Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Osman Kavala’dan ne istiyorlar?

Gezi olaylarından beraat eden Osman Kavala 15 Temmuz darbe girişimine karıştığı iddiasıyla tutuklanmıştı, şimdi de casusluk suçlamasıyla yeniden tutuklandı. Devletin Kavala nefretinin arkasında ne var?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Osman Kavala tam 861 gündür tutuklu, bayağı bir zaman oldu. 18 Ekim 2017’de gözaltına alınmıştı, 1 Kasım 2017’de tutuklanmıştı. Osman Kavala hakkında dün yine apar topar yeni bir tutuklama kararı daha çıktı. Bu sefer “casusluk” iddiasıyla tutuklandı. Biliyoruz; önce uzun bir süre tutuklu kaldı, neden yargılanacağı belli değilken bir Gezi Davası yaratıldı, yanında başka sanıklar da eklendi. Ondan bütün sanıklarla beraber beraat etti; tahliye olduktan hemen sonra hakkında 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne dahil olmaktan yeni bir dava açıldı ve ondan tutuklandı. Onunla ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararı beklenecekken, tam karar yaklaşmışken, bu sefer apar topar casusluktan tutuklandı. 15 Temmuz ve casusluk iddialarının hepsinin temelinde Henri Barkey adlı, aslen Türkiyeli olup Amerikan vatandaşı olan araştırmacıyla görüştüğü iddiası var. O iddianın doğru olmadığı da bir şekilde kanıtlanmıştı; ama zaten Henri Barkey Türkiye’de bilinen bir isim, Türkiye’ye çok gelip giden bir isim ve AKP’lilerin yakından tanıdığı bir isim. Hatta Bülent Arınç bu konuda, “Eğer bu bir suç ise hepimizin yargılanması gerekir” demişti. 

Şimdi niye böyle oluyor? Osman Kavala niye bir türlü hak ettiği özgürlüğe kavuşamıyor? Bunun birinci nedeni tabii ki Türkiye’de yargının bağımsız ve tarafsız olmaması, siyasî iradeye, iktidara bağımlı olması ve iktidarın da Osman Kavala’dan –iktidar derken tabii ki öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kastediyorum– hazzetmemesi. Hazzetmemek tek başına bir insana bunca çileyi çektirmek için –neredeyse üç yıl olacak– yeterli olmaz. Bunu biraz daha bir irdelediğimiz zaman, karşımıza son yılların Türkiye’sinde yaşananlar, birilerinin yaptıkları, birilerinin yapmadıkları, birilerinin yapamadıkları çıkıyor. Osman Kavala aslında yaptıklarından dolayı suçlanmak isteniyor; ama yaptığı şeyler doğrudan Türk Ceza Kanunu’na göre suç olmadığı için kendisine başka şeyler yüklenmek isteniyor. Yani Osman Kavala, bugün Türkiye’de “sivil toplum” diye bir olaydan bahsedilebilecekse bunun en önde gelen isimlerinden birisi. Ama ilginç bir şekilde o yargılanana kadar –yani gözaltına alınana kadar– çok kısıtlı bir çevre dışında pek tanınan bir isim değildi. Çünkü bunu gösteriş olarak yapan bir isim değildi, popüler olmak isteyen birisi değildi, öyle röportaj vs. veren bir isim değildi; ama sivil toplum konusunda, kültürel alanda, temel hak ve özgürlükler konusunda, Kürt sorunu konusunda çalışan yerli ve yabancı herkesin bir şekilde bildiği, bir şekilde beraber iş yaptığı birisiydi. Bu anlamda devletin de yakından bildiği birisiydi. Devletin Kürt sorununu barışçıl yolla çözme perspektifine sahip olduğu dönemlerde Osman Kavala’nın önü açılmıştı; ama daha sonra AKP iktidarı güvenlikçi politikalara yöneldiğinde, bu sefer eski barışçıl çözüm yanlılarının birçoğunun başına gelenler bir şekilde Osman Kavala’nın da başına geldi. Ama burada tek mesele Kürt meselesi değil, onun dışında çok daha farklı yönler de var. 

Değişik vesilelerle Osman Kavala’yla ilgili yaptığım yayınlarda, ya da yaptığım yayınların içerisinde, ona ayırdığım bölümlerde değindim. Örneğin önümde 21 Eylül 2018 tarihinde yaptığım bir yayının metni var. “Osman Kavala Olayı ve Türkiye Burjuvazisinin Hali”diye bir yayın yapmıştım ve orada Osman Kavala’nın bir burjuva ailesinden geldiği, iyi eğitimli olduğu, ama buna rağmen gençliğinde bir şekilde sol görüşlerle tanışıp farklı bir yere doğru gittiği, ama bu arada ailesiyle bağlarını koparmadığı, hatta aile şirketinin sorumluluklarını bir şekilde üstlendiğini ve ikisini beraber yürüttüğünü söylemiştim. Burada aslında Osman Kavala –o yayında da söyledim, ama şimdi özellikle altını çizmek istiyorum–, Türkiye’de AKP iktidarında, özellikle AKP iktidarının son yıllarında Erdoğan’ın hiçbir şekilde hoşlanmayacağı bir şey yapıyor. Zengin birisi olmasına rağmen, büyük burjuvaziden gelen birisi olmasına rağmen, bir kapitalist olmasına rağmen, Türkiye’de toplum için fedakârlık yapıyor ve gerektiğinde burada devletin çizdiği sınırlarla yetinmiyor. Osman Kavala’nın benim bildiğim kadarıyla hiçbir şekilde devleti doğrudan karşısına alan, onunla kavga eden bir aktivizme girmişliği yok. Devlet bunu göstermeye çalışıyor ve buradan bir suç yaratmaya çalışıyor. Zaten burada da ikinci bir özelliği çıkıyor karşımıza: Onun sakin bir şekilde sadece ve sadece sivil toplum faaliyetlerine odaklanmış olması ve bunu yaparken de alabildiğine politize bir duruş sergilememesi. Tabii ki her sivil toplum faaliyeti aynı zamanda politik bir faaliyettir, bu doğru; ama aktivizm, muhaliflik vs. gibi bir vurgusu, benim gördüğüm kadarıyla –yaptığı çalışmalarda gördüğüm kadarıyla– yoktu. Daha çok işe odaklanmıştı; yani şöyle söyleyelim: Bağcı dövmek değil, üzüm yemek isteyen birisiydi. Bu anlamda kötü örnek oldu, çünkü Türkiye’de birilerinin demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri, kendi ekonomik çıkarları gerektirmese dahi, hatta kendi ekonomik çıkarlarının aleyhine olsa dahi pekâlâ desteklebileceğini gösterdi. Çünkü biliyoruz ki Erdoğan, bir yandan kendi denetiminde yeni bir burjuvazi yaratma yoluna gitti; ama diğer yandan da Türkiye’nin büyük burjuvazisiyle, ona birtakım imkânlar sağlayarak, onun önünü açarak ve başına gelen gelebilecek –özellikle çalışanlardan gelebilecek– tehditlere karşı onları koruyarak bir şekilde onlarla bir ittifak yapmıştı, yaptı — bu hâlâ büyük ölçüde sürüyor. Kimi durumlarda da onları birtakım tehditlerle –vergi gibi, siyasî birtakım araşlarla– belli bir hizaya çekti ve bütün bu süreç içerisinde büyük ölçüde biata tanık olduk. 

TÜSİAD’ın arada sırada yaptığı birtakım açıklamalar var, ama bu açıklamaların çoğu soyut; belli bir yerden öteye gitmeyen ve bir işe yaramamış açıklamalar oldu. Hiçbir zaman Türkiye’de son yıllarda yaşanan alabildiğine otoriterleşme, demokrasiden uzaklaşma, hukuk devletinden uzaklaşma, temel hak ve özgürlüklerin gaspı, özel olarak basın özgürlüğüne yönelik ihlâller konusunda etkili bir duruş sergilemediler. Kimi zaman sergilemek de istemediler… Böyle bir yerde Osman Kavala gerçekten kötü bir örnekti ve bir anlamda cezalandırılması gerekiyordu. Kötü örnek olduğu bir diğer yön de tabii, bütün bu süreç içerisinde, gözaltına alındığı 18 Ekim 2017’den bu yana boyun eğmeme çizgisini sürdürmesi. Bu da çok ilginç; yani öyle arabulucularla özür diler gibi birtakım pozisyon değiştirme çabaları vs. olmadı benim gördüğüm kadarıyla — olsaydı karşılığını alırdı diye tahmin ediyorum. Ama öte yandan, hiçbir zaman da mahkemelerde ya da yaptığı açıklamalarda, yolladığı mektuplarda ya da kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplarda da hiçbir zaman çok keskin çıkışlar yapmadı. Olmayan hukukun içerisinden konuşmak gibi zor bir işi çok iyi becerdi. Bu da devletten kaynaklı ona yönelik öfkenin, nefretin bir başka nedeni. Yani şöyle söyleyeyim: Çok sert çıkışlar yapan, ortalığı birbirine katan biri olsaydı, belki bambaşka bir yere doğru evrilebilirdi Osman Kavala’nın olayı. Onun sakinliği, kendisini haksız yere cezalandıranları daha fazla öfkelendiriyor benim gördüğüm kadarıyla. 

Bir diğer husus da tabii — birçok yayında söylediğim bir husus: Onun özellikle Avrupa’da çok iyi tanınması, AB’nin önde gelen liderlerinin onun için, onun lehine kulis yapması — bu da özellikle Erdoğan’ı kızdıran bir şey. “Böyle sahip çıkıldığına göre bunda bir iş var” noktasına getiriyor; halbuki ortada öyle bir iş yok; çünkü bir anlamda, Türkiye’de hak ettiği ölçüde, yeterince sahiplenilmeyen birisinden bahsediyoruz. Çok meşhur George Soros ile olan ilişkisi, Açık Toplum Vakfı’nın yöneticisi olması ve Türkiye’de Soros karşıtlığının sağdan sola, İslamcısına, milliyetçisine, sosyalistine kadar birbirinden farklı kesimleri birleştiriyor olması gibi bir husus da var. Zaten devlet onu Gezi Davası’nın bir numaralı sanığı yaparak aslında çok büyük bir stratejik yanlış yapmıştı. Çünkü onu bir davaya koymaları gerekiyordu, Gezi Davası’na koydular. Ama Gezi, çok geniş bir kesimin meşru gördüğü, sahip çıktığı bir olaydı. Çok ilginç bir şekilde Gezi’yi meşru görüp Osman Kavala’nın pozisyonunu, onun Açık Toplum Vakfı’yla ilişkisini vs. beğenmeyen, sevmeyen, hatta bundan nefret eden kişiler de vardı, orada devlet bir yanlış yaptı. Gezi Davası beraatle sonuçlandı, şimdi çok daha abes bir 15 Temmuz ve casusluk suçlaması ortaya atılıyor. Gezi bir yere kadar –Osman Kavala da zaten Gezi’den yana olduğunu gizleyen birisi değil–, ama 15 Temmuz ve casusluk gibi iler tutar bir tarafı olmayan suçlamalarla tutuklu yargılanan –daha yargılandığını da görmüyoruz– Osman Kavala’ya, Türkiye’de demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden yana olduğunu iddia eden kesimlerden hak ettiği ölçüde bir destek gelmiyor. 

Bu noktada çok acı bir örnek: Dün partisini ilan eden Ali Babacan’a FOX TV‘de Osman Kavala sorulduğu zaman verdiği cevap çok acı. O da, “Önce tutuklayıp sonra tahliye ediyorsunuz. Bu ülkeye yabancı yatırımcı gelir mi?” cevabı. Pekâlâ gelir; yabancı yatırımcının çok da fazla hukuku önemsediği söylenemez; tabii ki hukuku göz ettikleri yerler de var, ama hukuktan çok uzak yerlerde çok büyük yabancı yatırım olduğu gerçeği de var. Türkiye’ye özgürlük vaadiyle gelen yeni bir partinin liderinin Osman Kavala sorusuna, “Osman Kavala’nın bir dakika bile tutuklu kalması temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine aykırıdır” cevabını veremiyor olduğu bir ülkedeyiz. Bu da bizim ayıbımız ve acımız olsun. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.