Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (17): Şevket Kazan başkanlığındaki Refah Partisi heyetiyle Güneydoğu’da 11 gün (11-21 Ağustos 1994)

Gazetecilik anılarımın 17. bölümünde, Milliyet Gazetesi muhabiri olarak izlediğim bir Güneydoğu gezisini anlattım. Necmettin Erbakan’ın en güvendiği isimlerden eski Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın başında olduğu Refah Partisi heyetinin Diyarbakır, Mardin, Elazığ, Bingöl ve Tunceli’deki temasları Kürt sorunu ve İslamcılık ilişkisi hakkında çok şey öğrenmemi sağlamıştı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 17. bölümünde yine eski bir tarihe, 26 yıl öncesine gitmek istiyorum. 11 günlük bir yolculuk söz konusu. Refah Partisi’nin Güneydoğu gezisi, başından sonuna kadar izlediğim bir gezi oldu. Benim gazetecilik hayatımda çok şey öğrendiğim bir gezidir. Hep oradan bazı anekdotlar aklıma gelir, arkadaşlarıma da anlatırım. Bu gezi benim açımdan birçok açıdan çok önemli oldu. Birincisi, İslâmî hareket çalışan bir gazeteci olarak Refah Partisi’nin bir faaliyetini baştan sona izledim. Aynı zamanda Kürt sorunu çalışan bir gazeteci olarak Güneydoğu’da bunu görme imkânım oldu. İkisini birlikte görme, ikisinin ilişkisini, yani İslâmî hareketle Kürt hareketinin ilişkisini, İslâmcılığın Kürt sorununa bakışını ve tabii ki burada Millî Görüş hareketinin nasıl bir hareket olduğunu görme şansım oldu. Şunu unutmamak lâzım: Daha ilk Millî Nizam Partisi’nden itibaren, ardından Millî Selamet Partisi, ardından Refah Partisi ve bugüne kadar bu hareket, her zaman için Kürtlerden belli bir karşılık buldu. Milletvekili çıkarttı, belediye başkanları çıkarttı, çok sayıda kadro çıktı Millî Görüş hareketi içerisinden. Sadece Millî Görüş değil, millî İslâmî harekette ve İslâmî hareketin değişik gruplarında da Kürtler önemli bir yer tutar. 

Unutmamak lâzım: Said Nursî de bir Kürt idi. Birçok tarîkatın, mesela Menzil tarîkatının da şeyhleri Kürt. Onların ekibindekilerin, yakın çevresindekilerin çoğu Kürttür. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Yani Türkiye’de İslâmî hareketle Kürtlük arasındaki ilişki çok yoğundur. Kürtlerin de, dindarlık konusunda zaten muhafazakâr olan Türkiye’de ortalamanın üzerinde bir dindarlığa sâhip oldukları kanısındayım. Her neyse, 11 Ağustos 1994’te başlayan bir gezi bu. Refah Partisi’nin Genel Başkan Yardımcısı ve TBMM yani Meclis Grup Başkanvekili Şevket Kazan heyetin başındaydı — eski adalet bakanı. Yanında iki milletvekili vardı; birisi Bingöl milletvekili Hüsamettin Korkutata, diğeri Ankara milletvekili Ömer Faruk Ekinci; bir de Elazığ eski milletvekili ve MKYK üyesi Ömer Naimi Barım vardı. Bunlar birçok kere gittiler. Uğradıkları illeri sayacak olursak: Diyarbakır’a gidildi, Mardin’e gidildi; Elâzığ’a, Tunceli’ye ve Bingöl’e gitti bu heyet. Gittikleri her yerde yerel parti teşkilatı tarafından karşılandılar. Şöyle bir sistem oluyordu. Diyelim ki Diyarbakır’da incelemeler tamamlanıyor, Mardin’e gidiliyor. Diyarbakır Mardin il sınırında Diyarbakır araçlarından iniliyor, Mardin’den gelen araçlara biniliyordu. Ve ondan sonra gezinin ondan sonraki bölümünü Mardinliler yapıyordu. Diyelim ki oradan Elâzığ’a geçiliyordu Elâzığ il sınırında Elâzığlılar devralıyordu… 

Bir tek Tunceli’de bu böyle olmadı. Çünkü Tunceli’de güçlü bir Refah Partisi örgütlenmesi yoktu. Ama onun dışında, Diyarbakır, Mardin, Elâzığ, Bingöl gibi yerler, Refah Partisi’nin o tarihte çok güçlü olduğu yerlerdi. Ve buralarda belediyelerin de büyük bir kısmı Refah Partisi’ndeydi. Çünkü 1994 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara’yı kazanmış olan Refah Partisi, o tarihteki Kürt partilerinin seçim boykotu nedeniyle Güneydoğu’da da birçok yeri kazanmışlardı. Diyarbakır, Van, Şanlıurfa, Adıyaman, Ağrı, Bingöl, Bitlis, Batman, Elâzığ, Erzurum, Malatya, Muş, Siirt… bunları hep Refah Partililer kazanmıştı. Burada Kürt hareketinin boykotu birinci derecede etkili olmuştu. Nitekim bu illerin büyük bir çoğunluğu daha sonraki seçimlerde, belediyeleri Kürt hareketinin partileri kazandılar. Ama birçoğuna daha yakın bir tarihte kayyumlar atandı, bunu biliyoruz. 

Bu gezinin amacı şuydu: Kürt sorunu 90’lı yıllarda Türkiye’de her geçen gün ağırlığını daha fazla hissettiriyordu. Refah Partisi tabanı içerisinde de Kürtler bu konuya daha fazla sahip çıkmaya başlıyorlardı. 1991 genel seçimlerinde Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi ile –ki sonradan MHP’ye dönüştü– ittifak yapmış olduğu için Kürtlerde bir kırgınlık vardı. Bütün bunları göz önüne alan Erbakan, en güvendiği isimlerden birisi olan Şevket Kazan’ı görevlendirmiş ve bir rapor hazırlamasını istemişti — bir tür Kürt raporu. Ama bunu yapmak için de aynı zamanda teşkilatları denetleme, oralarda yerel kanaat önderleri ve yetkililerle buluşma vs. konularda kendisini görevlendirmişti. Ve ilginç bir gezi oldu. Baştan sona neredeyse her ânını takip ettiğim bir gezi oldu. Çok ilginçti. İlk başta şunu yapıyordu Şevket Kazan: Gittikleri yerde mülkî âmiri –il ise valiyi, ilçe ise kaymakamı– ziyâret ediyordu. Muhakkak Emniyet’i ziyâret ediyordu. Genellikle Emniyet de Valiliğin ya da Kaymakamlığın yanı başında oluyordu. Ondan sonra hangi partiden olursa olsun belediye başkanını ziyâret ediyordu. Daha sonra kendi partisinin binasına gidiyordu ve orada da, genellikle parti binasının önünde de halka konuşma yapıyordu. Daha sonra toplantılar vs.. 

Ben özellikle ilk başlarda bu resmî görüşmelere girmedim, çünkü Şevket Kazan’la tanışmıyorduk. Birbirimizi biliyorduk; ama tanışmıyorduk. Ve Şevket Kazan benim geziyi izlememe ses çıkartmadı, ama bana da çok başlarda güvenmedi herhalde. Ama daha sonra, böyle ilk bir iki günün ardından, bir sohbet etme imkânımız da olunca, benim de bütün valiler, kaymakamlarla olan, belediye başkanlarıyla olan görüşmelere gazeteci olarak girmeme izin verdi. Ve hatta beni orada mülkî âmirlere ya da belediye başkanlarına tanıttı. O tarihte Milliyet gazetesinde çalışıyordum. Ve buralarda Şevket Kazan’la ya da bu heyetteki Hüsamettin Korkutata, Ömer Faruk Ekinci, Ömer Naimi Barım gibi isimlerle ve tabii ki yerel Refah Partiler’le bayağı yoğun bir şekilde konuşma, sohbet etme, tartışma imkânım oldu. Çok zengin geçti benim için, zenginleştim — öyle bir lâf var mı bilmiyorum. Ama çok şey öğrendim. Gerçekten çok şey öğrendim. İlk aklıma gelenlerden birisi mesela şöyledir: Elâzığ’a gittiğimizde, bir yerde diyelim ki bir ilçeye gidiliyor. İlçelerin adlarını şimdi hatırlamıyorum. Ve ilçede din adamları, aşîret şefleri ya da şeyhleri –artık her ne derseniz– Refah Partisi’ni destekliyor. O zaman konuşmada şöyle deniyordu — tabii ki yine aklımda kaldığı kadarıyla aktarıyorum: “Onlar ne ulu insanlardır ki, âlimlerdir ki sizlere yol gösterdiler. Onların çizdiği yoldan gidiyorsunuz, sizi takdir ediyoruz” derlerdi. Ama diyelim ki başka ilçede ya da yerleşim biriminde söz konusu olan aşîret şeyhleri ya da tarîkat şeyhleri Refah Parti’yi değil de mesela o tarihte Doğru Yol Partisi’ni destekliyorsa ya da ANAP’ı destekliyorsa, bu sefer aynı konuşmacı insanlara –yani izleyicilere orada yaptıkları küçük çaplı mitingler oluyordu–, orada insanlara: “Siz özgürsünüz, sizin kendi beyniniz var. Kendi düşünceleriniz var. Kimseye kulak asmayın, doğru bildiğiniz yolda gidin…” telkini yapılıyordu. Çok pragmatistlerdi. Tabii ben her iki toplantıyı izlediğim için aradaki farkı görebiliyordum. 

Çok yerde çok birbirinden farklı şeyler oldu. O tarihlerde özel timler çok etkiliydi bölgede, 90’lı yıllar… Özel timlere yönelik çok ciddi şikâyetler vardı. Her gittikleri yerde tabii ki özel timleri görüyordu ve birçoğunda da bu faaliyetlerin güvenliğini Vilâyet ya da Emniyet özel timlere bırakıyordu — heyetin güvenliğini. Bunların çoğu, ülkücü bıyıklı, sarkık bıyıklı ve Refah Partililerden de çok fazla hazzetmeyen kişilerdi. Hatta gittiğimiz bir yerde, Şevket Kazan başta dediğim gibi Emniyet binasını ziyaret ettiğinde, Özel Tim’in başındaki âmir ayağa kalkmadı, ayağa kalkmaya tenezzül etmedi –ki Şevket Kazan bakanlık yapmış birisi–, Şevket Kazan çok kızmıştı. Zaten Şevket Kazan çok sinirli birisi, çok sert birisi idi. Allah rahmet eylesin, 2020’nin Mart ayında, yani bu yıl Mart ayında hayatını kaybetti. Orada bayağı bir tartıştığını hatırlıyorum. Bir başka yerde, heyet Bingöl’de incelemelerini bitirdikten sonra şehri terk ediyorduk. Nereye gidiyorduk hatırlamıyorum; ama şehri terk ediyorduk. Ben de arabalardan birisindeydim. Ve arkamızda da tabii ki özel timler vardı. Korumaydılar. Sözüm ona korumaydılar diyeceğim, birazdan göreceksiniz. Şöyle bir şey oldu: Bir yerde bir tâziye evi varmış; belli ki yerel yöneticiler söylemişler. Yolun solunda bir tâziye evi vardı. Bütün heyet orada durdu. Arabalar durdu ve Şevket Kazan ile diğer Refah Partililer tâziyeye gittiler. Ben girmedim, dışarıda duruyordum. Korumalar da, özel timler de dışarıda duruyorlar. O sırada çok ilginç bir olay yaşandı. Bingöl’de MHP’nin de belli bir gücü vardı –galiba hâlâ var– ve orada Refah Partisi heyetinin Bingöl’e gelmesinden rahatsız olan MHP’liler bu konvoyun arkasından bir konvoy oluşturmuşlar. Üç hilâlli bayraklarla korna çala çala meğer bizim arkamızdan geliyorlarmış. Tabii ki biz bunu bilmiyorduk, çünkü bayağı bir mesafe vardı. Fakat tâziye evine girilip yoldan çıkıldığı için ve orada zaman kaybedildiği için ben bunları gördüm. Bunlar kornalar çalarak ve bozkurt işaretleri yaparak gittiler. Sanıyorlardı ki biz öndeyiz. Halbuki biz kenardayız, bizi görmediler. Tabii onlar bu kornaları vs.yi çalıp giderken Refah Partisi heyetini koruduklarını varsaydığımız özel timlerin neredeyse hepsi –ben gördüm çünkü–bozkurt işaretleriyle o heyeti selamlamışlardı. Onu da bir ilginç anekdot olarak anlatmak istedim. Nitekim Şevket Kazan daha sonra hazırladığı raporda, özel timlere çok ciddi bir yer ayırmıştı. 

Özel timler aslında bir anlamda MHP’ydi. Ve MHP ile Refah Partisi arasındaki farkın çok net bir şekilde görülmesine neden oluyorlardı. Bingöl demişken, yine Bingöl’den bir anımı anlatmak isterim. Bingöl’e gidildi ve bir otele girildi. Orada Şevket Bey ve yanındakiler biraz dinlenmeye çıktılar. Ben otelin resepsiyonunda duruyorum; o sırada iki tane adam geldi bana. Beni televizyondan tanıyorlarmış. O tarihlerde benim ATV’de “Siyaset Meydanı” programlarında Kürt meselesinin, bir de İslâmcılık üzerine tartışıldığı yerlerde çıkıp konuşmuşluğum vardı ve insanlar tanıyabiliyorlardı. Özellikle Güneydoğu’da Kürtler o programları çok izledikleri için biliyorlardı. Bu iki kişi, gelip benimle bir sohbet etmek istediklerini söylediler. Ben de “Evet, buyrun” falan dedim. Bana bir soru sordular; dediler ki: “Biz Refah Partisi olarak iktidara gelirsek, acaba sizce Kürt sorununu çözer miyiz?” Ben de gayriihtiyârî, “Hiç sanmıyorum” dedim. Onlar da bana, “Evet, biz de sanmıyoruz” dediler. İkisi de Bingöl’de Refah Partisi’nin çok üst düzeyde yerel yöneticileriydi. Bunu da hiç unutmam. 

Bir başka unutmadığım ilginç olay Lice’de yaşandı. Lice o tarihlerde, 90’lı yılların en öne çıkan ilçelerinden birisiydi. Sokağa çıkma yasakları, çatışmalar vs. ile anılan bir yerdi. O tarihlerde Lice’ye girmek de yasaktı. Ama Refah Partisi heyeti bir şekilde Lice’ye girme iznini aldı. Çünkü Şevket Kazan eski bir bakan olduğu için ona bir engel çıkartılamadı. Biz de Lice’ye gittik. Ve Lice’ye gittikten sonra, orada eski uyuşturucu kaçakçısı olarak bilinen ve kaçırılıp öldürülen Behçet Cantürk’ün aile fertlerinden, muhtemelen babasının adınaydı galiba, yapılmış bir cami vardı. O caminin minaresi hasar görmüştü. Çatışmalarda olmuş o hasar. Ve o sırada onu da gördük. Orada bir koruma polisi vardı; bu koruma polisi Diyarbakır’daki bir Refah Partili belediye başkanının korumasıydı, Emniyet görevlisiydi. İç Anadoluluydu, yanılmıyorsam Yozgatlıydı. Ve daha önce kendisiyle bu geziden önce Diyarbakır’a bir geldiğimde tanışmıştım. Ve benden hiç hazzetmemişti o polis memuru, koruma olan polis memuru. Sonra Lice’de o camiyi gördük vs., birtakım temaslar yaptılar. Oradan galiba Silvan’a, Diyarbakır’ın bir başka ilçesine geçtik. Ve o sırada Şevket Kazan ve arkadaşları parti binasına girdiği zaman, ben o tarihlerde sigara da içiyordum. Allah’a çok şükür bıraktım o geziden 2-3 yıl sonra. Neyse, sigara içmek için yolun kenarında bir yerde oturdum. Ve bir baktım: Bu polis geldi. Benden hazzetmediğini bildiğim polis geldi. Ben de açıkçası endişelendim, şimdi ne olacak diye. Geldi, bana içini döküyor. Öyle bir döküyor ki, neye uğradığımı şaşırdım. Çünkü ben İstanbul’dan gelen birisiydim. Kürt değildim belli ki. Başladı konuşmaya, diyor ki — orada heyetten birisi Refah Partisinden heyetinden birisi şöyle demiş: “Ben bir İsrail’in işgalindeki Mescid-i Aksa’da ağlamıştım, Kudüs’te, bir de burada ağlıyorum” demiş. Gerekçesi de caminin minaresi. Bunun kendisini çok yaraladığını söylemiş. Bu polis memuru da bana diyor ki –bir yığın küfür etti, hakaret etti bu kişiye– ve şöyle dedi: “Ulan orada polisler teröristlerle çatışıyordu. Terörist camiye girmişse ne yapacaksın?” En sonda da şunu söyledi: “Ben” dedi, “kendimi bildim bileli Millî Görüşçüyüm. Uzun zamandır da buradayım. Ama ya ben Millî Görüşçü değilim ya da buradaki Refahlılar Millî Görüşçü değil” demişti. 

Tabii buradaki ana eksen Kürt sorunuydu. Diyarbakır’da görevde olan ve gönüllü olarak Refah Partili belediye başkanının korumalığına tâlip olan bu Yozgatlı polis memuru, bu kritik anda, mesela Lice’de yaşanan kritik anda tercihini başka bir yerden yana yapıp, kendisini onlardan ayrı koyuyordu. Ve bunu da, çok hoşlanmadığı, ama kendisine en azından etnik olarak yakın gördüğü bir gazeteciye içini dökerek yapıyordu. Bu gezide anlatacak çok şey var. Bazılarını unuttum, bazılarını hâlâ hatırlıyorum; ama çok da uzatmak istemiyorum. 

En ilginç bölümlerden birisi Tunceli; onu anlatmadan edemeyeceğim. Aslında heyetteki herkes Şevket Kazan’a, “Tunceli’ye gitmeyelim, ne işimiz var orada?” dediler. Ama o sırada bir bölge müfettişi vardı, adını şimdi hatırlamıyorum, o da ısrarla, Şevket Kazan’a, “Efendim, muhakkak gidin, Tunceli’de bir potansiyel var. Orada görünmemiz iyi olur” diye sürekli telkin ediyordu. En sonunda, Şevket Kazan zaten çok şey kararlı birisiydi, “Ben gidiyorum” dedi. Ve iki araba gittik. Diğerleri, büyük bir çoğunluğu gelmedi. Çok fazla dikkat çekmek istemediler. Ben de tabii ki katıldım kendilerine. Ve gittiğimizde Vilâyet binasında Emniyet Müdürü ve Vali’yle sohbet ediyoruz. Orada tabii –Tunceli’de ne konuşulur?– sol örgütler konuşuldu. Emniyet müdürünün söylediği bir şeyi hatırlıyorum: “Burada biz vatandaşa örgütten misin diye sormayız? Hangi örgüttensin diye sorarız” demişti. Vali’nin de şöyle bir şey dediğini hatırlıyorum: “Halkla ilişkilerimiz çok iyi, çaylarını içiyoruz, ikramda buluyorlar vs.; ama bize doğru dürüst bilgi vermiyorlar” demişti. Ardından belediyeye gittik. Belediyede o sırada SHP’den seçilmiş Mazlum Arslan vardı belediye başkanı. Onunla da gayet medenî bir sohbet olmuştu. Ve Şevket Kazan sonuçta Tunceli’ye de gitmiş oldu. Şevket Kazan o tarihte –şimdi kontrol ettim, 33 doğumlu olduğuna göre– 61 yaşındaydı. Ben de o tarihte –62 doğumlu olduğuma göre– 32 yaşındayım, gençtik yani. Ve bana Şevket Kazan yaşlı geliyordu. Tabii ki aramızda yaklaşık 30 yıl fark var. Ve ben de hayret ediyordum. Ondaki dinamizme, enerjiye hayret ediyordum. Şimdi aradan yıllar geçti, ben de 58 yaşındayım, Şevket Kazan’ın o tarihteki yaşından 3 yaş küçüğüm. Ve kendimi, Allah için, hâlâ bütün sorunlara rağmen dinamik hissediyorum. Yani bu da çok aldatıcı bir şeymiş. Şevket Bey’le orada –gerçekten uzaktan bilirdim ve açıkçası ürkerdim biraz kendisinden– hep belli bir mesafeyi koruyarak, ama çok güzel bir sohbetimiz oldu yol boyunca. 

Son bir anekdot ile bitirmek istiyorum. Şevket Kazan gittiği her yerde muhakkak Refah Partisi binalarına uğrardı. Bir tanesine gittik, yanılmıyorsam Diyarbakır’ın küçük bir ilçesiydi. Ve ilçe başkanını çağırıp ona fırça attı. Tabelayı gösterdi. “Bu ne biçim tabela?” dedi, “küçücük, eski, doğru dürüst hiçbir yer görmüyor. İnsanların görmesi mümkün değil. Niye böyle yapıyorsunuz?” falan diye fırça attı, O ilçe başkanı da hemen yakınmaya başladı, “Efendim” dedi., “burada bütün partililere Ankara’dan para yolluyorlar” dedi. “Ama siz bize hiçbir şey yollamıyorsunuz, bizim imkânlarımız ancak bu kadar” dedi. Şevket Bey onun üzerine, “Ne parası ya?” dedi. “Sen” dedi, “bir kere buradaki tabelayı düzelteceksin, binayı düzelteceksin, benden para falan istemeyeceksin. Hatta sen bana Ankara’ya para yollayacaksın. Ve ben bu Ankara’ya yolladığın paraları tüm Türkiye’de parti faaliyetlerine harcayacağım, beğenmiyorsan git diğer partilerde çalış” diye bir güzel azarlamıştı ve bunun üzerine de ilçe başkanı susmuştu. O bir realiteydi aslında. Özellikle merkez partileri –ANAP gibi, Doğru Yol gibi, o tarihte SHP de herhalde öyleydi–, genellikle Ankara’dan buralara destek çıkarlar. Çünkü orada imkânlar kısıtlıdır. Çok büyük kitlesel bir aktivizm de olmadığı için, genellikle Ankara’dan sübvanse edilirler. Ama Refah Partisi’nde böyle bir şey yoktu. Refah Partisi tamamen fedakârlık üzerine kurulu bir partiydi. 

Şimdiki AKP’den çok farklı — belki de AKP ile arasındaki en büyük fark budur. Birçok yayında da söylemişimdir. Refah Partisi’nde partililer verir. Şimdi, AKP’de partililer almayı düşünüyor. Veren pek yok, almanın hesabını yapıyorlar. Ve tartışmalar da, kimin ne kadar aldığıyla ilgili oluyor. Ama zamanında Refah Partisi’nde insanlar verme yarışındaydılar. Ve Güneydoğu’da bütün burukluklara rağmen, değişik nedenlerle çok dinamik bir Refah Partisi tabanı vardı. Bunda tabii 1994 yerel seçimlerinin ülke çapında yaratığı o atmosfer ve özellikle de Güneydoğu’da birçok belediyenin Refah Partisi tarafından kazanılması etki etmişti. Nitekim bir buçuk yıl sonra yapılan genel seçimlerde Refah Partisi birinci parti çıktı. Evet, burada noktalıyorum, ama bir şeyi vurgulamak istiyorum: Bu seyahatten bir süre sonra, yine Güneydoğu’ya, bu sefer Necmettin Erbakan’la beraber bir seçim gezisine katıldım. Hatta o tarihte Agence France-Presse’de çalışan okul arkadaşım ve yakın arkadaşım Kadri Gürsel’i de ayartmıştım. Kadri ile beraber Güneydoğu’da Erbakan’ı bir izlemişliğimiz vardır. O biraz daha mesafeliydi. Bu sözünü ettiğim heyetle dolaşmaktan daha farklıydı. Ama orada da yaşadığım gördüğüm çok şey oldu. Birtakım anekdotlarım var. Onları da “Gomaşinen”in ilerideki bölümlerinden birisine sakladığımı söyleyeyim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.