Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Birileri” Erdoğan’a tuzak mı kuruyor?

Soner Yalçın 12 Haziran 2020’de Sözcü gazetesinde, sahibi olduğu Odatv’den üç gazetecinin tutuklanması hakkında “Dün FETÖ nasıl iktidarın içindeyse… Bugün o ‘birilerinin’ iktidarın içinde olduğunu nasıl görmezler? Asıl hedefleri Erdoğan; ve bunu üç beş partili dışında kavrayan yok!” diye yazdı. Sahiden birileri Erdoğan’a tuzak mı kuruyor? Yoksa tuzağı kuran Erdoğan’ın kendisi mi?

Yayına hazırlayan: Hazar Dost

Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. 

Bir askerî casusluk suçlaması söz konusu, Libya’da hayatını kaybeden Milli İstihbarat Teşkilatı mensubu ile ilgili haber yaptıkları için çok sayıda gazeteci tutuklandı. Oda TV’den Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, ardından Yeniçağ’dan Murat Ağırel ve Yeni Yaşam gazetesinden Aydın Keser ve Mehmet Ferhat Çelik tutuklandılar. En son olarak da yine Oda TV’den Ankara haber müdürü Müesser Yıldız tutuklandı. Tele1’in Ankara temsilcisi İsmail Dükel kontrol sonrası bırakıldı. Müesser Yıldız’ın suçlaması önce casuslukla başladı, ama daha sonra devletin gizli devlet bilgilerini ifşa etmek gibi bir başka suçlamaya çevrildi. Ama sonuçta baktığımız zaman, Oda TV’nin üst düzey üç ismi, geçmişte Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğan ittifakı döneminde de tutuklanmış; uzun süre tutuklu kalmışlar. Sadece Oda TV davası kapsamında yıllar sonra aynı üç ismin… –o tarihte tutuklanan başka isimler var; tabii onlar tutuklu değiller, onlar hakkında soruşturma yok– ama bu üç isim yıllar sonra tekrar tutuklanmış oldu, başka gazetecilerle birlikte. 

Şimdi bütün bunlar ne anlama geliyor? Bu her şeyden önce Türkiye’de basın özgürlüğüyle ilgili bir sorun ve bu kişilerin yaptıkları iş gazetecilik ve suçlamalar arasında gazetecilik faaliyetleri yok. Göründüğü kadarıyla yok ve böyle olduğuna inanıyoruz. Bu kişilerin gazeteciliğine meslektaşları kefil. Geçmişte de böyleydi bugün de böyle. Geçmişte de bu kişilere ve başka gazetecilere iktidarlar tarafından hep başka birtakım fonksiyonlar atfedilmek istenmişti, ama bunun böyle olmadığı ortaya çıktı. Bugün de aynı şey söz konusu. Aslında bu bir basın özgürlüğü davası, soruşturması. Ama tabii ki siyasî bir yönü var. Niçin? Yıllar sonra aynı kişiler iktidar: Erdoğan aynı, ama Erdoğan’ın müttefikleri değişiyor. Ve hatta dün Erdoğan’ın Fethullahçılarla birlikte içeri attırdığı, tasfiye etmeye çalıştığı ve büyük ölçüde tasfiye ettiği gruplardan bazıları bugün iktidarın yanında yöresinde ona destek veriyor. Buna rağmen yıllar sonra aynı isimlerin bazıları tekrar benzer suçlamalarla tutuklanıyorlar. Bu gerçekten çetrefil bir soru; bu sorunun cevabı Türkiye’de AK Parti iktidarının bütün bu sürecini anlamakta bize önemli ipuçları verebilir. 

Şimdi Oda TV’nin başındaki isim, Soner Yalçın, Sözcü gazetesindeki köşesinde bu yaşananlara “Yeni Elbise” başlığıyla 12 Haziran’daki yazısında kendisi açısından cevap verdi. Burada, bu olayı aslında Erdoğan’a rağmen yaşanmış bir olay olarak tarif ediyor. Okuyorum ilgili bölümünü, yazının tamamında zaten birtakım bilgiler var, iddialar var. Ama şöyle diyor: “ ‘Oda TV bize muhalif’ deyip aslında kendi başına neler getirilmek istendiğini okuyamama, iktidarın bin bir uyarıya rağmen FETÖ gerçeğini hâlâ göremediğini gösteriyor. Yapacak bir şey yok; kimse, görmek istemeyenler kadar kör değildir. Oda TV 2011 yılında FETÖ eliyle yapılan kumpas ile… Oda TV 2020 yılında ‘birileri’ ve bu “birileri” benim de yayının başlığına taşıdığım “birileri” aynı– “birileri” eliyle yapılan kumpasın benzer olduğunu nasıl anlamazlar? Dün FETÖ nasıl iktidarın içerisindeyse bugün o ‘birilerinin’ iktidarın içinde olduğunu nasıl görmezler? Asıl hedefleri Erdoğan ve bunu üç beş partili dışında kavrayan yok.”

Buradaki tabii en kritik cümle, “Asıl hedefleri Erdoğan” cümlesi. Ve burada tanımlanmamış bir “birileri” var. Bu “birileri” kim olabilir? Bu konuda bir bilgi ya da iddia yok; en azından o yazıda yazılmış değil, belki sonraki yazılarda bu birilerinin kim olduğunu daha detaylı bir şekilde anlatacaktır bize. Ama ilk akla gelen, bir şekilde Fethullahçılık ya da Fethullahçılık’la birtakım ilişkisi olan çevreler ve burada çizilmek istenen asıl husus şu: Erdoğan’a tuzak kuruluyor, Erdoğan’a “birileri” tuzak kuruyor ve bu tuzağın gereği olarak da Oda TV’ye operasyon yapılıyor. Şimdi burada yakın hedefte neler olabileceği üzerine yine Soner Yalçın’ın söyledikleri var, Türk ordusunun yeniden yapılanması mı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin milli stratejilerini değiştirme çabası mı, önümüzdeki Yüksek Askerî Şura mı? Asıl hedef ne? Kim? 

“İktidar ve çevresinin şunu sorması gerekiyor” diyor. “Asıl hedef ne, kim? Bunu iktidar nasıl bilemez, bu kişileri nasıl bilemez? Aynı talihsiz süreci yeniden yaşıyoruz” diyor. Yani burada şöyle bir yaklaşım var: “Şu anda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin milli bir stratejisi var” diye bir tespit yapıyor. Ve anlaşıldığı kadarıyla Soner Yalçın, Oda TV çevresi ve başkaları bu görüşteler ve bunu destekliyorlar. Dolayısıyla bu bağlamda iktidara destek veriyorlar, Erdoğan’a destek veriyorlar. Ve şu anda başlarına gelen de kendi iddialarına göre o desteği verdikleri için kendi başlarına çorap örülüyor, tuzak kuruluyor. Ve bu tuzak aslında onların destekledikleri Erdoğan’a kurulmuş bir tuzak — böyle bir akıl yürütme var. Bu anlamda, “Erdoğan iyi, çevresi kötü” olarak özetlenebilecek bir yaklaşım; ama bunun daha karmaşığı bir yaklaşım. Erdoğan’ın, geçmişi bir kenara bırakalım, bugün itibariyle doğru, milli politikalar izlediğini ve bu nedenle de kendilerinin ona destek verdiklerini, ama bu politikalardan ülkeyi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “birilerinin” çıkarmak istediklerini, saptırmak istediklerini ve dolayısıyla kendilerini, Oda TV’yi engel gördüklerini söyleyerek bir anlamda Erdoğan’a uyarı yapılıyor. Bu doğru mu? Açıkçası burada “birileri” diye kimin tarif edildiği net olmadığı için bu yaklaşımı tartışmak epey zorluyor. Yani şu anda neyin neden yapıldığı konusunda Soner Yalçın’la tartışmak çok mümkün değil. Eğer “birileri”nin kim olduğunu çok daha net bir şekilde koyarlarsa o zaman tartışmak daha mümkün olur; ama şunu tartışmak mümkün: Erdoğan’a rağmen birileri Türkiye’de bir şeyler yapabilir mi? Bu, AK Parti iktidarının 18 yılda değişik kesimler tarafından, değişik şekillerle, değişik tarihlerde dile getirilen bir argüman oldu. Genellikle şöyle cereyan etti, Erdoğan ile yan yana durması çok mantıklı gelmeyen, eşyanın tabiata uygun görülmeyen birtakım kişiler şu ya da bu şekilde Erdoğan’a ve AK Parti iktidarına destek verdiler. Ve şöyle düşündüler: “Bize ihtiyacı var, çok ihtiyacı var biz ondan aslında daha güçlüyüz. O kadar oyumuz olmasa bile bizim yeteneğimiz, ilişkilerimiz, ağlarımız var” –buna İngilizce’de “Soft power” deniyor– “…yumuşak gücümüz çok güçlü, dolayısıyla biz AK Parti ve Erdoğan ile ittifak yaparak onu doğru yola çekebiliriz, kendi yolumuza çekebiliriz. Nasıl olsa bize muhtaç” diye, değişik dönemlerde, değişik kişiler Erdoğan ile ittifak yaptılar. Erdoğan’ın gerçekten bu kişilere dönem dönem ihtiyacı oldu; ama belli bir aşamadan sonra bu kişilere ihtiyacı kalmadığını hissettiği an da onları tasfiye etti, marjinalleştirdi. Kimi zaman sakin bir şekilde yaptı, kimi zaman sert bir şekilde yaptı. Bunları tasfiye etti ve bu arada tasfiye sürecinin ilk başladığı anlardan itibaren de, işlerin tersine dönmeye başladığını gördükleri andan itibaren de o kesimler Erdoğan ile ittifaklarına halel getirmemek için hep birilerini suçladılar. Yani Erdoğan ile kendi ilişkilerinin iyi olduğunu, Erdoğan’ın doğru yolda olduğunu, ama “birilerinin” nifak soktuğunu söyleyerek durumu değiştirebileceklerini sandılar. Ve hep kaybeden taraf oldular. Erdoğan kaldı, yeni müttefikler geldi. Yeni müttefikler tıpkı eskiler gibi Erdoğan’ın kendilerine muhtaç olduğunu, kendilerindeki soft power’ın, ilişkilerin –Batı’yla ilişkiler, şura ile bura ile ilişkiler hiç önemli değil ya da medya gücü ya da başka güçler, ekonomik güç– bunlara Erdoğan’ın ihtiyacı olduğunu, Erdoğan’ı kontrol edebileceklerini düşündüler ve yeni ittifaka geldiler. Eski müttefiklerin tasfiyesinde çok etkili bir şekilde görev aldılar. Daha sonra onların da sonu geldiğinde –ki Fethullahçılar buna çok çarpıcı bir örnektir–, onların da sonu gelmeye başladığında, onlar da birilerini bu işten sorumlu tutmaya çalıştılar. 

Fethullahçılar da bunu yaptı, çok iyi biliyoruz; ama sonra, kaçınılmaz son gelince onlar da bir kenara kondular ve Erdoğan yeni müttefiklerle yoluna devam etti. Burada görüldüğü gibi, Erdoğan hep duruyor, yanına hep birileri geliyor. Birileri ilk başta çok mutlu bir şekilde yol alıyorlar, iktidarın bir parçası olarak yollarına devam ediyorlar. Hatta gerçek iktidarın kendileri olduğu gibi bir düşünceye kapılıyorlar. Esas olayı kendilerinin kontrol ettiği zannına kapılıyorlar, çok büyük bir yanlış yapıyorlar. Ondan sonra kendilerinin sonlarının gelmeye başladığını gördükleri andan itibaren de yine Erdoğan’a toz kondurmamaya çalışıp birilerini suçlayarak Erdoğan’ı o birilerinin yoldan çıkarmaya çalıştıklarını düşünüyorlar. Ve şimdi bunun yeni bir versiyonuyla, küçük çaplı bir versiyonuyla karşı karşıya olduğumuz kanısındayım. Bunların çok fazla doğru olduğunu düşünmüyorum, hiç doğru olduğunu düşünmüyorum. Tabii ki Erdoğan inişli çıkışlı grafikler izliyor, hatalar yapıyor; ama şu âna kadar yaşadıklarımız bize Erdoğan’ın ittifak stratejisinin üç aşağıya beş yukarı hep aynı olduğunu gösteriyor. Birileriyle ittifak yaptığında onların önünü çok açıyormuş gibi yapıyor, ama ittifakını kurduğu andan itibaren, anlaşıldığı kadarıyla o ittifakı her an bitirebilecekmiş gibi çalışıyor. Ve belli bir aşamadan sonra bu kaçınılmaz son geldiği zaman, kolay bir şekilde yeni müttefiklerle yoluna devam edebiliyor. Burada değişmeyen hususlar şunlar:

  1. Erdoğan’ın hep merkezde durması.
  2. Hep onunla ittifak edenlerin Erdoğan’ın kendilerine muhtaç olduğunu düşünmesi. 
  3. Yeni gelenlerin, Erdoğan’ın kendilerine kıyasla daha az kuvvetli, daha az zeki, daha az yaratıcı olduğunu düşünmeleri. 

Yani Erdoğan’ı küçümseyip kendilerini aşırı abartmaları ve sonunda da biletlerinin kesileceğini anladıkları anda da kalkıp birilerine sorumluluğu yükleyip, Erdoğan’ı son bir kez kendi bildikleri doğru yola çağırmaları; ama sonra kendi defterleri kapandıktan sonra da Erdoğan’ın en sert muhalifi olmaları — tekrardan ya da ilk kez olmaları. Şu an da Erdoğan’a, en sert muhalefet yapan Fethullahçılar başta olmak üzere, kimi kesimlerin bir zamanlar onunla çok yakın ilişki içerisinde olduklarını, onunla ittifak içerisinde olduklarını ve ona toz kondurtmamaya çalıştıklarını çok iyi biliyoruz. En zor anlarda da, “Erdoğan iyi, ama birileri kötülük yapıyor” diyerek Erdoğan’a dokunulmazlık atfetmeye çalışmışlardı. Şimdi bunun yeni bir versiyonuyla karşı karşıyayız. 

Burada gördüğümüz son Oda TV operasyonunda, geçmişteki Oda TV operasyonunda olduğu gibi bu operasyon da bize, Erdoğan’ın siyasette hangi çizgide savrulduğu vs. tartışmaların hepsini bir kenara bırakıp bize şunu gösteriyor ki: Erdoğan özgür medya istemiyor. Kendisini rahatsız edecek gazeteciler istemiyor. Yayınlar, haberler istemiyor. Aslında bu kadar basit. Aslına baktığımız zaman bu son olayda sadece Oda TV’ciler değil başka gazeteciler de tutuklandı. Bizim bu olayı Oda TV üzerinden konuşmamız ve bunu siyasî bir yere hapsetmemiz isteniyor. Halbuki burada, biliyoruz ki Kürt medyasından isimler var, İYİ Parti çevresine daha yakın olduğu bilinen Yeniçağ gazetesinin etkili bir ismi de var. Hep birlikte bir olay var. O haber söz konusu; o haber üzerinden, o haberin yarattığı rahatsızlığın cevabı olarak bu gazetecilere yapılan haksız bir uygulama var. Tabi ki bunun siyasî bir yönü vardır. Ama ben bu siyasî yönü, “Erdoğan’ı birileri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin girdiği milli çizgiden çıkartmaya çalışıyor ve bunun için de Oda TV’yi kendilerine engel görüyorlar ve bu yüzden de Oda TV’nin gazetecilerini tutukluyor” diye görmenin doğru olduğu kanısında değilim. Muhakkak olayın siyasî bir boyutu vardır. Eğer o “birileri” diye tarif edilen kişilerin kim olduğu daha açık bir şekilde dillendirilirse bunu daha sağlıklı bir şekilde konuşma imkânımız da olabilecektir. 

Toparlamak gerekirse; olayın siyasî boyutlarını bir kenara bırakıp bu yapılanın asla kabul edilemez olduğunu, bunun bir basın özgürlüğü meselesi olduğunu koyarak tartışmak ve içerideki gazetecilerin, her türden, hangi gazeteden olursa olsun tüm gazetecilerin özgürlüklerini savunmak müştereğinde birleşmemiz gerekir. Aksi takdirde bu olayı bir millilik, yerli ve millilik vs. ekseninde yaptığınız zaman, olay bir basın özgürlüğü meselesi değil siyasî mücadele, siyasî iktidar kavgaları meseleleri olur. Ve o zaman da kimi insan destek verir kimi insan karşı çıkar, kimisi alkışlar kimisi hiçbir şekilde umursamaz. Ama şunu görüyoruz ki, “Erdoğan iyi ama çevresinde kötü insanlar var” yaklaşımı, 18 yıldır süren AKP iktidarının neredeyse ana kurtarıcı motifi haline gelmiş durumda. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.