Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Akit TV’deki Ahmet Davutoğlu söyleşisinin gösterdikleri

Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof. Ahmet Davutoğlu’na 21 Mayıs 2020 Perşembe gecesi konuk olduğu Akit TV’de layık görülen saygısız ve saldırgan muamele AKP iktidarının içinde bulunduğu ruh halini anlamada epey yardımcı oluyor.

Yayına hazırlayan: Sema Kızılarslan

Merhaba iyi günler. Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof. Ahmet Davutoğlu, dün gece Akit TV‘ye konuk oldu.  Ve bayağı uzun bir programda kendisine –sağlı sollu– yöneltilen saldırgan sorular karşısında bayağı serinkanlı bir şekilde, sabırlı bir şekilde cevap verdi; ama bazen onun da kendini tutamadığı anlar oldu. Bunu gördük. Burada, bu olay aslında bugün Türkiye’nin nasıl bir durumda olduğunu bize gösteren, çok berrak bir şekilde gösteren bir deneyim. Bu konu bana birçok şeyi birden düşündürdü. Programı izlemedim. Yani canlı olarak izlemedim. Sonra bayağı bir baktım, izleyenlerle konuştum ve ortaya çıkan tablo sonuç itibariyle bir tür Ekrem İmamoğlu’na seçim öncesi Ülke TV‘de yapılmak istenen olayın bir benzeri gibi gözüküyor. Ahmet Davutoğlu’nu hırpalamaya ve akılları sıra köşeye sıkıştırmaya çalışanlar ava giderken avlanmışa benziyorlar ve sonuç olarak bir yekûn olarak bakıldığı zaman, aslında bu programdan Ahmet Davutoğlu kârlı çıkmışa benziyor. 

Ama bu kâr nasıl bir kâr? Açıkçası bu konuda şüphelerim var. Zaten bunu bir şekilde dillendirmek istiyorum. Dünkü yayının öyküsünü öğrendim. Neden çıktı diye. Anladığım kadarıyla Ahmet Davutoğlu’na Akit TV’den sürekli olarak birtakım saldırılar yapılmış. Özellikle İstanbul Sözleşmesi üzerine söylediklerinden hareketle, yakınlarına göre Davutoğlu’nun sözleri çarpıtılarak birtakım ataklar olmuş. Saldırılar olmuş. Ve kendisini yayına davet etmişler. Özellikle Muharrem Coşkun –ki kendisi Akit TV’nin yayın koordinatörü, haber koordinatörüymüş, adını açıkçası ilk defa duyduğum birisi, onu da vurgulayayım, bu sayede adını öğrendim– kendisi davet etmiş. Meydan okumuş bir anlamda diyelim, Akit TV adına. Davutoğlu da kabul etmiş ve 2 hafta önce, program günü olarak dün geceyi kararlaştırılmışlar. Burada 4 kişi var — yöneten Fatin Dağıstanlı; Yeni Akit’in sahibi ve köşe yazarı Ali İhsan Karahasanoğlu var; bir de Kenan Alpay var, gazeteci, ki Kenan Alpay muhlis birisidir, sakin birisidir.  Ve dünkü yayında da o diğerlerinin yaptıklarına çok fazla –tabii özellikle Karahasanoğlu’nun yaptıklarına– çok fazla dahil olmamış birisi. Hatta onu tanıyan ve sevenler “Keşke orada olmasaydı” diyorlar. 

Şimdi aklıma hemen bir şey geldi. Daha doğrusu bir arkadaşım hatırlattı. Biz 10 Şubat’ta Sedat Pişirici ile Ahmet Davutoğlu’nu stüdyoda kabul ettiğimiz zaman –karantina öncesi tabii, stüdyoda yayın yapıyorduk–, o zaman kendisinin birtakım yakınmaları üzerine, ben araya girip şöyle demişim ona — okumak istiyorum: “Şu içimde kalmasın. İngilizcede “Welcome to the Club” lafı vardır. Türkiye’de sizin başınıza gelenler, vakfın –yani Bilim ve Sanat Vakfı’nın, Şehir Üniversitesi’nin başına gelenler–, şikâyet ettiğiniz bütün bu durumlar, sizin de çok aktif bir şekilde iktidarda olduğunuz dönemde değişik kişilerin başına geldi. Sizin sıranız şimdi geldi” dedim. Ve buna çok itiraz etti. Çok kızdı aslında. Sakin bir şekilde cevap verdi ama kızdı. “Bunun zikredilmesi doğru bir şey değil, suçluluk duygusu verdirmeye gayret ederek zikredilmesi hoş değil. Ben hayatım boyunca hiçbir zaman, hep özgürlükleri savundum” dedi. Ama ne derece doğru, ne derece yanlış? 

Değerlendirmesi ayrı ama “Welcome to the Club!”, yani dün yaşadığı da. Öyle bir kulüp gibi bu; daha önce Muharrem İnce, Ekrem İmamoğlu girdi. İktidar yanlısı gazetecilerin sözüm ona saldırıları; ama onun ötesinde bir kulüp var. Bu kulüp şöyle bir kulüp: Bir tarafta sırtını iktidara dayayan birtakım insanlar var, kurumlar var, gazeteler, televizyon kanalları, internet siteleri vs.. Ve bunlar sırf iktidardan aldıkları güçle, herkese her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar. Ve onlara her şey serbest oluyor. Ama baktığınız zaman ne derinlikleri derinlik, ne olaylara hâkimiyetleri hâkimiyet, ne derslerini çalışıyorlar… Yani böyle iddialı, diyelim ki Ahmet Davutoğlu ile yayın yapacaksınız, haftalar, günler öncesinden belirlenmiş ve hedefinizde Ahmet Davutoğlu’nu köşeye sıkıştırma var. Yanlış bir şey. Gazetecilik böyle yapılmaz, ama diyelim ki yapıyorsunuz, bari dersinizi çalışın. Ders çalışma ihtiyacı da duymayan, aslında belki de çalışsalar da bir şey öğrenemeyecek insanlar söz konusu. Güçlerini sadece ve sadece iktidarla olan ilişkileriyle, ilişkilerinden alıyorlar ve o gücü muhafaza edebilmek için, korumak için de kendilerine vazifeler çıkartıyorlar. İktidar adına avcılığa çıkıyorlar. İktidar adına insanlara saldırıyorlar. Ellerindeki her türlü imkânı bunun için kullanıyorlar. 

Hakkını yememek lâzım, Akit hep böyleydi. İktidar yokken de böyleydi. Bir yere sırtını dayayıp, karşı tarafa gazeteciliğin bütün evrensel ilkelerine aykırı bir şekilde saldıran bir mecradır. Gazeteyken adı değişti biliyorsunuz. Akit’ti, Vakit oldu vs.. Hep aynı üslûbu takındı; ama ilginç bir şekilde Akit‘in zamanında AKP iktidarda yokken –yani İslâmî iddialı partiler iktidarda yokken– olan pozisyonunda da aslında düz bir İslamcılık yoktu. Hep böyle baktığınız zaman, çalışanları vs. yazı yazanları falan, düz, standart bir İslâmcılık kalıbına uymuyordu. Neye uyuyordu? 

Ben bunu tam 20 yıl önce Birikim‘de çıkan bir yazımda “Lümpen İslâmcılık” diye tanımlamıştım. O tarihte Ortadoğu üzerine çalışan araştırmacıların Mısır ve İran’dan hareketle geliştirdikleri bir kavramdır “lümpen İslâmcılık”. Onun Türkiye’deki en açık tezahürü olan görmüştüm, Birikim’de böyle bir yazıyı kaleme almıştım. Ve o zamandan bu zamana Akit, iktidarlarla olan ilişkileri değişmekle beraber lümpenliğini hiçbir zaman bozmadı. Orada çok istikrarlı bir şekilde yoluna devam etti ve iktidarın yanındaki –bu yazıyı 20 yıl önce yazmışım yani yazıya bakıyorum; tarihi: sekizinci ay, Birikim’de 2000 yılında çıkmış; ondan bir süre sonra, yani iki yıl sonra AKP iktidar geldi–; o tarihten sonra da Akit‘in iktidardan aldığı güçle bunu yaptığını gördük. Burada sorun tabii ki başından itibaren Ahmet Davutoğlu’nun –en azından AK Parti iktidarının başından itibaren– önce danışman, sonra büyükelçi, dışişleri bakanı ve başbakan ve AK Parti Genel Başkanı olma süreçlerinde Akit hep vardı, o tür insanları hep vardı. Ve bu insanlar Ahmet Davutoğlu’na hiçbir şekilde dokunmadılar. Ahmet Davutoğlu da onlara dokunmadı. Beraber hep birlikte iktidarın içerisinde yollarına gittiler, ama Davutoğlu şu ya da bu şekilde o yoldan ayrıldığı zaman, tekrar Davutoğlu’nu karşılarına hedef olarak koydular. 

Burada Akit’çilerden bir istikrar beklemek falan tabii ki söz konusu değil. Bunlar tam öyle; dün öyle bugün böyle. Yarın bambaşka bir şey olursa bambaşka bir şey olacak. Onlar öyle bir çizgi izliyorlar. Ama sorun şu: Dün Akit istisnâydı; ya da az sayıda, az sayıdaki bir yaklaşımın öne çıkan temsilcisiydi Akit. Bugün o yapı, o câmiâ, her neyse, büyük ölçüde Akit’leşti, yani lümpenleşti. Derinliksiz, derinlikten uzak, sığ. Tamamen ve tamamen saldırıya yönelik. Dezenformasyona yönelik yaklaşımlar, bugün iktidarı destekleme iddiasındaki herkes tarafından açık bir şekilde benimsenen yaklaşımlar hale geldi. Yani normalde ilk yıllarda çok iyi hatırlıyorum, o tarihlerde birtakım AKP’liler ile tartıştığımızda, Akit örneğini verdiğimizde, onlardan “Mahallenin kötü çocukları” olarak bahsederler ve onların çok önemli olmadığını, hiçbir etkilerini olmadığını, çok da fazla kaale almamak gerektiğini söylerlerdi.

Ama zamanla baktık ki bu yaklaşım hepsine ama hepsine, bir zamanlar en iddialı entelektüel iddialı olanına da, en kendi halinde olanına da, iktidarın yanında durmaya da devam edenlerin hemen hemen hepsine bir şekilde yapıştı. Bu arada tabii bu hareketle hiçbir ilişkisi olmayan birtakım yeni iktidar yanlıları bu trene ya da gemiye hücum ettiler. Medyada da bunlar bulundular ve bunlar da üç aşağı beş yukarı aynı şeyi yaptılar; sonra da zaten –ki bu konuyu bugün Kemal Can ile yapacağımız, bir saat sonra yapacağımız “Haftaya Bakış”ta detaylı bir şekilde tartışmayı düşünüyoruz– bir trollük üzerinden gitmeye başladı. Aslında Akit‘in bu kadar cevval olmasının nedeni bu yeni trol müessesesinin kendi yerlerini almaya başlaması. Kendilerinin etkilerinin kalmaması, etkilerinin giderek azalması ve amansız bir mücadele var aslında. İktidar yanlıları arasında amansız bir mücadele var. Önce gazete olarak vardı, televizyona geçti. Çünkü televizyonda daha etkili olacağını düşündü. Ama şu anda televizyonların da çok fazla yok etkisi yok. Etkili olabilmek için böyle büyük prodüksiyonlara ihtiyaç duyuyorlar. Ama böyle büyük prodüksiyonlara ihtiyaç duydukları zaman da bu pekâlâ ellerinde patlayabiliyor. 

Bu aslında Türkiye’deki İslâmî hareketin ve AKP hareketinin nasıl bir dejenerasyon içerisine girdiğinin ve nasıl çöküşe gittiğinin çok açık bir örneği. Hep şöyle tasvir edildi — demin söylediğim gibi: “Onlar dip, oralara bakmayın. Biz başka bir şeyiz,” denirdi. Şimdi o dipte bir buluşma söz konusu. Peki Davutoğlu ve diğerlerini bunda payı yok mu? Var, hem de çok var. Zamanında –bugün tabii ki hiçbir zaman Davutoğlu ile Akit’çileri kıyaslamak, onunla beraber hareket edenleri kıyaslamak mümkün değil ama– çok iyi biliyorum ki bir zamanların en meşhur trol başlarından bazıları da şu anda Davutoğlu’nun partisinde yer aldılar. Hiçbir şey olmamış gibi, tabii ki eski trollüklerini bıraktılar. Onu görüyoruz. En azından böyle bir ilerleme katettiler, ama bizzat mağduru olduğum birtakım saldırılara imza atmış kişilerin bazılarının orada olduğunu da biliyoruz. Bunu kendileri de biliyor, başkaları da biliyor. Sonuçta bu bir süreçti ve bu süreçte iktidarda kalmak, iktidarı muhafaza etmek adına olumsuzluklar, negatiflikler, yanlışlar, her türlü bozuk eğilimler diyelim, yanlış eğilimler hep “kol kırılır yen içinde” olarak görüldü. Kimi zaman öyle de görülmedi, istifade de edildi. Ama daha sonra bir bakıyorsunuz, kopmalar başlayınca, ayrılmalar başlayınca, benzer şekiller işte orada kulübe dahil oluyorlar ve benzer şeyleri kendileri de çok ciddi bir şekilde yaşıyorlar.

Geçenlerde AK Parti’den yakın zamanlarda kopmuş birisi ile sohbet ediyorduk. Yine bir yerde bir küçük çaplı lince uğramıştı. Ben de ona şunu söyledim: “’Yani bu sizin başınıza gelenler, herhalde bizim gibi insanların, sizden olmayan insanların başlarına zamanında neler gelmiş olduğunu herhalde birazcık tasavvur etmenize imkân sağlıyordur.” Yıllar boyunca yaşanan bu şeylere, bu nefret suçlarına –birçok yerde– şu ya da bu şekilde sessiz kalan, içlerinde kavga olmasın diye sessiz kalan insanlar, bugün bunları karşılarında görüyorlar. Şimdi tekrar yayına dönecek olursak; Akıl var izan var. Ahmet Davutoğlu gibi Türkiye’de İslâmî kesimin son dönemlerde yetiştirdiği en önde gelen isimlerden birisi söz konusu. Yani sevin sevmeyin, Ahmet Davutoğlu’nun kariyeri, eğitimi ortada. Yani tabii ki çok kişi eleştiriyor. Hepimiz dahil. Değişik dönemlerde duruşlarını, Suriye politikasını vs. vs.. 

Ama sonuçta Ahmet Davutoğlu, kaba deyimle: Bir marka. Ve siz Ahmet Davutoğlu’nu alıp karşınızda bir güzel harcayacağı düşünüyorsunuz. Yani bunu düşünebiliyor olmak, Davutoğlu gibi birisini oturtacağım, benim stüdyoma gelecek –bir de tabii burada misafir, Davutoğlu arada söylüyor: “Böyle mi davranılır misafire? Allah’tan korkun” diyor. Onlar da, “Korkuyoruz” diyorlar. Ama yani akıl var mantık var; nasıl yapacaksınız? Bir kere hadi gazetecilikle alâkası yok bu olayın; bunu biliyoruz yani. Yani açık söylemek gerekirse; “Siz kim Davutoğlu kim?” gibi bir durum var ortada. Buna rağmen bir cüret var. Bu cüret nereden geliyor? Tabii ki esas olarak iktidara sırtını yaslamaktan geliyor. Ama bir diğer yerde de ne var? Tabii ki iktidara kendini kanıtlama var. Ama sonuçta ne oluyorsunuz? Ava giderken –tekrar oldu ama– ava giderken avlanıyorsunuz. Ve herhalde bunun karşılığında size bir şekilde birileri, yaranmak istediğiniz kişiler bunun faturasını kesecektir. 

Çok kötü bir örnek. Bunun gazetecilik üzerinden tartışılacak hiçbir şeyi yok. Herhalde Davutoğlu ve diğer kendi halinde işleri yapmak isteyen ve uzun bir süredir mesafeli oldukları, Türkiye’nin düzgün bağımsız gazetecilerinin nasıl saygın ve meşakkatli bir iş yaptıklarını herhalde bu tür olaylardan sonra görüyorlardır. Görmeseler de olurdu, ama bu olayı yaşamış olmaları, Türkiye’nin ve AKP iktidarının ve AKP iktidarı destekçilerinin nasıl her geçen gün daha hazin bir hâle doğru savrulduklarını bize gösteriyor. Dolayısıyla ne diyelim? Ahmet Davutoğlu’na geçmiş olsun. Buradan, hani kulübe girmediğini söylüyor; ama tekrardan, “Kulübe hoş geldiniz” diyelim. Ve bunların aslında çok öğretici olduğunu, keşke ayda bir böyle şeyler olsa da insanlara bu Türkiye’deki yalın gerçeğin, bir şekilde düşülen durumun bu kadar yalın bir şekilde dışavurumu pek olmuyor. Bu anlamda böyle bir örnek yaşandı. Hayırlara vesile oldu diyelim. Ve tekrar söylüyorum, bu konu da dahil olmak üzere trolleşmeye ben “Türkiye’de trollerin yeniden yapılandırılması” diyorum. Onları da tartışacağımız ve tabii ki Cihat Yaycı olayını tartışacağımız “Haftaya Bakış”ı da izlemenizi öneririm. Saat 16:00’da. Evet, Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.