Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Davutoğlu’nun 7 Haziran-1 Kasım 2015 dönemi üzerine söyledikleri neden ve nasıl yanlış yorumlandı?

Eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Cuma günü Sakarya’da yaptığı konuşmada, 7 Haziran-1 Kasım 2015 dönemi üzerine söyledikleri, sanki o dönemde yaşanan terör olaylarının arka planı hakkında ifşada bulunacakmış gibi yorumlandı. Neden?

Bu yayında sözünü ettiğim yazılar için tıklayınız:

Yıldıray Oğur

İrfan Aktan

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Geçen haftasonuna doğru, cuma günü eski başbakan Ahmet Davutoğlu Sakarya’da bir toplantıda bir konuşma yaptı; canlı da yayınlandı Periscope’tan. Daha sonra da bu konuşmanın bazı bölümleri, özellikle bir bölümü, sosyal medyada büyük bir dolaşıma girdi ve buradan hareketle Davutoğlu’nun hükümeti, Erdoğan’ı bir şekilde tehdit ettiği, özellikle 7 Haziran ile 1 Kasım 2015 arasında yaşananları ifşa etmekle tehdit ettiği gibi bir perspektif hâkim oldu bu paylaşımlarda ve bayağı bir gürültü koptu. Ne demişti Davutoğlu? O bölümü bir okuyayım; ama öncelikle şunu söylemek lâzım: Davutoğlu’nun bu terörle mücadele konusuna değinmesinin nedeni, kendisinin HDP’li belediyelere kayyum atanması üzerine gösterdiği tepki — Twitter’da göstermişti, malûm. Bunun üzerine kendisinin terörizmle işbirliği yaptığı vs. şeklinde birtakım iktidar çevrelerinden suçlamalar geldi, bunlara cevaben konuşuyor ve diyor ki:

“Terörle mücadele konusunda defterler açılırsa, birçok insan insan yüzüne çıkamaz. Bizi bugün eleştirenler insan yüzüne çıkamazlar, açık söylüyorum. Neden mi? Gelin hafızanızı bir yoklayın. İleride bir gün Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazıldığı zaman en kritik dönemlerden, aylardan biri 7 Haziran-1 Kasım arasındaki dönem olarak yazılacaktır.”

Şimdi buradaki en kritik kelime bence “kritik” meselesi. Davutoğlu diyor ki, “En kritik dönemlerden birisi”, ama bu sözleri dolaşıma sokanlar ve buradan hareketle “Haydi konuş, konuş” diye Davutoğlu’na bir nevi tempo tutanlar, onun “en kritik dönem” lafını “en karanlık dönem” olarak okudular. Onların kafasında 7 Haziran ile 1 Kasım arasında yaşananların önemli bir kısmı birtakım karanlık eller tarafından kotarılmıştı ve Davutoğlu da bu bilgileri kamuoyuna ifşa etmekle bir nevi ön alıyordu, o malûm, çok söylenen, hani “Bir konuşursam yer yerinden oynar” olayının bir yeni versiyonu gibi algılandı ve böyle gösterildi. Davutoğlu’nu birazcık tanıyanlar ve özellikle de onun başbakanlığı dönemini yakından takip edenler, iyi-kötü yakından takip edenler için bu yorum gerçekten rasyonel bir yorum değildi. Açıkçası hiçbir zaman buna kişisel olarak inanmadım. Davutoğlu’nu daha siyasete atılmadan önceden beri, siyasetbilimci olduğu zamandan beri tanıyan ve onun özellikle de başbakanlığı dönemini gazeteci olarak olabildiğince izlemiş birisi olarak –kendisiyle o dönemde yüz yüze konuşmuşluğum da var– bu yapılan yorumlar bana fazlasıyla zorlama geldi. Haftasonu girdi araya, bugün bir yayın yapmayı kafama koymuştum, zaten yapmamı isteyen birtakım izleyiciler de olmuştu; ama güne iki ayrı yazıyla başladık ve onlar büyük ölçüde bunu yaptılar. İrfan Aktan’ın yazısının –ki bu yayının başlığı bir anlamda onunla pişti olmuşuz, sonradan uyandım, ama mahzuru yok, aklın yolu birdir– başlığı “Davutoğlu ne diyor, muhalefet ne anlıyor?” şeklinde bir başlıkla uzun uzun yazdı ve şunu söyledi: Burada bir saatlik konuşmanın 35 saniyesi ya da bir dakikası üzerine yoğunlaşılıyor, ama bütününe bakıldığı zaman Davutoğlu’nun bir ifşa değil bir iddiayla ortaya çıktığı gözüküyor; o da şu: “Bu dönemi ben yaptım”. Yani, İrfan’ın yazısında –ki İrfan ile bugün bir yayın yapmaya çalışıyoruz, 15:30’da arkadaşlarımız yapacaklar, orada da anlatacak– diyor ki: Davutoğlu hiç de bu dönemlerde yaşananlardan rahatsız değil; tam tersine bu dönemlerde yaşananları savunuyor ve burada esas aktörlüğü kendine çıkarıyor. Bu doğru ve eleştirel bir perspektifle bunu yapıyor. Yani Davutoğlu’na muhalefetin yüklediği anlamın tam ters bir anlamı olduğunu söylüyor. 

Karar gazetesinde Yıldıray Oğur da yazdı. O da benzer bir şeyi söyledi, ama o İrfan’ın yaptığı gibi eleştirel bir şekilde yapmadı, o dönemde yaşananların büyük ölçüde normal olduğunu ve Davutoğlu’nun söylediğinin bir ifşa tehdidi değil, tam tersine bir olayı tanımlama ve kendi rolünü anlatma olduğunu söylüyor. Peki buradaki rol nedir, burada Davutoğlu’nun mesajı kime? Esas olarak burada MHP’ye ve Devlet Bahçeli’ye yönelik bir çıkışı var; çünkü Davutoğlu’na en çok yüklenenlerin başında biliyoruz ki iktidarın ortağı Devlet Bahçeli geliyor ve Davutoğlu da her vesileyle Devlet Bahçeli ve MHP’yle işbirliği yapılmasını eleştiriyor. Davutoğlu’nun burada söylemek istediği bence en önemli hususlardan birisi; 7 Haziran seçimlerinden sonra anayasa gereği kurulması gereken koalisyon hükümetine tüm partilerden temsilcilerin, HDP’nin girdiğine ve MHP’nin girmediğine bir vurgu yapmak istiyor. Yani o kritik dönemde –“kritik” lafı Davutoğlu’nun– Davutoğlu HDP’lilere bakanlık verdi –ki HDP’lilere verdiği bakanlıkların çoğu en geri plandaki bakanlıklardı, o da çok uzun sürmemişti–, ama MHP hükümete katılmayı reddetmişti. Davutoğlu buradan hareketle MHP’nin tam da en kritik dönemde hükümetin yanında yer almadığını bence vurguluyor, böyle bir yönü var. Bir diğer eleştirisi de –bence isim vermiyor ama o isimleri yakında vermeye başlarsa da şaşırmamak lâzım–, AK Parti içerisinde kendi ayağını kaydırmak için çalışan ve kaydıran kesimlere yönelik. Yani şunu söylüyor Davutoğlu: “Beni kayyum açıklamam nedeniyle terörizmle işbirliğiyle suçlayan kişilerin önemli bir bölümü ben orada cansipârâne mücadele ederken hiç burada bana desteğe gelmediler, tam tersine benim ayağımı kaydırmaya çalıştılar” demeye getiriyor ve “kaydırmaya çalışıyorlar ve başarılı oldular” diyor. Davutoğlu orada bir Pelikan bildirisiyle gerçekten trajikomik bir şekilde başbakanlığı ve AKP genel başkanlığını kaybetti.

Burada sonuçta baktığımız zaman her iki yazının da bize gösterdiği gibi aslında bu konuşmanın olabildiğince geniş bir bölümünü belki de tamamını izleyenlerin de fark edeceği gibi Ahmet Davutoğlu’nun “Terörle mücadele adı altında birtakım dolaplar çevrildi, karanlık işler çevrildi, kirli işler yapıldı; ben bunlara tanık oldum ve bunları anlatırım” gibi bir iddiasının olmadığını; tam tersine, “Terörle mücadelede çok kritik bir dönemi geçtik ve bu dönemi ben götürdüm ve burada birçok kişi beni yalnız bıraktı” diyor. Yani “Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi tekrar yazıldığı zaman, orada kimlerin bu mücadelede hükümete, devlete destek olmadığını tarih yazacaktır” demeye getiriyor. Yani bu bambaşka; insanlar onun kastının tam dışında duymak istediklerini duyuyorlar. Yani “Birisi gelse de bu karanlık dönemi ifşa etse” diyorlar. Böyle bir şey belki olur; belki birileri kalkar, yıllar sonra bu dönemle ilgili, 7 Haziran-1 Kasım’la ilgili, bir tarafta IŞİD’in terör saldırıları bir tarafta TAK’ın –Kürdistan Özgürlük Şahinleri adlı örgütün PKK’nın uzantısı olduğunu biliyoruz– terör saldırıları vs., Ceylanpınar’da yataklarında öldürülen polisler… Burayla ilgili birtakım karanlık noktalar varsa, birileri gelir bunları ifşa eder belki ileride; ama o kişinin Davutoğlu olmadığı ve olmayacağı aşikâr. İşte “post-truth” çağı, hakikat-sonrası çağında insanlar en olmayacak dualara bile amin diyorlar ve işin ilginç tarafı hem Davutoğlu’na böyle bir şey atfedip ondan sonra Davutoğlu’nun bunun devamını getirmeyeceğini söyleyerek onu bir de korkaklıkla, ürkeklikle vs. sözünün eri olmamakla falan suçlamaya kadar varıyorlar. Burada Davutoğlu diyeceğini dedi, onu yanlış yorumlama dışında anlayan bir şekilde anladı. 

Tabii buradan bir başka hususa değinmek istiyorum, o da şu: AKP’den birtakım bölünmeler olacak, bu artık anlaşılıyor. Abdullah Gül destekli Ali Babacan ya da Ahmet Davutoğlu, artık ayrı ayrı partiler kuracağa benziyorlar. Burada kendini muhalif olarak tanımlayan insanların, çevrelerin, odakların öyle bir ilginç tutumu var ki, hepsi olmasa bile büyük bir kısmı o kadar çok tepki gösteriyorlar ki bu çıkışlara karşı, açıkçası Erdoğan’a yapacak pek bir şey bırakmıyorlar. Şöyle söyleyeyim: AKP’nin içerisinde bir kavga var ve bu kavganın sonucunda AKP yıpranacak, Erdoğan da yıpranacak, zaten yıpranıyor ve bir bölünme olacak. Ne kadar etkili olur, nasıl olur? Bunların hepsi ayrı bir tartışma konusu; ama bir tarafta tescilli bir şekilde AKP’ye ve Erdoğan’a karşı olan insanlar, bu olayı gerçekleştirmek isteyen kişilere başından itibaren “Bunlardan bir şey olmaz, bunlar yapmaz, danışıklı dövüş, iyi polis-kötü polis” ya da onun ötesinde “bunlar bunu diyorlar ama şunu şunu da yapmadılar mı, hangi yüzle yapıyorlar?” vs. gibi bu kesimlerin, bu girişimlerin önüne baştan bir set çekmeye çalışıyorlar; dış cepheden set çekmeye çalışıyorlar. Bu çok akıl alır bir şey değil. Yani hem AKP iktidarından rahatsız olup, Erdoğan iktidarından rahatsız olup, aynı zamanda da Erdoğan iktidarının zaten krizde olan durumunu, krizini daha da derinleştireceği belli olan hareketlerin, girişimlerin önünde bu tavır gerçekten akıl alır gibi bir tavır değil. Bunun kasıtlı yapıldığını sanmıyorum, böyle gayri insiyâkî yapılan bir şey; ama bu sonuçta ne işlerine yarıyor? Bunu da çok fazla anlayabilmiş değilim. Şöyle bir şey olsa belki daha anlaşılır olur; yani Erdoğan iktidarı bir yanda, diğer yanda toplumda çok güçlü bir siyasî muhalefet var ve bu muhalefet kaba tabiriyle gümbür gümbür geliyor; bu arada Davutoğlu, Babacan vs. çıkıp Erdoğan’ı eleştiriyorlar ve burada Erdoğan’ın önüne değil de bu gelen gümbür gümbür gelen muhalefetin önüne set çekmeye çalışıyorlar — böyle bir realite yok. Tabii ki 31 Mart, 23 Haziran seçimleri Türkiye’de çok şeyleri değiştirdi; ama görüyoruz ki o tarihten bu tarihe, 23 Haziran’dan bu yana muhalefet öyle çok da fazla istim üzerinde gitmiyor, hatta en son kayyum olayında da gördüğümüz gibi seçimi kazanmasında birinci derecede rol oynamış bir partinin başına bir iş geldiği zaman ondan yardım görmüş olanların yardımı, desteği alabildiğine cılız kaldı ve hâlâ bir ürkeklik var, hâlâ muhalefet kendini iktidara göre konumlandırıyor, iktidara göre tanımlıyor, böyle bir durumla karşı karşıyayız. Dolayısıyla onu da bir not olarak düşmek istiyorum, bu garip bir sinizm hali. Yani şöyle bir şey, Davutoğlu Tayyip Erdoğan’a meydan okuyor diyelim ya da Ali Babacan meydan okuyor ya da okuyacak –daha henüz tam açıkça meydan okumuş değiller ama– birilerini koparacaklar, birilerini alacaklar ve birtakım iddialarla yeni partiler kuracaklar ve bir şekilde de esas olarak tabii kendilerini kanıtlayabilmek için de en çok yüzleşmeyi siyasî iktidarla yapmak durumunda kalacaklar. Siyasî iktidardan rahatsız olan insanlar bundan niye rahatsız olur? Bunu anlamak gerçekten çok mümkün değil. 

Evet, son olarak şunu söylemek istiyorum: Yeni logomuzu görüyorsunuz, ne zamandan beri dördüncü yaşımız için… Buna New York’ta yaşayan bir Türk arkadaşımız, izleyicimiz katkıda bulundu, çok sağolsun, Ateş’e buradan teşekkür edelim. Umarım sizler de bizler gibi yeni logomuzu sevmişsinizdir. Önümüzdeki günlerde yeni yayın döneminde neler yapacağımızı Medyascope’ta sizlere anlatacağız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.