Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yeni partiler, eleştiri ve özeleştiri: Ruşen Çakır ve Ünsal Ünlü tartışıyor

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Ankara’daki gazeteci arkadaşım Ünsal Ünlü ile, yeni partileri, yani Deva Partisi ve Gelecek Partisi’ni konuşacağız. Ünsal, merhaba.

Ünsal Ünlü: Merhaba, iyi yayınlar Ruşen.

Çakır: Gördüğün gibi biz normalleşmeye başladık. Stüdyoya geldik. Allah sonumuzu hayır etsin diyelim.

Ünlü: İnşallah. Korona bitti artık, öyle söyleniyor biliyorsun. Bitmiş olmalı.

Çakır: Ünsal, biz şimdi seninle yeni partileri konuşacağız. Aslında şöyle bir sorum var. “Yeni partiler” diyoruz; ikisi de AK Parti’den koptular ve peş peşe kuruldular. Ama ikisi de ayrı ayrı bundan rahatsız oluyor. Hem Gelecek Partisi hem Deva Partisi, birlikte anılmaktan rahatsız oluyor. Onu bir şekilde vurgulayalım; ama biz mecburen bir süre, yine “iki parti” diye konuşacağız. Şimdi bir tartışma var. Bu tartışmanın bir yerinde, biz sanki seninle karşı karşıya geldik gibi gözüktük; onu birazcık açalım. Bu yeni partilerin, şu âna kadar ve bundan sonraki stratejilerinde kendi geçmişleriyle kurdukları ilişki meselesi var. Mâlûm, ikisi de AK Parti’yi bıraktıktan sonra işlerin kötüye gittiğini söylüyorlar. Ali Babacan için biraz daha eski, Ahmet Davutoğlu için biraz daha yeni. Ali Babacan’ın yetkileri, kısa bir dönem yaptığı Dışişleri Bakanlığı’nı saymazsak, esas olarak ekonomiyle sınırlıydı. Ama Ahmet Davutoğlu hem başbakan hem parti genel başkanı olarak çok daha geniş yetkilere sahipti.

Ünlü: Yalnız Ali Babacan’ın AB Müzakerecisi görevi var, onu unutmayalım.

Çakır: Evet. Şunu soracağım: Sen bu iki partinin ve iki liderin de neyi tam olarak yapmadığını söylüyorsun? Onu anlat, üzerinden tartışalım.

Ünlü: O zaman, öncelikle tartışmanın nereden çıktığını anlatayım: İki gün önce yaptığın yayında senin kullandığın bir ifade var; bence üzerinde tartışılması gereken ifade o zaten. Sen özeleştiri getirme konusunda, 2,5 grubun bu iki partiye karşı çıktığını söylüyorsun. Bu partilerin liderlerinin özeleştiri getirmesi gerektiğini söylüyorsun. Bunlardan bir tanesi, “Çekingen AK Parti’liler”. Herhalde hiçbirimiz, beni de, Murat Yetkin’i de, Murat Sevinç’i de çekingen AK Parti’li konumuna sokamaz. İkincisi çok doğru bir tanımlama: “Ne olursa olsun muhalif” olanlar — ki Türkiye’de siyaset bundan çok çekti; bundan sonra da çok çekecek. Buçuk olan grupta da “iyi niyetliler” var diyorsun. Şimdi, eğer “iyi niyetliler” arasına bizler gireceksek, “iyi niyet”i tartışmak zorundayız. Çünkü ben şunun farkındayım: Evet, birtakım insanların kendi geçmişlerini dışlayarak, sütre gerisinden taş atmasından rahatsız oluyorsun. Hatta bunların isimlendirilmesi de mümkün. Ama bir yandan, bizim söylediklerimiz de bunun içine giriyor. Ben ne söylüyorum? Mesela şunu anlatıyorum: Demin sen konuşurken, bir anda 2001 yılında, Ankara Bilkent Otel’deki toplantı geldi aklıma. Bu parti kurulurken sen de oradaydın, ben de oradaydım. Bu partinin ismi konduğunda, yani “AK Parti” denildiğinde, biz çok uzun bir süre bu partiye “Yeni parti” dedik. Bugünkü kırılma o dönemde de vardı. Yani Refah Partisi’nden Fazilet Partisi’ne, Fazilet’ten kırılarak Saadet Partisi’ne geçen süreçte, bu grup ayrıldığında kendine yeni bir tanımlama yapmasına rağmen, “Yeni Parti” olarak adlandırılıyordu. Bana yıllar sonra bir sohbetimizde, Cemil Çiçek “Bana eski partinin, ‘ANAP’ın gericisi’ diyorlardı, ben şimdi bu partinin ilericisi oldum” demişti. Bu değişim, dönüşüm insanlara mutlaka anlatılmalı. Çünkü demin senin söylediğin, benim de söylediğim, mesela Murat Yetkin’in de anlattığı, Murat Sevinç’in de yazısında dile getirdiği özeleştiri şöyle bir şey: “Biz geçmişe takılalım, kalalım, hiçbir şey yapmayalım; bu adamlar kötüydü, bırakalım” demiyoruz. En azından ben bunu demiyorum. Ama şunu söylemek istiyorum ve bunun açılımı yapıldı. Bundan 1,5 ay kadar önce korona nedeniyle evde kalmaya yeni başladığımızda bir online röportaj sırasında Ayhan Sefer Üstün –biliyorsun, şu an Ahmet Davutoğlu’nun sağ kolu, eskiden Meclis’te Adalet Komisyonu’nda çok önemli ve yetkin bir üyeydi, AK Parti’nin önemli isimlerinden biri– “Kimse bizden itirafçı olmamızı beklemesin” dedi. Tam da açıklayıcı cümle bu. Kimse sizden itirafçı olmanızı beklemiyor. Ama sizin Mehmet Dişli ile ilgili, mesela Ahmet Davutoğlu’nun söylediği o günü aydınlatan sözleri: Yani Mehmet Dişli –15 Temmuz Darbesi’nin 2 numarası– “Neden emekli edilmedi?” sözünü Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak görev yapmış bir insan, açıkça Erdoğan ile ilgili söylüyorsa, ben bunun devamını merak ediyorum. Niye? Çünkü bunlar Türkiye’de parlamenter demokrasiyi sakatlayan uygulamalardı. 

Bak, sana çok net bir örnek vereyim, bu örnek üzerinden gidelim. Türkiye’de 7 Haziran Seçimleri yapıldı ve AK Parti yenildi, net. Ama bunun üzerine anayasaya ve anayasal teâmüllere çok aykırı bir şekilde, Recep Tayyip Erdoğan Ahmet Davutoğlu’na üst üste hükümet kurma görevi verdi. Oysa bu anayasal teâmüle aykırı ve Ahmet Davutoğlu sesini çıkartmadı. O günlerde –eğer yanlış hatırlamıyorsam, 2015’in Ağustos’u olmalı– Tuğrul Türkeş bir gece içinde partiye katıldı. Keşke notlarımı da çıkarsaydım, hafızama biraz güvenerek çıkartmadım. İki sene sonra Tuğrul Türkeş’e soruduğunda “Ahmet Davutoğlu bana ‘Yarın akşam saat 18.00’e kadar karar ver, sana bakanlık vereceğim. Gelmeyeceksen haber ver, başkasını bulayım’ dedi. Ben de bunun üzerine, Türkiye’de siyasetin tıkanmasına izin veremeyeceğim için girdim, katıldım. Bundan sonra, aslında birinci tercihim bu olmamasına rağmen AK Parti’de olacağım” dedi. Bu dönemi Ahmet Davutoğlu’nun anlatması lâzım. Çünkü ben bu işin bu kadar basit olduğuna inanmıyorum.

Çakır: Şimdi Ünsal, şöyle bir husus var: Burada anladığım kadarıyla bir strateji söz konusu. Bu partilerin ayrı ayrı, ama özellikle Ali Babacan’ın partisine bakıldığında, muhalefette daha fazla heyecan uyandırdığı yolunda yorumlar yapılıyor. Böyle bir algı var.

Ünlü: CHP içinde çok ciddi tedirginlik yarattığını söyleyebilirim Ruşen.

Çakır: Şimdi burada esas husus şu değil mi? Bu iki partinin AK Parti tabanından neyi ne kadar koparabilecekleri ve ne hızla koparabilecekleri sorusu esas. O açıdan bakıldığı zaman bu söylediğin hususlar, yani yüzleşme hususunda daha temkinli olmaları anlaşılır gelmiyor mu sana?

Ünlü: Şimdi burada dünkü yayının içinde kurduğun ikinci cümlede “tuzak” olarak niteliyorsun. Ben öyle düşünmüyorum. Tam tersine… Bak mesela şunu birinci elden tanıklıkla sana söyleyebilirim: Ali Babacan’ın parti oluşumu, özellikle bu 140journos’un yaptığı çok iyi PR çalışması var ya, sen de izlemişsindir, o belgesel filan değil, bayağı PR yapılmış. Ama çok sağlam, öyle ki CHP içinde çok ciddi tedirginlik yarattı bu, doğru. Ama işin öbür boyutuna baktığımız zaman, insanlarda şu tedirginlik her zaman var: Demin, Ali Babacan’ın görevlerini saydın. Mesela ben Ali Babacan ile tanıştığım zaman –yanlış hatırlamıyorsam 2001 yılının Eylül’üydü herhalde–, partide Şaban Dişli’nin yardımcısıydı. Şaban Dişli o zaman Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı’ydı. Ali Babacan da onun yardımcısıydı. O dönemden beri tanıdığım bir insan. Ve 2018 yılına kadar partide milletvekilliği yaptı. Bana kimse şunu ispat edemez, anlatamaz ve beni de ikna edemez: 2018’e kadar ses çıkartmadın, 2018’den sonra “yaşananların yanlışlığını savunabilmek için”, Cüneyt Özdemir’e “İçeride kalıp mücadele etmek için” diyor. Bir kere bu doğru olamaz. Niye? O zaman içeriden çıkışlarına bakmak lâzım. Sen kendi kararınla ayrılmıyorsun ki. 2018’de seni milletvekili adayı yapmıyorlar. Ahmet Davutoğlu’nunki çok daha acı; bir genel kurul kürsüsüne çıkartıyorlar. Binali Yıldırım’la beraber gelmiş; kürsüden ağlayarak “Bu benim kararım değildi” diyerek ayrılıyor. Şimdi bu, Türkiye’de siyasette tıkanma getirmez ki. 

Bir de Ruşen, şunu söylemek istiyorum — ben gazeteci olarak görevimin şu olduğuna inanmıyorum: “AK Parti gitsin, ama nasıl giderse gitsin”. Sen de bundan çok şikâyetçisin biliyorum. “Gazeteci değil, aktivist” dediğimiz hikâye bu. Yani elinde bayrak sağa sola saldırıyor. AK Parti’nin nasıl gideceği beni ilgilendirmiyor. Ama demokrasinin nasıl geleceği çok ilgilendiriyor. Eğer böyle gidersek biz sakatlayarak gideceğiz. Yani bunların konuşulmadığı bir düzlemde, Türkiye, en basitinden Erdoğan’ın bile çıkıp “Allah da affetsin, millet de affetsin” dediği ortama bu kadar hızlı dönme şansımız bana kalırsa yok.  

Çakır: Sanki burada şöyle bir sorun var. İkimiz de bu partiyi kuruluşundan beri yerinde izleyen gazetecileriz. Hatırlarsın, mesela Abdullah Gül olayı vardı. Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan arasında birtakım sorunlar vardı. Başkalarının da oluyordu vs.. Ama bunların hemen hemen hiçbirisini açık, aleni bir şekilde yapmadılar. Mesela Ali Babacan “Ben zamanında şuna itiraz etmiştim, buna mesafe koymuştum” diyor; Davutoğlu da söylüyor, ama bunların hiçbirisi aleni bir şekilde yapılmadı. Yani “Kol kırılır yen içinde kalır” mantığı bu harekette çok güçlü bir şeydi. Şimdi olayı bir de şöyle düşünmek lâzım — kimseyi mâzur göstermek anlamında söylemiyorum: Şimdi bunlardan herhangi birisi, geçmişe yönelik çok sert bir şekilde bir şeyler söylese, bu sefer de “Bugüne kadar aklınız neredeydi?” diyecekler. Mesela, geçen gün sosyal medyada bir şey yayınlandı, gördün mü bilmiyorum; Ankara’da Beypazarı’nda galiba, Ali Babacan’ın yapmış olduğu bir kapalı toplantının bir belediye başkanı tarafından notları. Gördün, değil mi onu?

Ünlü: Gördüm.

Çakır: Ali Babacan o sırada görevli. Özeleştiri olarak tanımlanabilecek bir yığın şey söylüyor. Hatta belediye başkanı sonuna not düşmüş: “Toplantı boyunca bir kere bile referandumda ‘evet’ denilmesinden bahsetmedi” diyor. Bu belge şimdi çıkıyor. Ama biz zamanında Ali Babacan’ın hiçbir zaman “Referanduma ‘evet’ denmesin” dediğini görmedik. Ama şimdi kalkıp “Parlamenter sistem doğrudur,” vs. diyorlar. Böyle çelişkili, garip bir durum var. Şunu söylemeye çalışıyorum: Bugün kalkıp geçmişe yönelik olarak çok ciddi birtakım eleştiriler getirmeleri halinde, bir başka boyut, “samimiyet” boyutu eklenecek.

Ünlü: Ama şu anda da o samimiyet boyutundan uzak değiller ki…

Çakır: Kopuşlarını meşrû gösteren… Bu da onlara bir zayıflık algısı getirecek. Çok zor bir durumda olduklarını tahmin ediyorum.

Ünlü: Son söylediklerini duymadım Ruşen.

Çakır: Bu “zor bir durum” diyorum. Diyelim ki, külliyen geçmişe yönelik “Ben zaten zamanında da rahatsız olmuştum” gibi sert şeyler söylese, bu sefer de insanlar, “Hadi ya, zamanında rahatsızsan niye söylemedin?” diyecek. Kopmalarını meşrulaştırmak için üretilmiş gibi bir sonuca da varabilir, yapacakları değerlendirmeler. Bunu mâzur göstermek anlamında söylemiyorum, ama işleri çok zor. Yani bir tarafta, hiçbir şey olmamış gibi devam etmek, çok fazla o konulara girmemek; bir tarafta da, onlarla çok sert mücadele etmek. İkisinin de artısı ve eksisi çok fazla ve anladığım kadarıyla, geçmişi çok konuşmadan, daha çok ileriye bakmayı tercih ediyorlar.

Ünlü: Ama Ruşen, bu mümkün değil ki. Yani iki iyelikten birini tercih edeceksin. Tamam, kendini geçmişte çok fazla takılıp bırakmayacak, o dönemin hatalarını anlatabilirsin. Mesela, Ahmet Davutoğlu’nun şu çıkışını çok önemsiyorum; çok aşağılandığı bir programda o sözün boşa söylenmediğinden eminim. Sen de, ben de yaptığımız programlarda bunu söyledik: Akit TV’de katıldığı program, insanlık dışı bir programdı. O programda Mehmet Dişli ile ilgili söylediği lâfı çok önemsiyorum. Ama bununla birlikte, Türkiye’de demokrasinin çıkmaza girme gerekçesini anlatmaya mecburlar. Burada, “Geçmişte birçok şeyi biz yaptık, üstüme takılır.” Tamam, onu demesin. Bu, siyaseten çok mantıklı da değil, bunun farkındayım. Ama mesela ben çok iyi biliyorum, geçmişte seninle NTV’de 10 sene beraber çalıştık. O dönemde ben AK Parti muhabiri olarak MYK’lardan haber yapardım; MYK’nın perde arkası yazılırdı. Bugün, NTV görmemeye çalışıyor; “Yanlışlıkla haber yaparız” diye korkuyorlar ama. Mesela ben o gün yaptığım haberlerin pek çoğunda Ali Babacan’ın, içeride, ekonomik konularda karşı çıktığını biliyorum. Bunların söylendiğini biliyorum. Dönemin AK Parti’lileri yüzde 100 doğrulayacaklardır; altını çizerek söylüyorum: Erdoğan’ın, zaman zaman da hakaretâmiz ifadelerle Ali Babacan’ı durdurduğunu biliyorum. En azından, burada ortaya çıkışı, hani Ankara Beypazarı’nda belediye başkanının notlarından çıkan şeyler gibi şeyler olduğunu biliyorum. Ama ben şuna ikna olmuyorum: “Geçmişte birtakım şeyler yaşandı, sarılalım, öpüşelim, barışalım.”  

Hatırla: 2001 yılında bu partinin kuruluş toplantısında ilk kez duyduğumuz yeni bir cümle vardı: “Yeni siyaset”. Erdoğan, ilk yaptığı grup toplantısında da söylemişti: “Artık Türkiye’de ‘eski siyaset’ anlayışı bitti, ‘yeni siyaset’ var.” Şimdi bakıyorum: Hem Ali Babacan’ın hem Ahmet Davutoğlu’nun söyleminde, “Yeni siyaset” sözü var. Bu siyaset nasıl yeni bir şey? Ben 30 yıllık gazeteciyim. Sen benden çok daha eskisin. Ben siyasetin yenilendiğini şu yaşıma kadar defalarca duydum; bir şey değişmiyor. Bugün bu tarzda devam ederse, siyasette yine bir şey değişmeyecek. Oysa mümkün, yapılabilir. “Evet, hatalar bunlardı” demek, kimsenin pullarının, payetlerinin dökülmesi anlamına gelmez ki. En azından barışarak gidilebilir. Çünkü Türkiye’de, AK Parti’nin Refah Partisi’nden kopup çıktığı dönemde, biz uzun süre “Milli Görüş gömleği”ni tartıştık. O gömlek kimin üstünde? Refah Partisi’nin geçen seçimde muhteşem kampanyası vardı: “Hâlâ tertemiz duruyor, sizi bekliyor” diye yapmışlardı, hatırlıyor musun? Mesela o “gömlek” tartışması Türkiye’de çözülebilseydi, biz pek çok yerden yürüyebilirdik. Ama şimdi ikinci vakanın olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Çakır: Son zamanlarda özellikle Babacan konusunda bir ilgi var — sosyal medyada görüyoruz. Orada da ilginç bir husus var aslında. Davutoğlu da, Babacan da Halk TV, Fox TV’ gibi kanallara da çıkıyorlar. Bu da kaderin garip bir cilvesi, onu da vurgulamak lâzım. Halk TV’nin bugün kimleri ağırladığına baktığımız zaman, her seferinde buruk bir gülümse oluyor bende. Pek izlediğim bir kanal değil, ama haberdar oluyorum tabii. İlginç bir şekilde, YouTube üzerinden izlenen yayınlar daha fazla oluyor. Mesela, en son Cüneyt Özdemir’in Babacan’la yaptığı yayının izlenme oranı 2 milyondu. İkimiz de bu işi yaptığımız için, bunun, şike olabilecek, fabrikasyon rakamlar olmadığını biliyoruz. Gerçekten bir ilgi ve merak var. Ama her zaman olduğu gibi, burada kilit nokta şu: Bu ilgi ve merak, desteğe dönüşecek mi dönüşmeyecek mi? Zaten, bizim tartıştığımız bu eleştiri ve özeleştiri hususları da, o ilgi ve meraktan desteğe geçmenin, o eşiğin sorunları. Açıkçası, ben bu konuyla ilgili en son yaptığım yayında da şunu savundum: Erdoğan’ın Türkiye’ye getirdiklerini, yaptıklarını ve şu anda süren durumu, Erdoğan’ın adını vererek –ki bunu da yapmıyorlar biliyorsun–, Erdoğan’ın adını vermeden, “Türkiye hukuk devleti olmaktan çıktı. Türkiye’de şu oldu, bu oldu” diye konuşuyorlar. Sanki Türkiye kendi başına bir şeyler yapıyormuş gibi.

Ünsal: Bir sabah kalktık, öyle olmuş.

Çakır: Eğer eleştirilerini Erdoğan’ın adını koyarak ve tam anlamıyla yerine getirirlerse, zaten bunu yaptıkları anda özeleştiri boyutunu da içerecektir. Beni en çok rahatsız eden, demin bahsettiğim o yayını yapmaya iten şu oldu: Birileri hiçbir şekilde ilgilenmiyor, asıl dertleri önlerini kesmek. O kişiler iktidara ve Erdoğan’a yaranmak için durumdan vazife çıkartmışlar…

Ünsal: Ya da görevlendirilmişler. Pas geçme bunu.

Çakır: Ve kalkıp “Niye özeleştiri yapmıyorsun?” diyorlar. Ben, onların bir özeleştiri istemesinin tuzak olduğunun kanısındayım. Orada bir özeleştiri yapmaktan kasıt: 1) Zayıflık göstergesi olsun; 2) AK Parti tabanındaki insanları zor bir kavgaya çeksin ve kaybetsin. Böyle bir taktik var. Ama eleştirinin adını koyarak yapılması ve gerçekten demokrasi üzerinden konuşulması halinde, zamanında kendilerinin yaptıklarını ve yapmadıklarını konuşmak durumunda olacaklardır diye düşünüyorum. Bunun en çarpıcı örneği de Mustafa Yeneroğlu. Biliyorsun, burada kendisiyle yaptığım yayın çok ilgi görmüştü; değişik yerlerde de konuşuyor tabii. Açıkçası ben öncesinde böyle bir yayın olacağını beklemiyordum; klasik “Şöyle oldu, böyle oldu” gibi pasif cümlelerle konuşacağını düşünüyordum. Ama Mustafa Yeneroğlu genellikle, “Biz şunu yaptık, biz bunu yaptık” şeklinde, yapılan olumsuzlukların sorumluluğunu kendisi de üstüne alarak konuştu. Bu, aslında yapılabilir bir şey. Zaten, Yeneroğlu’nun DEVA Partisi’nde Genel Başkan Yardımcısı olması, bunun partide zemininin olduğunu gösteriyor.

Ünsal: Ben de bunu söylüyorum. Bir kez daha tekrarlıyorum: Ahmet Davutoğlu’nun, AKİT TV gibi, kendisine kurulmuş çok net bir tuzağın içinde verdiği cevaplar, Türkiye’de siyaset hayatı içinde çok önemli. Ama siz bagajınızla birlikte, o “yeni siyaset” her neyse, yeni siyasette ilerleme şansınız yok; herkes bunu kafasına koysun. Sosyolojide bir metafor vardır: Hani denir ya “Leoparın benekleri gibi, istesen de kurtulamazsın”. Ama kurtulmanın ötesinde, leoparın hayatına nasıl devam ettiğini oturup tartışabiliriz. Mustafa Yeneroğlu’nun o yayındaki sözleri, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içinden atılma sürecinde de söylediği sözlerdi. Ben o yayını izledim, sonrasında tekrarını bir kez daha izledim. Çünkü ilkti ve devamında Mustafa Yeneroğlu defalarca başka yayınlara da çıktı ve hep aynı şeyleri söyledi. Bunu orada da savunduğu için, burada da savunduğu için, insanlar onu DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak değil, Mustafa Yeneroğlu olarak kabul ettiler. Yani siyasette kendine alanı oradan açtı. Oysa bugün, bagajlarını taşıyarak bize gelen insanlar, biri eski başbakan; siyasî politika danışmanı… Demin Abdullah Gül’den bahsettin. Ben Ahmet Davutoğlu ile ilk tanışmamı hatırlamaya çalışıyorum; 2004 yılına kadar gidiyorum. Ne zaman o biliyor musun? “Annan Planı”nın uygulama sürecinde, yani New York’a gittiğimiz, defalarca Kıbrıs’taki referandumu tartıştığımız dönemde. Her zaman Abdullah Gül’e bir parça daha yakın olduğu söylenmiş insanlardan bir tanesi. Ama beni ilgilendiren bu değil. Bugün Türkiye’de demokrasi sakatlandı; bu, çok net. Biz, “Artık olmaz. İnsanlar aklından bile geçirmez” diyorduk: Dört sene olacak, bir darbe girişimi yaşadık. Ve bütün bunları aşabilmek için, Türkiye’de siyasetin ayaklarının yere basabilmesi için herkes üstüne düşeni almak zorunda. “Ben bunu söylersem, siyaseten önüm kapanır. Bunu söylersem, siyasetteki geleceğime çizik atılır” diye düşünemeyiz. Bunu düşünürsek hata yaparız. E, böyle gitme şansımız yok ki. Sen de görüyorsundur eminin, bizim bugün geldiğimiz yer, ideolojinin çok ötesine geçmiş bir yer. Türkiye’de çok pragmatik siyaset konuşmak zorundayız.

Çakır: Bir de Erdoğan, şu âna kadar, engel çıkartma yolunda çok sert davranışlara başvurmadı.

Ünsal: Daha yapmadı.

Çakır: Gerçi, Davutoğlu’nu ilgilendiren bir “İstanbul Şehir Üniversitesi” olayı var. Bir, iki yerde isim vermeden konuştu; en son, YouTube videosu üzerinden Babacan’a öfkesini dile getirdi, belli ki Erdoğan çok rahatsız olmuş. Ama önümüzdeki dönemde “Neyi nasıl yapar, ne yapar, nasıl engeller?” meselesini de düşünerek tedirgin oluyorlardır. Herhalde yerel olarak birtakım engellerle karşılaşıyorlardır. Mesela bina kiralamada bile ciddi engellemelerle karşılaştılar. Bunlardan dolayı bir tedirginlikleri olduğunu ve nereden neyin geleceğini bilmedikleri için çok sakınımlı olduklarını tahmin ediyorum. Ama tabii bu hiçbir şeyin özrü değildir. Şunu söylemek istiyorum: Bu partilerin gündemde olmaları, belli bir ilgi ve merak uyandırıyor olmaları, daha yolun çok başı. Çünkü buradan da buna cevap gelecek, engeller gelecek. Bu cevaplara nasıl cevap vereceklerine, engelleri nasıl aşıp aşamayacaklarına bakacağız. Dolayısıyla, işleri çok da kolay değil gibi. Mesela, AK Parti’nin kurulduğu zamanı hatırla: Saadet ve AK Parti ayrışması olduğunda, hiç de bu kadar zor durumda değildi aslında. Çünkü onlarla uğraşacak bir güç yoktu. Üç partili koalisyon çökmüştü; ülkede sistem, merkez çökmüştü ve bir arayış vardı. Tam da bunun üzerine kondular. Sistem de, onları engelleme konusunda –sistemden geride kalan her ne ise, yani “derin devlet” vs.– çok da fazla uğraşmadı. Her ne kadar Erdoğan ciddi bir şekilde yaralanmış olsa da, hâlâ çok büyük imkânları var; önlerine ayrı ayrı sorunlar çıkarabilir. O sorunlarla nasıl baş edeceklerini kestiremiyorum açıkçası.

Ünlü: Çok haklısın. Kurulmak üzere aldıkları ilk merkez, benim yaşadığım yere çok yakın. O dönemde yaşadıklarını, biraz içinden de biliyorum. Gerçekten de bir baskı olduğunu biliyorum mesela. Ama bu İYİ Parti kuruluş sürecinde de yaşandı. Hatırlasana: Kongre yapılırken, defalarca elektrik kesildi. Bu yapılır. Ayak oyunları bunlar. Bence, demin söylediğin bölüm çok önemli. Erdoğan’ın yapısını ikimiz de çok iyi biliyoruz. Normalde, bu insanların adlarının çok anılmaması için, onlarla ilgili konuşmamayı tercih eder. Ama bugün isimlerden bu kadar bahsediyorsa, “Ben ben ben…” diyorsun. “Ben izin vermesem sen ne yapabilirdin?” gibi bir cümleyle sorumluluğu üzerine alabiliyorsa, bu önemli bir adım. İkincisi, Ben NTV’den atıldıktan sonra ara verdim bunu yapmaya, keşke devam etseydim: Bütün seçimlerde Erdoğan’ın Parlamento’da AKP grubunu ne kadar yenilediğini çıkartıyordum sürekli. İlk seçimde yüzde 47 idi. Sonra, yanlış hatırlamıyorsam, yüzde 74’e kadar geldi. Bunlar yepyeni insanlar. Ve hiçbiri, ekonomi konusunda Ali Babacan’la tartışabilecek durumda değiller; bunu da bilerek ve tanıyarak söylüyorum. Ekonomi kurmayı anlamında, ne CHP içinde Aykut Erdoğdu ile tartışabilirler, ne Faik Öztrak’la tartışabilirler, ne de İYİ Parti içinde Durmuş Yılmaz’la tartışabilirler. AKP, Erdoğan’ın tercihleri nedeniyle, elindeki insan kaynağını da yok etti. Biraz da o yüzden konuşulmasın istiyor. Oysa insanlara umut aşılayacaksan, “Burada şu yanlış yapıldı. Evet, bizim de orada sesimizi çıkartmamız gerekiyordu. Ama şundan çıkartamadık, ya da çıkartamadık” deyip, “Bizim yeni projemiz bu” demek, belki o yüzden daha da önemli şu anda.

Çakır: Yarın Cumhurbaşkanı Meclis’te milletvekilleriyle bir araya gelecekmiş. Herhalde birtakım önlemler alınacaktır. Orada, tabanını ve tavanını tutmak konusunda bir tedirginlik hâli olduğu kesin.

Ünsal: Taban da tavan da çok önemli.

Çakır: Evet. Ve orada insanları tutabilmek için dağıtabileceği çok fazla bir şey kalmadı elinde. Özellikle de ekonomiden dolayı. Ali Babacan’ın ekonomi konusundaki kredibilitesi, en azından AK Parti tabanındaki kredibilitesi de ortada olunca, aslında gerçekten bu partilerin Erdoğan’ı tedirgin ediyor olmasını çok iyi anlıyorum. Bazı insanlar, birçok AKP’linin yeni partilere geçeceğini söylüyor. Ben bunun çok önemli olduğu kanısında değilim. Zaten şu haliyle, milletvekillerinin sadece sembolik bir anlamı var. Ama şimdiden gördükleri ilgi, özellikle DEVA Partisi’nin ve bir ölçüde de Gelecek Partisi’nin gördüğü ilgi, yaşanan Akit TV olayı, bize iktidar medyasının nasıl iktidar aleyhine çalıştığını bir kere daha gösterdi — tam bir “elde patlayan silah” meselesi. Hatta bunu 31 Mart öncesinde de görmüştük. Ahmet Davutoğlu’na yapılan çok saygısızca bir şeydi, ama aslında ona bir hediyeydi. Diyelim ki iktidar, bu partileri engellemek için, elindeki medya ordusuna “Bunları mahvedin” talimatını veriyor. Aslında, bu talimat pekâlâ “Onların önünü açın” talimatına dönüşebiliyor. Geçmişteki Ülke TV, Akit TV örneklerine baktığımızda görebiliriz. Bir tarafta, bu yeni partiler iktidardan gelecek engellemelerden korkarken, öte yandan iktidarın yapabileceği engellemeler pekâlâ bu partilerin işine yarayabilir gibi garip bir durumla karşı karşıyayız.

Ünlü: Çok doğru. Aynı şey İYİ Parti’nin kuruluş aşamasında da oldu. Sanki her şey birbirini tekrar ediyor gibi.

Çakır: Galiba bağlantıda bir sorun oldu, duyamadım sesini. Tekrar eder misin?

Ünlü: Şunu söylemeye çalışıyorum: Burada sanki her şey tekrar ediliyor gibi. Mağduriyet siyasetçinin ekmeğine yağ sürüyor aslında. Erdoğan da kullandı bunu. O dönemde, “Medya bana yer vermiyor” dediğini çok net hatırlıyorum. Ankara’ya geldiğini, İstanbul’da NTV, Doğuş Medya grubu ile görüştüğünü, Doğan Medya’ya gittiğini, Aydın Doğan’a defalarca görüşme talebinde bulunduğunu gayet net hatırlıyorum. Bugün çok büyük bir hata yaptılar: “Medyayı biz düzeltirsek, her şey yanımızda olur” denildi. Ama o kadar kötüler ki Ruşen. Bunu gerçekten söylemek zorundayız. Orada çıkan örnekler, artık sadece ve sadece eksi yazar. Çünkü yalan haber yapıyorsun. Yalan haberin ötesinde, kötü haber, kötü program yapıyorsun; insanlar izlemiyor. O gün Akit TV’de yaptıkları gerçekten büyük saygısızlık. Eski başbakan olduğu sıfatıyla değil, kim olduğundan bağımsız, hiç kimseyi aşağılamak üzere programa çağıramazsınız siz. Ama adamlar öyle bir şey yaptılar ki, Davutoğlu’na artı yazdı. Şimdi eminim, aldıkları talimatlar gereği, bu insanlarla çok daha kısıtlı diyalog kuracaklar. Ama iş işten geçti. Çünkü sosyal medya ve ona bağlı olarak internet medyasının gelişimi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oluşturduğu medyanın gereksizliğini ispatladı. Ben her yerde söylüyorum: En son, Korona salgını nedeniyle eve kapanmadan 1 hafta önce İstanbul’da bir konferanstaydım; orada da anlattım. Israrla söylüyorum bunu: Şu anda Medyascope’un kurumsal etkinliği, Hürriyet’in kurumsal etkinliğinden daha fazla. Milliyet’i, Akşam’ı, Sabah’ı zaten saymıyorum. Bunları geç. Bunların bir önemi yok. Bizim Hazine ve Maliye Bakanımız “Çarpan etkisi” diye yeni bir şey icat etti biliyorsun. Nereden çarptığını bilmiyoruz. Yani cebimde 100 TL var. Çarpan etkisiyle düşündüğünde, ona 500TL diyor. E şimdi aynı şekilde baktığın zaman, bugün yaşadığımız hikâye de oraya geliyor. Bilmiyorum sen ne düşünürsün ama burada, “Nereye kadar gidecek?” sorusu önemli bir soru. Mesela, sence, Erdoğan ne zaman “Hayır. Artık bu insanları durdurmalıyız” diyecek? Ya da diyecek mi?

Çakır: Evet, Ünsal, burada noktayı koyalım. Bu tartışmayı daha çok sürdüreceğiz. Çünkü bu olay, siyasetin gündeminde epeyce yer almaya devam edecek. Bunun da bir nedeni, diğer muhalefet partilerinin eksiklikleri diyelim kabaca. Dolayısıyla, muhalefet alanında bayağı bir boşluk var. Her ne kadar bu yeni partiler anketlerde yüzde 1, yüzde 2 gözüküyor olsalar da, akıllıca strateji ve taktikler geliştirebilirlerse, belli bir etkileri olacağını söylemek mümkün. Sen zaten günlük yayınlarında sürekli takip ediyorsun. Biz de burada takip ediyoruz. Arada yine fikirleri tokuşturalım. Çok sağol Ünsal.

Ünlü: Kolay gelsin hepinize.

Çakır: Evet, Ünsal Ünlü ile yeni partileri tartıştık. İzleyicilerimize de teşekkür ediyorum. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.