Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

2020’de her şey daha güzel olacak mı?

2019’a Ekrem İmamoğlu’nun “Her şey çok güzel olacak!” sloganı damga vurmuştu. Peki 2020’de her şey daha güzel olacak mı? Bunu kimler, nasıl başarabilir?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. 2020’nin ilk gününde 2020 üzerine birtakım düşüncelerimi söylemek istiyorum. Her şey daha güzel olacak mı 2020’de? Bu 2019’a damgasını vuran slogan, Ekrem İmamoğlu’nun “Her şey çok güzel olacak” sloganı idi. Ve buslogan onun galibiyetini, İstanbul’daki zaferini perçinlemesine bayağı yardımcı oldu. Bu sloganın bence en çarpıcı özelliği, birincisi, tabii ki bir kararlılık var. Emin bir şekilde söylemek var. Bir de pozitif bir şey söylemek var. Yani umut vermesi var, güzellikten bahsetmesi var. Yani kavgadan değil, çatışmadan değil, tam tersine bir şeyler inşa etmekten, birlikte inşa etmekten bahsetmesi var. Eğer 2020’de Türkiye’yi daha iyi bir yere taşımak isteyenler bu niyetlerinde samimi iseler… Yani iyi yerden kasıt nedir? Türkiye’nin demokratikleşmesi. Türkiye artık demokratik bir ülke değil. Otoriter rejim tarafından, tek adam yönetimi tarafından yönetilen; demokrasisini büyük ölçüde, kazanımlarını büyük ölçüde yitirmiş bir ülke. Hukuk devleti Türkiye’de hâkim değil. Temel hak ve özgürlükler garanti altında değil. Yani evrensel standartların birkaç yıl içerisinde hızla çok gerisine düşmüş bir ülke halindeyiz. Ve de bu ülkenin aynı zamanda ekonomisi iyi durumda değil. Ekonomik anlamda ciddi bir sorun yaşıyor, kriz yaşıyor. Ve bu krizin en çarpıcı özelliğinin de işsizlik olduğu biliniyor. Özellikle genç işsizler, eğitimli genç işsizlerin sayısının daha da artması ya da azaltılamaması; hem azaltılamaması, azaltılamamasının ötesinde daha da artması ihtimali 2020’nin temel sorunlarından birisi olacağa benziyor. Böyle bir durumda 2020’yi daha güzel kılabilmenin yolu ne? Öncelikle tabii ki kararlı bir şekilde Türkiye’nin yitirdiği şeyleri yeniden kazanması için angaje olmak, bu konuda bir hareketlilik içerisine girmek. Bu da özellikle çoğulcu demokrasi, temel hak ve özgürlükler ve hukuk ısrarı, adalet ısrarı. Bunu hem talep etmek hem de kendi bulunduğu yerlerde bunları aynı zamanda da hayata geçirebilmek. Bu anlamda muhalefetin önünde çok ciddi bir sınavvar. 2019’dan iyi bir mirasla gidiyor. 25 yıl süren İstanbul ve Ankara’daki bir çizginin, yerel yönetimlerdeki çizginin sonunu getirmiş bir hareket söz konusu — İstanbul ve Ankara ama yanında başka yerler de var. Ve sürekli olarak kriz içerisinde olan ve krizini aşamayan, ideolojik ve politik anlamda yeni bir şeyler söyleyemeyen bir siyasî iktidar var. Siyasî iktidarın bu konuda yapabildiği, bir taraftan baskıyı sürekli gündemde tutmak. Ama onun da sınırı çoktan aşıldı. Ve bu konuda eskisi kadar otoriter vebaskıcı olamadığını da görüyoruz. 2019’da bunu da gördük. Diğer yol da büyük bir ihtimalle muhalefeti kendi içerisinde birlikte hareket edemez hale getirmek. Yani topluma, genel kamuoyuna, halka ve uluslararası kamuoyuna da birtakım ileriye yönelik vaatler vermek, beklentiler yaratmaktan artık tamamen uzaklaşmış bir iktidar söz konusu. Ömrünü uzatmak için yapabildiği yegâne şey belki de karşısında bir bloğun oluşmasını engellemek. Ve 2020’de esas olarak buna şahit olacağımız kanısındayım. Yani muhalefet bloğunu parçalamak ve yeni bileşenlerin buraya katılmasını engellemeye çalışmak. Özellikle tabii burada kastettiğim, yeni kurulan ve kurulacak olan AKP’den türemiş partiler. Yani Gelecek Partisi ve Ali Babacan’ın artık bu ay, Ocak ayı bitmeden kuracağını sandığımız partisinin de muhalefet bloğuna eklemlenmesini engellemek ya da eklemleniyorsa bile o partiler ile beraber AK Parti tabanından insanların gitmesini engellemek. Bunu yapabilmenin yolu öncelikle, AKP iktidarının bunca yıl ayakta kalabilmesinin en önemli yönlerinden birisi, iktidarın kendisini olmasa bile iktidarın sağladığı birtakım imkânları paylaşmak, dağıtmaktı. Özellikle alt sınıflara, alt orta sınıflara ya da yoksul kesimlere yönelik sosyal yardımlar, devletin ve büyükşehir belediyelerinin imkânlarıyla, sosyal yardımlar eliyle bir ağ yaratmıştı Adalet ve Kalkınma Partisi. Özellikle sağlıkta, bir ölçüde eğitimde; bunu yapabildiği ölçüde tabanda bir dinamizm yaratabilmişti. Ama çok ciddi yaşanan yolsuzluklar, israflar ve ekonomi yönetimindeki beceriksizlikler, hepsi üst üste gelip, bir de tabii burada kayırmacılık, işlerin layık olana değil de sadık olana verilmesi gibi unsurlar üst üste binince, artık bu tren böyle yol alamaz oldu. Ve bu kesimleri tekrar tatmin edecek, onları iktidar etrafında kenetleyecek imkânlardan büyük ölçüde mahrum olmuş bir iktidar var. Hatta tam tersine, çarkı çevirebilmek için vatandaştan daha fazla vergiler, doğrudan ya da dolaylı vergiler üzerinden vatandaştan daha fazla para toplamaya çalışan bir iktidar var. Dolayısıyla burada bağı, ağları koruma yolunda önünde çok fazla bir şey kalmıyor. İdeolojik ve politik birtakım söylemlerle tabanı tutmaya çalışıyor. Yerel seçimlerde gördük, beka meselesini. Ama tutmadı. Çok büyük bir hezimetle sonuçlandı. Ardından, yerel seçim yenilgisinin ardından Barış Pınarı Harekâtı ile gidişatın yani gidenlerin önünü kesmede belli bir, geçici de olsa belli bir başarı elde edildi. Bir milliyetçi heyecan yaratarak, terörle mücadele adı altında heyecan yaratılarak belli bir yere kadar geldi, ama bir yerden sonra sürdürülemedi. Şimdi ne ile bunu yürütebilecek iktidar? Bakıyoruz, yarın Meclis olağanüstü toplanıyor ve Libya tezkeresini gündeme getiriyor. Libya tezkeresi üzerinden yeni bir milli coşku yaratmak isteniyor, istenecek. Ama bunun Barış Pınarı’nda zar zor yaratılabilen coşkuyu yakalayabilmesi çok mümkün değil. Çünkü Libya Türkiye’deki insanlara müteahhitlik dışında pek anlam ifade etmeyen, geçmişte belki Kaddafi üzerinden bir şeydi; ama Libya’nın Türkiye için neden önemli olduğunu birçok insan anlamıyor, bilmiyor, aslında çok da merak etmiyor. Ve burada tabii ki siyasi liderlerin, iktidarın çağrısı ile beraber birçok insan tabii ki “Libya’ya gitmek, asker yollamak iyidir” demeye başladılar; ama sorduğunuz zaman, bunun üzerine iki üç cümleden ötesini kurabilecek durumda değiller. Libya konusunu daha sonra başka bir yayında daha uzun boylu ele almayı düşünüyorum. Ancak Libya’ya asker gönderme meselesinin iktidarın içinde bulunduğu siyasî krizi, ideolojik krizi aşmada çok fazla işlevsel olacağını sanmıyorum. Ama yine de belli bir hareket getirecek. Tabii burada şunu da unutmamak lâzım: Tezkere olayında bir kazaya uğrama ihtimali. Hiç kimse bundan bahsetmiyor, ama yine de bir yere yazmak lâzım. Çünkü Meclis’te AKP grubunda yer alıp bir şekilde gayri memnun olan kişilerin kopmak için bahane aradıkları kanısındayım. Bu Libya meselesi bu bahane olur mu? Çok emin değilim. Ama yine de az bir ihtimal olsa da bunu bir kenara yazmak lâzım. Bu, tezkerenin geçmesini engellemek olmayabilir; ama birtakım fireler de pekâlâolabilir. Çünkü bir kopuş kaçınılmaz. Her ne kadar şu âna kadar çıkan Gelecek Partisi çok büyük bir heyecan yaratmadıysa da, Babacan’ın partisi de, şu âna kadar Babacan’ın yaptığı açıklamalar da aynı şekilde çok büyük bir heyecan yaratmışa benzemiyor, ama yine de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin geleceğinin çok olmadığı düşüncesinin Meclis grubunda da bir şekilde var olduğunu biliyorum, duyuyorum, görüyorum. Bunun bir etkisi olabilir. Her neyse, burada önemli olan muhalefetin ne yapacağı, neyi nasıl yapacağı meselesi. Muhalefetin bence önündeki en büyük engellerden birisi Erdoğan’ı hâlâ gözlerinde çok büyütmeleri,Erdoğan’ın yenilmezliği — ki en son, yerel seçimlerde böyle bir şey olmadığı gözükmüştü. Ama hâlâ onun yenilmezliği meselesine çok fazla kafalarını takmış olmaları ve karşılarına hep Erdoğan’ı almak zorunda hissetmeleri. Aslında böyle bir zorunluluk yok. Muhalefet Erdoğan’ı değil de Türkiye’nin sorunlarını, ekonominin sorunlarını vs. ya da yerel seçimlerde olduğu gibi büyükşehirlerin sorunlarını ele aldığı zaman toplumla, kendinden olmayan kesimlerle çok daha rahat diyalog kurabiliyor. Dolayısıyla birinci olarak bence bu Erdoğan saplantısından bir şekilde tam olarak arınmaları gerekiyor. 2019 bu anlamda çok geniş bir imkân sağladı. Böyle bir yönü var. Bir diğer husus tabii ki, en kritik husus şu: 31 Mart ve 23 Haziran’da mucizevi bir şekilde gelişen, HDP ile İYİ Parti’nin aynı adaya oy verebilmesi olayını yaşadık — CHP adaylarına. Bu bir anlamda mucizevi bir şekilde gelişti. İktidar partisi –iktidar koalisyonu diyelim daha doğrusu–, AKP ve MHP sözcüleri hep buradan vurmaya çalıştılar. Ama başarılı olamadılar. Önümüzdeki dönemde de yine böyle olacağı benziyor. HDP meselesi üzerinden muhalefetin bir blok oluşturması engellenmeye çalışılacak, bu anlaşılıyor. Hâlâ bu konuda çok ciddi tereddütler içerisinde muhalefetin diğer partileri. O nasıl aşılacak? Önümüzdeki 2020’nin en önemli hususu bu olacak. Tabii bu noktada HDP’nin sözcülerinin nasıl bir pozisyon alacakları da önemli. Selahattin Demirtaş’ın durumu ayrıca önemli. Yine bir yıla cezaevinde girdi Selahattin Demirtaş. Ama şu anda biliyoruz ki HDP kitlesini en çok heyecanlandıran, HDP’li olmayan ama HDP’ye kulak kesilmiş kesimlerin de en çok önemsediği kişi Selahattin Demirtaş. Dolayısıyla Erdoğan’ın onu içeride tutma tercihi herhalde 2020 yılında da sürecektir; ama bir yerden sonra Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi de, artık daha fazla tutamamak gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve diğer gelişmelerle birtakım hukukî gelişmeler ile tahliyesi belki olabilir. Eğer Selahattin Demirtaş çıkarsa ve aktif bir şekilde tekrar siyaset yapabilirse o zaman işler iyice değişecektir bence. Şu haliyle HDP’nin şu kadroları onun yaratabildiği dinamizmi yaratamıyorlar. Ve Selahattin Demirtaş’ın özellikle son dönemdeverdiği mesajlardaki birlikte hareket etme iddiasını, çağrısını onunkadar güçlü ve inandırıcı bir şekilde dile getiremiyorlar. Evet 2020’nin en önemli meselesi yine HDP meselesinin taraflarca, gerek iktidar gerek muhalefet tarafından nasıl işleneceği, ne tür ilişkiler kurulup kurulamayacağı meselesi çok önemli olacak. Ve tabii ki 2020’nin birtakım önemli figürleri, özellikle Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş; bu iki isim 2020’de çok fazla yakından takip edilen, AKP tarafından da, Erdoğan tarafından da takip edilenler… Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu konusunda bir ilgisi olduğunu anlamamak imkânsız. Ondan çok ciddi bir şekilde rahatsız olduğunu anlamamak imkânsız. Erdoğan’ın 2020’de İmamoğlu’na yönelik ne tür stratejiler ve taktikler geliştireceğini de merakla bekliyorum açıkçası. Buna karşılık İmamoğlu’nun da nasıl bir üslûp tutturacağı önemli olacak. Kanal İstanbul’la ilgili ilk günlerdeki çatışmacı dilini zamanla terk etmiş olduğunu görüyorum — ki bence bu olumlu bir gelişme. Ama böyle ihanet vs. gibi söylemlerle gittiği zaman Erdoğan’ın istediği alana girmiş olacak herhalde. Onun dışında, tabii ki Meral Akşener’in 2020’de çok önemli bir yeri olacak. Geçen Fatih Altaylı yayınında yanılmıyorsam Kanal İstanbul’la ilgili ironik bir şekilde söylediği lafın ânında sosyal medyada nasıl bir hayal kırıklığı yarattığına tanık olduk. Meral Akşener’in tutumu, söylemleri bence 2020’de gerçekten önemli olacak. Çünkü bir anda, artık iyice, Devlet Bey’in sağlığı nedeniyle de iyice artık çok fazla görüş üretemeyen, sadece pozisyon alan bir MHP var tabanı var. Oy da alıyor MHP,biliyoruz. Ama MHP AKP’nin –daha doğrusu Erdoğan’ın–söylediklerine onay vermenin ötesine gidebilen bir parti olmaktan çıktı. Özellikle af benzeri bir önermeleri olmuştu, talepleri olmuştu. Mesela onu gerçekleştiremediler. Başka birtakım hususlar da var. Dolayısıyla İYİ Parti önümüzdeki dönemde daha fazla dikkat çekecek bir parti olacak. Hele bir de Babacan’ın partisi eğer anlatıldığı gibi bir parti olursa, yani merkez sağa yerleşmeyi hedefleyen bir parti olursa, İYİ Parti ile birçok yerde kesişeceklerini ve belki de rekabet içerisine gireceklerini düşünüyorum. Tabii ki Ali Babacan demişken Babacan ve Ahmet Davutoğlu da önümüzdeki 2020’nin şekillenmesinde çok önemli olacaklar. Çok spekülasyonlar yapılıyor. Alacakları oy oranı hakkında birtakım anketler falan söyleniyor. Daha önce belirttim. Kaç, ne kadar oy alacaklarının çok da fazla bir önemi yok. Bu partilerin kurulabilmiş olması bile başlı başına önemli bir husus. Çünkü çok ciddi bir kopuşu gösteriyorlar. Davutoğlu’nun kopuşu daha mahalle içi bir kopuş gibi. Yani o daha İslamî hareketin içerisinde bir kopuşmuş gibi duruyor. Tabii ki kendisininİslamcılık dışı birtakım argümanları da kullandığını görüyoruz parti programında, daha çok öyle gözüküyor, ama anladığım kadarıyla Ali Babacan’ın partisi artık bir anlamda kaba tabiriyle mahalle değiştirme çıkışı olabilir. Yani “AKP’nin iyi yönlerini alalım, kötü yönlerini eleştirelim” –ki Davutoğlu da bunu yapıyor– yaklaşımı çok daha baskın gibi gözüküyor olabilir, ama orada artık şu ya da bu şekilde yaşadıklarından dolayı, özellikle AKP’nin son yıllarında yaşananların sadece ve sadece Erdoğan’la açıklanamayacağını, aslında meselenin İslamcılık ile ilgili olduğunu düşünen insanların Ali Babacan’ın kuracağı partide daha fazla toparlanacağı kanısındayım. Yani Ali Babacan’ın partisi İslamcılık faslının bitmiş olduğunu içeriden ilan edecek bir parti olabilir. Bu da işin rengini bayağı bir değiştirir. Çünkü şunu görüyoruz: Toplumda bu hareketin içerisinde –ki ben 2019’da bu konuda çok sayıda yayın yaptım–, bu muhafazakâr camiada yer alıp bundan uzaklaşan, İslamcılık’tan uzaklaşan, demokrasiyi, laikliği ve seküler yaşam tarzını benimseyen, tercih eden insanların sayısı her geçen gün artıyor. Hatta yine biliyoruz ki dindar ailelerin çocukları içerisinde İslamiyet’ten uzaklaşan, deizme ve hatta ateizme yönelen insanlar çok ciddi sayıda var. Ama daha önemlisi, ilk söylediğim: Demokrasi, temel hak ve özgürlükler konusunda eskinin İslamcı perspektifinden tam anlamıyla kopuş yaşayan ve laikliği de içselleştiren, savunan,kadınlar açısından baktığımız zaman da feminizmi benimseyen çok güçlü bir dinamik var. İşte bu dinamik artık bir AKP ile aynı mahallede görülebilecek bir dinamik değil. Şu anda belki bir arafta olduklarını söyleyebiliriz. İşte bu noktada muhalefetin içerisindeki diğer unsurlar, özellikle CHP’nin ne yapacağı, ne yaptığı önemli. Bu açıdan Kemal Kılıçdaroğlu’nun son 2019’da verdiği birtakım mesajların çok ilgi çektiğini biliyorum, görüyorum. Özellikle başörtüsü yasağıyla ilgili yaptığı özeleştirilerin bu kesimler tarafından çok ciddi bir şekilde samimi bulunduğunu da görüyorum. HDP’nin zaten böyle bir meselesiuzun zamandan beri büyük ölçüde yok. HDP kendi dindarlarıyla, tabanındaki dindarlarla bir şekilde o barışı büyük ölçüde, tam anlamıyla olmasa bile sağlamıştı. 2020 Türkiye’deki çok büyük bir dönüşümün ve çoğulcu demokrasi arayışının, talebinin güçlü bir şekilde gündeme geleceği ve iktidarın da bunları bastırmak isteyeceği bir yıl olacak. Ama 2019’daki deneyim bu engellemelerin pekâlâ bertaraf edilebileceğini bize gösteriyor. Bu anlamda ben her zaman olduğu gibi yine iyimserim. 2020’de Türkiye’nin daha iyi bir ülke olacağını, çok daha zor bir yıl yaşayacağını ama çok daha iyi bir ülke olacağını düşünüyorum. Temenni zaten ediyorum, ama düşünüyorum. Onu özellikle vurgulamak istiyorum. Evet, tekrardan herkese iyi yıllar diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.