Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gara operasyonu ve muhalefet: Hamaset durağında inecek var

Gara operasyonunun ardından CHP ve İYİ Parti’yi bilgilendirmek için İçişleri ve Milli Savunma bakanlarını görevlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener’in sert eleştirilerine şaşırmışa benziyor. Tek şaşıranın o olduğu da söylenemez.

Yayına hazırlayan: Ali Macit 

Merhaba, iyi günler. Bugün benim için tatsız bir gün. Çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybettim: Nuray Şirin.

Yıllar önce, 1987 yılında Ankara’da Nokta dergisinde çalışırken, Nuray da hukuk fakültesini yeni bitirmişti ya da hâlâ okuyordu galiba. O da Nokta‘da çalışıyordu. Oradan beri tanışırız, yani 80’li yıllardan beri. Ardından Nuray yine Nokta‘da beraber çalıştığımız arkadaşımız Hıdır Göktaş’la evlendi. Hıdır da benim çok yakın bir arkadaşım ayrıca. İkisi birlikte hayatta en yakın arkadaşlarımdan oldular. Medyascope’un kuruluşunda çok ciddi katkıda bulundular. Kızları Sera ise, ilginçtir, Hıdır ile beraber 1991 seçimleri öncesinde iki kitap yapmıştık: Vatan Millet Pragmatizm ve Resmî Tarih, Sivil Arayış. Bunlardan ilkinde Sera doğmuştu ve hatta kitabı ona ithaf etmiştik. Yani o da artık 30 yaşında koca bir kadın olmuş. Bu üç kişilik ailenin içerisinden Nuray aramızdan ayrıldı. Kanserle mücadele ediyordu. Ancak dün gece itibariyle hayatını kaybetti. Kendisine tekrar rahmet diliyorum. Sevgiyle hep hatıralarımızda olacağını söylemek istiyorum. Gerçekten çok üzgünüm.

Bugün esas ele almak istediğim konu yine üzücü bir olay: Gara Operasyonu, Gara Operasyonu’nda hayatını kaybedenler ve hayatını kaybedenler üzerinden yürüyen bir tartışma. İlk başta biliyorsunuz, bu operasyon için yapılan açıklamada, Gara’da 13 sivil vatandaşın PKK tarafından bir mağarada infaz edildiği söylendi. Ama kısa bir süre sonra bunların PKK’nın değişik tarihlerde rehin aldığı, esir aldığı –artık ne derseniz–, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden, Emniyet Teşkilatı’ndan ve Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan görevliler olduğu açıklandı. Yapılan resmî açıklamaya göre, bir mağaraya yapılan operasyonda içerideki PKK’lılar yakalanacaklarını anlayınca bu kişileri infaz ettiler.  Daha sonra bu şehitlerin cenazeleri Malatya’ya götürüldü ve daha sonra da ayrı ayrı memleketlerinde defnedildiler.

Buradan hareketle, iktidar yeni bir terörle mücadele konseptini Türkiye’nin gündemine sokmaya çalıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuya önce Rize’de değindi. Uzun bir süre sustu. Bir süreliğine ilk başta konuşanlar başkaları oldular: Vali oldu, Türk Silahlı Kuvvetleri oldu ve tabii ki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu. Süleyman Soylu’nun, “Murat Karayılan’ı yakalayıp bin parçaya bölmezsek bu millet ve şehitlerimiz yüzümüze tükürsün” lâfı, bu günlerin çarpıcı lâfı olarak kayıtlara geçti. Ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan Rize’de konuştu. İçişleri ve Milli Savunma bakanlarının Meclis’te salı günü bilgi verecekleri açıklandı. Bu arada bu iki bakan, HDP dışındaki parti liderlerini bilgilendirmek için onlardan randevu aldılar. MHP, zaten iktidarın parçası oldukları için buna ihtiyaç duymadı; ama Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener ile Soylu ve Hulusi Akar görüştüler. Normal şartlarda beklenen, daha önceki birçok olayda olduğu gibi muhalefet partilerinin –CHP, İYİ Parti; HDP’yi ise iktidar zaten hiçbir şekilde muhatap almadığı için ayrı bir yerde tutmak lâzım– terörle mücadele, şehitlerin anısına saygı gibi gerekçelerle iktidarın çizgisinde olması bekleniyordu. Fakat hiç de öyle olmadı. Kemal Kılıçdaroğlu görüşmeden kısa bir süre sonra grup toplantısında, “Bu saldırılarda hayatını kaybeden şehitlerimizin sorumlusu Erdoğan’dır” dedi ve beş soru sordu. Bu soruları tekrarlamaya gerek yok; ama özetle, bu kişiler hakkında yıllarca –5 ilâ 6 yıl arasında– PKK’nın elinde tutulan, kimileri daha yakın bir tarihte ama en eskileri 5-6 yıldır tutulan bu kişiler hakkında iktidarın şu âna kadar ne yaptığını sordu. Bir diğer ilginç husus, 31 Mart ve İstanbul seçimleri öncesi bir tür bir akademisyen aracılığıyla Öcalan’dan bir mesajı kamuoyuna iletmeye çalışmışlardı. O mesaj aslında HDP seçmeninin bir nevi tarafsız kalması çağrısıydı. Ama etkili olmadı, onu biliyoruz. “Neden Öcalan’ı bu kişilerin bırakılması için devreye sokmadı? Seçim için sokan Erdoğan” dedi. Meral Akşener de bugün çok net bir şekilde dedi ki: “Zafer olduğu zaman kendisi açıklıyor Erdoğan; ama başarısızlık olduğu zaman valilere açıklama yaptırtıyor” dedi. Özellikle de Rize’deki kongreye şehit anasının bağlanmasını da ayrıca çok sert bir şekilde eleştirdi. 

Normal şartlarda Meral Akşener’in Erdoğan eleştirilerinde hep bir ılımlılık vardır — en azından ben öyle görüyorum. Genellikle Erdoğan’dan ziyade, daha önceki Berat Albayrak gibi ya da iktidarın başka isimlerini daha sert eleştirip, Erdoğan’ı birazcık ayırmak gibi bir tutum takınırdı. Burada doğrudan Erdoğan’ı çok sert bir şekilde eleştirdi. Yani o “beka” söylemi burada ilginç bir şekilde tutmadı. Bundan sonra ne olacak bilmiyorum. Merakla bekliyoruz. Burada tabii işin ilginç bir boyutu var, o da şu: Erdoğan geçen hafta salı günü bir açıklama yapıp, ertesi gün yani çarşamba günü ulusa sesleneceğini, millete sesleneceğini ve orada güzellikler duyuracağını söylemişti. Ve Türkiye bunu bekledi. Daha önce yaptığı gibi o gün bir Meclis grup toplantısı yaptı. Başka bir şey yapmadı. Beklenen, Turgut Özal zamanından beri yerleşmiş olan Ulusa Sesleniş konuşmasıydı. Bunu yapmadı Erdoğan. Kafalar karıştı. Ardından bu olaylar yaşandı. Şu varsayım ortaya atılıyor ve muhalefet de bunu bir şekilde dillendiriyor: Buradaki müjde, yani güzel haberler, PKK’nın elinde rehin tutulan görevlilerin, –asker, polis ve istihbarat mensuplarının– kurtarılacağı ve Erdoğan’ın bu kurtarma operasyonunun duyurusunu yapacağı. Fakat hesapların tutmadığı operasyonun istendiği gibi gitmediği daha sonra anlaşılıyor. Aradan birkaç gün geçiyor ve bu olay oluyor. 

Her halükârda şöyle söylemek mümkün: Eğer bu operasyon başarılı olmuş olsaydı, keşke bu kişiler oradan sağ olarak kurtarılabilseydi, 13 kişi hayatını kaybetmeseydi, herhalde Erdoğan bu kişilerin Rize’de olduğu gibi annelerini, şehit annelerini değil, bu kişilerin kendilerini o kongreye, kongrelere bağlatacaktı. Telefonda onların öykülerini dinleyecek ve buradan bir propaganda yapacaktı. Ama olmadı. Ve bu sefer buradaki başarısızlık operasyon. Sonuçta hem Gara denen bölgede PKK’yı temizleme operasyonu hem de rehineleri kurtarma operasyonu var –bugün Ahmet Davutoğlu’nun Murat Yetkin’e verdiği röportajda, “İki tür operasyon birbirine karıştı ve bunun bedelini şehitler ödedi” diyor Ahmet Davutoğlu da– burada bir sorun olduğu muhakkak ve sonuçta, müjde verilemeyince, bu sefer kötü haber üzerinden bir siyasî hareket sağlamak ve bu sefer kurtarılma üzerinden değil şehitlik üzerinden yeniden bir siyasi güç sağlamak istendi. Ama muhalefet buraya eklenmeyince işin rengi değişti. Şu anda dün Kemal Kılıçdaroğlu’na yapıldı. Bugün Meral Akşener’e yapılıyor, yapılmak isteniyor. Yaptıkları açıklamalar nedeniyle onlara yönelik bir taarruz var — sosyal medyada, özellikle troller üzerinden.

Ama şunu söylemek mümkün. Bekledikleri olmadı. Nitekim Erdoğan ne dedi? Bugün Kılıçdaroğlu’na hitaben: “Seni bilgilendirmesi için bakanlarımı gönderiyorum, ama sen buna lâyık değilsin” dedi Kılıçdaroğlu’na. Bakanları göndermeyi bir lütuf olarak sunuyor; halbuki normal şartlarda bu tür olaylarda, gerçekten hani o çok söylenen “milli birlik ve beraberlik” derdi. Gerçekten olsaydı bunu bir lütuf gibi değil, bunu demokrasinin bir zorunluluğu gibi düşünürdü. Ve belki de birtakım şeyleri çok daha hızlı bir şekilde önceden yapardı. Hatta kendisi yapardı bunu. Böyle yapmadığını görüyoruz. Zaten söylenen de, Meral Akşener’in de söylediği: Erdoğan olumsuz olayların kendisiyle birlikte anılmasını istemiyor. Olumsuzlukları hep birileri, başka birileri yapıyor. İyilikleri de hep Erdoğan yapıyor. Şimdi bu muhalefet için sürdürülebilir bir şey mi? Çok kritik bir dönemeç bu. Açıkçası, ben dahil birçok kişi burada şaşırdı. Bizim şaşırmamız çok önemli değil, ama esas şaşıranlar herhalde Erdoğan ve Bahçeli oldu. Çünkü bir düğmeye basıyorsunuz, muhalefet bütün eleştirisini unutuyor ve aynen aynı şekilde sizinle aynı dili kullanıyor ve hiçbir şey olmamış gibi yola devam ediyorsunuz. Sonra, tekrar muhalefet liderlerini değişik zamanlarda “terör işbirlikçisi” vs. olarak suçluyorsunuz. Örneğin Erdoğan Rize’de “Bay Kemal” deyip Kılıçdaroğlu’nu terörle işbirliği yapmakla suçlamıştı. Sonra bakanlarını gönderdi. Sonra “Sen buna lâyık değilsin” deyip yine Kılıçdaroğlu’nu terör işbirlikçisi olarak tanımladı. 

Tıpkı 15 Temmuz’un ardından ortaya çıkan “Yenikapı ruhu” gibi. Kılıçdaroğlu oraya da gitmişti. Beraber fotoğraf vermişlerdi. Bahçeli ile beraber Kılıçdaroğlu, Erdoğan ve dönemin başbakanı Binali Yıldırım beraber fotoğraf vermişlerdi. Meral Akşener bu sırada ayrılmıştı. Sonra çok da zaman geçmeden tekrar “Bay Kemal” ve “terör işbirlikçisi” olmuştu. Yani Erdoğan, “terörle mücadele” adı altında bunu, kolaylıkla istediği zaman açıp istediği zaman kapayabileceği bir düğme olarak kullanıyordu ve terör üzerinden yürütülen hamâsî dille muhalefetin de buna mecburen uyacağını, uymaktan başka bir seçeneği olmadığını düşünüyordu. Bu oyun dün ve bugün itibariyle bozuldu. Buradan sonra, “Bunun devamı nasıl gelir?” sorusuna ek olarak tabii ki şöyle bir husus da var: Terör meselesini, PKK meselesini Türkiye’nin gündemine bu kadar soktuğunuz zaman –ki daha önceki dönemlerde, 31 Mart seçimlerinde de bunu yaptılar, bir işe yaramadı; bayağı zorladıklarını düşündüler, ama olmadı; İstanbul seçimi tekrarlandığında ara iyice açıldı– dolayısıyla iktidar ortakları, yani Erdoğan ve Bahçeli bu argümanı çok ciddi bir şekilde tüketmiş durumda. Şimdi bir süredir HDP’yi kapatmak üzerinden bu yapılıyor. 

Bunun nereye varacağı konusunda değişik spekülasyonlar var. Bunu ayrıca başka bir zaman tartışabiliriz. Ama bunun da ellerinde etkili bir silah olmadığı anlaşılıyor. HDP kapatılsa da kapatılmasa da, sonuç olarak HDP tabanının oylarının iktidarın istediği şekilde yönelmeyeceği anlaşılıyor. Bunun doğurduğu çok ciddi bir rahatsızlık var; ama bir diğer husus da, bu son olayda görüyoruz ki terörle mücadele konusunda bu kadar iddialı olan iktidarın başarılı olup olmadığı da bu Gara Operasyonu’yla beraber ciddi bir şekilde gündeme geliyor. Şimdi demin sözünü ettiğim Süleyman Soylu’nun sözleri gibi. Süleyman Soylu mesela Meclis’te Gara ile ilgili bilgilendirme yapacaktı; ama kelimenin tam anlamıyla hamâset yaptı. Bol bol konuştu, gözleri doldu ve bizim de gözlerimizin dolmasını istedi. Bu arada İnsan Hakları Derneği başta olmak üzere Türkiye’deki önemli kurumları hedef aldı, alenen hedef gösterdi ve terörle mücadele üzerine çok iddialı lâflar etti. 

Benim gazeteciliğe başlamandan kısa bir süre önce PKK’nın ilk saldırıları, Eruh ve Şemdinli olmuştu; o zaman bir vatandaş olarak, 1-2 yıl sonra da gazeteci olarak yakından izlemeye çalıştığım bir olay. Türkiye’de o zamandan bu zamana olmuş 30 küsur yıl; yani diyelim ki PKK’nın ilk kuruluşuyla bakarsak, 40 yıllık, belki daha eski bir olay. Çok sayıda başbakan, cumhurbaşkanı, içişleri bakanı, genelkurmay başkanı, tugay komutanı vs. geldi geçti; ama bu olay hâlâ Türkiye’nin önünde bir mesele olarak duruyor. Bu meselenin çözümü konusunda bugün Süleyman Soylu’nun ve Bahçeli’nin söylediği yöntem Türkiye’de en çok kullanılan yöntemdi ve bunlarla nereye kadar gidildiği ortada. Nitekim bununla gidilmeyeceği düşüncesiyle yine Erdoğan başbakanken değişik çözüm süreçlerini başlattı ve masaya oturulmaz diye kesin bir şekilde reddettiği PKK’nın temsilcileriyle gerek Oslo’da gerek başka yerlerde ve tabii ki Abdullah Öcalan’ın kendisiyle doğrudan görüşüldü. Olmadı. Neden olmadı? Belki ileride bu süreçlerin öykülerini, detaylarını öğrenme imkânımız olabilir. Değişik rivâyetler var. Herkesin başka görüşleri var –ben dahil–, ama sonuçta şimdi tekrar eski devlet diline geldik. Eski devlet dilinde Süleyman Soylu’nun söylediğinden çok daha çarpıcı cümleleri duymuştuk — ben şahsen duydum; birçok kişi, yaşı yetenler duymuştur. Çok daha sert, çok daha iddialı isimler ortaya çıktı. Her türlü yöntem denendi. Ama sonuçta geldiğimiz noktada hâlâ bu mesele, “Hepsini yakalayıp bin parçaya bölmezsek suratımıza tükürün” noktasında kilitlenmiş durumdayız.

Evet, burada muhalefet herkesi şaşırttı. Belki kendileri de şaşırmışlardır; kendi içlerinden de şaşıranlar olmuştur aldıkları pozisyona. Bu da, iktidarın bu kara operasyonuyla yeni bir dönem başlatma niyetine daha ilk günden muhalefetin çok ciddi bir şekilde çomak soktuğunu bize gösteriyor. Bundan sonrası çok daha ilginç ve çok daha sert olacağı benzer. Serinkanlı bir şekilde, sağduyulu bir şekilde bu süreci izlemeye devam edeceğiz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.