Alain Caillé: “Dost canlılığı siyasal söyleme girmeli”

Catherine Calvet’nin 25 Mayıs’ta Libération’da sosyolog Alain Caillé ile yaptığı söyleşiyi Haldun Bayrı çevirdi.

Alain Caillé

Dost Canlılığı (les convivialistes) hareketinden gelen, özellikle Bruno Latour, Noam Chomsky ya da Edgar Morin gibi isimlerin altına imza attığı İkinci Manifesto’yla, “Macron’cu neo-liberalizmi de faşizan milliyetçiliği de kendine yakıştıramayanlara solda bir alternatif öneriliyor” diye açıklıyor, hareketin kurucusu sosyolog Alain Caillé. 

Evlerden çıkılmaması kararından önce Şubat ayında Actes Sud yayınevi tarafından yayımlanan “İkinci Dost Canlılığı Manifestosu. Neo-liberalizm Sonrası Bir Dünya İçin” (Second Manifeste convivialiste. Pour un monde post-néolibéral) ile birlikte, ilk manifestosundan yedi yıl sonra Dost Canlılığı Enternasyonali (l’Internationale convivialiste) dönüyor. Sosyolog Alain Caillé’nin kurduğu bu yeni enternasyonali, içlerinde Edgar Morin, Noam Chomsky, Bruno Latour, Wendy Brown, Hartmut Rosa, Fabienne Brugère, Philippe Descola ve Chantal Mouffe’u da sayabileceğimiz çok sayıda entelektüel destekliyor. Sonraki dünya için öneriler sunan bu ikinci müdahale, şu yaşadığımız dünya krizi sırasında daha da yankı uyandırıyor. 2013’te çıkan ilk manifesto, gezegen çapında birbirimize bağımlılığımız konusunda ısrarcıydı; ikincisi ise, neo-liberalizmi güçlü bir biçimde sorgulama konusu ediyor. 

“Dost canlılığı”nı nasıl tanımlarsınız? 

Komünizm, sosyalizm, cumhuriyetçilik ya da anarşizm gibi diğer seküler dinlerin yerine geçebilecek bir fikir gibi ele almak gerek bunu. Dost canlılığında bütün bu farklı ideolojilerden bir şey vardır. Birinci Manifesto dört ilkenin paylaşımıyla tanımlıyordu bunu: ortak insanlık, ortak toplumsallık, meşru bireyleşme, yaratıcı muhalefet. Çevre krizinin cesameti karşısında, “ortak doğallık” ilkesini de ekledik. Bu ilkelerin her biri modernliğin dört büyük ideolojisinin unsurlarını yeniden ele alıyor. Ortak insanlık fikri komünizmin esin kaynağıydı; sosyalizmin esin kaynağı ortak toplumsallıktı; anarşizm meşru bireyleşmeyi arıyordu; siyasal özgürlükçülük/liberalizm ise yaratıcı muhalefeti tanıyordu. 

Neo-liberalizmin, mutlakiyet defterinin kapatılmasını sağlayan tarihsel liberalizmin tamamen nitelik değiştirmesi olduğunu belirtelim. “Liberalizm” ile “neo-liberalizm” arasındaki ilişki üzerine tartışmalar sürüp gitmektedir elbette. Kimilerine göre, birinci zorunlu olarak ikinciye götürmektedir. İnanmıyorum buna. Her halükârda, tartışma sayesinde, yaratıcı muhalefet sayesinde, soldan merkez sağa kadar giden bir yelpazede imzacıları bir araya getirmeyi başardık. 

Güncel sağlık krizi tüketim toplumlarımızın ölçüsüzlüğünü (hubris) sınırlama fikrine güç katmıyor mu? 

Gerçekten bu pandemi, hubris’in, her şeye kadîr olma arzumuzun ve uygarlığımıza özgü ölçüsüzlüğün de sonucu. O hubris’i sınırlamanın gerekliliği ve bunun hangi yollardan yapılacağı üzerine düşünmeye itmeli bizi. Ama işleyiş tarzımızı sorgulamak için suçluluk duygusu aşılayan ya da ahlâk dersi veren bir yola bilhassa başvurmamak gerekir; seferber edici hakiki bir siyasal tasarı önermek gerek. 

Dost canlısı bir yönetişim günümüzdeki krizi nasıl idare ederdi? 

Hakikaten dost canlısı bir yönetişimde, kamu yararını muhtemelen güncel siyasal şahsiyetlerden daha fazla kendine dert edinen kadınlar ve erkekler olurdu. Kamu hizmeti fikri şu son yirmi-otuz yılda demokratik elitlerimizde nadir görülür bir şey haline geldi. Dost Canlılığı hareketi katiyetle yaşamsal olan bir demokratik tartışma etiğini yeniden geçerli kılardı. Bu krizin idaresinde noksanlığı çekilen budur da; belki öncelikle budur. Bir tür saydamsızlığa ve tartışma yokluğuna, genel bir öngörüsüzlüğe tanık olduk. Tek bir cümlede özetlenemeyecek, ama genel olarak karışık ve bulanık bir iklim yaratan bir sürü şey. 

Daha fazla demokrasi için dost canlılığı mı diyorsunuz? 

Birinci Manifesto 2010’lu yılların başında çıktığı zaman, dost canlılığının demokrasiden taraf olması bâriz geliyordu. Bugün bunu belirginleştirmek isabetli olur. Gençliğin büyük bir bölümünü artık demokratik ideal ille de heyecanlandırmıyor. Üstelik demokrasi gezegenin her yerinde büzüşüp duruyor. Dolayısıyla demokratik idealin hâlâ ne kadar temel olduğunu, ama aynı zamanda ve bilhassa onu derinleştirip güncellemek gerektiğini vurgulamamız gerekiyordu. O ideal bugün çok daha fazla katılıma açılmalı ve çoğul bir evrenselcilikle (pluriversalisme) beraber yürümelidir. 

Birinci Manifesto çoğu Fransız ve hepsi Fransızca konuşan 64 şahsiyet tarafından imzalanmıştı. İkinci Manifesto ise 33 ülkeden 300’e yakın imzacıyı bir araya getirdi. 

Bugün siyasal tasarıların çoğu gibi dost canlılığının da ancak uluslararası bir ölçekte hakikaten anlamı olur. Dost canlısı bir yönetişim gündemde değil, ama dünyada bu yönde yürüyen bütün yerel ya da ulusal girişimlerin teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Üyelerinin çoğunluğu İngilizce konuşan Uluslararası Sosyoloji Derneği’nin (ISA) şu andaki başkanı da bize katıldı; bu dernek dost canlısı fikirleri 17 dilde tanıtıyor. Dost canlılığı ya küresel olacaktır, ya da var olmayacaktır. Aynı anda yereldir, bölgeseldir ve ulusaldır. 

Seçimlerde dost canlısı bir program ne zamana? 

Dost canlılığının sonunda siyaset oyununa şu veya bu şekilde müdahale etmesi de gerekecek. Nitekim, iş entelektüeller arasında kalırsa, çok ileri gidemeyiz. Kurumlaşmış siyaset alanında isabetli yaklaşımlar getirmeliyiz. İkinci Manifesto için solun solundan merkez sağa varıncaya kadar imzacıları nasıl bir araya getirdiysek, ahalinin Macron’cu neo-liberalizmi de faşizan milliyetçiliği de kendine yakıştıramayan ve dramatik bir biçimde siyasî ifade ve temsil sıkıntısı çeken bütün bir bölümünün bize kulak vermesini sağlamalıyız. 

Böyle bir tarihî ittifak İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Mutlu Günler programıyla komünistlerden De Gaulle’cülere kadar herkesi bir araya getiren Ulusal Direniş Konseyi tarafından gerçekleştirilmişti. Hayli karşılaştırılabilir bir durumdayız diye düşünüyorum, zira bu uzun sağlık krizi baş döndürücü bir ekonomik krize yol açma riski arz ediyor. Dolayısıyla çok âcilen yeni bir toplumsal ve siyasal rejim tahayyül etmek gerek. Ama bu istikamette ilerlemek için adını koymaya ihtiyacımız var. 

Şu anlığına, “dost canlılığı”ndan başka şey görmüyorum piyasada. Hiç kimseye ait olmadığı için bu isim, birbirini arayan gruplaşmalara bandıra hizmeti görebilir. Fikirlerimiz ilerliyor ve siyasal söylemde git gide daha fazla tekrarlanıyor. (Bkz. Avrupa Ekoloji ve Yeşiller’in (EE-LV) başı Julien Bayou’nun 2 Mayıs tarihli Libération söyleşisi). 

Çok sayıda ilerici fikrin 70’li yıllar ile 2020 arasında gerilediğini söylüyorsunuz. Öyleyse sonraki dünya nasıl olacak? Neo-liberalizm sonrası bir dünya mı? 

Bu gerileme dünyanın her tarafında oldu. Çok çeşitli ufuklardan ve tüm uluslardan kimseleri bu saptama üzerinde de bir araya getirebiliriz. Çeşitlilikten bahsediyorum, çünkü hali vakti epey yerinde CEO’ların bile bu neo-liberal şoktan mustarip olduklarını düşünüyorum. Liberalizm sonrası dünya ekolojik geçişin dünyası olacaktır; henüz yeterince ciddiye alınmıyor bu. Yeni bir vergilendirmenin de dünyası olacaktır. 60 ve 70’li yıllardaki ABD’nin –komünist olduğu söylenemeyecek bir ülkenin!– vergi rejimine dönmek bile, kaydadeğer önemde bir ilerleme olurdu. Yüksek gelirlerdeki en yüksek vergi oranı o yıllarda hâlâ % 70’ti. Böyle bir vergilendirme, vergi cennetlerine yerleşmiş olan şirketlere uygulanan bir vergilendirmeyle birlikte düzenlenmelidir. Bu cinsten vergi önlemleri Fransa’ya yılda 50 milyar Euro civarında gelir sağlardı. 

Bir evrensel gelire mâlî kaynak sağlarken, hastane gibi kamu hizmetlerini kurtarmak ve sadece yoksullar için olmayıp tarımcılarla ufak esnafı da piyasanın spekülasyonlarından korumak için bu gelirden büyük ölçüde yararlanılabilirdi. 

Büyümeden vazgeçmek mi gerek peki? 

Dost canlıları ne büyümeyi ne küçülmeyi överler; onlar büyüme-meyi (a-croissance) överler. Bilinemezciliğin/Agnostisizmin bazı inanışlar hakkında fikir beyanında bulunmayı reddetmesi gibi, büyüme-me yanlıları da büyümeyi şeytanlaştırmayı ya da fetişleştirmeyi reddederler. Ama siyasal tartışmanın GSYİH’den bir ya da iki ondalık puan kazanmak için en iyi reçeteye sahip olduklarını iddia edenler arasındaki bir çekişmeyle sınırlı kalmasını da reddederler. 

Artık büyüme olmasa bile, nasıl daha iyi yaşanır diye soralım kendimize daha ziyâde. Bu soru özel olarak âcil bir hâle gelmedi mi? 

Kapak fotoğrafı: «Démocratie» serisinden parça, 2016. Emmanuel Pierrot. VU 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.