Gomaşinen (4): AK Parti’yi nasıl kurdurdum? Yılların eskitemediği bir dezenformasyonun öyküsü

Aydınlık dergisi Recep Tayyip Erdoğan’ın, belediye başkanı seçilmesinden bir süre önce, Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu sırada ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abromowitz ile Kasımpaşa’da gizlice buluştuğunu yazdı. Hiçbir delile dayanmayan bu “haber”e göre bu buluşmayı ben ayarlamıştım. Aydınlıkçıdan Milli Görüşçüye, ulusalcıdan Fethullahçıya kadar birbirinden farklı kesimlerin çok itibar ettiği bu yalan haberin öyküsü ve serüveni.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 4. bölümünde neredeyse 30 yıla varan ve merkezinde benim olduğum bir dezenformasyonun öyküsünü anlatmak istiyorum. Ama onun öncesinde, yakında yaşadığım bir olayı anlatarak başlayayım. Zaten her şey bir şekilde birbirine eklenecek. 

Geçtiğimiz günlerde, YouTube üzerinden beni takip eden bazı izleyiciler bana bir soru sordular, o da şu: Sebahattin Önkibar bir YouTube yayınında, bir kitaptan alıntıyla, benim ve birçok kişinin, Abant Toplantıları sırasında zarf içerisinde Fethullahçılar’dan 3 bin dolar “huzur hakkı” aldığımızı söylemiş. İnsanlar, izleyiciler de bana, “Bu doğru mu?” diye sordular. Tabii ki bu çok saçma bir şey. Ama burada esas sorulması gereken; bu iddiayı ortaya atan kişilere, bunu neye dayanarak söylediklerini sormak gerekirken, Türkiye’de işler –dünyanın birçok yerinde de böyle oluyor– tersine döndü. Bir iddia ortaya atıyorlar ve suçlanan kişi mâsum olduğunu kanıtlamak zorunda kalıyor. Sebahattin Önkibar zaten böyle birisidir. Hayatı bu tür şeylerle geçmiştir. Asılsız şeyleri, dedikodu olarak, duyum, kulis olarak aktarmakla geçmiştir. Burada elinde bir kitap var. O kitap da Hikmet Çiçek adlı kişinin yazdığı FETÖ’nün Solcuları adlı kitap. Kitabı okumadım, okuma ihtiyacı da hissetmiyorum; ama bildiğim, çok sayıda kişinin, Abant Toplantılarına değişik zamanlarda katılan kişilerin bir liste halinde “FETÖ’nün solcusu” olarak ilan edilmesi ve oradan bazılarının –ki içlerinde ben de varmışım– zarfla para aldığı iddiası. Neye istinâden bunu yapıyor? Bunun bir kanıtı, bilmem nesi olduğunu sanmıyorum. En azından kendim açısından sanmıyorum. Çünkü tamamen yalan. Gazeteci olarak bazı Abant Toplantıları’nı izlediğim oldu. Bunların hepsini de yazdım, anlattım ve özel olarak o Hikmet Çiçek ve benzerlerinin asla anlamayacağı bir şeyi özellikle vurgulamak istiyorum. Bir gazeteci olarak gittiğim tün Abant Toplantıları’nın masraflarını kendim ödedim. Kendim derken, çalıştığım kurum, yani genellikle Vatan gazetesiydi o tarihlerde — Vatan gazetesi ödedi. Ulaşım gideri varsa, uçak gibi… Çünkü yurtdışında, bir kere Washington’da oldu. Oraya da uçak parasını kendim ödedim. Yani gazete ödedi. Otel parasını da gazete ödedi. Abant’a da gidildiğinde, Abant’ta kalınan otelin parasını yine her seferinde gazeteye ödettim ve hatta bu da toplantıyı düzenleyenleri kızdırdı. Onu biliyorum. Rahatsız oldular, ama bunu bir kural olarak hep yaptım. Dolayısıyla orada başkaları ne yaptı bilmiyorum. Onların tamamen kendi sorunları – ki o tarihlerde Abant Toplantıları, devletin en üst düzeyde temsil edildiği yerlerdi ve gazeteciler için de çok iyi bir haber ortamıydı. Çünkü çok sayıda birbirinden farklı insan geliyordu ve o insanlarla sohbet etme, röportaj yapma imkânları doğuyordu. Bir de toplantıların kendisinde de yapılan tartışmaların birçoğunun zaten haber değeri vardı. Her neyse… Burada tabii kitabı yazan kişi Hikmet Çiçek, Aydınlıkçı. Aydınlıkçı deyince birçok genç bilmeyebilir. Şu andaki Vatan Partisi, Doğu Perinçek çizgisi. Bu, kökleri 60’lı yıllara dayanan, sol içerisinde Proleter Devrimci Aydınlık (PDA) diye bilinen, o tarihlerin, 60’lı yılların Türkiye’deki ilk ciddi Maocu örgütlenmesi ve değişmez lideri de Doğu Perinçek. Arada çok kişi ayrıldı, etti; ama Doğu Perinçek hep kaldı. Partinin adı sürekli değişti. Yayın organları, çok sayıda değişik isimlerde yayın organı da çıkarttılar. Ama daha çok “Aydınlık” adını hâlâ kullanıyorlar. En çok kullandıkları isim bu ve bu çevrenin bu tür iddiaları, dezenformasyonları, birilerini itibarsızlaştırmak için çok kolay bir şekilde, kanıtlanmamış şeyleri dile getirmeleri tarihleri boyunca –ki tarihleri kaç yıl oluyor? Neredeyse 60 yıla yaklaşıyor–, 50 yılı aşkın süredir tarihlerinde çok sayıda benzer örnekler var ve en son Hikmet Çiçek örneğinde bana bir kere daha bu mağduriyet nasip oldu diyelim. İşin ilginç tarafı, Hikmet Çiçek geçtiğimiz günlerde Vatan Partisi’nden atıldı. Atılmasının nedeni de Vatan Partisi’nin şu andaki birtakım ittifaklarına, mesela Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ya da AKP’nin değişik temsilcilerine yönelik yazdığı yazılar nedeniyle Doğu Perinçek’i rahatsız etti ve disiplin soruşturması sonucu atılmış. Yani bu Doğu Perinçek’in en eski yol arkadaşlarından birisi, ama Erdoğan’la kurmuş olduğu ittifaka halel getirdiği için, en yakın arkadaşlarından birisini pekâlâ harcayabildi. Bu onların sorunu. 

Şimdi biraz geriye gidelim. 27 Mart 1994’te Tayyip Erdoğan İstanbul’da; Melih Gökçek Ankara’da Belediye Başkanı seçilmiş ve ortalık epey karışmış. Bir süre sonra da, yanlış hatırlamıyorsam birkaç ay sonra herhalde, tarihini hatırlamıyorum ama yeri çok iyi hatırlıyorum; çünkü Kadıköy İskelesi önüydü. Vapura binecektim. Cep telefonundan aradı genç bir kadın. Aydınlık dergisinde çalışıyormuş. Benden bir haber için görüşümü istedi. Haber de şu: El-Aziz diye Elazığ’da çıkan garip bir gazete vardı. Hâlâ çıkıyor mu bilmiyorum; ama internette bir şeyler yapıyorlar galiba. Bunlar kendilerini Millî Görüşçü olarak tanımlarlar. Orada bir haber çıkmış. O haberde benim hakkımda birtakım iddialar varmış ve bana: “Biz bunu haberleştireceğiz El-Aziz’e dayanarak. Ama size de sormak istedik” diye sordu genç muhabir arkadaş. Ben de neye uğradığımı şaşırdım. Çünkü bu haber dedikleri şey, yanılmıyorsam bundan iki sene önce yine Aydınlıkçıların –o sıradaki adı Aydınlık mıydı, 2000’e Doğru muydu artık hatırlamıyorum–; ama onlar tarafından ilk ortaya atılmış bir “haber”di. “Haber” diyorum, ama tırnak içerisine koymak lâzım. Birkaç yıl sonra bu haberi, Aydınlıkçıların ürettiği bu yalanı diyelim, dezenformasyonu El-Aziz adlı gazete alıyor; El-Aziz’den de Aydınlık tekrar alıyor ve bunu haber yapmak istiyor. O haber de şu: Erdoğan Belediye Başkanı olmadan önce, Refah Partisi’nde İstanbul İl Başkanı’yken, Amerika Birleşik Devletleri’nin eski Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz’le görüşmüş. Olabilir. Bilmiyorum, ama bilmem gereken bir husus var; bu buluşmayı ben ayarlamışım! Yani Erdoğan’la Morton Abramowitz’i ben buluşturmuşum ve bu buluşmada ABD, meâlen özetle Erdoğan’a demiş ki: “Yürü, önün açık, biz seni destekliyoruz. Erbakan’dan kurtul. Ülkeyi sen yönet” ve ben bunun arabulucusuymuşum. Bunun arabulucusu olmam hiçbir şekilde mümkün değil. Çünkü söyledikleri tarihte Erdoğan’ı biliyordum; ama tanışmıyordum. Abramowitz’in de adını duymuştum, tanışmıyordum. Her ikisiyle de bu dezenformasyondan sonraki süreçte tanıştım. Erdoğan’ı bilmiyordum; ama Erdoğan’ın yaptıklarını biliyordum. Özellikle İstanbul İl Başkanı olarak. İstanbul il yönetiminden tanıdıklarım vardı ve Refah Partisi üzerine bayağı şeyler yazmıştım. En önemlisi, 1990 Kasım ayında Âyet ve Slogan adlı kitabım çıkmıştı ve o kitabın içerisinde bir bölüm de Refah Partisi’ne ayrılmıştı. Refah Partisi’nde de Erdoğan ve arkadaşlarının, farklı bir şeyler yapmakta olduklarını söylemiştim o tarihte. O kitaptan dolayı bana yönelik olarak birtakım kendini solda tanımlayan kişiler tarafından, o kitaptan ve İslâmcılık üzerine yaptığım çalışmalardan dolayı diş bileyenler çoktu ve bunlardan birisi de tabii ki Aydınlıkçılardı. Aydınlıkçılar Erdoğan’a ve ABD’ye vurmak isterken, arada da beni bu komploya, yani kendi kurguladıkları komploya katık etmişlerdi. Genç bir gazeteciydim ve o tarihlerde bir yerde de çalışmıyordum. Çalışsaydım da bir şey değişmezdi. Yapacak bir şey yoktu ve Aydınlık’ın çıkarttığı bu yalan, bir şekilde kayıtlara geçti. Aradan 5-6 yıl gibi bir süre geçti. 2001’in Ağustos ayında Fazilet Partisi kapandı ve Erdoğan, arkadaşları ile Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdular. Benim “yenilikçi kanat” olarak tanımladığım –ki bu isim yerleşti– bu kanat, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener başta olmak üzere, bu partiyi kurdular. Erbakancılar ise Saadet Partisi’ni kurdular. Tam da bu günlerde bir kitap Yenilikçi Kanat diye kitap çıktı piyasaya. Kitabı yazan da Nasuhi Güngör adlı bir gazeteciydi. Kendisini tanıyordum. Aydın Menderes’in yanında tanışmıştım ilk. Aydın Menderes o sıralarda Refah Partisi’ndeydi. Sonra bir trafik kazası geçirdi ve erkenden hayatını kaybetti. Bilenler bilir. Nasuhi Güngör’ün bu kitabını merakla aldım. Çünkü yenilikçi kanat ve tam AKP kurulduğu bir zamanda çıkıyor. Aldım. Kendisini de tanıyorum. Bir baktım, kitap tamamen AKP’ye saldırı üzerine. Olabilir ve tabii ki kitapta, bu partiyi yıllar önce benim kurdurduğum yalanı bir kere daha karşıma çıktı. İddiaya göre o tarihte bu kitabı Saadet Partisi teşkilatlarının satın alıp, bedava dağıttığı söylendi. Ne derece doğrudur bilmiyorum. Neye uğradığımı şaşırdım. Çünkü tanıdığım birisiydi. Muhabbetim vardı. Senli benli konuştuğumuz birisiydi. Aradım kendisini. Dedim ki: “Ne alâka? Nereden çıktı bu?” AKP’yi bir İsrail-ABD ortak yapımı olarak gösteriyor. Gösterebilir; ama bunun başına bir yerine, ilk aşamalarına beni koyuyor. Aradım, gayet soğukkanlı bir şekilde dedi ki: “Bana yazılı bir açıklama yollarsan yeni baskısında bunu değerlendiririm.” Ona ettiğim küfrü burada etmek istemiyorum. Telefonu suratına kapattım. Sonra tabii başına gelenleri bilenler biliyordur. Onu bu arada anlatayım. 

Ne oldu? Bu kişi daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiminde, TRT’de üst düzey göreve geldi. İlginç bir şekilde… AKP’yi daha kurulduğu anda, bebekken boğmak isteyen o komplolar zincirinin önemli bir ayağı olan bu kişi, bu kitabı yazan kişi Star gazetesinde çalışıyordu. Star gazetesi AKP’nin denetimine geçti. Bunun işine son vermediler. Daha sonra terfi etti. Hatta Erdoğan’ın da katıldığı birtakım yayınları yönetti. Ondan sonra ne oldu? Bir şekilde TRT’den ayrıldı ve 2018 seçimlerinde, Muharrem İnce onun yazdığı kitabı alıp, oradan alıntılar yaptı. Dedi ki: “Bu kitabın yazarı, AKP iktidarında TRT’de üst düzey yöneticiydi.” Ardından, hatırlayanlar olacaktır, Nasuhi Güngör denen şahıs çıktı, sosyal medyadan, o kitabın ne kadar yanlış olduğunu vs. söyledi. Zaten arada kitabı bir şekilde yenilemişti. Bütün o iddialarını ortadan kaldırıp, bu sefer AK Parti güzellemesi haline getirmişti. Ama o kitap –ki ben de hâlâ durur, ilk basılan kitap– birçok kişinin elinde var ve oradan hareketle Nasuhi Güngör üzerinden, bir tür AKP’ye karşı Saadet Partisi’nin kullandığı bir argümana dönüştü bu Aydınlıkçıların yalanı. Evet, bu ne oluyor? Önce Aydınlıkçılar, sonra El-Azizciler, sonra Nasuhi Güngör, ardından Ergenekon zanlısı Ergun Poyraz, Takunyalı Führer diye bir kitap yazdı. Orada da bunu, bu iddiayı –iddia diyorum, ama ne diyeceğimi bilmiyorum–, bu yalanı kullandı ve şimdi oradan da Ergenekon zanlısına geçmiş olduk. Şimdi sırada tabii ki Fethullahçılar var. Yani birbirine taban tabana zıt insanlar, sırayla bu yalan üzerinden Erdoğan’ı sıkıştırmaya çalıştılar. Onu itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Erdoğan’ı ve AKP’yi… O da ne oldu? 2014 yılının aralık ayında, Rota Haber diye bir internet haber sitesi vardı. Bunun başında daha önce Haber 7’nin başında olan Ünal Tanık adlı bir gazeteci vardı ve orada, bir baktım bir haber var. Bu da, “Erdoğan ve AK Parti’nin kurduğu uluslararası ilişkilerin altyapısı” başlıklı bir haber. Esas başlık: “AKP, ABD ve İsrail Projesi” başlığını taşıyor ve orada bu yalan tekrar gündeme getirildi. Fotoğraflı yapmışlar; haberde adı geçenlerle. Benim de fotoğrafım en başlarda bir yerde duruyordu ve bu sefer de bunu yapanlar, tam Türkiye’de bu Cemaat-AKP kavgasının olduğu bir yerde, Fethullahçıların bir haber sitesi bunu kullanıyor. Haberin referansları olarak Abdurrahman Dilipak, Ali Bulaç, Abdurrahim Karslı gibi birtakım referanslar var. Bunun içerisinde tabii ki yine böyle bir şey söyleniyor ve işte olay; “Zaten Abramowitz’le Erdoğan’ı Ruşen Çakır buluşturdu. Yıllar önce, 90’lı yılların başlarında…” diye bir haber tekrar karşıma çıktı, bu sefer de Fethullahçılar tarafından. Sonra Ünal Tanık’a dedim ki: “Bana sormadan bu haberi yaptınız. Bu yalan” dedim. Şöyle bir ek yaptı: “Ruşen Çakır haberimizde kaynak olarak gösterdiğimiz Nasuhi Güngör’ün 2001’de yazdığı Yenilikçi Hareket kitabında yer alan bilgiyi, haberimizin yayınlanmasından sonra yalanladı. Ancak Ruşen Çakır’ın 13 yıl boyunca yalanlamadığı bu bilgiyi, konu bugün tekrar gündeme gelip konjonktür değiştiğinde yalanlaması dikkat çekti.” Daha sonra, darbe girişiminin ardından Ünal Tanık hapse girdi, tutuklandı. Yanılmıyorsam geçtiğimiz günlerde tahliye oldu ya da olmak üzere, bilemiyorum. Ama bu olayda adı geçen, mesela Nasuhi Güngör, Ünal Tanık; bunların benim bedduamı almış olduklarının bir örneği olarak bunu yorumlayabilirsiniz isterseniz.

Şimdi bu yalan hâlâ dolaşımda. Bir tane, adını şimdi hatırlamıyorum, soyadı Çelik olan bir kişi sürekli bunu dolaşıma sokuyor, internet üzerinden, sosyal medya hesapları üzerinden. “Nereden çıkartıyorsun?” deyince de, işte bu kitabı ya da Nasuhi Güngör’ü ya da Aydınlık dergisinin zamanındaki haberini gösteriyorlar. Böyle alıp başını giden bir yalan silsilesi var ve bir yerden sonra bu sizin kontrolünüzden çıkıyor. Bir de öyle bir anlatıyorlar ki, söz konusu olan kişi siz olmasanız inanacaksınız. Hatta söz konusu olan kişi siz olsanız bile inanabilirsiniz. O kadar kapsamlı bir şekilde anlatıyorlar. Bu noktada bir şey söyleyeyim. O zarf içerisinde 3 bin dolar aldığım iddiası ya da yalanını akşam evde eşime söylediğimde, Müge bana şöyle söyledi: “Niye benim böyle bir şeyden haberim yok?” dedi. Benim de ona cevabım şu oldu: “Çünkü benim de yok.” Yani gerçekten bizim hakkımızda, insanlar hakkında birileri bir şeyler söylüyor. Tabii ki bu bir komplo teorisi olarak sunulduğu zaman, siz bunun yalan olduğunu nasıl kanıtlayacaksınız? Yani birisi size diyelim ki “Para aldın” diyor. “Hayır almadım”ı nasıl kanıtlayabilirsiniz? Ama para aldın diyenin, onu kanıtlayabileceği birtakım şeyler olabilir. Ama yok. Burada da “Kasımpaşa’da Erdoğan’la Abramowitz’i buluşturdu.” Nereden buluşturdum? Ben şimdi böyle bir buluşmayı yapmadığımı, yapmamın söz konusu bile olmadığını nasıl kanıtlayabilirim? Böyle bir şey yapmaya imkânım yok. Ama şu anda özellikle “post-truth” diye tanımlanan hakikat sonrası çağda bunlar aldı başını gidiyor. Ortada dolaşan bilgilerin büyük bir kısmı, böyle tam olarak kanıtlanmamış, kanıtlanması da mümkün olmayan bilgiler. Ama bunlar o kadar çok kanaldan aynı anda yayılıyor ki, sonuçta bunları insanlar pekâlâ doğru olarak kabul ediyorlar. Şimdi mesela ben burada “Gomaşinen”de bunu anlatıyorum. Birçok kişi belki de dinleyip “hı, hı” diyecekler ve yine benim, Erdoğan’ı Abramowitz’le buluşturduğumu – ki o tarihlerde olsa olsa en fazla 30 yaşındayımdır herhalde, 62 doğumlu olduğuma göre… Ama dediğim gibi Erdoğan’la söylenen tarihte tanışıklığım yoktu. Daha sonrasında tanıştık. Abramowitz’i hiç tanıdığım yoktu. Onunla da daha sonra tanıştım. Abramowitz’le hayatta ettiğim muhabbetin toplamı 10 dakikayı geçmemiştir. Zaten acayip bir adamdır. Yani beni bildiğini filan da sanmıyorum açıkçası. Belki adımı duymuştur ama. Bu tam Aydınlıkçılara çok yakışan bir dezenformasyon ve belki de en kalıcı olan dezenformasyonlarından birisi. Ama tabii şimdi şöyle bir durum var: Bu dezenformasyonun tarihi 90’lı yıllar diyelim. Kaç yıl oluyor? 30 yıl diyelim. 30 yıl sonra, garip bir şekilde Doğu Perinçek’in yolu Erdoğan’la kesişti ve şu anda da Erdoğan hakkında değil dezenformasyonu yapmak; eleştirel bir şekilde haber yapan, yorum yapan kişilere bile tahammülü olmuyor. Bunlardan birisi, demin de söylediğim gibi, eski arkadaşlarından: Hikmet Çiçek. Böyle kullanışlı olan dezenformasyonlar var. Kısa süre içerisinde etkisiz kalan dezenformasyonlar var. Yani bu yalan, benim gazetecilik hayatımda, ben ölene kadar herhalde beni takip edecek. Bazen insan diyor ki: “Bir an önce öleyim de şu yalandan kurtulayım.” Gerçekten hiç alâkasız insanlar çıkıp size, birbirinden farklı… burada verdiğim örnekte olduğu gibi, hesapta birbirleriyle kavga eden birtakım insanların buluştuğu bir yer. Bana olan nefretlerinden olduğunu sanmıyorum. Esas mesele Erdoğan’la olan sorunları. Ama Erdoğan’la olan sorunlarını çözmede, komployu daha câzip kılmak için, diyelim ki Erdoğan’la Abramowitz’i bir Millî Gazete yazarı buluşturmuş olsa filan bunun bir câzibesi kalmaz. Ama benim gibi İslâmcılık çalışan solcu bir gazeteci olunca işin rengi iyice değişiyor. 

Tabii bunun birtakım türevleri de var. Benim RAND Corporation’dan burs aldığım, okulumu böyle okuduğum gibi… El-Azizci birisi, sosyal medyada böyle bir şey yazmıştı. Belki görenler olmuştur. Benim eğitim masraflarımı, bu RAND Corporation denen, Amerikan ordusuna çalışan bir düşünce kuruluşu var Amerika Birleşik Devletleri’nde, onun finanse ettiklerini söylediler. Ben de şöyle bir cevap vermiştim kendisine: “Vallahi ben üniversite mezunu değilim. Lise paramı mı vermişler?” deyince, ortalık bayağı bir karışmıştı. Bunu yazan kişi neye uğradığını şaşırdı. Çünkü beni üniversite mezunu sanıyordu. Ben Boğaziçi Üniversitesi terkim. Galatasaray Lisesi mezunuyum. Hatta birçok kişi bana şöyle espri yapmıştı: “Demek ki lise kantininde kantin paralarını, çayları, gofretleri Amerikalılar ödemiş” diye. Sonra da o kişi büyük bir pişkinlikle, kendisiyle dalga geçenlere: “Sayemde Ruşen Çakır’ın üniversite mezunu olmadığını öğrendiniz” diye, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışmıştı.

Her neyse… Gazetecilikte haber yapmanın dışında, haber olmayan dezenformasyonlarla mücadele etmek gibi zorlu bir görevimiz var. Ama bu tür şeyleri yapanların hiçbir etik, ahlâk kaygısı olmadığı için ve mahkemelerin de bir yerden sonra hiçbir işe yaramaması nedeniyle, maalesef her zaman için bu tür câzip yalan haberleri üretenler hep birkaç adım önümüzde gidiyorlar. Burada da aynı şekilde, bu yaklaşık 30 yılı bulan –tam olmadı ama–, 30 yılı bulan dezenformasyon da benim üzerime yapışmış bir şey olarak kaldı. Bu yayından sonra, “Gomaşinen”in bu bölümünden sonra bundan arınacak mıyım? Temenni ederim; ama sanmıyorum.

Evet. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.