Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sırada Şam ile görüşme mi var?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. İdlib’de tırmanan gerginlik ve çok sayıda karşılıklı zayiat var. Türkiye’ye gelen şehit haberleri belli bir yerden sonra artık nasıl süreceği bilinmeyip bir kâbusa dönüşürken ve savaş çığlıkları atılırken, bereket perşembe günü akşamı Moskova’da varılan anlaşmayla donduruldu. Cuma sabah saat 01:00’den itibaren ateşkes ilan edildi ve şu âna kadar ateşkese uyulduğu görülüyor — umarım böyle devam eder. Böylece aslında bir şekilde savaşı istemeyenler haklı çıktı, onların dediği oldu. Savaşı sürekli masada tutanlar ve bunun propagandasını yapanlar da bir şekilde –en azından barış demesek bile– ateşkese razı olmak durumunda kaldılar. Bu aslında zaten sürdürülebilir bir gerginlik değildi; Bahar Kalkanı Harekâtı belli bir yerde –tekrar Moskova’nın devreye girmesiyle beraber– sonlanmış oldu; tıpkı daha önceki Barış Pınarı Harekâtı’nda olduğu gibi. Çünkü biliyoruz ki toprak Suriye’nin; ama Suriye’de birçok güç var ve esas karar verici merci Rusya, Rusya’nın Devlet Başkanı Putin ve dolayısıyla Moskova. 

Şimdi, bundan sonra ne olacak? Tekrardan eski statükoya dönülmedi; Şam’ın lehine bir noktada yeni bir statüko oluşturuldu –Soçi’den farklı olarak–; ama yine de Türkiye belli bir şeyleri de elde etmiş gözüküyor. Bu elde edilen şeyler kaybedilenlerden az olmakla birlikte, tabii yine buradan büyük bir zaferle dönülmüş gibi bir hava estiriliyor. Bir zaferle dönülmüş olduğu yok; ama tabii ki bu varılan ateşkes Türkiye için en hayırlısı. Yani Erdoğan yönetiminin istediği olmadı — iyi ki olmadı; çünkü Erdoğan’ın istediği, Türkiye’yi sürekli bir şekilde savaş tehdidi altında bırakmak olacaktı, sürekli şehit haberlerine hazır olmak olacaktı, zaten kendisi sürekli olarak da bir şehitlik övgüsüyle bunu sürdürmeye çalışıyordu. Ama bir yerde tekrar bu durdu, iyi de oldu. 

Bundan sonra ne olacak? Bundan sonra –bu yayının başlığında söylediğim gibi– eninde sonunda Ankara Şam’la görüşmek durumunda kalacak. Şu aşamada birilerine bu çok rahatsız edici gelebilir, çok âfâkî gelebilir, imkânsız gelebilir; ama şunu unutmamak lâzım: Perşembe günü söylenenle akşamı varılan mutabakat arasında çok büyük fark var. Dolayısıyla şu âna kadar söylenenlerle yarın yaşanacaklar arasında da büyük bir ihtimalle çok fark olacaktır. Nasıl olsa zaten Türkiye’de medyanın büyük bir çoğunluğunu da kontrol eden iktidar, kamuoyuna her zaman her attığı adımın en doğru, en başarılı adım olduğunu empoze edebiliyor. Hatırlayalım: Bu olaydan önce Şam’a kadar gitmekten bahsedildi, İdlib’in ötesine geçilmesinden bahsedildi; bunu birincisi Devlet Bahçeli dile getirdi, AK Parti içerisinde üst düzey yöneticiler dile getirdi ve çok sayıda AKP destekçisi dile getirdi. Ama varılan noktanın ardından –henüz Bahçeli’nin herhangi bir değerlendirmesini tanık olmadım– en keskin Esad karşıtları, Suriye’de rejimi değiştirme, Şam’a kadar girme yanlısı olan isimlerin varılan mutabakatı bir zafer olarak sunduklarını görüyoruz. Buna artık alıştık, bunda şaşılacak bir şey yok. Dün “evet” dediklerine bugün “hayır”; bugün “hayır” dediklerine öbür gün “evet” diyen çok geniş bir kesim var. Görüşlerimizi onlara bakarak şekillendirmemizin çok fazla bir anlamı yok. Dolayısıyla Esad’la görüşmenin, ama Esad olmasa bile Şam yetkilileriyle görüşmenin çok da imkânsız olmadığını ve en önemlisi bunun bir zaruret olduğunu vurgulamak lâzım. Sürdürülebilir bir statüko değil; daha önce de değildi –zaten çatışmalara yol açtı–, şimdi ki de değil. Bir süre sonra bunun çok fazla yürümediği görülecek. Yine önümüze belki de “Tekrar çatışma mı, tekrar müzakere mi?” ikilemi gelecek. Bir yerden sonra Moskova’yla değil Şam’la yapılması gerekecek. 

Daha önce hatırlanacaktır Erdoğan’ın bir önceki Moskova ziyaretinde, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı Hakan Fidan, Suriyeli muhatabıyla görüşmüştü ve orada “Acaba Şam’la görüşmeler başlıyor mu?” denmişti. Böyle bir heyecan yaratıldı, ama ardından çatışmalar tırmandı. Şimdi tekrar bu noktaya dönmüş olmamız gerekiyor diye tahmin ediyorum; artık istihbaratçılar mı görüşür, diplomatlar mı görüşür, dışişleri bakanları mı görüşür, Birleşmiş Milletler’deki daimi temsilciler mi görüşür? Bence bu görüşmeler bir şekilde olacak, olmak zorunda. Nitekim perşembe günü akşam saatlerinde mutabakata varıldıktan sonra basın toplantısı öncesi görüntülerde şunu görüyoruz: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un da olduğu bir ortamda Mevlüt Çavuşoğlu’na –çünkü o Lavrov ile Erdoğan arasındaki iletişimi o sağlıyor–, Erdoğan orada kameralarında kaydettiği bir şekilde, “Bütün bunlar tarafından Esed tarafından biliniyor, değil mi?” diye vurguluyor. Yani biliyoruz ki aslında Moskova’yla görüşürken, bir şekilde Şam’la da görüşülüyor. Belli bir yerden sonra bunu böyle sürdürmek anlamsız olacağa benziyor. Hatta bir aşamadan sonra Moskova –belki bir şekilde yine kendi gözetiminde– doğrudan Ankara’yla Şam’ın görüşmesini dayatacaktır. 

Bu aslında çok da imkânsız bir şey değil. Geçmişten biliyoruz: AKP iktidarıyla Esad yönetimi arasında çok büyük bir yakınlık vardı; karşılıklı ziyaretler çok sık olurdu, ortak basın toplantıları düzenlenirdi, ortak kabine toplantıları düzenlenirdi; Erdoğan ve Esad aileleri arasında bir yakınlık vardı. Hatta Esad ve eşi yanılmıyorsam 2007’de İstanbul’da İstinyePark’ın açılışını Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’la beraber yapmışlardı — o sırada Erdoğan cumhurbaşkanı değildi, başbakandı tabii ki. Ama sonra ne oldu? Esad, halkının –Arap Baharı’yla aynı dönemde başlayan– demokrasi talebini çok kanlı bir şekilde bastırdı, bastırma yoluna gitti ve orada ipler koptu. İplerin kopmasının bir nedeni tabii ki Esad’ın bu saldırganlığıydı, ama bir diğer nedeni de, Libya, Mısır ve Tunus örneklerine bakan AKP yönetiminin Suriye’de aşağıdan yukarıya rejim değişikliğinin kaçılmaz ve hatta hızla olacağına inanmasıydı. Orada bir hesap yaptılar ve bu hesap çok yanlış çıktı ve bu yanlış hesap nedeniyle de Esad yönetimiyle, Şam’la ilişkileri kopardılar. Ama daha önemlisi, yıllarca sürecek olan bir iç savaşın Suriye’den sonraki en büyük mağdurlarından birisi oldu Türkiye. Bunun nasıl bir mağduriyet olduğunun detaylarına girmeye gerek yok; milyonlarca göçmen, çok büyük ekonomik kayıplar ve insanî kayıplar… Bütün bunlar burada yapılan bir hesap hatasıyla yaşandı. Eğer Türkiye orada Esad’la ilişkisini belli düzeylerde de olsa muhafaza etseydi, iç savaşa bu kadar angaje olmasaydı, topraklarını iç savaşa ve muhalefete bu kadar yoğun bir şekilde açmamış olsaydı –daha sonra biliyorsunuz, muhalefetin dışında, yabancı savaşçılar da geldiler ve genellikle Türkiye’yi de çok sık kullandılar–, bunlar olmasaydı belki de bu kadar büyük bir iç savaş olmayacaktı; Suriye ve Türkiye bu kadar mağdur olmayacaktı. Her neyse; zararın neresinden dönülse kârdır diyerek bugün tekrar bu ilişkinin yeniden inşa edilmesini beklemek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu kaçınılmaz bir şey. Zaten siz anlaşma metnine artık Suriye Arap Cumhuriyeti diye yazıyorsanız, Suriye’nin toprak bütünlüğü konusundaki vurgunuzu bir kere daha güçlü bir şekilde tekrarlıyorsanız bu kaçınılmaz bir şey. Suriye’deki yönetim artık ülkenin büyük bir kısmını tam anlamıyla kontrol altına almış durumda. Dünyada Türkiye’den başka Esad’ın gitmesi gerektiğini savunan kimse kalmamış durumda; sevmeyeni çok, ama Esad’ı sevmeyenler de olabilecek en iyi seçenek olarak görüyorlar onu. Belki de şöyle hesaplar yapıyorlar: “Belli bir normalleşmeden sonra Esad da değişir ya da ülke belli anlamlarda demokrasiye, özgürlüklere doğru açılabilir” diye bir beklenti olabilir. Ama Esad’ı devirme konusunda çok büyük bir beklenti yok. Bir zamanlardaki Esad’a karşı koalisyonların yerinde yeller istiyor ve Türkiye bu anlamda tam olarak yalnız bir durumda. Zaten tekrar tekrar şunu söylemek lâzım: Ne İran ne Rusya, Suriye’deki yönetimin değişmesine asla izin vermeyeceklerdir. Tam yıkılacağı düşünüldüğü anda Tahran’ın ve Moskova’nın devreye girmesiyle beraber –ki çok büyük yatırım yaptılar, askerî anlamda, ekonomik anlamda, diplomatik anlamda ve bir anlamda Esad’ı ipten aldılar–, onu kimseye kurban edeceklerini, hele Ankara’ya kurban edeceklerini sanmıyorum. 

Bu süreç içerisinde İdlib gerginliği sırasında bir de şunu gördük tabii ki: Batı, Türkiye’ye güvenmiyor — ne Avrupa Birliği (AB) ne de Amerika Birleşik Devletleri (ABD). Türkiye’yle ilişkilerini bir şekilde muhafaza etmek istiyorlar; ama Türkiye için çok da fazla risk alacak ya da şu andaki Erdoğan yönetimi için çok da fazla risk alacak durumda değiller. Dolayısıyla Ankara’nın Suriye’de Rusya’yı bir şekilde karşısına alarak, Rusya’nın istemediği bir çizgi tutturabilmesinin imkânı tam anlamıyla yok. Ne bir Batı desteği var –en son gördük: Patriot bile yollamadılar; önce yollanacağı söylendi, ABD Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey’nin söylediğine göre bu konuda Amerikan yönetiminde ciddi görüş ayrılıkları var. Savunma Bakanı Esper tam da Jeffrey Türkiye’ye geleceği zaman açıklama yaparak yollamayacaklarını söyledi. Burada tabii ki gerekçe S-400’lerin konuşlanması, her neyse. NATO Türkiye için birtakım olumlu şeyler söylüyor, ama hiçbir şeyin garantisini vermiyor. Dolayısıyla Türkiye Suriye’de büyük ölçüde yalnız başına kalmış durumda ve bu yalnızlığını aşmak için Moskova’yla ilişkilerini güçlendiriyor. Moskova’yla ilişkileri güçlenen bir Ankara’nın önünde Şam’da rejim değişikliği diye bir seçenek olması mümkün değil. 

Sonuç olarak: Bu görüşme –hangi kademede olursa olsun– bir şekilde olacak, olmak zorunda — göreceğiz. Ondan sonra da, yapılacak olan bu görüşmeler yeni bir zafer olarak kamuoyunun karşısına çıkarılacak. Tabii bu arada anamuhalefet partisi ve başkanı Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere her türden Suriye’de yönetimle görüşülmesini savunanlar uzun bir süre şeytanîleştirildi, sürekli bunun üzerinden çok büyük propagandalar yapıldı, insanlar hainlikle suçlandı. Ama yarın öbür gün “Reel politik bunu gerektiriyor, doğrusu budur” diye bu noktaya bir şekilde geleceğiz. İlk sırada olmayabilir, farkındayım, ama bir şekilde Türkiye Suriye’deki olayı çözebilmek için, Suriye bataklığından en az zararla çıkabilmek için bunu yapmak zorunda kalacak. Bunu görüşüyor olmak, Esad’ın bugüne kadar yaptıklarını doğruluyor olmak anlamına gelmeyecek. Aynı şekilde Ankara’nın Şam’a karşı hafızasında çok kötü örnekler var; ama karşı tarafta Şam’ın da aynı durumda olduğunu düşünmek lâzım. Son günlerde dikkat çekici bir husus da var tabii: Esad, verdiği demeçlerde, Türkiye’yi yönetenler hakkında değilse de Türkiye hakkında genellikle olumlu mesajlar veriyor — onu da özellikle vurgulamak lâzım. 

Evet, eninde sonunda bu olacak; çoktan olması gerekiyordu, “Zararın neresinden dönülse kârdır” olacak. Keşke bunlar baştan bu yerlere gelmeseydi; bu kadar büyük eziyet, mağduriyet yaşanmamış olsaydı, ama yaşandı. Bir yerden sonra bunun durması gerekiyor; Şam’da namaz kılmak vs. ancak Suriye’yi yönetenlerle birlikte kılınacak bir namazla bu mümkün olabilir, bunu kabul etmek gerekiyor. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.