Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Herkesin gündemi kendisine

Son HDP operasyonunda da olduğu gibi muhalefet çevreleri siyasi iktidarın her hamlesini “gündem değiştirme çabası” olarak niteliyor. Bu tespit doğru olsa bile muhalefetin “gerçek gündem”i iktidara dayattığına pek tanık olamıyoruz.

Bu yayında sözü edilen Kemal Can’ın yazısı: Gündem budur işte

Yayına hazırlayan: Fehimcan Şimşek 

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Cumartesi günü bizim Kemal Can’ın adını Twitter’da trendler listesinde gördüm. Önce şaşırdım, biraz ürktüm, sonra baktım ve sevindim. Çünkü Kemal’in trend olmasının nedeni Gazete Duvar‘daki ”Gündem budur işte” başlıklı yazısı. Sonra biraz bakınca, çok kişinin bu yazıyı paylaştığını gördüm. Sahiden paylaşılmayı, okunmayı ve tartışılmayı hak eden bir yazı. Biz orada Kemal’in yazdıklarını cuma günü “Haftaya Bakış”ta konuşmuştuk, belli ki daha sonrasında, cumartesi günü, sıcağı sıcağına bunları yazmış. Zaten bu meseleyi Kemal uzun bir zamandır ısrarla dile getiriyor. Ben bu konuda açık ve net olmadım, onu özellikle söylemek istedim. İktidarın bazı hamlelerini gündem değiştirme olarak yorumlayanlardan olduğumu hatırlıyorum. Ama Kemal başından beri bunun böyle olmadığını, iktidarın gündeminin tam da bu olduğunu söyledi. 

Mesela şöyle diyor: ”Olup bitenin asıl gündemi saklamak için yaratılmış bir gölge oyunu olduğunu söylemek, işletilen asıl gündemi idrak etmeyi imkânsız hale getiriyor. İktidar bir şey yapamadığı için bir sanal gündem üretmiyor, tam da bir sürü şey yapmakta olduğu için yapabileceklerine olağanüstü alan açarak sert bir gündemi dayatıyor.” 

Burada herhalde en ana tartışmalardan birisi iktidarın bu sert gündeminin Türkiye’nin sahici ve anlık yaşanan, yoğun bir şekilde yaşanan meseleleriyle ilgisinin olmaması, doğrudan ilgisinin olmaması ya da ilgisinin az olması ve bu nedenle de insanların aklına, özellikle muhalefetin aklına, bu hamlelerin gündem değiştirmek için yapıldığı fikri yerleşiyor ve böyle bir propagandayla iktidarın bu hamlelerini savuşturmaya çalışıyorlar. Halbuki iş biraz daha karışık. İktidarın temsilcileri –ki bazı durumlarda Devlet Bahçeli’nin Recep Tayyip Erdoğan’dan daha agresif olduğunu bu konularda görebiliyoruz–, iktidarın temsilcileri yaşanan sahici sorunları çözmenin hayli uzağındalar ve bu konuda artık pek bir iddiaları da kalmış değil. Örneğin ekonomiyle ilgili yapılan açıklamaların hepsi sade suya tirit açıklamalar. Mesela geçen hafta yaşanan faiz artırımı meselesi; Erdoğan’ın en büyük iddialarından birisiydi bu faize karşı olmak. Faiz artırıldı ve kurlarda belli bir düşüş yaşandı ve şimdi pazartesi sabahı itibariyle baktığımız zaman bunun hiçbir etkisi olmadığını gördük ve şimdi yine birtakım açıklamaları gerek Cumhurbaşkanı, ama esas olarak da Ekonomiden Sorumlu Bakan olan Berat Albayrak birtakım şeyler söyleyecek, ama bunların ne içeride ne dışarıda bir inandırıcılığı yok, herhangi bir ilgi de yaratmıyor ve bir anlamda ekonomi gerçekten kendi kaderine terk edilmiş bir görüntüde. Ekonominin kendi kaderine terk edilmesi de aslında tüm Türkiye’nin, toplumun kendi kaderine terk edilmesi gibi bir husus.

Benzer bir şeyi koronavirüs ile mücadelede de söyleyebiliriz. İlk başlarda Sağlık Bakanı’nın daha aktif, daha şeffaf sanılan çıkışlarıyla beraber, toplumu da içine katan bir salgınla mücadele perspektifi mi olacak diye düşündük. Ama kısa bir süre sonra olayın böyle olmadığı anlaşıldı ve erken normalleşme geldi; artık şimdi yapılan açıklamaların hiçbirisi de insanları bir şeye ikna etmeye yönelik değil. Bir anlamda vazife savma anlamında yapılan açıklamalar. Vaka sayıları yerine artık hasta sayıları verilerek rakamlar küçük gösteriliyor, şu bu… 

Ama her şeyin ötesinde, bir açıklama yapmak, sorunu çözüyor gibi görünmeye çalışmak da iktidarın pek fazla gündeminde değil. Bunun yerine iktidar, mesela Mavi Vatan’la ve başka hususlarla bir şeyler yapmaya çalışıyor. Onların da ömrü –özellikle dış politikada– çok fazla uzun sürmüyor ve en basit gelen husus, ilk akla gelen husus iktidarın baskıyı artırması oluyor. Bir süredir baskı artırma açısından hafif bir normalleşme yaşanır gibi olmuştu. Ama işin hiç de böyle olmadığını HDP’lilere yönelik operasyonla gördük. 

Burada iktidar ne yapıyor? Sorunlar varken o sorunlar konuşulmasın diye bu operasyonları yapmıyor. Sorunları zaten kendisi sorun edinmiyor. Yani bunlarla ilgili bir meselesi kalmamış gibi, onları artık kendi hâline bırakmış durumda ve güç göstermeye çalışıyor. Sürekli gündem belirleyen olmaya çalışıyor, ama AKP, özellikle ilk yıllarıyla kıyaslandığı zaman, gündem belirleme gücünü büyük ölçüde yitirmiş durumda ve yaptığı şeylerle, bu tür hamlelerle birtakım “beklenmedik” işlere kalkışıyor — tabii ki bu beklenmediği tırnak içine almak lâzım; aslında hiçbirisi şaşırtıcı değil, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması da şaşırtıcı değil, HDP’lilere yapılan operasyon da şaşırtıcı değil; bir anlamda bunlar alışkanlık yaratmış şeyler. Ama şu nokta özellikle çok önemli: Bunların hiçbirinin etkisi uzun süreli olmuyor. HDP’lilerin gözaltına alınması bugün itibariyle baktığımız zaman çok ciddi bir gündem maddesi hâlinde değil. Türkiye’nin gündeminde Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışma biraz konuşulur gibi oldu; ama çatışma anladığım kadarıyla çok fazla tırmanmayacak, öyle gözüküyor en azından şu aşamada.  Bu da çok fazla bir heyecan ve bir coşku yaratmayacak. Bütün bunların hepsi anlık anlık olaylar hâlinde, iktidar tarafından böyle değişik dönemlerde değişik hamleler yapılarak, ama baskıcı yönünü göstererek, baskıcı yönünü iyice abartarak ve böylece baskı yaparken aslında güçlü olduğunu göstermeye çalışarak iktidar kendi gündemini kendisi sürdürmeye devam ediyor ve bunların hiçbirisinin uzun ömürlü olmadığını kendileri de görüyor; ama gidebildiği kadar böyle gidiyor. 

Buradaki sorun karşı tarafın ne yaptığı, ne yapabildiği sorunu. Şimdi diyelim ki iktidar bunu yaptı; muhalefetin, özellikle CHP’nin sözcülerinden ya da onlara destek verenlerden gelen açıklamalar, “İktidar ülkenin ekonomi konuşmasını istemiyor. İktidar ülkenin salgın sorununun konuşulmasını istemiyor” vs.. Tamam diyelim ki doğru, peki siz bunları konuşuyor musunuz? Konuştuklarını söylüyorlar. Peki siz bunların, bu kadar sahici sorunların üzerinden gerçekten bir siyaset üretebiliyor musunuz? İnsanların ilgisini çekebiliyor musunuz? İktidarın gerçek sorunlar üzerinden siyaset üreterek varlığını sürdürme iddiasının kalmadığını düşünüyorum. İktidar artık siyaset üretmekten vazgeçmiş durumda, bunu görüyoruz. Erdoğan –ki halkın içerisinde siyaset yapma konusunda çok iddialı birisidir ama–, son yaptığı –diyelim ki Giresun’da ya da Gaziantep’te yaptıklarına– baktığımız zaman, eski Erdoğan’ın çok uzağında, toplumla ilişki kurma açısından çok büyük bir gerileme içerisinde, siyaseti doğrudan yapamıyor. AKP’nin yeni üye kampanyaları, şunlar bunlar bir heyecan yaratmıyor.

Siyaset tamamen artık AKP’yi ve iktidarı terk etmiş durumda. Ama muhalefet iktidarın bıraktığı siyaseti alıp oradan çok somut meseleler üzerinden, çok ciddi açılımlar yapıp insanlarda bir heyecan yaratabiliyor mu? Esas soru bence bu. Şimdi, “Ne yapalım? İşte, medya yok, medyamız yok, medya bizim yaptıklarımızı dile getirmiyor…” Bu öteden beri dile getirilen bir husus; ama herkes kendi medyasını da pekâlâ yaratabilir, özellikle günümüzde sosyal medya imkânlarıyla beraber. 

Aslında geleneksel büyük medyanın içerisinde yer almıyor olmak pekâlâ lehte bir durum olabilir. 31 Mart seçimleri bize bunu gösterdi; özellikle Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş örnekleri bize bunu gösterdi. Dolayısıyla bu sadece medyayla anlatılabilecek bir mesele değil. Buradaki esas sorun bence netâmeli konularda muhalefetin içinde bir görüş birliği yok, oluşması da pek mümkün değil. Bu netâmeli konuların ele alınması hâlinde, muhalefetin farklı unsurları, aktörleri arasında ciddi sorunlar çıkabileceği endişesi ile bütün bu sorular ve sorunlar görmezden geliniyor. 

Özellikle HDP olayında, son operasyonda da gördük. Kürt meselesini ilgilendiren konular bir şekilde göz ardı ediliyor, çok da fazla didiklenmiyor, sadece geleneksel, klişe birtakım açıklamalarla yetiniliyor ve tavır alınmıyor. Buradaki tutukluk çok mânîdar ve artık bir yerden sonra kanıksanmış. Halbuki yapılacak çok şey olabilir. Örneğin Selahattin Demirtaş’ın kalkıp bir cümlesi, yani ”Dışarıda olsaydım Başak’la beraber Meral Hanım’ın evine çat kapı kahvaltıya giderdim” cümlesi, aslında Türkiye’de her zaman, her koşulda siyaset yapmanın, siyasette açılım yapmanın mümkün olduğunu bize gösterdi. Bu pekâlâ mümkün. Bu cümlenin arkasından bir yığın şey söylendi. Kimisi olumlu, kimisi olumsuz; kimisi bunu gerçekçi bulmadı, kimisi çok gerçekçi buldu, her neyse, ama siyaset zaten bu. Bir tartışmayı açıyorsunuz, bir sorunun çözümü için bir açılım geliştiriyorsunuz. 

Sorun nedir? Sorun muhalefetin sahici bir şekilde yan yana gelememesi sorunu. Neden gelemiyor? Geçmişten gelen değişik bagajlar nedeniyle — ki Meral Akşener’in bu anlamda cevâben söylediklerinde kullandığı kan davası lâfının çok da fazla rastlantısal olduğunu sanmıyorum. Bir şekilde, muhalefetin bazı unsurları arasındaki meseleler, geçmişten bu yana pekâlâ kan davasına bile benzetilebilir. Ama burada, birisi kalkıp bütün bunların ötesinde pekâlâ şunu diyebiliyor: ”Gideriz, kahvaltımızı ederiz”. Kahvaltıdan ne çıkar ne çıkmaz belli değil, ama bu bir siyasî açılım. Bu siyasî açılımı muhalefet göstermiyor, muhalefetin en çok dikkat çekmesi, en çok adım atması beklenen birçok kesimleri göstermiyor. 

Bu açıdan bakıldığında son operasyonun, HDP operasyonunun hedefinin HDP değil İYİ Parti olduğunu söyleyenler oldu. Bu bir yerde anlaşılabilir. Çünkü HDP bu operasyonlarla çok muhatap oldu. Hep bu operasyonlarla gelişti HDP çizgisi, değişik parti adlarıyla ve bu operasyonlar onlara anlık olarak çok büyük darbeler indirse de, orta ve uzun vâdede bu hareketlerin daha kalıcı olmasını, daha güçlü olmasını sağladı ve bu açıdan bakıldığında devletin hedefinin burada HDP’ye vurup aslında başkalarını rahatsız etmeyi istemesi, iktidarın amacının bu olduğu söylenebilir. Ama buradaki esas meselenin İYİ Parti olduğuna çok emin değilim. İYİ Parti ve CHP ayrı ayrı iktidar tarafından test edilmek isteniyor olabilir ve zaten o günden bugüne baktığımızda, bu iki partinin de bu konuda –hele İYİ Parti’nin hiçbir şey söylediğine ben tanık olmadım– eleştirel bir duruş sergilediklerine pek tanık olmadım, belki içlerinde tek tük birileri şahsen söylemiştir, çok emin değilim. 

Burada iktidar bu iki partiyi birden test ediyor olabilir; ama esas olarak özellikle vurgulamak lâzım ki iktidarın en büyük derdi aslında HDP’yle, bunu ıskalamamak gerekiyor. Yani tamam, HDP’ye vurarak İYİ Parti’ye ve CHP’ye mesaj veriyor, onları zor durumda bırakmak istiyor olabilir. Ama burada iktidarın esas meselesinin HDP olduğunu kabul etmek lâzım. Çünkü HDP bütün sorunlarına rağmen bir toplumsal dinamiği olan ve politika üretebilen –son Selahattin Demirtaş örneğinde de gördüğümüz gibi– bir parti ve bu harekete karşı iktidarın elinde artık hiç ama hiçbir şey kalmadı. Kayyum atamaları, şunlar bunlar, iktidarın ortaklarının artık buraları, Kürt seçmeni büyük ölçüde boşlamış olduklarını, artık buraya yönelik çok da fazla bir beklentileri olmadığını görüyoruz. Bunun yerine ne yapıyorlar? Karşılarındakini alabildiğine yıpratmak ve belki birazcık zaman kazanmak.
Şimdi başlığa dönecek olursak: ”Herkesin gündemi kendisine”. Evet, siz diyebilirsiniz ki iktidar bunları yaparak gerçek gündemi örtmeye çalışıyor. Tamam o zaman sizin gündeminiz ne?  Siz topluma ne anlatıyorsunuz? Topluma anlattığınız: ”İktidar zaten kendi kendini tüketiyor. İlk seçimde gidecekler”. Bunların hepsi doğru olabilir, bence de doğru; ama bunun ötesinde ben bir gazeteci olarak bunları söyleyebilirim, söylüyorum da, uzun zamandır söylüyorum. Hatta o kadar uzun zamandır söylüyorum ki artık insanlar benimle dalga geçiyorlar, bunun da farkındayım. Evet, ama siyasetçinin bunun üzerine başka şeyler söyleyebilmesi lâzım. 

”İktidar kendi kendini tüketiyor. İlk seçimde gidecekler”. Tamam, peki ilk seçimde onlar gidecek kim gelecek? Siz nasıl geleceksiniz? Kimsiniz? Kimlerle geleceksiniz? Ne yapacaksınız? İktidarın yanlış yaptığı neyi nasıl düzelteceksiniz? Bütün bunları sizin söyleyebilmeniz gerekir. Yani iktidarın gündemi sun’î bir gündem olabilir. İktidar gerçek meselelerin konuşulmasını engellemek için içeride ve dışarıda kutuplaştırmayı sağlayabilecek konuların avına çıkmış olabilir. Tamam, o zaman siz gerçek meseleleri gündeme nasıl getireceksiniz? Kutuplaşmaya karşı, tam tersine kutuplar arasındaki barikatları kaldırmaya yönelik, özellikle de iktidarın destekçisi olarak bilinen, ona meyletmiş kutupların diğer tarafında olan insanları kazanmaya yönelik olarak neleri nasıl söyleyeceksiniz? Bunları belirtmeniz gerekiyor. Öteki türlü söylediğiniz her şey aslında iktidarın dayattığı gündeme teslim olmak oluyor.  

Burada mesele şu: Dönem dönem muhalefetten gelen birtakım çıkışlar Erdoğan başta olmak üzere iktidarı reflekse mecbur kıldı, ona lâf yetiştirmeye çalıştılar. Bunların olduğu anda aslında Türkiye’de siyasetin yapıldığını görüyoruz. Mesela Adalet Yürüyüşü böyle bir şeydi bana göre; 31 Mart kampanyaları ve ardından 23 Haziran kampanyaları böyle bir şeydi. İktidar sıkışmıştı ve iktidar muhalefetin belirlediği gündeme, dayattığı gündeme yetişmeye, ona cevap vermeye çabaladı ve başarısız oldu. Bunların, böyle anların çoğalabilmesi ve bunların bir sisteme kavuşması gerekiyor. Aksi takdirde iktidarın gitmesini bekleye bekleye yapıldığı söylenen siyasetin adı siyaset değil. Bunu herkes yapar. İnsanlar adını koyar, der ki: “Tamam, bu bitiyor, şu tarihte bitecek.” Daha tarihi bilmiyoruz. 

Mesela: “İktidar ilk seçimde gidecek.” İlk seçim ne zaman olacak? Normal zamanda mı olacak?  Kim karar verecek? Siz muhalefet olarak bu seçimin bir an önce olmasını sağlayabilir misiniz? Nasıl sağlarsınız? Hangi tarihi tercih edersiniz? Burada kimlerle, nasıl çıkacaksınız? Bütün bunların hepsi siyaset yapmakla ilgili hususlar. Bunların hiçbirisinde konuşmayınca, “Her an seçime hazırız” dediğiniz zaman zaten burada iktidarın gündemi belirlediğini kabul etmiş oluyorsunuz. “Her an seçime hazırız” değil, “Türkiye’yi seçime götürüyoruz, iktidar da bu seçimden kaçamaz” diyebilecek bir muhalefet ve bunun yaratıcılığı, bunun mekanizmalarını sağlayan bir muhalefetin gelmesi gerekiyor. Aksi takdirde iktidar hep birtakım esas olmayan konularda birtakım sert hamlelerle, özellikle temel hak ve özgürlükleri iyice askıya alarak, insanları tutuklayarak, gözaltına alarak, yasaklarla şunlarla bunlarla Türkiye’ye bir şeyleri dayatmaya devam eder ve siz de, “Bu onların son demleri” deyip, “Nasıl olsa gidecekler, gündemi değiştirmek istiyorlar” deyip durursunuz. Bu arada birçok kişinin canı yanmaya devam eder ve ülke demokrasiden daha fazla uzaklaşmış olur.

Ülkeyi demokrasiden daha fazla uzaklaştıran bir iktidara karşı, muhalefetin ülkeyi ısrarla demokratik bir alana, demokratik bir siyasete çekmesi gerekiyor. Bunu ne zaman olacağı belli olmayan seçimin sonrasına ertelemek bana çok isabetli gelmiyor. Evet, iktidarın gündemini biliyoruz: Baskı, baskı, yine baskı ve hamâset, içeride ve dışarıda hamâset. Tabii bu arada hamâset konusunda, muhalefetin birçok unsurunun iktidardan çok da geri kalmadığını son Azerbaycan-Ermenistan meselesinde de gördük. Arada bir farkın kalmadığını ve muhalefetin hele böyle konularda, “yerli ve milli” konularda iktidardan daha yerli ve daha milli olduğunu kanıtlama gayretlerini de herkes görüyor. Böyle bir yerde, demokratik siyaseti üretmediğiniz zaman, iktidarın çizdiği o gündem aslında sizin de gündemimiz oluyor. Yani toparlayacak olursak: İktidar sun’î bir gündem dayatıyorsa, siz de gerçek gündemi dayatın ve iktidar da o gerçek gündeme cevap vermek zorunda kalsın. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.