Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Nafaka yerine can güvenliğini tercih eden kadınlar anlatıyor: “Açlık sınırının altında yaşadım ama hayattayım”

Sevda, can güvenliğini nafakaya tercih eden Türkiye’deki on binlerce kadından biri. Yıllar boyunca kocasının sözlü ve fiziki şiddetine maruz kaldı, defalarca bayılana kadar dövüldü. Sevda bu şiddetten şimdilik kurtuldu. Nafaka ile ilgili tartışmaları yakından takip eden Sevda, benzeri durumlardaki kadınların düşündüklerinin gözardı edildiğini söyledi. Sevda ile Medyascope’tan Büşra Cebeci görüştü.

Evliliğin sonlandırılması durumunda, tarafların gelir düzeyine göre boşandıkları eşlerinden aldıkları nafaka, Türkiye’de çoğunlukla eşlerinden boşanan kadınlar için uygulanıyor. Kadın örgütleri, özellikle ülke şartları göz önüne alındığında nafakanın kadınların hakkı olduğunu dile getirirken, çoğunluğu erkeklerden oluşan diğer bir kesim, nafakanın “süresiz” olmasını gerekçe göstererek, bu durumu “nafaka zulmü” olarak tanımlıyor. Ancak Sevda gibi kadınlar, bu tartışmanın dışında kalmış gibi gözüküyor.

Evliliği süresince şiddete uğramış olan kadınların birçoğu, eşlerinden boşanırken can güvenliklerinin tehlikede olabileceği gerekçesiyle nafaka talep etmiyor. Sevda da bu durumda olan kadınlardan biri. Yedi yıl boyunca sistematik olarak şiddet gördüğü kocasından boşanan Sevda, şiddet gördüğü bu insandan en kısa sürede kurtulmak için nafaka talep etmedi, etmeyi de düşünmüyor.

“Sevda” hikayesini Büşra Cebeci’ye anlattı.

İşte, Sevda’nın şiddet dolu yedi yılı.

Görücü usulüyle evlendiğinde Sevda, 21 yaşındaydı. Ancak, evlenmeyi hiç istemiyordu. İlk yumruk, evliliğinin henüz onuncu gününde geldi. Bu yumruk, sonraki yedi yıl boyunca yaşayacaklarının habercisiydi.

“Hiç unutmuyorum. Yemek yemiştik, ben sofrayı topluyordum, eşim de televizyondan kanalları düzenliyordu. Birkaç kez önünden geçtim. Bunun üzerine ‘Görmüyor musun, televizyonda işim var’ diye bağırdı. Kumandayı bir kenara attı ve bana vurmaya başladı, masayı dağıttı, birkaç kere beni duvara vurdu ve yumruk attı. Epey bir arbede yaşandı. Yedi yıl boyunca bunun gibi saçma sebeplerden dayak yedim. ‘Çorba neden sıcak? Neden ben gelmeden pişirip, ocaktan alıp yiyeceğim kıvama getirmiyorsun?’, ‘Bu çamaşırları neden dün değil de bugün yıkadın?’ gibi sebeplerden dayak yedim.”

“Adam olan dayak yemez”

Sevda, evlendikten birkaç ay sonra bayılana kadar dövüldü eşi tarafından. Kocasına, “Abimlere gidebilir miyiz?” dediğini, kocasının da, “Bakarız” gibi bir cevap verdiğini söyleyen Sevda, birkaç gün sonra bunu hatırlattığında “Sen de ne ısrarcısın” diyerek kocasının kendisini bayıltana kadar dövdüğünü anlattı.

“Bayılmıştım dayaktan. Kocamın ailesi, ayılayım diye su serpiyordu. Bir yandan da annesinin, ‘Bu kadar dövme, ölüp başına kalacak’ dediğini hatırlıyorum. Bak, ‘Neden dövdün?’ demiyor, ‘Niye böyle dövdün?’ diyor, ‘Öldürmeyecek kadar döv’ diyor.”

Sevda yediği her dayaktan kocasının ailesinin haberi olduğunu söylüyor fakat ilk kez bu olayın ardından kendi abisine haber verildiğini belirtiyor. Abisi konuşmak üzere Sevda’yı karşısına aldığında ise, “Adam olan dayak yemez, adam olacaksın, kocana itaat edeceksin” diyor. Sevda, her yerinin morluklar içerisinde olduğunu, bu konuşma esnasında ağlamaktan konuşamadığını hatırlıyor ve “Artık dayak yediğimde şunun mücadelesini veriyordum; dayak yiyeyim ama abimin kulağına gitmesin, öğrenmesinler” diyor.

“Çocuğum ilk şiddet gördüğünde henüz 40 günlük bir bebekti”

Evlendiği dönem hamile kalmak istemediğini söyleyen Sevda, evliliğinin ilk beş ayında doğum kontrol hapları kullandığını, kocasının hapları bulup hapları çöpe atmasıyla birlikte de hamile kaldığını anlatıyor.

Hamileliğinin de kendisine yönelik şiddeti engellemediğini söyleyen Sevda “Sekiz aylık hamileyken bile dayak yedim” diyor.

“Babanın çocuk doğduktan sonraki tavrı ve çocuğa olan yaklaşımı nasıldı?” soruma ise yalnızca “Nötr” şeklinde cevap veriyor Sevda. Kocasının çocuğa karşı hiçbir şekilde sevgi göstermediğini anlatan Sevda, çocuğa yönelik ilk şiddetinse çocuk henüz kırk günlükken olduğu anlatıyor:

“Çocuk doğduktan sonra farklı dayak sebepleri oluşmaya başlamıştı. Mesela kahvaltı hazırlayamadığım için sayısız dayak yedim, çünkü çocuktan dolayı geceleri uyuyamıyordum. Bir gün iş çıkışı eve geldi, çok öfkeliydi. Sabah kahvaltı hazırlayamamıştım, o da iş yerinde poğaça yemiş. İş arkadaşları da, ‘Karın sana kahvaltı da mı hazırlamıyor artık?’ gibi şeyler söyleyip alay etmişler. Ben de açıklama yapmaya çalışıyorum, çocuk geceleri uyumadığı için sabahları uyanıp kahvaltı hazırlayamadığımı anlatıyorum. O sırada da bebek beşikte uyuyordu. Ben bunu söyleyince beşikten aldı ve attı, şükür ki kanepeye geldi de çocuğa bir şey olmadı.”

Sevda, çocuğunun o şiddet dolu ortamda büyüdüğünü, yer yer de çocuğun da şiddete maruz kaldığını anlatıyor:

“Ben çocuğu korumaya çalıştıkça o, bu çocuğun benim hassas noktam olduğunu anladı ve bana bu defa çocuk üzerinden işkence etmeye başladı. Hemen hemen her kavgada ‘Keseceğim bu çocuğu, öldüreceğim’ diyordu.”

“Çaresizliğimle ilk karşılaştığım yer ailemin eviydi”

Sevda bir gün çocuğu, babasının şiddetinden kurtaramadığını ve bu olayın üzerine annesini arayarak, “Ben dayanamıyorum, boşanmak istiyorum. Ya bu çocuk ölecek ya da ben öleceğim” dediğini söylüyor. Bu konuşmayı öğrenen kocasının ise deliye döndüğünü anlatan Sevda o gece çocuğuyla, korku içinde geçirdiği saatleri şöyle anlatıyor:

“Annemler hâlâ bu adamın normal olduğunu sanıyordu. Ben annemle konuştuktan sonra annem de kocamı arayarak, ‘Oğlum neden böyle yapıyorsunuz?’ falan demiş. Kocam eve gelip, ‘Ne demek boşanacağım?’ diyerek yine beni dövmeye başladı, eline bıçağı almış, ‘Keseyim mi çocuğunu’ diye bağırıyordu. Mantığımı kaybetmiştim, sadece bağırıyordum. Birden kapı çaldı, gelen amcam ve halamdı. Annem haber vermiş. Kocam kapıyı açmadan ‘Niye geldiniz?’ diye sordu. Amcam, ‘Bir akrabamıza gelmiştik buralarda, size de uğrayalım dedik ama ayıp olmuyor mu böyle oğlum açsana kapıyı’ dedi. Kocam kapıyı açtı, amcam onu lafa tutarak içeri kadar girdi. O esnada halam beni ve çocuğu evden çıkardı. Kurtarma operasyonu gibiydi.”

O gece halası ve amcasıyla birlikte annesinin yaşadığı köye giden Sevda, kurtulduğunu düşünerek sevindiğini anlattı. Sevda köyde iki ay kaldı. Yanında annesi, iki kardeşi ve kardeşinin eşi vardı. Ancak, kardeşinin eşi Sevda’yı evde istemiyordu. Her geçen gün ona daha kötü davranmaya başladı. Kocasının ailesi de onu aramaya başlamış, “Evine dön” diye telkinde bulunuyordu. Sevda’nın kendi akrabaları da, “Her evde olur böyle şeyler, arada çocuk var, dön” demeye başlamıştı. Sevda, yaşadığı bu çaresizlik ve sıkışmışlığı bana şöyle anlattı:

“O evde kalamayacağım belli olmuştu. Çocuğumu başka insanların hayatına yama yapmaya hakkım yoktu. Ne yapacaktım peki? Ayrı eve mi çıkacaktım köyde? Ne yiyip ne içerdim? Kasabaya gitsem kim bana iş, ev verirdi? İş bulup, ev tutsam bile ailem bunu asla kabul etmezdi, adım kim bilir nelere çıkardı. O zaman, ‘Bu benim kaderim’ dedim ve kocamın evine geri döndüm.”

“Baba bak ben topluyorum mısırları, vurma anneme!”

Kocasının evine dönmesinin ardından şiddet görmeye devam etti Sevda. “Artık hakarete, dayağa, aşağılanmaya alışmıştım. Dövecek mi beni? Hemen olsun bitsin diye bekliyordum. Bir an önce dayağımı yiyeyim işime bakayım diyordum” diye anlatıyor o dönemi. Asıl kırılma noktasınınsa kendisiyle birlikte çocuğun da şiddet görmesi ve o şiddet ortamına maruz kalması olduğunu söylüyor. Kocası tarafından yediği son dayağı ise kendisini tutamayıp sesi titreyerek şöyle anlatıyor:

“Mısır patlatıyordum. Kocam geldi ve bez istedi, bezi tencerenin üzerinden geçirerek verdim ben de. Çok takıntılıydı, ‘Nasıl o bezi öyle verirsin, ya tencereye değdiyse’ dedi. Değmediğini söyledim, ikna olmadı. Tencereyi attı, mısır paketini attı, çocuğa vurdu ve beni dövmeye başladı. Hiç unutamıyorum o sahneyi. Kocam bana vuruyordu, kızımsa ağzında kanla yerdeki mısırları topluyor ve ‘Baba bak ben topluyorum mısırları. Baba bak ben temizliyorum, vurma anneme’ diyordu. O zaman dedim, ‘Ben bu çocuğa ne yapıyorum?’ diye. Evet ben alışmıştım her şeye, ama bu çocuğu böyle bir ortamda büyütmeye hakkım yoktu.”

“Ben gittim, artık yokum”

Bu olayın ardından Sevda, bir kütüphanede iş buldu. Kazandığı para sadece 300 liraydı, bunu da kiraladığı odaya verecekti. Yatak lazım olacaktı. Bileziğini bozdurarak bir çekyat aldı. Sevda, “Ne yer ne içeriz diye düşünmüyordum, sadece o evden çocuğumu kurtaracaktım” diyordu. Artık kafasına koymuştu. O evden, kocasından kurtulacaktı.

O gün geldiğinde Sevda artık geri dönülemez bir karar aldığının farkındaydı. Kaçışı, tahmininden de kolay oldu. Dört çeşit yemek yaptı Sevda o akşam, sonra çocuğunu aldı ve kocası gelmeden, evi terk etti. Kızıyla beraber yaşayacakları odaya gittiler ve kızına artık o eve dönmeyeceklerini söyledi. Kızının “Tamam anne gitmeyelim o eve” sözleriyle daha da moral buldu Sevda. Saatler sonra kocası aradı ve neden evde olmadığını sordu. Cümle bile kuramadığını söyleyen Sevda, kocasına yalnızca, “Gittim ben, ben artık yokum” dediğini hatırlıyor.

“Nafaka talep etmedim çünkü canımızın derdindeydim”

Sevda, kocasından nafaka talep etmedi.

“Canımı kurtarmanın derdindeydim. Zaten çok normal olmayan bir adamdı, bir de nafaka talep edersem bunun hıncını da benden çıkarırdı. Üstelik ne için olursa olsun, aramızda bir bağ olsun istemiyordum. Bir an önce kurtulmak istedim ve nafaka da istemedim. Aslında çocuk için de nafakayı kabul etmek istemedim ancak bu durum beni ‘kötü ve çocuğunu düşünmeyen anne’ durumuna sokuyordu. O sebepten çocuk için olan nafakayı kabul ettim. Zaten o nafaka da aylık 100 lira kadardı ve biz ayrılalı 10 yılı geçkin zaman oldu bir defa bile ödenmedi, ben de ödemesi için peşinde koşmadım açıkçası.”

Sevda, bunları anlattıktan sonra oturup birlikte çocuk için uygun görülen 100 lirayı bir ayın günlerine bölüyoruz. Verilmiş olsa bile çocuğa bu paradan günlük 3 lira 33 kuruş düşüyor. Gülüşüyoruz ve Sevda şunu söylüyor: “Çocuk bu parayla okula gitse eve geri dönemez.”

Kendisini, “Çocuğunu düşünmeyen anne” konumuna sokan diğer bir konununsa, çocuğunu babaya göstermek istemeyişi olduğunu söylüyor Sevda, bu durumda mahkeme heyeti çocuğu “Sosyal Hizmetlere bile verebilir” diyor. Sevda’nın çocuğunu babasına göstermek istemeyişinin ise pek çok sebebi var. Bu tavrını şu şekilde açıklıyor Sevda:

“Ben çocuğumu ilmek ilmek işledim, psikolojisi düzelsin, birey olsun, kendine acımasın diye ne kadar çaba verdim. Şimdi gelip birinin tüm bunları yerle bir etmesine nasıl izin vereyim?”

“Kızım sana salıncak kuracağım”

Sevda daha önceden mahkeme kararıyla eski kocasının çocuğuyla görüştüğünü söylüyor. Bu görüşmelerden birinin ise hem kızı hem de kendisi için çok travmatik olduğundan bahsediyor.

Sevda’nın evden ayrılmasından beş ay kadar sonra polisler ile birlikte eşi, Sevda’nın yaşadığı eve geliyor ve çocuğunu görmek istediğini söylüyor. Boşanma davasının o sırada sürdüğünü söyleyen Sevda, henüz duruşma olmadığını, eşininse ara karar çıkarttırarak çocuğu görmeye geldiğini söylüyor. İlk seferde çocuğu alan baba, birkaç saat içerisinde getiriyor. Baba, diğer ay tekrar çocuğu almaya geldiğinde ise bu defa yanında polisler yok. Sevda “Bir şey olacağı aklıma geldi fakat yasal hakkı olduğu için bir şey de yapamadım ve çocuğu verdim” diyor. Aradan geçen birkaç saat sonra ise, kocası abisini arıyor ve Sevda’yı telefona istiyor. Koca, Sevda’ya telefonda şunları söylüyor:

“Abinin bilgisayarından MSN hesabını aç, sana çocuğunla vedalaşma şansı tanıyorum.”

Sevda, bilgisayarı açtığını, kocasının kendisini görüntülü olarak aradığını söylüyor ve o bilgisayar ekranında gördüklerini şöyle anlatıyor:

“Bir sandalyenin üzerine tabure koymuş, doğalgaz borusuna bir ip bağlamış. Kızım, elleri ve ayakları bağlı şekil taburede ve boynuna ip asılı. Mikrofonu olmadığı için sesleri duyamıyorum ama sürekli parmak sallıyor, çocuğu gösteriyor ve bir şeyler anlatıyordu. Bense çok korkmuştum, bağırıyordum. Ardından hemen bilgisayarı kapattım. Ben izlersem devam edecekti, izlemezsem de bunu yapmasının bir anlamı kalmayacaktı. Sonradan kızım anlattı, kızımı tabureye, ‘Kızım sana salıncak kurdum’ diyerek çıkarmış.”

“Kocanız, çocuğunuzu çatıdan atmaya çalışıyor”

İzlediği videonun ardından Sevda, polise gittiğini ve çocuğunun tehlikede olduğunu anlattığını söylüyor. Polisleri çok zor ikna ettiğini söyleyen Sevda polislerin kendisine Adam çocuğun babası, saat 17.00’ye kadar da görmek hakkı. Biz bir şey yapamayız, kendi çocuğunu öldürecek değil ya” dediğini hatırlıyor. Birkaç saat sonra ise bir telefon geldiğini, arayanın bir polis memuru olduğunu söyleyen Sevda, polis memurunun kendisine “Eşiniz çocuğunuzu çatıdan atmaya çalışıyor. Siz gelmezseniz atacağını söylüyor, gelebilir misiniz?” dediğini söylüyor. Sevda olayın yaşandığı yere gittiğinde her şeyin bittiğini, kızının karakola götürüldüğünü anlatıyor. Sevda karakolda ağlama krizine girdiğini, kendisini teselli edeninse korkudan yüzü kireç gibi olmuş kızı olduğunu söylüyor. Kızının, kendisinin gözyaşlarını silerek, “Anne bak, kurtardılar beni, ben iyiyim” dediğini söylerken Sevda’nın gözleri doluyor. Karakoldan çıkıp eve geldiklerinde olayı haberlerde gördüğünü söyleyen Sevda’da olayın video kaydı hâlâ duruyor.

İzlemem için videoyu açıyor. Bir haber ajansının çektiği videoda Sevda’nın kocası ve kızı net şekilde görünüyor. Çocuğun elleri ve ayakları bağlı. Baba, beş katlı binanın çatısından çocuğu atmaya çalışırken bir polis memuru da kendisini ikna etmeye çalışıyor. Bir noktadan sonra baba çocuğu atmak için iyice çatıdan sarkıtıyor, polis memuru ise çocuğun ayaklarının bağlı olduğu ipten tutarak onu engellemeye çalışıyor. Bir yandan yağmur yağıyor, çocuğun montu arbedede sıyrılıyor, beli ve karnı sürekli olarak babasının kendisini atmaya çalıştığı balkonun duvarına sürtünüyor. Müdahale eden ikinci polis memurunun, babanın dikkatini dağıtmasıyla polisler çocuğu kurtarıyor. Bu olaylar olurken çocuk henüz beş yaşında…

“Şikayetçi olma, 3-5 sene yatıp çıkar başına bela olur”

Olayın ardından kocasının ailesinin kendisine “Şikayetçi olma, üç beş yıl yatar, çıktığında başına bela olur” dediğini söyleyen Sevda, yedi yıl evli kaldığı kocasının gerçekten de bu potansiyelde olduğunu, çok takıntılı olduğunu, cezaevinden çıktığında daha büyük zarar verebileceğini söylüyor, bu sebepten de şikayetçi olmadığını ve kocasının yalnızca açılan kamu davasından iki buçuk yıl kadar ceza aldığını anlatıyor. Cezanın tamamını yatmadan çıkan kocasının gerçekten de beş altı sene kadar hiçbir şekilde kendisiyle irtibat kurmadığını söyleyen Sevda, daha sonra ise eski kocasının yanında polislerle yeniden çocuğunu görmek için kapısına dayandığını söylüyor. O gün kapıyı açmadığını söyleyen Sevda, bir sonraki gün ne yapacağını araştırmaya başladığını anlatıyor. Babanın o dönemki şartlar altında çocuğunu, ayda bir kez, birilerinin eşliğinde, dört saat görme hakkı bulunduğunu söyleyen Sevda, çocuğunun babasının yanında güvende olmaması gerekçesiyle bu kadar görmesini de istemediğini söylüyor. Savcıya bu taleple gittiğinde ise savcıdan, “Adam çocuğun babası, zaten kısıtlı görme hakkı var” cevabı aldığını söyleyen Sevda, geçmişte yaşadıklarını anlattığında ise savcının, “Olsun, akıllanmıştır” dediğini hatırlıyor.

“Anne biliyor musun, babam benim kaçıncı sınıfa gittiğimi bile bilmiyor, çünkü hiç sormadı”

Sevda bu defa babanın, psikolog ve icra memuru eşliğinde çocuğunu görmesi talebinde bulunduğunu, eski kocasının bu iki memura da para vermesi gerektiği için buna yaklaşmadığını söylüyor. Sevda, bunun üzerine abisinin devreye girerek eski kocasını aradığını, “Hiçbir şeye gerek yok, gel çocuğunu gör” dediğini anlatıyor.

Bu konuşmanın ardından eski kocasının akrabaları, annesi ve babasının eve geldiğini söyleyen Sevda, çocuğu babasını görmek için ikna etmeye çalıştıklarını şöyle anlatıyor:

“Çocuğa, ‘Baban seni artık çok seviyor. Hapse girdi, çok kötü günler yaşadı ama artık düzeldi, çok değişti’ diyorlardı. Değişmediğinden adım kadar emindim ama müdahale de etmiyordum. Çocuğumun içinde babası ukde kalsın istemiyordum. ‘Acaba babam gerçekten değişti mi? Beni seviyor mu? Annem yüzünden mi göremiyorum?’ gibi şüpheleri olsun istemiyordum, bir yandan da hayal kırıklığına uğramasından korkuyordum. O dönem bütün amacım, bu durumdan kızımı en az hasarla çıkarmaktı.”

Bu görüşmelerin ve ikna çabalarının ardından Sevda, baba ve kızının bir kafede buluştuğunu, kardeşinin ise başka bir masada oturarak onlara eşlik ettiğini söylüyor. Kızının babasıyla buluşacağı için çok heyecanlı olduğunu hatırlayan Sevda, bir şey olmasına karşın kendisinin de kafeye yakın bir yerde olduğunu söylüyor.

Sevda görüşmeye dair her şeyi kardeşi ve kızından öğrendiğini, görüşme esnasında birden eski kocasının çocuğa bağırmaya başladığını ve kardeşinin diğer masadan müdahale etmesiyle birlikte de bu defa kardeşini dövmeye çalıştığını anlatıyor.

Eski kocasının, çocuğa bağırma sebebini ise kızından öğreniyor:

“Tüm görüşme boyunca benden bahsetmiş, ‘Senin annen çok kötü bir kadındı, evi temizlemiyor, yemek yapmıyordu. Sen bebekken seninle hiç ilgilenmiyor, seni sevmiyordu. Beni de terk etti zaten’ gibi şeyler söylemiş. Bunun üzerine ise kızım, ‘Ben senin söylediğin kadını tanımıyorum. Annem beni o zaman sevmiyorsa neden şimdi seviyor, neden her işi yapıyor’ demiş. Düşünebiliyor musun? Bunu söyleyen çocuk 11 yaşında! Eski kocam bunu duyunca da bağırmaya başlamış. Kızım oraya çok büyük heyecanla gitmişti, babası onu seviyor, onu görmek istiyor diye gitmişti, o sıralar Kore müzikleri dinliyordu, onları anlatmak istediğini söylemişti. Döndüğünde ise bana şunu söyledi, ‘Anne babam benimle ilgili hiçbir şey sormadı biliyor musun? Babam benim kaçıncı sınıfta olduğumu bile bilmiyor, çünkü hiç sormadı.”

Bu görüşmenin ardından eski kocasının tekrar çocukla görüşmek istediğini söylüyor Sevda, tabii ailesinin de yine çocuğu ikna etmeye çalıştığını…

Bir gün yine eski kocasının akrabalarının evlerine geldiklerini ve kızını ikna etmeye çalıştıklarını anlatıyor. Kızım ısrarla istemediğini söylüyor, onlar da ‘Baban sana hediye aldı’ gibi şeyler söylüyor. Kızınınsa akrabalara şu tepkiyi verdiğini anlatıyor: “Gelmek istemediğimi söyledim, şimdi gider misiniz lütfen, evimiz soğuyor!”

“Bir çocuğu büyütmek ne kadar masraflı, farkında mısınız?”

Sevda ile şu sıralar oldukça gündemde olan nafaka tartışmalarını, konuşuyoruz. Sevda, kendisi gibi pek çok kadının olduğunu, can güvenliği için nafaka talep etmeyen kadınların çok fazla olabileceğini söylüyor. Öte yandan her ne kadar kendisi alamasa da kadınların, özellikle çocuklu kadınların nafaka almasının tartışılmasını yadırgıyor ve şunları söylüyor:

“Bir çocuk büyütmenin ne kadar masraflı olduğunun farkında mı bu insanlar? O çocuk hasta oluyor, o çocuk okula gidiyor, besleniyor. Bunların farkında olarak mı tartışılıyor bu nafaka? Ben evet, bir şekilde hayatta kaldım, çocuğum bir şekilde toparlandı ama kolay mı oldu bunlar? Yıllarca açlık sınırının altında yaşadık, yıllarca çok kötü yerlerde kaldık, kimse kimseden böyle şeyler yapmasını bekleyemez. Bana mahkemenin çocuk için uygun gördüğü nafaka 100 lira, komik değil mi bu rakam?”

Öte yandan pek çok kadının yıllarca evde oturmak dışında hiçbir şey yapamadığını söyleyen Sevda, bu kadınların boşanması durumunda vasıfsız işlerde, çok düşük ücretlerle çalıştığını belirtiyor. Sevda’nın dikkat çektiği diğer bir konu ise Anadolu’da “dul kadın” olmak:

“Bu ülke şartlarında evlenmiş boşanmış kadının hakkıdır nafaka. Ayrıca o nafaka yalnızca kadına verilmiyor, geliri daha düşük olan taraf için uygun görülüyor. Kadınların geliri neden düşük veya hiç geliri yok bunu tartışmak daha mantıklı. Yıllarca evde kapanıp kalmış, hiçbir vasfı olmayan bir kadının kendi ayakları üzerinde durması kolay mı? Üstelik Türkiye İstanbul’dan ibaret de değil. Türkiye’nin her yeri metropol değil. Metropolün zorluğunu da konuşalım ama taşrada ‘dul’ olmak ne demek? Bir defa boşanmak, ayrılmak değil o durumun adı taşrada, ‘Geri gelmek, kocadan dönmek.’ Kim size iş verecek? Barınabilecek, tutunabilecek misiniz? Ben köyüme döndüm işte, köyümden çıkıp kasabada ev tutmam, iş bulmam mümkün değildi. Adım çıkardı bir defa. Birçok kadın bu gibi sebeplerden ötürü fiziksel, psikolojik her türlü şiddete boyun eğmek zorunda kalıyor. Ayrıca nafaka dediğimiz şeyin ne olduğunu düşünüyorsunuz ki? 300-400 liradan söz ediyoruz.”

“Evlere temizliğe gidiyordum, hayat kurtarıcı bir işti bu benim için”

Abisinin, eski kocasını arayarak eve çağırmasından kısa bir süre sonra bulunduğu aile apartmanından taşınan Sevda, kimseyle de adresini paylaşmadığını anlatıyor. Halen ailesinden yalnızca birkaç kişiyle görüştüğünü söyleyen Sevda’ya şimdiye kadar geçimini nasıl sağladığını soruyorum.

Sevda pek çok işte çalıştığını fakat tutunamadığını anlatıyor. Tutunamama sebebiyse çocuğu. Sürekli kızından haber almaya çalıştığını, hastalandığında hastaneye götürmesi, okuldan alması gerektiğini anlatıyor ve pek çok iş verenin de daha sorunsuz kişileri çalıştırdığını söylüyor. Bu noktada evlere temizliğe gitmeye başlayan Sevda, bu işin kendisi için hayat kurtarıcı olduğunu anlatıyor. En azından haftanın birkaç günü evde olduğunu, çocuğuyla ilgilenebildiğini, ev sahiplerine göre iş saatlerini esnetebildiğini söylüyor.

Sevda, köye gidip ardından kocasının evine döndüğü o süreçte artık bir şeyler yapması gerektiğinin farkına vardığını söylüyor. Açık öğretim ile ortaokul ve liseyi bitirdiğini, ardındansa yine Açık Öğretim Fakültesi’nde İlahiyat okuduğunu anlatıyor. Bu şekilde özel derslere de gittiğini anlatırken ise Sevda’nın şu cümlesi ile birlikte gülüşerek sohbetimizi tamamlıyoruz:

“Bazen bir eve öğretmen olarak gidiyordum ve saygı görüyordum. Diğer yandan ise başka bir eve temizliğe gidiyordum ve bu defa saygı gösteren kişi ben oluyordum. Bir ara sabahları kalktığımda ‘Bugün acaba hangi kimliğimdeyim?’ diyordum.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.