Modern tarihin gördüğü en büyük krizlerden birini yaşıyoruz. Bildiğimiz dünyanın sonu bir kez daha gelmiş olabilir. "Salgından Sonra" haber dizimizde etkileri yaşamın her alanında hissedilen koronavirüs salgınının ardından dünya nasıl bir yer olacak sorusuna cevap arıyoruz. Bu soruyu ekonomiden siyasete, felsefeden psikolojiye, sinemadan edebiyata alanında uzman kişilere sorduk.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayten Zara, insanların hayatlarını “sahip olmak” ya da “olmak” üzerine sınırlandırdığını bu yüzden de kendilerine, ötekine yabancılaşmış olduğunu söylüyor. Zara’ya göre salgından sonra insanlar birbirlerine tutunarak yaşamak gerektiğini tekrar hatırlayacak.
“Bu durum insan hayatında büyük bir belirsizlik ve kaygıya ancak aynı zamanda sosyal yakınlaşma yoluyla iyileşmelere de zemin olacaktır. Uzun zamandan beri insan teknolojik aklın kontrolüyle pazar ekonomisinin tutsağı olarak fark edilmek, beğenilmek ve daha çok beğenilmek için kendini bir nesneye dönüştürmüş hayatını ‘sahip olmak’ ya da ‘olmak’ üzerine sınırlandırmıştı. Bunun sonucunda insanlar kendine, ötekine ve doğaya yabancılaşmaya, kopmaya dair zaten bir gizli bir bunalım içindeydi. Küresel olan bu salgın ve ölümler sonucu varoluşsal olarak varlığını, ilişkilerini, değerlerini, hayatının anlamını yeniden sorgulamaya başladı. Bu salgının etkisiyle her birimiz insanın insana tutuna tutuna var olabileceğini, umut edebileceğini, birbirimizin varlığında ve dayanışma içinde anlamlı bir hayatın yaşanacağını yeniden kavrayabiliriz. Dolayısıyla, uzun vadede bu salgının insanın kendine ve ötekine yabancılaşmasını, kopukluğunu ve sosyal değerlerini onaracak bir etkisi olacağını düşünüyorum.
Evlerde kalma durumuyla beraber, her ne kadar kopuk yaşadığımız ailemize yeniden kavuşma duygusuyla iyi hissetmeye başlasak da yaşam alanlarımızın daralmasıyla sürekli birlikte olmak, salgının ölümcül sonuçlarına bağlı stresin artması bireysel ve ilişkisel olarak bazı dramatik sonuçlar doğurabilir. Mesela SARS salgını sırasında ve karantinaya alınanların yüzde 29’unun TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) belirtileri gösterdiğini ve yüzde 31’inin sosyal izolasyondan sonra depresyon belirtileri yaşadıkları bulunmuştu.
Koronavirüs durumunun hangi yaş grubunu hangi düzeylerde etkileyebileceğini bilmiyoruz, ancak haftalarca süren sosyal uzaklaşma ve tecritin çocukların ruh sağlıkları üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü çocukların uyum sağlaması gereken birçok durum oluştu. Günlük rutin ve faaliyetlerinin bozulması, arkadaş etkileşimin olmaması ve elbette virüsün kendisinden korkma gibi koşullar var.Bu belirsizlik kaygıyı, bilinmeyen korkusunu ve stresi kışkırtır. Buna bağlı olarak küçük çocuklardan yetişkinlere kadar herkes birçok duygunun karışımını yaşayarak ruhsal dengelerini kaybedebilir. Böyle alışılmadık ve öngörülemeyen bir durumda stres ve kaygı normaldir.
Şimdi akut dönemden çıkıp daha hüzünlü ve kederli bir döneme girmek üzereyiz. Salgın nedeniyle ani kayıpların ve değişimlerin yarattığı depreyson ve matemi unutmamalıyız.. Sevilen insanı sonsuza değin kaybetmiş olmanın gerçeği daha çok sevilmesine ve yüceltilmesi eğilimini ortaya çıkarır. Ancak bu kayıpların görsel ve yazılı medya da yeterince yer verilmemesi, bireysel ve toplumsal yası kolaylaştırıcı desteğin olmaması acıları ve yası derinleştirir. Böyle görmeden, aniden kaybetmiş olmanın acısı insanın bir parçasını yutarak kistleşir. Bu durumda yas tutan kişi, kaybettiği kişinin imgesinde sıkışıp kalır, diğer taraftan da içi boşalmış, takatsiz kalmış hisseder. Çünkü hem kaybettiği kişi için hem de kendisinden kaybettiği bir parça için yasını tutar. Bu nedenle kaybı olan ailelere destek şarttır. Ayrıca, toplumsal olarak bir çok kaybın yasını tutmaya başaladık. İşimzi, güzümüzü, günlük rutinimizi, sosyal özgürlüğümüzü, planlarımızı kaybetmiş olmaya dair karışık duygular içindeyiz. Bu duygular gün geçtikçe ağırlaşabilir. Toplumsal dayanışma, paylaşma, empati bu süreçte çok fayda sağlayacaktır.”