Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye’nin diplomatik olarak yalnızlaşmasının şifresi: “Yok hükmünde”

Ankara, bir süredir uluslararası alanda aleyhine alınan kararları “yok hükmünde” diye tanımlayarak değersizleştirmeye çalışıyor. Son olarak ABD Temsilciler Meclisi’nin peşpeşe aldığı iki karara da aynı tepki verildi. Peki “yok” denince bu kararlar yok oluyor mu?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Dün Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Temsilciler Meclisi’nde Türkiye aleyhine iki ayrı karar çıktı. Birisi Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle yaptırım kararı, bir diğeri de tarihte yaşanan olayların “Ermeni soykırımı” olarak tanınması — bu kararlar çok açık farkla alındı. Bunların etkisi ne olacak? Yaptırım kararının önce Senato’dan da geçmesi gerekiyor, ardından da Trump’a gitmesi gerekiyor; ama bu haliyle baktığımız zaman 403’e 16 gibi çok açık bir fark var. Temsilciler Meclisi’nde Türkiye’nin artık hiçbir etkisi kalmamış, öyle gözüküyor; çok bariz bir diplomatik yenilgi Türkiye için. Soykırım meselesi de yıllardır gündemde olan bir husus ve nihayet Temsilciler Meclisi kararı çıkarttı. Türk diplomasisinin ABD’deki en büyük faaliyet alanlarından birisi soykırım kararı çıkmasını engellemekti. Artık belli ki hiçbir gücü, direnci kalmamış. Bu âna kadar yapılan lobi faaliyetleri artık bir yerde tam anlamıyla tıkanmış. Şu haliyle baktığımız zaman Amerikan Kongresi’nde –özellikle Temsilciler Meclisi’nde– çok ciddi bir şekilde Türkiye aleyhine bir durum var. 

Bu önemli mi, değil mi? Kesinlikle önemli; önemli olmasa Türkiye’nin dış politikasının en önemli hedeflerinden birisi Amerikan Kongresi’nde “etkili olmak”, “nüfuz sahibi olmak” olmazdı; bu konuda o kadar büyük paralar –bizlerin vergileriyle toplanan– lobi şirketlerine akıtılmazdı. Bu baktığımız zaman yıllardır süren Türk diplomasisinin direncinin artık –Amerikan Temsilciler Meclisi’nde en azından şimdilik, ama genel olarak Kongre de diyebiliriz– artık direncinin kalmadığını görüyoruz. Ne tepki geldi? Klasik, “Bu karar bizim için yok hükmündedir”. Bu “yok hükmünde” lafını ilk kez duymuyoruz; Avrupa’da gelen başka kararlar oldu –gerek soykırım konusu gerek başka konularda–; Türkiye aleyhine alınan kararlar, yapılan açıklamalar Ankara tarafından “yok hükmünde” diye değerlendirildi. Ama zaten siz bir şeye “yok hükmünde” dediğinize göre, o şey var demektir. Bunların her biri Türkiye’de dışişlerine ve Türkiye’nin dünya çapındaki imajına birer eksi olarak eklendi, ilişkileri çok ciddi bir şekilde kötülemiş durumda. Bunlar aslında Türkiye’nin uluslararası alanda ne kadar yalnızlaştığını gösteriyor. Bu nedenle yayının başlığını da zaten Türkiye’nin yalnızlaşmasının şifresi: “yok hükmünde” diye koydum. Eğer bir yerde Ankara’dan, dışişleri bakanından ya da hükümet sözcüsünün –hükümet yok artık ama– AK Parti sözcüsünden “yok hükmündedir” diye bir açıklama geliyorsa, anlıyoruz ki orada Türkiye’nin aleyhine dünyanın herhangi bir yerinde yeni bir karar verilmiştir. İllâki Batı ülkeleri olması gerekmiyor bu; biliyorsunuz, en son Barış Pınarı konusunda Arap Birliği de Türkiye aleyhine karar aldı. Ona da Cumhurbaşkanı Erdoğan dahil olmak üzere birçok iktidar sözcüsü Arap Birliği’nin kendisini bir nevi yok hükmünde diye tanımladılar. Hatırlanacaktır, bir zamanlar Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanı ve başbakan olduğu dönemde başka bir versiyonu vardı bunun: “Kimse Türkiye’nin gücünü sınamaya kalkmasın” şeklinde bir çıkıştı; Davutoğlu’nun çok kullandığı bir klişeydi. O klişenin yerini “yok hükmünde” aldı. O tarihte de “Kimse gücünü sınamaya kalkmasın” dendiğinde hep birileri Türkiye’nin gücünü sınıyordu ve birçok açıdan Türkiye’nin başına yeni yeni sorunlar geliyordu. Şimdi de “yok hükmünde” dediğimiz olaylar birikip Türkiye’yi dünya çapında bir yalnızlığa itiyor. Halbuki hep böyle değildi; AKP iktidarı öncesi dönemlere gitmeye gerek yok, AKP iktidarında da Türkiye dış politikada hiçbir zaman bu kadar yalnız olmamıştı. Bir dönem gerçekten en azından bölgede önemli faktör olarak hem komşularıyla sıfır sorun gibi bir politika belirlemişti ve bunu büyük ölçüde hayata geçirmişti. Ardından birbirleriyle sorunu olan başka ülkeler arasında arabuluculuğa da talip olmuştu — ki bunların içerisinde İsrail-Suriye bile vardı, İran’ın uluslararası alanda yalnızlaşmasına karşı İran’ın yanında etkili bir şekilde rol oynamıştı. Aynı zamanda birtakım uluslararası barış gücü gibi müdahalelere aktif bir şekilde katılmıştı ve Türkiye gerçekten uluslararası alanda belli bir gücü giderek artan bölgesel ve bir anlamda da uluslararası alanda bir ülkeydi. Tabii ki sorunları hep oluyordu; ama bu sorunlar hiçbir zaman bu kadar “yok hükmünde” kararlara yol açacak kadar çetrefil olmuyordu. Mesela ABD’yle her dönem değişik değişik sorunlar yaşandı. Ama bu sorunların her birinde bir şekilde Ankara ve Washington bir şekilde orta yollar buldular. Çünkü buralarda kurumlar vardı, yani devletler arasında sadece başkandan başkana temaslar değil; aynı zamanda dışişleri bakanlıkları arasında, aynı zamanda Amerikan ordusuyla Türk ordusu arasında ve değişik kurumlar arasında temaslar vardı. ABD’deki düşünce kuruluşlarıyla Türkiye’de hükümetin temsilcileri ya da iktidar partisinin temsilcileri arasında yoğun ilişkiler vardı ve çok ciddi bir diplomatik –kamu diplomasisi anlamında da– faaliyetler olabiliyordu. Ama bir süredir bunların artık “yok hükmünde” olduğunu söylemek mümkün. Yani sonuçta alınan kararlardan ziyade Türkiye diplomasisi, başta ABD’de olmak üzere, ama Avrupa Birliği (AB) de tam feci bir durumda, öyle söylemek lâzım. Bir dönem vize serbestisi lafları konuşuluyordu, şimdi hangi noktada olduğumuz belli; artık AB’den gelen açıklamaların bir anlamı kalmadı, yok hükmünde oldu. Çünkü iki taraf arasındaki ilişki o kadar koptu ki hiçbir yaptırım gücü de kalmadı, sıfıra yakın bir ilişki var. Ekonomik ilişkiler sayılmadığı takdirde, siyasî anlamda, diplomatik anlamda çok ciddi sorunlar var. 

En son Barış Pınarı olayında gördük: Türkiye’nin yanında kimse yoktu, ama Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve ABD, Türkiye aleyhine kararın çıkmasını vetolarıyla engellediler. Önce ABD ardından Rusya, Türkiye’yle değişik mutabakatlar yaparak Suriye konusunda Türkiye’yi belli bir yerde tuttular ve Barış Pınarı Harekâtı sona erdi ve ne acıdır ki harekâtın sona erdiği açıklamasını Rusya Dışişleri Bakanı yaptı. Tıpkı şu açıklanan mutabakatta söz konusu olan askerî güçlerin belli bir sınırdan aşağıya çekilmesinin tamamlandığını Rusya Genelkurmay Başkanı’nın yapmış olduğu gibi. Şu anda Türkiye, ABD ve Rusya arasında, ama esas olarak da ABD başkanı ile Rusya’nın devlet başkanı Putin arasında, yani Putin’le Trump arasında kalmış, kendisi de zaten bir tek adam yönetimiyle yoluna devam etmeye çalışan bir ülkeyiz. Yani Türk-Amerikan ilişkileri, Türk-Rus ilişkileri konuşmak yerine, Erdoğan-Trump, Erdoğan-Putin ilişkileri konuşmak çok daha baskın. Bu da yakın bir dönemin ürünü; çünkü geçmişte de Erdoğan devlet başkanlarıyla birebir ilişkiyi çok önemseyen birisiydi, ancak onun dışında başka mekanizmalar da vardı. Bu konuda en çarpıcı örneklerden birisi 1 Mart tezkeresidir. Erdoğan, o tarihte henüz milletvekili değildi, yasaklıydı, ama parti başkanıydı. Washington’da tezkere için, yani Amerikan güçlerinin Türkiye’de konuşlandırılması için anlaşma yaptı. Ancak o anlaşma Meclis tarafından reddedildi ve o Meclis’te AKP milletvekillerinin de oylarıyla reddedildi. Daha sonra anlaşıldı –ki hatta o tarihte de belliydi– dönemin başbakanı ve birçok bakanı da tezkerenin geçmemesi için aktif bir şekilde çalışmış. Bu tür örneklerin başka değişik versiyonları var. En azından şunu biliyoruz: Türkiye’nin yakın bir zamana kadar Batı ülkelerindeki ya da önemli merkezlerdeki büyükelçilerinin bir anlamı vardı, isimleri bilinirdi, onların adımları çok önemliydi. Birazdan burada, o büyükelçilerden biri olan Faruk Loğoğlu’yla arkadaşımız Edgar Şar bu konuyla ilgili bir söyleşi yapacak. Benim gazetecilik yaptığım dönemde Faruk Bey’in Amerikan Kongresi üzerinde etkili olmak için nasıl çaba sarf ettiğinin ve büyük ölçüde başarılı olduğunun tanıklarından birisiyim — çok zor dönemlerdi, ama diplomasiyle bu işler olabiliyordu. Türkiye’nin diplomasisi sadece Cumhuriyet’e özgü bir şey değil; Cumhuriyet’in öncesinden beri gelen bir diplomatik geçmişi var. Kurtuluş Savaşı sırasında da sürmüş bir diplomatik tecrübesi var. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, ilk inşa döneminde de çok zorlu olmakla beraber, çok önemli diplomatik başarılara imza atmış bir ülke Türkiye; ama şu anda geldiği noktaya baktığımızda, Türkiye’de diplomasi anlamında başarısızlık ve çaresizlik yaşanıyor. 

Buradan tabii çok kolay bir şekilde, “Herkes bize düşman, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” gibi sloganlarla birtakım milliyetçilikler yapılabilir. Ancak Türkler yine aynı Türklerdi, Amerikalılar yine aynı Amerikalılardı, ya da Avrupalılar Avrupalılardı ve taraflar pekâlâ karşılıklı çıkarlarını gözeterek yol alabiliyorlardı. Dolayısıyla burada, “zaten” diye başlayan cümleler kurmanın çok fazla bir anlamı yok. Geçmişte çok daha zorlu süreçler yaşandığı oldu, ama bunlara bir şekilde birtakım formüller pekâlâ bulunabiliyordu; çünkü dediğim gibi kurumlar vardı. “Dışişleri” diye bir kurum vardı, belki çok aşağılandı, Dışişleri çalışanlarına “monşer” vs. dendi, ama şimdi baktığımız zaman o dışişlerinin etkisizliğinin Türkiye’yi ne kadar zor duruma düşürdüğünü görüyoruz. Evet acı bir hikâye bu aslında. Sonuç olarak alınan kararların ne olduğunun detayları üzerine çok da fazla konuşmaya gerek yok. Çünkü şunu biliyoruz: Bu kararlar Ankara’ya rağmen alındı. Şunu da biliyoruz ki Ankara’nın gücü bu kararların çıkmasını engelleyemedi ve Ankara’nın tepkileri bu kararı alanları herhangi bir şekilde caydırabilecek bir durumda değil. Bakıyorum, yine o klasik hep söylenen, “Amerikalılar da Kızılderililere şunu yaptı, siyahlara bunu yaptı” gibi birtakım argümanlarla, insanlar bu kararı, özellikle Ermeni meselesinde alınan kararı etkisizleştirmeye çalışıyorlar ve bu da tabii ki Çetin Altan’ın o çok meşhur sözünü akla getiriyor: “Türk’ün Türk’e propagandası”. 

Evet, Türk’ün Türk’ten başka dostu var mıdır, yok mudur? Bence vardır, önemli olan dost kazanmayı ve korumayı bilmektir. Bu anlamda, nasıl olsa insanlar inanıyor deyip, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” dediğimiz zaman, dost kazanmak ve dost muhafaza etmek konusundaki çabaları şu ya da bu nedenle geri plana itmenin hiçbir mazur görülecek yönü yok, hiçbir şekilde meşru görülecek yönü yok. Sonuç olarak bütün bu kararlar Ankara’ya rağmen alınan kararlar. Ankara’nın, siyasî iktidarın aslında nasıl güç kaybettiğini bize bir kez daha gösteriyor. Evet, “yok hükmünde” dediğimiz zaman bunlar yok olmuyor; tam tersine “yok hükmünde” şeklinde bir açıklama yaptığınız zaman, bu kararların aslında ne kadar önemli, sahici ve etkili olduğunu bir şekilde itiraf etmiş oluyorsunuz. Türkiye’nin bu duruma düşmesi hiç de iyi bir şey değil; ama bunları söylediğiniz zaman, hemen bir milliyetçi tepkiyle sizin ülkenize, vatanınıza bağlılığınızı sorgulamaya kalkıyorlar. Burada da tabii insanın aklına her zaman için Nazım Hikmet’in o meşhur “Vatan Haini” şiiri geliyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.