Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ve inisiyatif muhalefette

31 Mart Yerel Seçimlerinin ardından Türkiye sanki hiçbir şey değişmemiş gibi yoluna devam ediyor. Bunun en önde gelen nedeni, muhalefetin hâlâ seçimleri kazanmış olduğunu idrak edememesi…

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Kendimi tekrarlıyor olabilirim ama yine de 31 Mart sonrası atmosfer hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Başlığa çıkardığım hususun çok önemli olduğunu düşünüyorum: “İnisiyatif artık muhalefette” ya da futbol tabiriyle konuşacak olursak: Top muhalefette. Ama sorun şu ki: İktidar bunun böyle olmadığı iddiasında. Ve daha önemli sorun şu ki: Muhalefet de bunun farkında değil. Yani Türkiye’de AKP’nin 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra Erdoğan’ın yenildiği ikinci seçimin yaşandığı gerçeğiyle hâlâ tam olarak yüzleşebilmiş değiliz. Bunun tabii ki bir nedeni İstanbul seçimlerinin hâlâ bir daha tekrarlanıp tekrarlanmayacağı meselesi; Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) bu konuda ne karar vereceği meselesi tabii ki gündemi çok meşgul ediyor, ama şöyle düşünelim: Diyelim ki İstanbul’u Binali Yıldırım kazanmış olsaydı, Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı fark kadar bir farkla ya da daha az bir farkla kazanmış olsaydı, Erdoğan seçimden galip mi çıkmış olacaktı? Hayır, kesinlikle değil. Çünkü Ankara’nın kaybedilmiş olması, Antalya’nın kaybedilmiş olması, MHP’nin elindeki Adana ve Mersin’in CHP tarafından alınmış olması başlı başına bir yenilgiydi. Tabii ki İstanbul en büyük yenilgi ve tabii ki bu yenilgi, hazmı en zor olan yenilgi ve seçimi yeniletmeye çalışıyorlar. Tamam, bu bir realite; ama her halükârda, sırf bu nedenle de olsa bu nedeni öne çıkararak muhalefetin hâlâ kendisini bu seçimin kazananı ve bundan sonraki Türkiye’nin esas aktörü olma şansını yakalamış olduğunu görmüyor olması, tam olarak hissetmiyor olması başlı başına bir sorun.

Bu neden böyle oluyor? Çünkü Erdoğan’ın yenilmezliği algısı kendi tabanından çok karşı tarafta vardı ve onun ne yapıp ne edip bir şeyleri çevirebileceği duygusu herkeste, özellikle de karşı cenahta, rakiplerinde, onu sevmeyenlerde baskın. Bunun bir şekilde artık atlatılması lâzım. Erdoğan yenildi. “Yüzde 53 aldık” vs. bütün bunların hepsi bir yerden sonra yenilmediğini kanıtlamaya yönelik şeyler, ama yenilmiş olduğu çok bâriz bir şekilde ortada. Çünkü 31 Mart’tan itibaren yaptıkları ve yapamadıkları birçok şey, söyledikleri ve sürekli fikir değiştiriyor olmaları –özellikle Çubuk saldırısının ardından– bunu gösteriyor. Bu bir yenilginin arazları, yenilginin doğrudan yansımaları. Erdoğan’ın bu kadar MHP’ye bağımlı bir hale gelmesi –daha önce de vardı, ama daha fazla bağımlı hale gelmesi– bu yenilginin verdiği şokla birlikte yaşanıyor. Ahmet Davutoğlu’nun o manifestosunu birkaç gün önce yapmış olması da yenilginin verdiği, AKP’nin yenilmesinin verdiği cesaretle olabildi. Zaten manifestonun temeli de 31 Mart seçimlerinin değerlendirmesi üzerine kurulu ve orada da bir yenilgi tarif ediyor Ahmet Davutoğlu — ki hiç de haksız değil. İşte burada şu anda Türkiye’nin önündeki belki de en acil mesele, muhalefetin artık inisiyatifin kendisinde olduğu idrak etmesi, kabul etmesi ve buna göre hareket etmesi.

Buna göre hareket etmekten kastım ne? Açıkçası çok fazla bilmiyorum, ama şunu biliyorum ki; şu âna kadar yapılanlar bize hâlâ muhalefetin savunmada olduğunu gösteriyor; hâlâ gözleri Erdoğan’a dikili, YSK’ya dikili — belki İstanbul seçimleri nedeniyle, ama esas olarak Erdoğan’a dikili. Halbuki şu anda muhalefetin, kazanımlarının üzerinden yepyeni bir perspektifle –belki de perspektiflerle– bir şeyler anlatıyor olması ve bu galibiyetin izini sürüyor olması gerekirdi. Bu noktada haklarını yemeyelim, belediye başkanları fena gitmiyorlar — özellikle Ekrem İmamoğlu. O belediye meclis toplantılarını çok akıllıca bir şey yaptı ve burada da her yayınlanan meclis toplantısında kimin galip kimin mağlup olduğu, her ne kadar o mecliste çoğunlukta AKP’liler olsalar da kimin galip kimin mağlup olduğu, kimin kendinden emin kimin ezik olduğu ortaya çıkıyor. İşte, İstanbul’da İmamoğlu’nun iyi-kötü gerçekleştirdiği çizginin tüm Türkiye’de muhalefet tarafından hayata geçirilebilmesini bekliyoruz; ama bunda bayağı bir zorlanacağa benziyoruz. Ve bu arada muhalefet inisiyatifin kendinde olduğunun farkına varamadan şu ya da bu şekilde yaşanacak birtakım gelişmelerle pekâlâ tekrar elinden bir şeyleri kaçırabilir.

Burada tabii akla hemen ne geliyor? Geçmişte Haziran-Kasım arasında yaşanan türden bir gerginlik tırmandırılması vs. geliyor ve bu noktada Çubuk olayı kesinlikle buna yönelik bir tezgâhtı, buna inanıyorum. Bu kadar hızlı bir şekilde olayın kapatılmak istenmesi, tutuklu tek bir kişinin kalmaması bize bu olayın önceden planlanmamış olduğunu değil; tam tersine önceden bir anlamıyla, tam bütün yönleriyle olmasa bile planlanmış olduğunu gösteriyor bana göre. Bu böyle bir adımdı; ama burada muhalefet, gerçekten serin kanlılığını koruyarak, sukûnetini koruyarak bu oyunu bir şekilde boşa çıkardı. Ama bunun devamı gelebilir, gelme ihtimali çok kuvvetli ve burada nasıl duracağı çok önemli. Ama esas olan şu: Bu tür provokasyonlara, bu tür hamlelere –iktidardan gelecek bu tür hamlelere– karşı ne cevap vereceğinden çok, muhalefetin kendi sözlerini kendi gündemini oluşturabilmesi lâzım ve şunu diyebilmemiz lâzım: “Şu şu adıma karşı bakalım Erdoğan ne yapabilecek? Bahçeli ne yapabilecek?” Henüz o noktaya gelmedik. Gelir miyiz? Gelme ihtimalimiz var, ama yine de hâlâ muhalefet kanadındaki insanlar –ki sadece siyasetçiler için geçerli değil bu, sıradan insanlar için de geçerli– hâlâ yaşadıkları olayın tam olarak ne olduğunu ve önemini çok fazla anlayamamış durumdalar benim gördüğüm kadarıyla.

Bu bağlamda benim ilk günden, “Adını koymak lâzım: Yepyeni Türkiye” demiş olmamın karşılığını muhalefette tam olarak açıkçası görmüyorum. Yani ben kendi kendine gelin güvey olan birisi durumuna düşmüş olabilirim. Çünkü hâlâ Erdoğan’ın Türkiye’sindeymişiz gibi bir hayat sürdürülmek isteniyor. Bu aşılır mı? Bence aşılacak, biraz zor olacak; yeni döneme, yepyeni Türkiye’ye muhalefetin ayak uydurması çok daha zor olabilir, ama bir şekilde bunun aşılacağı kanısındayım.

Cumhuriyet gazetesinin eski çalışanlarından 6’sı dün teslim oldular, Kandıra Cezaevi’nde tekrar yatıyorlar, yatmaya başladılar. Yaklaşık bir yıl civarında yatacakları bir süre var ve bu Türkiye’nin yeni bir ayıbı olarak kayıtlara geçti. Arkadaşlarımızın hiçbir suçu olmadığını çok iyi biliyoruz, onları cezalandıranlar da bunu çok iyi biliyorlar ve seçimlerin kısa bir süre sonrasında İstanbul mazbatasının verilmesinden kısa bir süre sonrasında bu tekrar hapse atma olayının yaşanmış olmasının çok fazla rastlantı olduğunu da açıkçası sanmıyorum; ama Musa Kart’ın söylediği gibi halk, toplum bu olayı yargılamaya devam ediyor ve bu yapılanın ne kadar adaletsiz olduğu konusunda bir asgari müşterek oluşmuş durumda. Cumhuriyet’in eski çalışanlarının başına gelenler Türkiye’de artık kaçınılmaz olan normalleşmeyi Erdoğan’ın daha bir süre erteleme niyetinde olduğunu bize gösteriyor. Ama bu sürdürülebilir bir şey değil bence. İşte bunun sürdürülemez olmasını sağlayacak olan da esas olarak muhalefet.

Son bir notla bitirmek istiyorum: Cem Yılmaz dün benim şahsımda, ama tüm Medyascope’a Twitter’da çok güzel bir jest yaptı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz, değerimizi bildiği için. Başkalarının da değerimizi artık bilmelerini temenni ederek Cem Yılmaz’a buradan şahsım ve Medyascope adına teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.