Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan niçin ülkeyi dolaşıyor?

AKP Aralık ayı sonuna kadar bütün il kongrelerini bitirmek istiyor ve AKP Genel Başkanı Erdoğan da Şırnak, Van, Malatya, Samsun demeden il kongrelerine katılıyor. Salgın döneminde özellikle dikkat çeken bu hareketlilik neden?

Yayına hazırlayan: Zelal Direkci 

Merhaba iyi günler, iyi haftalar. Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’yi dolaşıyor, kongreler yapılıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ilk kongrelerinin Aralık sonuna kadar bitirilmesi hedefleniyor ve şu aşamada da ilk önemli gördükleri kongreleri koronavirüs nedeniyle açık havada yapmak istiyorlar. Erdoğan’ın Şırnak, Van, Malatya ve Samsun’a gittiğini gördük; başka yerlere de gitti ve gidecek. Normal şartlarda bu salgın döneminde Erdoğan’ın bu kongreleri yerinde yapması yapmaması anlaşılabilir bir şey olurdu; ancak bütün kongrelere gidebildiği kadar, önem verdiği illere gitmek istiyor. 

Bunun birçok nedeni olduğu kanısındayım. Birinci neden tabii ki oylarının azalıyor olması. AKP oylarında bir kayış var, bir erime var; en azından kararsız seçmenlere doğru bir yöneliş var. Bunu dizginlemek istiyor tabii ki. Bunu yapmanın yolu da sahada siyaset yapmak. Sahada siyaseti de kendisi bizzat üstlenmek zorunda kalıyor. Şöyle söyleyelim: Erdoğan işi tekeline aldığı andan itibaren; gerek parti yönetimini, gerek hükümet yönetimini, gerek ülke yönetimini, her şeyi kendi tekeline aldığı andan itibaren, alt kademelerde büyük bir rehavet oldu. İnsanlar her şeyi Erdoğan yaptığı için, bir taraftan da Erdoğan’dan çekindikleri için, sorumluluk almamaya, kaytarmaya başladılar; çünkü Erdoğan bütün bu süre içerisinde özellikle son dönemde sürekli politika değiştiriyor. Özellikle İslâmî bir dilden milliyetçi bir dile kayış olayını gördük — son yıllara damgasını basan olay bu oldu. Dolayısıyla, insanlar hata yapmaktan da çekiniyorlar. Bir diğer husus ise Meclis’in işlevsizleştirilmesi oldu. Meclis işlevsiz kalınca milletvekillerinin de pek bir işlevi kalmıyor — pek demeyelim; hatta hiçbir işlevi kalmıyor. Milletvekilleri aslında halkla parti arasında ve halkla devlet arasındaki çok önemli aktörlerdi. Ama uzun süredir çok fazla bir fonksiyonları yok; çünkü bir işlevi yok. Bakanlar atanıyor. Eskiden seçilen bakanlar olduğu zaman, milletvekilleri seçimle gelen bakanlara ulaşabiliyorlardı, kendi arkadaşlarıydı. Birtakım iş takiplerini ve seçmenlerinin taleplerini dile getirebiliyorlardı. Erdoğan tek adam sistemini kurarak aslında kendi bindiği dalı da çok ciddi bir şekilde kesmiş oldu ve dolayısıyla her şey kendi omuzlarına yükleniyor. Şu anda gördüğümüz, il il dolaşıyor olması, bir tür kendi çizdiği kaderine razı olmak.

Peki başka nedenler ne? Buna paralel olarak sahada varlık gösteren partiler var. Başta İYİ Parti var. Meral Akşener çok ciddi bir şekilde sahada çalışıyor ve bunun meyvelerini de topluyor. Bir diğeri de AKP’den kopan yeni partiler. Bu partiler, Gelecek ve DEVA partileri, ayrı ayrı sahadalar. Ve hafta sonu Gelecek Partisi ilk olağan kongresini de yaptı. İlk kongrelerini tamamladı hızlı bir şekilde. Bunu yaparken de Ahmet Davutoğlu bazılarına gitti, bazılarına ise online olarak katıldı. Uzaktan katıldı, ama bir dinamizm yakaladı Gelecek Partisi. Şimdi DEVA Partisi benzer bir süreçte. Ali Babacan da koronavirüs tedavisinden sonra kendini sahalara attı diyelim. Hafta sonu mesela Gaziantep ve Şanlıurfa’da kongre yaptı. Bizzat gitti. Daha önce Diyarbakır’a gitmişti. Birçok yeri dolaşıyor Ali Babacan ve DEVA Partililer ve bütün bu kongrelerden çok memnunlar. Onların anlattıkları tasvir ettikleri fotoğraf ne derece sahici bilemiyorum, ama Erdoğan’ın kendisini böyle kongrelere atmasının da bence bu yeni partilerin ve özellikle İYİ Parti’nin etkili bir şekilde, birebir insan insana siyaset yapmasının onun bu stratejisinde etkili olduğu kanısındayım. 

Bir diğer husus da tabii ki Türkiye’nin gerçek gündemleri, gerçek sorunları, ekonomi, koronavirüs gibi sorunları gündemdeyken, Erdoğan bunların yok sayılması için, kendisi yok sayıyor, yetkililere de yok saydırtmaya çalışıyor. Mesela döviz yükseliyor, sorumlu bakan “Ben bakmıyorum” diyor. Sağlık Bakanı’nın koronavirüs hakkında yaptığı açıklamalar artık kamuoyunu hiçbir şekilde tatmin etmiyor, tamamen oyalamaya dönük olarak algılanıyor. Böyle bir ortamda Erdoğan da doğrudan insanlara giderek, onlara gerçek sorunlar yerine kendi çizdiği perspektifte hitap etmeye çalışıyor. Bir diğer yön de, biliyorsunuz, o bir yere gidip konuştuğu zaman, onu aynen veriyorlar. Bütün gazeteler onu birinci sayfaya taşıyorlar. Her seferinde o gazetelerin internet siteleri her mitingde Erdoğan’dan önemli açıklamalar diye o mitingin veya kongrenin konuşmalarını olduğu gibi yayınlıyorlar. Ve baktığınız zaman da çok fazla önemli şeyler olmadığını görüyorsunuz. Kongrelerdeki bu faaliyet, bu hareketlilik aynı zamanda işlerin iyi gittiğini gösterme çabası. Yani bütün bu sorunlara rağmen, hem o sorunlar konuşulmuyor, hem de kazara konuşulursa diye Erdoğan il il dolaşarak insanlara başka şeyler anlatıyor. Özellikle dış politika anlatıyor. Çok büyük bir ekonomik kurtuluş savaşından bahsediyor vs.; ama bunu beceremiyor, çünkü sorunlar çok ciddi ve sorunlar onun peşinden geliyor. 

O sorunlardan kaçtıkça sorunlar peşinden geliyor. Örneğin ne oldu? Van’da kongresi varken İzmir’de deprem oldu. İzmir’deki deprem bir kere daha deprem gerçeğini bizim yüzümüze vurdu. Daha önce de Elazığ’da olmuştu, ama İzmir’de hem şiddeti daha büyüktü hem daha merkezî bir yer olması, can kayıpları üzerine, burada bir kez daha deprem gerçekleriyle yüzleşme zorunluluğu ve dolayısıyla 18 yıllık AKP iktidarının sorgulanması oldu. Deprem vergilerinin nereye gittiği sorusu soruldu. Erdoğan bir şekilde İzmir’e uğradı; ama sonra, kaldığı yerden mitinglerine devam ediyor ve depremden gelen birtakım mutlu kurtarma öyküleriyle, iktidar yanlısı medyanın büyük gayretiyle depremin gerçek meselelerinin konuşulması yerine bu tür öyküler –ki bu tür öykülerin her biri insan öyküleri olarak çok etkileyici, çok çarpıcı, doğru– ama esas olarak bu öykülerin tekrarlanmaması için iktidarın ne yapıp ne yapmadığının sorgulanması hep öteleniyor diyelim ya da iptal ediliyor. Bir diğer husus: Koronavirüs meselesi. Erdoğan’ın bu kongreleri doğrudan sahada yapması aslında koronavirüse bir tür meydan okuma. 

Bu aslında anlaşılır bir şey; çünkü ülkeyi yönetenler bir süredir koronavirüs konusunda şöyle bir tablo çiziyorlar: Her şey kontrol altında; Türkiye çok büyük bir sınav veriyor, dünya çapında bir başarı elde ediyor. Ama vatandaşlar o üç şeye yeterince uymadıkları için birtakım sorunlar çıkıyor. Erdoğan bunu “tamam” diye tanımlamıştı. ‘T’ temizlik, ‘M’ maske, bir diğer ‘M’ aynı zamanda mesafe. Yani temizlik, maske ve mesafe. Bunlara uyulduğu takdirde aslında çok da fazla sorun olmayacak diye basitleştirilebilecek bir şey. Bu koronavirüsün çok da korkulması gereken bir şey olmadığı ve Türkiye’nin burada gerçekten çok iyi bir sınav verdiği, örnek olduğu tezi uzun bir süredir Türkiye’nin gündeminde. İktidar tarafından bu tez ortaya atılıyor. Ve bunu yapanlardan biri de Prof. Burhan Kuzu’ydu biliyorsunuz. Ve kendisi, koronavirüs pozitif çıktığı andan sonra hızlı bir şekilde tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Allah rahmet eylesin. Burhan Kuzu’nun ölümünün ardından onun koronavirüsle ilgili yaptığı paylaşımlar paylaşıldı — eleştirel bir şekilde tabii. O aslında Burhan Hoca’nın kendi kişisel görüşü olmanın ötesinde iktidarın görüşüydü ya da yansıtmak istediğiydi. Gerçeğe nasıl yaklaşıldığı meselesinin çok çarpıcı bir örneğiydi. 

İktidar bu hakikat sonrası çağda gerçeği öyle eğip büküyor ki, koronavirüs gibi bir olayda, bu noktada Erdoğan tek değil. Birçok ülkede benzer yaklaşımların olduğunu gördük. Trump da bunu yapmaya çalıştı. Brezilya’da Bolsonaro da bunu yapmaya çalıştı; hatta daha aşırı bir şekilde yapmaya çalıştılar. Ama koronavirüs gerçeği Burhan Kuzu Hoca’nın vefatıyla artık reddedilemeyecek bir şekilde karşımıza çıktı. Onun da ötesinde tabii ki daha önce Bülent Arınç, Binali Yıldırım gibi Erdoğan’ın yakın çevresinden isimler pozitif olmuşlardı, onu biliyorduk. Şimdi virüsle mücadelede Sağlık Bakanı’ndan sonra en önemli isim olan Süleyman Soylu da eşi ve kızıyla beraber aynı şekilde hastanedeler. Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın da, kendisinin pozitif çıktığını ama iyileşmekte olduğunu sosyal medya üzerinden açıkladı. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, aslında koronavirüsün çemberi herkesi içine alacak şekilde daralıyor ve siz hâlâ ne kadar bundan kaçınırsanız kaçının, ne kadar bunu dillendirmek istemezseniz istemeyin, bu gerçek sizin karşınıza böyle vakalarla, Burhan Kuzu’nun vefatı gibi, İçişleri Bakanı’nın ailece hastalanması gibi, ya da Cumhurbaşkanı’na en yakın ismin hastalanması gibi vakalarla kendini gösteriyor — bunlara tabii ki belediye başkanları, valiler gibi birçok kişiyi eklemek mümkün. İlk dönemde bu kadar çok fazla isim görülmemişti. Çok kayıplar oluyordu, ama daha bir farklı yaşanıyordu koronavirüs. Şimdi sözüm ona normalleşmenin ardından içine girdiğimiz süreçte, resmî rakamlara göre günde 70 vatandaşın hayatını kaybettiği süreçle beraber koronavirüsün ne kadar yaygınlaşmış olduğunu hepimiz görüyoruz. Şahsen önceki dönemde çok fazla tanıdığım insanın vaka olarak gündeme geldiğini duymamıştım. Şimdi çok sayıda tanıdığım, aile ve arkadaş çevremden ve bir şekilde gazeteci olarak tanıdığım kişilerden sürekli haberler geliyor. Bunların büyük bir kısmı atlatıyorlar, tedavi oluyorlar, tam hasta olmadan kendilerini toparlayanlar da var. Hasta olduktan sonra hastalığı yenenler var. Ama maalesef hayatını kaybedenler de var. 

Erdoğan bu kongreleri yaparak, bütün o mesafe kuralına uyarak vs. aslında bir şekilde koronavirüsle de çok ciddi bir şekilde baş ettiğini, mücadele ettiğini de göstermek istiyor. Ama gelen haberler –ki bugün kendisi de Burhan Kuzu’nun cenazesine katıldı; o cenazedeki fotoğraf da– aslında olayın hiç de böyle olmadığını, Türkiye’nin koronavirüsle mücadele konusunda çok ciddi bir sorun yaşadığını gösteriyor. Ya da Malatya’da bir esnafın kendisine “Eve ekmek götüremiyoruz!” çıkışı aynı şekilde Erdoğan’ın ekonomik sorunların üstünü örtme –diyelim en azından–, yani ekonomik sorunlar çok da vahim değilmiş gibi insanların arasına girdiği zaman, bir vatandaşın –anlıyoruz ki kendisi AKP karşıtı falan değil, tam tersine Erdoğancı birisi, ama o da– refleks olarak ilk diline gelen şey o klişe: “Eve ekmek götüremiyoruz!”. Ekmek götürmekten kast ettiği bildiğimiz somun ekmek değil tabii ki. Daha genel olarak iaşeyi kastediyor. Evlerin çarkının dönmesini kastediyor. Ve bunun Erdoğan’ı nasıl rahatsız ettiğini de gördük. Dolayısıyla o kongrelere gitmesinde, bir şeylerin konuşmasını erteleyip konuşulmaması için başka bir gündemle kendi etrafında bir hareketlilik sağlamak için yaptığı bütün şeylerde, hep hayatın gerçekleri bir şekilde karşısına çıkıyor. Kimisi bir esnafın ekmek götürme çıkışı. 

Bir başkası İzmir’de yaşanan ve kısa süre içerisinde felakete dönüşen deprem olayı, ya da en yakınındaki isimlerin koronavirüse kapılmaları ve hatta içlerinden bazılarının da hayatını kaybetmeleri. Bütün bunlar Erdoğan’ın çaresizliğinin her geçen gün daha çok derinleştiğini bize gösteriyor. Bu saatten sonra onun kongrelere böyle el atıp bir hareketlilik yaratmaya çalışması, yeni üye yapmalar vs. bunlar onun yarasına merhem olabilecek şeyler değil bence. Çünkü artık bir şekilde çarklar tersine dönmeye başladı. Bu gidişatı döndürebilmesinin yolu, kendisi için olumsuz gidişatı döndürebilmesinin yolu gerçekler sorunları yok sayıp başka meseleler, özellikle dış politika üzerinden bir ülke tasviri değil; tam tersine bu sorunlarla gerçekten mücadele edip buralarda başarı elde edebilmesi. Yani koronavirüse karşı, yani ekonomik sorunlara karşı. Bunları yapabilecek ne imkânı, ne gücü, ne kadrosu, ne de anladığım kadarıyla bir vizyonu var. AKP artık bir parti olarak uzun bir süredir daha çok bir aile şirketi hüviyetinde ve buralardan aşağıdan da ona gelebilecek çok fazla bir katkı olabileceğini sanmıyorum. Dolayısıyla bu yapılan kongrelerin amacı belli; Erdoğan hâlâ her şeyin kontrol altında olduğunu göstermek, hâlâ çok dinamik bir örgüte ve halk desteğine sahip olduğunu göstermek istiyor. Elindeki, kontrolündeki medya tamamiyle seferber olmuş durumda. Devlet imkânları tam anlamıyla seferber edilmiş durumda. Ama hayatın gerçekleri hep bir şekilde –kimi zaman beklenmedik bir ölüm haberiyle, kimi zaman bir deprem felâketiyle, kimi zaman bir vatandaşın içinden gelen çığlıkla–onun amacını gerçekleştirmesini engelliyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.