Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türk sağının Ayasofya sezonu açıldı

Bu yayında sözünü ettiğim Murat Belge’nin yazısı: Ayasofya, popülizm, çoğunlukçuluk...

Bu yayında sözünü ettiğim Yıldıray Oğur yazısı: Kilise, cami, müze ve koz

Yayına hazırlayan: Zelal Direkçi

Merhaba iyi günler. Ayasofya Türkiye’nin gündeminde kendine yer bulmayı başardı. İktidar ortakları Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi liderleri bu konuda adım adım bir gündem yarattılar. Ayasofya meselesi nedir?  Ayasofya 1934’te camiden müzeye çevrilmişti; fiilen 1 Şubat 1935’te müze olarak ziyaretçilere açılıyor. Atatürk’ün talimatıyla olmuş bir şey. Yıllarca müze olarak faaliyet yürütüyor ve Türkiye’nin geçen sene itibariyle en çok ziyaret edilen tarihi yeri ve girişleri bir hayli pahalı ve Hazine’ye de epey gelir getiriyor.

Ama Ayasofya’nın tekrar cami haline getirilmesi Türkiye’de sağın, Türk sağ partilerinin birbirleriyle yarıştıkları bu husus, genellikle iktidarda değilken gündeme getirdikleri bir husustur; iktidara geldikleri zaman da bir şekilde örttükleri, geri planlara ittikleri bir husustur. Bunun tarihçesini dün Karar gazetesinde Yıldıray Uğur çok kapsamlı bir yazıda kronolojik olarak anlattı. Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi, daha sonra Doğruyol Partisi, ANAP diye gidiyoruz. Sonuçta 921 yıl kilise, 482 yıl cami, 85 yıl da müze olan dünyanın en gözde yerlerinden birisinden bahsediyoruz. Ve bu yerin müzelikten tekrar camiliğe döndürülmesi konusunda Cumhuriyet tarihi boyunca değişik adımlar atıldı. Kimi zaman önergeler verildi, Danıştay’a kararının iptali için başvuruldu vs., ama sonuçta bu müze olarak kaldı. 

AKP iktidarının da gündemine sık sık geldi, Erdoğan da bu taleple çok sık karşılaştı ve genellikle bunları geçiştirdi. Geçiştirirken de hep şunu söyledi: “Önce siz yanındaki Sultanahmet Camii’ni doldurun, sonrasına bakarız !”. Örneğin 31 Mart yerel seçimleri öncesinde Tekirdağ’da yaptığı bir konuşmada, yine Ayasofya söylendiğinde, önce Çamlıca Camii’nden bahsediyor, “Gidin orada kılın namazınızı. Mesele o değil; bu işin siyasî boyutu var. Zaten olay da bu. Bu olayın siyasî boyutu var. Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın, Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgâh !” Bunu 31 Mart seçimleri öncesi Tekirdağ’da söylüyor; ama kısa süre sonra yine 31 Mart seçimleri öncesinde bir televizyon programında daha yumuşak konuşuyor: “Bakalım, yapabiliriz. Adını, Ayasofya Camii koyabiliriz. Neden olmasın?” diyor ve bu böyle kalıyor. 

Bu argüman, yani Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi talebi Türkiye’de genel olarak sağın, ama özel olarak İslamcı hareketin çok önde gelen taleplerinden birisidir. Hatta birçok talebin, İmam-Hatip liseleri, başörtüsü gibi sorunların çözüldüğünü hatırlarsak, geride kalmış tek talep, yani bir mağduriyet üzerinden Ayasofya’nın cami olarak tekrar faaliyete geçmesi kalıyor. Yani son talep. Ve bu son talebi de her zaman için iktidarlar ya da sağ partiler hep sona saklamışlardır ve bir an çok ciddi bir şekilde gündeme geliyorsa –benim akıl yürütmem o–, demek ki iş çok ciddi. Çünkü ellerinde bir kanıt kalmamış, bir projeye perspektif kalmamış, Ayasofya meselesi gündeme geliyor. Adım adım geldi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu sık sık gündeme getirdi ve en son dün akşam televizyon programında bir şeyler söyledi. Öncesinde dün gündüz Devlet Bahçeli’nin daha önceki Erdoğan çıkışlarına destek olarak söylediği, “Çan sesi yerine ezan sesi Allah’ın izniyle Ayasofya’da”. Ama bildiğim kadarıyla çan çalınmıyor Ayasofya’da. Ne çan çalıyor ne ezan var; sadece müze olarak hem kilise cami özelliğiyle birlikte dünyanın en çok ilgi gören yerlerinden, en azından Türkiye’nin en çok ilgi gören tarihi yeri. Buna destek olarak Erdoğan Devlet Bahçeli’yi de örnek göstererek konuştu. Bir kere Yunanistan’ın itirazı var. Yunanistan Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine karşı çıkıyor dinî gerekçelerle. Rusya için de bu söylenir — Ortodokslar için. Erdoğan konuşmanın bir yerinde Yunanistan ile ilgili sorunlara değinirken, Doğu Akdeniz’de doğal gaz aramaları vs. olayından sonra sözü Ayasofya’ya getiriyor, diyor ki: “Bu sefer de kalkıyorlar Ayasofya ile ilgili, ‘Sakın orayı camiye çevirmeyin!’ diyorlar. Türkiye’yi siz mi idare ediyorsunuz biz mi idare ediyoruz? Kaldı ki Türkiye’nin kurumları var.” 

Danıştay’da bir başvuru var ve Danıştay bu kararı durup durdurmamaya karar verecek. Anlaşıldığı kadarıyla Danıştay kararı ardından iktidarın kafasında Ayasofya’yı camiye dönüştürme kararı var. Nitekim Erdoğan şöyle diyor: “Sizden izin almaya asla tevessül etmeyiz; nitekim şu anda icra makamına bile gerek yok. Biz bir hukuk devleti olarak Danıştay’ın vereceği kararı bekliyoruz. Danıştay kararını verdikten sonra atılması gereken adımlar neyse o adımlar atılır.” Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu konusunun ne derece doğru olduğunu sizlere bırakıyorum. Danıştay’ın böyle bir konuda, siyasî bir olay olan ve Erdoğan’ın defaatle söylediği bir konuda nasıl tarafsız bir karar alabileceği de tartışılır. 

Ama büyük bir ihtimalle senaryo şu: Danıştay durduracak ve tekrar burası büyük bir zafer olarak camiye dönüştürülecek. Sultanahmet ve diğer camiler nasıl turistlere açıksa, Ayasofya’da cami olarak turistlere açılacak. Bir diğer senaryo aslında Ayasofya meselesinin halkoyuna sunulması olabilir. Bu açıkçası Erdoğan’ın yapabileceği türden bir olay olurdu. Ancak burada şöyle bir sorun var: Halk oylamasına sunduğu şeye karşısında birilerinin itiraz etmesi lâzım. Ayasofya’nın camiye çevrilmesine halk oylaması öncesinde karşı çıkacak bir siyasi parti olacağını sanmıyorum. Nitekim CHP sözcüsü Faik Öztürk en son ne dedi? Çok net bir şekilde, “18 yıldır iktidardasınız, tek bir adamın kararına bakar bu iş. Bunu istismar etmeyin. Açacaksanız açın!” 

Gerçekten olay “Açacaksanız açın!” noktasında ve CHP burada bir Ayasofya tartışması üzerinden yeni bir kutuplaşma ve bir “biz ve onlar” ayrımı yaratmaya izin vermeyeceğe benziyor. Zaten CHP dışlındaki diğer partilerin de benzer bir tutum takınacağını, hatta bazılarının camiye çevrilmesine destek vereceğini tahmin ediyorum. Dolayısıyla burada iç siyasetten çıkarılabilecek çok fazla bir şey yok. Ama buradan nasıl bir şey elde edilebilir? Niçin böyle bir şey yapılıyor? İlk akla gelen tabii ki gündem değiştirmek. Bu konuda çok yorum yapan var. Ve bunun böyle bir yönü kesinlikle var. Ekonomi tartışmak yerine, Türkiye’nin diğer önemli meselelerini konuşmak yerine, Ayasofya gibi çok fazla itiraz edilmeyecek bir konuyu gündeme getirerek iktidar bir müddet kamuoyunu oyalamak istiyor olabilir. 

Murat Belge’nin T24 çıkan yazısında –ki kendisi tarihçiliği ile de bilinir– bu olayın sadece bir gündem değiştirme olmayacağını, İslâmî popülizm oluşturabilecek bir nokta olduğunu söylüyor — ki katılmamak mümkün değil. Popülistlik olduğunu söylüyor. Kitlenin, kalabalıkların belli bir ihtiyacını belirleyip ona cevap vermiyorsun. Gerçekten de Türkiye’de Ayasofya camiye çevrilsin diye milyonlarca insan yürüyüş yapıyor değil. Ama tabii ki böyle bir talep var. Bu hiçbir zaman kitleler tarafından belirtilen bir talep olmamakla birlikte, önerildiği zaman da aynı kitlelerin itiraz etmeyeceği bir olay. Ve bunun üzerinden bir popülizm yapma olarak tarif ediyor Murat Belge. Şu hususu özellikle belirtiyor — ki bence çok isabetli: Erdoğan sanki bunu kendisi değil de millet istiyormuş gibi yapıyor — ki Erdoğan’ın şu âna kadar yaptığı açıklamaların hemen hemen hepsinde, “Milletimiz ne isterse o olur” diyor. 

Ama şunu da biliyoruz milletin böyle âcil bir talebi yok. Âcil taleplerinin neler olduğunu az buçuk kestirebiliriz. İşsizlik diyelim, pahalılık diyelim ve başka konular. Ama böyle bir talebi millete atfedip sonra sanki bu talep milletten gelmiş gibi cevap vererek yapılan bir siyaset. Bir diğer boyutu — bence daha önemli bir boyut: Bu olay Batı’da, özellikle Yunanistan’da –ki son dönemde garip bir şekilde Yunanistan’la olan sorunlar giderek tırmanıyor; Medyascope’ta da bu konuda yayınlar yapıyoruz– bu konuda Erdoğan son televizyon konuşmasında da o eski dile döndü. Bu eski dilin ne olduğunu genç kuşaklar bilmez; bizim bir ömrümüz bununla geçti. Her iki tarafın da birbirine karşı çok sert ve çoğu zaman gereksiz diyelim, en azından çoğu zaman karşı tarafı aşağılayıcıyı, küçümseyici tavırları vardı. Ama son dönemde, özellikle Çipras döneminde bunların dinmiş olduğunu gördük. Ama son bir yıldır –Yunanistan’da yönetimin değişmesiyle de ilgisi var ama– Türkiye’de söylemin milliyetçi bir yere taşınması var. Bir çekişme hali var tekrardan eski günlerdeki gibi. Ve Ayasofya böyle bir nokta üzerinden milli damarları kabartabilecek bir şey. Siz zaten Ayasofya’yı camiye dönüştürerek… Fetihçi bir dille –ki Ayasofya meselesi en çok 29 Mayıs’ta dile gelmişti biliyorsunuz; İstanbul’un Fethi yıldönümünde– hep bunu yapıyorsunuz; üstüne bir de Yunanistan tehdit etmeye kalkarsa, birtakım sert mesajlar verirse, tam tadından yenmez olur. Bunun üzerine tekrar bir yabancı düşmanlığı, Batı-karşıtlığı, bir de Yunanistan etrafına destekçiler bulursa… Hıristiyan âleminden diyelim. Bu da Türk iç siyasetinde bulunan Batı düşmanlığını ellerine verebilir. 

Bu anlamıyla baktığımız zaman Ayasofya meselesinde esas hususun siyasî olduğunu görmek lâzım; zaten Erdoğan’ın Tekirdağ’da söylediği buydu. Bu olayda bir medeniyet meselesi, bir din-iman meselesi tabii ki vardır; ama esas olarak bu siyasî bir mesele ve siyasî iktidarlar bunu siyasî gerekçelerle camiye dönüştürmek istediler. Ama yine siyasî gerekçelerle iktidara geldikleri zaman bu taleplerini unutuverdiler; çünkü bir kâr-zarar hesabı yaptılar. Seçim öncesinde oy getirdiğini düşündükleri bu şeyin iktidara gelince kendilerini özellikle Batı nezdinde zor duruma düşüreceğini bilerek bu konuda geri durdular. Bu konuda Süleyman Demirel’in örnekleri, Doğru Yol partisi döneminde, özellikle 80 sonrası 90 yılların başında iktidara geldikten sonra bu olayı nasıl unuttuğu ve unutturduğu örneği önümüzde; hep bunu yaptılar. 

AKP de hep gündemine aldı bu konuyu; ama 18 yıl boyunca bunu unuttu. “Sultanahmet’te kılın, bozgunculuk yapıyorsunuz !” diye susturdu. Şimdi niye böyle oluyor? Kimileri bunu, “Zamanı geldi” diye açıklayabilir. Ama ben esas olarak Erdoğan’ın siyaseten bir şey üretememesine, kamuoyunu mobilize edecek bir şey üretememesine, gündem belirleyememesine bağlıyorum. Şu anda Ayasofya, elinde kalan ender hususlardan birisi. Bu konuda adımlar atılacak, bu adımların meyvelerini bir müddet tadacak, ama bir süre sonra olay kanıksanacak. Bir süre sonra gerçek sorunlarıyla baş başa kalacak. O saatten sonra elinde hiçbir kozu kalmayacak. Bu olay, Erdoğan’ın nasıl bir idealizmle pragmatizm arasında gidip geldiğini gösteren bir konu. Biz yıllar önce, 91 seçimleri öncesi gazeteci arkadaşım ve dostum Hıdır Göktaş ile bir kitap yapmıştık — “Türkiye Sağında İdeoloji ve Politika” alt başlıklı. Süleyman Demirel dahil o dönemde sağın önde gelen kesimleriyle röportajlar yapmıştık ve kitabın başlığı Vatan Millet Pragmatizm (Siyahbeyaz Dizisi, Metis Yay., 1991) idi. Evet, Ayasofya meselesi “vatan millet pragmatizm”in çok parlak bir örneğiydi. Görünen o ki pragmatizm kısmı kapanacak; Ayasofya kısmen ibadete açılarak Erdoğan o kozu da tüketmiş olacak. Kendilerine hayırlı olsun diyelim. 

Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.