Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan Kılıçdaroğlu’ndan memnun mu?

Yayına hazırlayan: Satiye Özdemir 

Bu hafta sonu Cumhuriyet Halk Partisi’nin 37. olağan kurultayı var, Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden seçilmesi bekleniyor. Şu âna kadar 3 kişinin aday olacağı söylendi: Aytuğ Atıcı, Tolga Yarman, İlhan Cihaner. Bunlar gerçekten aday olacaklar mı, olabilecekler mi? Tam belli değil; kongre gününe kadar herhalde belli olur. Olabilseler de Kılıçdaroğlu karşısında bir şansları var mı?  Açıkçası pek sanmıyorum, ama yine de karşısına aday çıkabilmesi önemli olacak ve o adayın ne kadar oy aldığı da önemli olacak. Ama normal şartlarda biz Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir kere daha CHP’nin genel başkanı seçileceğini varsayarsak herhalde bir hata yapmış olmayız. 

10. yılı oluyor Kılıçdaroğlu’nun. 22 Mayıs 2010’da genel başkan seçildiği o kurultayı izlemiştim. Ardından 33. Kurultay, ardından 34. kurultay oldu; 2016’da 35. kurultayda yine tek başına aday oldu; en son Şubat 2018’de Muharrem İnce karşısına aday olarak çıktı. Çok çekişmeli geçti 790’a 447 oyla Kılıçdaroğlu seçilmişti; ama daha sonra cumhurbaşkanı adayı olarak da partisinden Muharrem İnce’yi göstermişti. Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığında CHP’nin 10 yılının dökümünü uzun boylu yapmak şu anda mümkün değil; pek de düşünmüyorum şu aşamada. Ama yayının başlığında verdiğim soru üzerinden bir şeyler söylemek istiyorum. Zira birçok kişi, özellikle kendisini muhalefette tanımlayan, hatta CHP’ye yakın gören birçok kişi, “Erdoğan Kılıçdaroğlu’ndan memnun mu?” sorusuna kesinlikle “Evet” cevabı veriyor. Ve Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin muhalefetinden aslında rahatsız olmadığını, bundan memnun olduğunu, ama arada sırada ona sataşarak, ona suçlamalar yönelterek, ona saldırarak, ondan rahatsızmış gibi bir izlenim yaratmaya çalıştığını, fakat temelde Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ndan memnun olduğunu savunuyorlar — çok güçlü bir eğilim bu.  

AKP’ye yakın çevrelerde de böyle düşünenler vardır; ama çok sıkı Erdoğancı olanların Kemal Kılıçdaroğlu’ndan hoşlanmadığı muhakkak. Yani onun CHP’nin başında kalmasını isteyip istemediklerini bilmiyorum, ama Kılıçdaroğlu AKP tabanında sevilen bir siyasî figür değil. Bunda tabii ki öncelikle o klasik, Türkiye’de sağ seçmendeki “CHP alerjisi” var. Ama esas olarak Erdoğan’ın sistemli bir şekilde “Bay Kemal” vs. diyerek, kimi zaman onun mezhebini açık ya da örtülü bir şekilde gündeme getirerek yaptığı suçlamalar var. Onu Türkiye’de yaşanan her türlü kötülüğün birinci derecede sorumlusu olarak göstermesi var. 

Bu, kendi tabanında bir Kemal Kılıçdaroğlu alerjisi yaratmışa benziyor; ama bu sürdürülebilir bir alerji mi? Çok emin değilim. Zira Kılıçdaroğlu’nun özellikle son birkaç yıldır izlediği stratejilerle Türk sağındaki mevcut “CHP alerjisi”ni büyük ölçüde aşındırdığını düşünüyorum. Bu anlamıyla bakılacak olursa, başlığa koyduğum sorunun cevabı bana göre “Hayır”. Erdoğan Kılıçdaroğlu’ndan bence memnun değil ve değişmesini istiyor. 

Geçen hafta Murat Yetkin ile yaptığımız yayında Murat Yetkin de bunu başka bir açıdan özellikle vurgulamıştı; hatta o daha ileri giderek, Erdoğan’ın, iktidarın CHP kurultayının bu hafta sonu yapılmasını tercih etmediklerini, Kılıçdaroğlu’nun karşısında güçlü adaylar çıkmasını umduklarını ve kurultayı ertelemek, kendi partilerinin –AKP ve MHP,  önümüzdeki yıla, Mart ayına ertelediler kurultaylarını–, CHP kongresinin de öyle bir tarihe ertelenmesini umduklarını ve bunun için çalıştıklarını söylemişti. Bu kadar uzun boylu mu? İstanbul’dan ne zamandır Ankara’ya gitmediğim için Ankara kulislerinde neler olduğunu çok fazla bilemiyorum; fakat hem Erdoğan’ın hem Bahçeli’nin Kılıçdaroğlu’ndan memnun olmadıklarını ben de ciddi bir şekilde düşünüyorum. Başında böyle miydi? Çok emin değilim. Aslında ilk başta rahatsızdılar –onu hepimiz biliyoruz–, çünkü CHP’nin başında yıllardır yürüyen bir Deniz Baykal vardı. Deniz Baykal neyi ne zaman yapacağı bilinen bir isimdi. Ve Erdoğan Baykal’ın anamuhalefet lideri olmasından çok da fazla rahatsız olmuyordu. Sürekli atışıyorlardı, ama Erdoğan’ı çok da fazla rahatsız etmiyordu Baykal. Bu nedenle Baykal’ın parti genel başkanlığını bırakmasına neden olan o meşhur kaset olayının arkasında kimlerin olduğu meselesi bence hâlâ netleşmiş değil. 

Baykal’ın CHP’nin genel başkanlığını bırakmasının Erdoğan’ın o tarih itibariyle çok işine gelir miydi, emin değilim, pek sanmıyorum. Fetullahçılar’ın bu olayın bir yerinde oldukları kesin — muhtemelen de düzenleyicileri.  Fakat yine de o operasyonda tam olarak neyin hedeflendiğini anlamak mümkün değil. Ama Baykal’ın ayağının kaydırılmasının hedeflendiği belli ve Deniz Bey o olaydan sonra parti genel başkanlığını bıraktı. Kılıçdaroğlu’nun gelmesiyle beraber de bir hareket geldi CHP’ye. Kongre günü, hatırlıyorum, sonraki kongreyi hatırlıyorum, ilk girdikleri seçimi hatırlıyorum, “Gandi” sloganları, yeni CHP beklentileri, parti meclisinde ve yönetiminde yeni isimler, yeni yüzler. Bir heyecan geldi, ama kısa bir süre sonra bu heyecan etkisini yitirdi. Ve bana göre Kemal Kılıçdaroğlu belli bir tarihten itibaren, yani o ilk CHP  Genel Başkanı olmasından bir-iki yıl sonradan itibaren, bir tür Baykal’ın yeni versiyonu gibi oldu. Erdoğan’ı çok da fazla rahatsız etmedi. Neydi o çizgi? Erdoğan karşıtlığı, Erdoğan’ın negatif almak, onu eleştirmek üzerinden giden bir muhalefet perspektifi ve böyle olunca da Erdoğan onunla uğraştı ve sürekli bir atışma haliyle CHP, kendi tabanına gaz veren, kendi tabanını Erdoğan karşıtlığı üzerinde muhafaza eden, belki birkaç milim kıpırdatan, ama Erdoğan’ın tabanında çok ciddi gedikler açamayan bir partiye dönüştü. 

Fakat belli bir aşamadan sonra –ki bence bunun miladı Adalet Yürüyüşü’dür–, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı bence çok büyük bir fiyaskoydu, baştan fiyasko olacağı belliydi. O tarihte yazdığım yazıları ve televizyonlarda söylediklerimi hatırlıyorum; çok da kızmıştı birçok kişi bana, o tarihte bu “çatı adayı” meselesinin ciddi bir şekilde sonuç alacağını düşünüyorlardı; çünkü bu çatı adaylığı, o tarihte CHP ile Erdoğan karşıtlığında yarış eden, belki de onu geçen MHP ve Devlet Bahçeli’yle yapılmış bir ittifakın ürünüydü ve büyük bir fiyaskoydu. Fakat ondan sonra Kemal Kılıçdaroğlu yepyeni bir strateji benimsedi. O da birinci olarak CHP’nin sağ kesimde rahatsızlığa yol açan birtakım geleneklerini, göreneklerini, üslûbunu kademe kademe terk etmeye başlamasıydı. 

En önemlisi, siyasetini bir Erdoğan karşıtlığı ve AKP karşıtlığı üzerinden inşa etmekten vazgeçti — daha doğrusu vazgeçmeye çalıştı; ne kadar becerebildi o ayrı bir tartışma konusu, ama Erdoğan’a değil önüne baktı ve Erdoğan’ın çevresine bakarak orada Türkiye’deki sağın –ki Türkiye sağcı bir ülke, biliyoruz–, sağın içerisindeki birtakım kopmaları teşvik etti ve orada yeni bir ittifak projesi gerçekleştirdi. Bu ittifakın adı ilginç bir şekilde Millet İttifakı oldu. Zira Cumhur İttifakı adını Erdoğan ve Bahçeli aldılar. Aslında normal şartlarda tersi olsa daha az yadırgatıcı olurdu; Millet lâfını Erdoğan ve Bahçeli seçip, Cumhur da CHP ve diğerlerine kalabilirdi; ama onlar Cumhur’u alınca ötekiler Millet’i aldılar ve aslında bunu da kullandı; çünkü Millet CHP’nin çok kullandığı bir kavram değildir, ulus deniyor, halk deniyor, ama millet pek söylenmiyordu, daha çok sağa ait bir kavram gibiydi.  Millet İttifakı adındaki bir ittifakın birinci partisinin CHP olması da Türkiye’de birçok şeyin değiştiğini ve değişmekte olduğunu gösterdi. 

Deniz Baykal’ın daha önceki yıllarda yaptığı, daha sonra Kılıçdaroğlu’nun da denediği, sağdan oy alabilmek için sağın birtakım eski isimlerini partiye katma politikasının yerine –ki o kısmen kendisi de uyguladı–, sağdan birtakım partileri kendi kıta sahanlığına alıp onlarla birlikte iş yapabileceklerini düşündü, bunun için çalıştı ve bunda büyük ölçüde başarılı oldu Kılıçdaroğlu. En büyük başarı öncelikle referandum. Aslında referandumda çok ciddi bir şey yaşandı; orada Kılıçdaroğlu’nun bir başarısından söz etmek lâzım bence. Ama en büyük başarı son yerel seçimlerde oldu. Burada hem İyi Parti’yi hem de HDP’yi adı konmamış bir ittifakın içerisinde topladı. Şimdi de önümüzde Deva ve Gelecek partileri de var ve onların da muhalefette konumlanacakları anlaşılıyor. Önümüzdeki ilk seçimde bunların da yine CHP’nin olduğu bir denklemde bir ittifak içerisinde yer alıp yer almayacakları merak ediliyor ve Kılıçdaroğlu’nun bu konuda birtakım çalışmalar ve çabaları olduğu da anlaşılıyor. 

Daha önce İyi Parti’nin seçime girmeme riskine karşı ona milletvekilleri vermişti grup kursun diye, biliyorsunuz. Kılıçdaroğlu şimdi de hem Deva hem Gelecek partileri için aynı çağrıyı yaptı; eğer benzer bir durum olursa oraya da milletvekili verebileceklerini söyledi; bu da AKP ve MHP’yi ciddi bir şekilde rahatsız etti. Bakıldığı zaman şöyle bir perspektif gözüküyor: Aslında bir siyasî partinin böyle bir perspektifi tercih etmesi bir tür intihar gibi görünebilir, ama Türkiye gerçekleriyle bu perspektif aslında uyumlu olabiliyor. O da, kendisinin tek başına iktidarı yerine, kendisinin oylarını artırması yerine, ittifak yaptığı partilerin güçlenmesini isteyen bir muhalefet lideri. Şöyle açalım: Bir tarafta Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP’den oluşan bir iktidar bloku var; öte yanda CHP’nin birinci parti olduğu, ama başka birtakım irili ufaklı farklı partilerin de yer alabileceği bir muhalefet bloku. Kılıçdaroğlu gerekirse kendi oylarının azalmasını göze alarak ve dolayısıyla eleştirileri de göze alarak, beraber hareket etmesi söz konusu olan partilerin güçlenmesini tercih edebiliyor. Bu ilginç bir durum; Türkiye’ye özgü koşulların ortaya çıkardığı bir durum ve soldan bilinen bir partinin sağ partilere yönelik böyle bir stratejiyi hayata geçiriyor olması apayrı ilginç bir durum. Olmaz deniyordu, oldu; şu aşamada da yine zor olduğu söyleniyor, ama daha önce olmuş olması bundan sonra da olabileceğini gösteriyor. Nitekim Erdoğan da Bahçeli de ısrarla muhalefette oluşması söz konusu olan bloku engellemeye çalışıyorlar. Bunu yaparken değişik stratejiler izliyorlar. Bu stratejilerin en çok kullanılanı, sadece ve sadece CHP ve Kılıçdaroğlu’na saldırıp geri kalanları ondan ayırmak. Bunu yaparken de HDP konusunu sürekli masada tutmak ve oradan diğer sağ partileri ürkütmek. Böyle bir taktik izleniyor. 

Ama şunu da gördük: 31 Mart’ta Erdoğan bu stratejinin yürümediğini fark ederek hepsini aynı kaba koydu ve karşısında yer alan, muhalefette yer alan herkesi bir tür terörle eşleştirdi. Türkiye’nin bekasını önüne koydu ve rakiplerinin hepsini bekasının karşısında bir tehdit olarak tanımladı. Ve çok büyük bir kayıp yaşadı. Şimdi de Erdoğan’ı CHP’nin aldığı oylardan çok, alacağı oylardan çok, CHP ile birlikte hareket etme ihtimali olan partilerin alabileceği oylar –ve bu partiler diyelim ki birlikte ortak bir cumhurbaşkanı adayı çıkardılar, o ortak cumhurbaşkanı adayının alabileceği oy– endişelendiriyor. 

Dün, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı verilen, bizdeki başkanlık sisteminin ikinci yılı ile ilgili bir konuşma yaptı. İki buçuk saatmiş ve Türkiye’de önde gelen bütün televizyonlar mecburen bunu baştan sona vermişler. Ve orada Erdoğan aslında bu sistemin de değişebileceğini, üzerinde oynanabileceğini söylüyor. Zira bu sistemin kendisinin çok da murat ettiği gibi gelişmediğini gördü. Çünkü bu sistem %50+1 üzerine kurulu bir sistem. O “Nasıl olsa ben Türkiye’deki sağ çoğunluğun oyunu alırım, CHP’ye karşı girdiğim bütün seçimleri kazanırım; zaten bir de HDP var, HDP’yi yanına alsa kendi tabanından kaçar, HDP ayrı aday çıkarsa işim iyice kolaylaşır” diye düşünüyor — en son iki seçimde yaşandığı gibi. Ama burada Kılıçdaroğlu’nun izlediği ittifak siyaseti ile beraber %50+1 oyun çok ciddi şekilde tehlike altında olduğunu görüyor. 

Şu haliyle bakıldığı zaman, farklı kurumların yaptığı son araştırmalarda, AKP + MHP’nin bu %50+1 oyu sağlamaktan uzak olduğu gözüküyor. Öte yandan yeni kopan Deva ve Gelecek partilerinin de adım adım güçlendikleri ve etki alanlarını geliştirdikleri görülüyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın şu aşamada bu stratejiyi uygulayan Kılıçdaroğlu’nu, ya da bu stratejiyi Kılıçdaroğlu’nun bıraktığı yerden sürdürecek olan yeni bir CHP genel başkanını istediğini hiç sanmıyorum. Bunun yerine CHP’nin geleneksel tabanıyla iyice kaynaşmış, orada risk almayan, eskisi gibi sloganlar ve kavgalar üzerinden giden bir CHP ve bir CHP liderini tercih edecektir. Şu haliyle bakıldığı zaman anladığım kadarıyla bu hafta sonu kongre olacak ve Kılıçdaroğlu tekrar kazanacak. Dolayısıyla Erdoğan bu sefer daha önce izlediği yolu sürdürmeye çalışacak. Özellikle İYİ Parti’ye yönelik birtakım stratejiler geliştirmek isteyebilir. Deva ve Gelecek partileri konusunda bir anlamda eli kolu bağlı; çünkü partiler Erdoğan’a yaklaştıkları andan itibaren varlık nedenlerini kaybedebilirler. 

Belki Gelecek Partisi biraz daha yakın olabilirdi; ama İstanbul Şehir Üniversitesi olayından sonra onu artık Erdoğan kendi eliyle iptal etti. Geriye bir tek Saadet Partisi kalıyor — ki Saadet Partisi, baktığımız zaman son kamuoyu yoklamalarında Gelecek ve Deva’nın arkasında gözüküyor. Ama Saadet Partisi gerek Ayasofya gerek İstanbul Sözleşmesi gibi konularda ilginç bir şekilde Erdoğan ile aynı paralelde politikaları benimsiyor. Belki orada bir değişiklik, parti olarak olmasa bile Saadet’in zayıflamış tabanından birtakım kazanımlar elde edebilir. Ama burada en önemli husus bence kendi tabanında yaşanan erime; bunu durdurma konusunda yapabileceği çok fazla bir şey yok. Kendi tabanındaki erimeyi engelleyemediği için karşı tarafı engellemeye çalışıyor. 

Ve bu noktada da özellikle ittifakı kurulmadan bozmak ya da olabildiğince zayıf bir ittifaka dönüştürmek için çaba sarfediyor. Ve bu noktada bakıldığı zaman önünde en ciddi engel bence Kemal Kılıçdaroğlu. Kemal Kılıçdaroğlu bu ittifak politikalarında izlediği –ki çoğu kamuoyuna pek yansımayan– tutumuyla Erdoğan’ı çok ciddi bir şekilde şu âna kadar ve böyle devam ederse bundan sonrada rahatsız edeceğe benziyor. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu son on yılda iktidar ve muhalefet; ama bu on yılda birlikte resimleri çok çok az. Bu da Türkiye’de nasıl bir demokrasi olduğu konusunda çok çok öğretici bir durum. Bu fotoğrafı Diyanet İşleri’nin –o zaman Prof. Mehmet Görmez başındaydı– düzenlediği Hz. Muhammed’in doğum günü etkinliği –Kutlu Doğum Haftası deniyor muydu tam emin değilim, çünkü Kutlu Doğum Haftası faaliyetlerine de bir Fethullahçılık gölgesi düştüğü için değişmesi söz konusu oldu–, Diyanet’in düzenlediği Hz. Muhammed’in doğumu ile ilgili bir faaliyetten bu fotoğraf — ki benim gazeteci olarak favori fotoğraflarımdan birisidir. Ellerinde çiçekler, birisi diğerine bakıyor, ötekisi bakmıyor. Bunun da Türkiye’deki demokrasinin nasıl bir demokrasi olduğu, ne kadar çoğulcu olduğu konusunda çok aydınlatıcı bir fotoğraf olduğu kanısındayım.

Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.