iptal ettirme inadı sürüyor ve bayağı gündemimizi meşgul ediyor.

Burada kim haklı kim haksız diye bir tartışmayı yapmak bile abes, onu çok açık bir şekilde vurgulamak lâzım. Türkiye’nin en güçlü parti örgütüne sahip olan, seçim deneyimi anlamında en güçlü örgütüne sahip olan AKP’nin –özellikle İstanbul’daki bunun temelini Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken Recep Tayyip Erdoğan atmıştı, o gelenek iyi kötü birtakım değişikliklere rağmen sürüyor, özellikle İstanbul’da sürüyor– İstanbul gibi bir yerde ve tamamen seçime endeksli bir hareketin insanları olarak, seçim gecesi iktidarın bütün imkânları ellerindeyken –devleti, polisi, medyası, istihbaratı vs. – onlar nasıl oluyorsa oluyor da CHP’nin sandıkta hile yapmasına ya da sandıktan sonra hile yapmasına neden oluyorlar, bunun hiçbir inandırıcı tarafı yok. Bunun hiçbir inandırıcı tarafının olmaması zaten ilk günden hem “Seçimleri biz kazandık” deyip hem de ardından “Sonuçları itiraz edeceğiz” şeklinde İstanbul İl Başkanı’nın yapmış olduğu açıklamayla görülmüştü pazar gecesinden itibaren. Neyse, bu olay sürüyor; sandıklar yeniden açılıyor ya da geçersiz oylar yeniden sayılıyor; değişik yerlerde değişik şeyler oluyor, ama şu haliyle baktığımız zaman Binali Yıldırım’ın belediye başkanı seçileceğine dair bir işareti çok fazla gösteremiyor iktidar sözcüleri ve onların destekçileri.

Bunu bir kenara bırakıp bu bize aslında ne gösteriyor olayına yoğunlaşmak istiyorum birazcık. Başlık: Reisçinin reisçiye propagandası. Aslında başka bir yer olsa “Yandaşın yandaşa propagandası” derdi; ama bu yandaş lafını oldum olası sevmiyorum, reisçi daha iyi karşılıyor; tam olarak karşılamasa bile esas olarak AKP’nin artık tamamen Erdoğan endeksli hareket olması ve ona reis denmesi ve bir reisçilikten bahsedilmesi hasebiyle böyle alalım. Seçim gecesinin belli bir ânından itibaren yürütülen kampanyalar var. Aslında bu kampanyaların tek merkezden mi yürütüldüğü de şüpheli; çünkü birinin dediği diğeriyle çok uyuşmuyor. Bir kampanya var; “CHP başkanlığı bizden çaldı” diye özetlenebilecek bir şey var. Şimdi CHP’nin herhangi bir yerde –ya da HDP’nin ya da başka bir muhalefet partisinin herhangi bir yerde– “İktidar bizden başkanlığı çaldı” gibi bir argümanının en azından “Acaba doğru mudur?” diye bir soruya yol açma imkânı var, çünkü bir iktidar var. Ama bu kadar güçlü bir iktidarın olduğu bir yerde iktidar partisinin “Bizden başkanlık çalındı” –hem de İstanbul gibi bir yerde– demesi, bu çok çarpıcı bir şekilde ilginç bir olay.

Burada ne oluyor? Çetin Altan’ın “Türk’ün Türk’e propagandası” lafı çok sevdiğim bir laftır, Türkiye’de çok geçerli bir laftır. Bu lafı değişik vesilelerle kullanırım, en son 24 Haziran seçimlerinden önce yaklaşık, iki hafta öncesinde –yanılmıyorsam 7 Haziran’dı– “Muhalifin muhalife propagandası” diye bir yayın yapmıştım burada, izleyenler hatırlayacaktır. O tarihte biliyorsunuz, “Aldı götürdü Muharrem İnce, kazanıyor ya da en azından ikinci tura kalıyor ama galiba da kazanıyor” havası vardı ve ben bunu “Muhalifin muhalife propagandası” olarak tanımlamıştım ve hatta yayının sonunda hiç unutmayacağım, “Ben böyle diyorum, ama yanılırsam çıkan özür dilerim, özeleştiri yaparım” –biz solcuların çok sevdiği laftır–- demiştim; ama özeleştiri yapacak bir durum olmadı; bunlar tamamen muhalifin muhalife propagandasıydı. Kendi içerisinde tabii o olayda başka bir şey vardı, bir gaza gelme vardı; “Galiba bu sefer oluyor” duygusu vardı. Ondan sonra da, olmadıktan sonra genellikle muhalif partiler Türkiye’de –özellikle AKP döneminde- seçim kaybettikten sonra da birbirlerine aslında seçimlerin şu ya da bu nedenle kaybettikleri, hile nedeniyle vs. ya da “göbeğini kaşıyan adam, makarnaya oy veren kitleler” gibi yalan yanlış şeylerle kendi kendilerine propaganda yaparak bu yenilgiyi hazmetmeme olayına giderlerdi; şimdi çok daha farklı bir açıdan benzer bir hazımsızlık olayını burada yaşıyoruz. Kabul edilmiyor, kabul edilmezken birtakım şeyler söyleniyor, birtakım şeyler söylenirken bunların hiçbirinde karşı tarafı ikna etme diye bir kaygı yok, bu çok ilginç. Yani siz bir iddiada bulunursunuz ve elinizde birtakım belgeler vardır, gösterirsiniz; “İşte, görüldüğü gibi” dersiniz. Burada şöyle bir yöntem izleniyor: “Oylar çalındı!” Nerede bilgisi? “Biz diyorsak çalınmıştır!” Biz kim? “Bu ülkenin gerçek sahipleri!” Gerçek sahipleri kim? “AK Partililer”. Bu tıpkı zamanında CHP’lilerin ya da başkalarının AKP’ye karşı ya da Refah Partisi’ne karşı daha önce de söyledikleri gibi. Bu ülkenin gerçek sahibi olmak ve gerçek sahibi ne diyorsa o olduğu yolunda bir duygu var ve bunun propagandası yapılıyor — buna ancak kendileri inanıyor. Yani birbirlerini gazlamaktan ibaret, birbirlerine, “Merak etmeyin, sorun yok, bu olay çözülecek”. Nasıl çözülecek? “Bir şekilde çözülecek, bir şekilde bunun yolu bulunacak”. Ben bu yolun bulunacağını sanmıyorum. Ben Ekrem İmamoğlu’nun belediye başkanlığının engellenebileceği kanısında değilim.

Velev ki oldu, bu seçenekte allem edip kallem edip bir şekilde Binali Yıldırım’ın belediye başkanlığının ilanına giderse iktidar partisi, açık söyleyeyim, bu kendi sonunun çok erkene alınmasına yol açar. Yani bu yapılanların, seçim gecesinden itibaren yapılanların kendilerine ne kadar zarar verdiğini görmüyor olmaları açıkçası beni çok ciddi bir şekilde şaşırtıyor. Tabii şunu diyecekler var hemen: “Tamam, zarar verir; ama sonuçta İstanbul belediyesini alacaklar, gelip geri alacaklar ya da vermeyecekler”. Tamam, İstanbul Belediyesi şöyle önemli böyle önemli, ama şunu unutmamak lazım: 25 yıldır zaten İstanbul Belediyesi bu çizginin elinde, bilmem kaç yıldır AKP’li belediye başkanları tarafından yönetiliyor; dolayısıyla Erdoğan tarafından yönetiliyor, bir dört yıl daha, beş yıl daha yönetilebilir. Bunda AKP tarafından yönetiminin devamı halinde Türkiye’de çok fazla bir şey değişmeyecek; ama şu haliyle orayı zorlayarak, burayı zorlayarak — Erdoğan’ın çok sevdiği zamanında kendisine yönelik hareketleri engelleme çabalarına yönelik olarak söylediği, hep futbol örneğinden hareketle verdiği bir şey vardı: Kurallar maç sırasında değiştirilmez. Kuralları değiştirerek, yeni kurallar kurarak, sistemi değiştirerek her şeyi sırf kazanmayı mümkün kılabilmek için birtakım yönetmelikleri vs.’yi tahamüllerin ötesinde zorlamalarla diyelim ki bir şekilde geri alınacak, bu gerçekten bu hareketin bence çoktan yaşanmış olan ama herkes tarafından görülmesinin bir şekilde geciktirildiği sonunu çok öne almak olacaktır. Kendi bilecekleri iştir bu; öyle bir hesap yapabilirler; kısa vadeli, “Biz hele bir İstanbul Belediyesi’ni tekrar alalım ya da vermeyelim ondan sonrasına bakarız” gibi bir yaklaşım olabilir; ama bence bu –çok sayıda üst üste stratejik hata yapıyor Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan– bu herhalde siyasî hayatının en büyük hatası olarak tarihlere kayıtlara geçecektir, böyle bir şeyi yapması durumunda.

Şimdi bir diğer hususa bakalım: Bir yığın medya kuruluşu –ki Hürriyet, CNN Türk vs. gibiler de artık başını çekiyorlar; artık Hürriyet o eskiden hak etmediği “amiral gemisi” tabirini şimdi iktidarın medyasının amiral gemisi olarak hak etmiş bir şekilde üstleniyor– yaptıkları birtakım haberler vs., başlıkları verişleri var, şu var bu var. Şöyle bir sorun var; bunları okuyup da, “Ya ben Ekrem İmamoğlu’nun kazandığını düşünüyordum, ama işte Hürriyet‘in ya da A Haber’in ya da Yeni Şafak’ın şu haberi ya da şu televizyondaki şu iktidar yanlısı –ya da değil, hiç önemli değil– şu yorumcunun söyledikleri beni ikna etti, burada bir sahtekârlık var” diyen var mıdır? Hiç sanmıyorum, böyle bir şey yok. Zaten iktidar yanlısı medyanın uzun bir süredir yaptığı şey, iktidar karşıtlarının iktidara yönelmesini sağlamak değil, bu kapandı. AKP’ye oy vermeyen ya da MHP’ye oy vermeyen seçmenin iktidar yanlısı yayın organını okuyarak ya da izleyerek görüşünü değiştirmesi diye bir şeyin kesinlikle söz konusu olduğunu sanmıyorum, böyle bir iddiaları da artık kalmadı, böyle bir arayış da yok. Yani şöyle bir şey yapılmıyor: “Ey CHP seçmeni! Siz Ekrem İmamoğlu kazandı diyorsunuz, ama bakın şurada şunlar şunlar var” şeklinde bir şey yapılmıyor. Ne yapılıyor? Kendi tabanına yönelik yayın yapılıyor. Deniyor ki: “Arkadaşlar, merak etmeyin, Binali Bey’in kaybettiği söyleniyor ama, öyle değil, biz hallediyoruz, bunu göstereceğiz, içinizi ferah tutun” şeklinde bir perspektif var.

Bu yapıldıkça da benim gözlemime göre, duyduklarımla gördüklerimle ve şu âna kadarki deneyimlerinden hareketle; bu cenahı diyelim, yani muhafazakâr kitleleri bildiğini sanan birisi olarak şunu söyleyeyim: Bu yapılan reisçinin reisçiye propagandası çalışmaları, eminim, yüzde 100 eminim, Türkiye’deki var olan reisçi sayısını azaltıyor. Zaten şüphesi olanlar, zaten tereddütte olanlar ve bu seçimde, “Ya, vermeyecektim; ama bir kere daha AK Parti’ye vereyim” diyen, o haliyle sandığa gitmiş olanların da yanlış yaptığını düşünmesine bence yol açıyor. Çünkü eninde sonunda birçok insan bu söylediğime –özellikle AK Parti karşıtları– çok kızacaktır, biliyorum, kızsınlar, ama şunu biliyorum: Bugün Recep Tayyip Erdoğan’a ve AK Parti’ye oy veren insanların ciddi bir bölümü gerçekten adalet, doğruluk, dürüstlük üzerinden bu duruşlarını tanımlıyorlar, erdem üzerinden tanımlıyorlar, İslamî bir duruş olarak tanımlıyorlar, doğru olanın bu olduğunu düşünüyorlar. Ve bu yapılanlar pazar gecesinden –daha öncesinde yaşananları bir kenara bırakalım–- pazar gecesinden itibaren yapılanların onların bu duygularını çok ciddi bir şekilde –hepsinin olmasa bile– önemli bir kesiminin duygularını rencide ettiği kanısındayım. Tayyip Erdoğan gibi Türkiye’nin en deneyimli, en pragmatik ve aslında toplumu en iyi anlayan siyasetçilerinden birisinin özellikle kendi cenahındaki bu kırılmaları, ruhsal kırılmaları, duygusal kırılmaları görmüyor olması da beni açıkçası çok şaşırtıyor. Bir ihtimal görüyor; ama artık geri dönülmez bir yolda olduğu için buradan gidiliyor. Ama bu Türkiye’de bir siyasî hareketin –35 yılını bir gazeteci olarak yakından takip ettiğim, ama kökleri çok daha eskiye giden– bir siyasî hareketin harakirisine bence tanık oluyoruz. Artık bütün değerlerden feragat eden; şu ya da bu birtakım iktidarları muhafaza etmek –iktidar elde etmek değil artık; çünkü elde edilebilecek bütün iktidarlar elde edildi– muhafaza etmek adına savunageldikleri ya da savunur gibi göründükleri değerlerin hemen hemen hepsinden feragat eden bir hareketle karşı karşıyayız.

Dolayısıyla şöyle bağlamakta yarar var; şimdi görüyorum, Ekrem İmamoğlu’nun kazanmış olmasına sevinen çok insan var. Bunların hepsi muhalefet olarak tanımlanamaz; çünkü yakın bir zamana kadar muhalif olmayan birtakım insanlar da oy verdi Ekrem İmamoğlu’na, ama bu insanlar şimdi burada iktidar cephesinden gelen bu adımları, yapılan açıklamaları gözdağlarını vs. görüp şöyle bir hisse kapılıyorlar: “Ya, işte, gördünüz mü? Görüyor musunuz, işte vermiyorlar, izin vermeyecekler, olmuyor.” Böyle bir duygu her zaman var ve daha önceki bir yayında da –“Sakin olan kazanıyor” diye yaptığım bir yayında da bunu vurgulamıştım–, birileri de sürekli olarak “Önce sandık ne işe yarar ki? Sandık zaten bir işe yaramıyor, tek adam rejiminde belediye başkanı seçimlerinin ne anlamı var?”dan, “İşte, oyların nasıl girdiği değil nasıl çıktığı önemlidir” ile devam eden, ondan sonra “Seçilseler bile bunlara belediye başkanlığı yaptırmayacaklar”la devam eden bir yaklaşım var. Şimdi arada bir de şu eklendi: “Seçilmiş olabilirler, ama görüyorsunuz mazbatasını bile vermiyorlar seçilmiş başkanların” diye bir şey var. Şunu özellikle söylemek istiyorum: Türkiye her şeye rağmen, yaşadığı bütün sorunlara rağmen diyeyim, bütün olumsuzluklara rağmen, Türkiye tarihi olan bir ülke ve demokrasi tarihi olan bir ülke; burası öyle herkesin istediği şekilde sandıktan ne çıkarsa çıksın kafasına göre atamalar yapabileceği bir ülke değil. Yaptığını sananlar olabilir; mesela bir önceki seçimden sonra birçok yere kayyum atandı, kayyum atanan yerlerin büyük bir çoğunluğunda yine HDP’liler kazandı. Bu bile bize gösteriyor. Bütün bunların hepsi geçicidir; kalıcı olan sonuçta halkın iradesidir, halkın iradesi diyorum solcu olduğum için, ama herkes için konuşursak milli iradedir. Sonunda bana da bu lafı ettirdiler ama, helal olsun. Evet “milli irade” diye bir şey var, Türk sağının en çok kullandığı bir kavramdır, ama şu anda gördüğümüz kadarıyla Türk sağının devamcısı olma iddiasındakiler işte tam da bu noktada, “Milli irade iyi güzel ama, bunun bir aması var” noktasında bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.


Karar gazetesinde İbrahim Kiras çok güzel yazmış bugün –ona da bir selamla burada bitireyim–, diyor ki: “Bu zümre –kimi kastettiği belli– bu cenahın en kutsalı olan sandıkla böyle hoyratça oynamamalı”. Bence de oynamamaları lâzım, yanlış yapıyorlar; bu yanlışın Türkiye’ye zararları olacağı muhakkak, ama bunun kendilerine zararlarının Türkiye’ye zararlarından çok daha fazla olacağını söylemek istiyorum. Türkiye’ye zararları geçici olacaktır, olacak ama geçici olacaktır; ama bunu yapanlara zararı çok daha kalıcı olacaktır. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.