Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (32): Son 30 yılda RP, FP ve AKP kongrelerinden izlenimler

Gazetecilik anılarımın 32. bölümünde Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin son 30 yılda yaptığı ve gazeteci olarak yerinde izlediğim kongreleri anlattım.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba. İyi günler. “Gomaşinen”in 32. bölümünde Millî Görüş Hareketi partilerinin kongreleriyle ilgili birtakım anılarımı anlatmak istiyorum, hatırladıklarımı anlatmak istiyorum. 31 yıl önce ilk kongreyi izledim. 1990 olması lâzım, çok da emin değilim aslında. Refah Partisi’nin 3. Olağan Kongresi’ydi. Ve oradan aklımda kalan en önemli şey, Galatasaray Lisesi’nde din ve ahlâk dersi hocamız olan Feyzullah Kıyıklık’la yıllar sonra karşılaşmış olmamdı. Feyzullah hoca Refah Partisi İstanbul İl Başkan Yardımcısı imiş; Tayyip Erdoğan’ın yardımcısıydı. Nitekim kendisi önce Bağcılar belediye başkanı oldu, sonra da İstanbul milletvekili oldu. Hep aklımda kalan odur. 

Refah Partisi’yle ilgili hatırladığım ikinci kongre, dördüncü kongreleriydi, 1993 yılında oldu. O zaman da, Refah Partisi 91 seçimlerinin ardından Milliyetçi Çalışma Partisi’yle beraber Meclis’e girmişti, milletvekilleri de vardı. Uzun yıllar sonra Millî Görüş tekrar Meclis’e girmişti ve 90’daki bir önceki kongrede çok İslâmcı bir parti vardı; 93’teki kongrede ise, hem İslâmcı yönü olan, ama aynı zamanda Batı’ya yönelik pozitif mesajlar da veren bir Erbakan vardı. Çünkü Refah Partisi bir yükseliş içerisindeydi, görülüyordu yükselişi ve bu nedenle de hem kendi tabanını cesâretlendirme hem de kendinden olmayan kesimlere korkacak bir şeyin olmadığını söyleyemeye ihtiyâcı vardı. 93’teki kongrede en iyi hatırladığım hususlardan birisi: Daha Kongre başlamamıştı, Abdullah Gül Kayseri’den birinci sıradan milletvekili olarak girmişti ve yanında bir milletvekili daha vardı, muhtemelen Abdüllatif Şener olması lâzım, o da Sivas’tan kazanmıştı. Onlar Merkez Karar Yürütme Kurulu’na girmişti. Şimdi Abdüllatif Şener’den yüzde yüz emin değilim, ama Abdullah Gül’den kesin eminim. Normalde daha kongre başlamamıştı, ama biz bir grup gazeteci kongrede yeni Merkez Karar Yürütme Kurulu’nun ya da Yönetim Kurulu’nun nasıl şekilleneceğini biliyorduk. O da şöyle: Erbakan tabii ki çok eskiden beri kendisiyle beraber çalışan, “gelenekçiler” diye bildiğimiz isimlerle daha çok kuruyordu kadrosunu. Fakat onlardan iki tanesi, vefat ve ağır hastalık nedeniyle artık listeye girememişti, onun dışında hemen hemen herkes aynıydı. O iki kişi yerine de yeni milletvekillerinden Abdullah Gül ve diğer kişiyi, şimdi emin olamadığım kişiyi göstermişti. Liste belliydi. Zaten Refah Partisi’nde ve daha sonraki dönemde de Adalet ve Kalkınma Partisi’nde listeler hep bellidir, önceden belirlenmiştir, tek aday ve tek liste çıkar; o oylanır. Dolayısıyla burada bir heyecan olmaz, bu partilerde. 

Fakat Refah Partisi’nin yükselişinden sonra genel olağan kongrede değil, ama birtakım il kongrelerinde ciddî bir şekilde bu geleneğin bozulduğunu ya da bozulmak istendiğini gördük ve bu nedenle çok sorunlar oldu. Meselâ Refah Partisi’nin bir Ankara kongresi ya da Elâzığ’da başka bir kongre olmuştu, Kayseri’de olmuştu, buralarda Genel Merkez’e rağmen adaylığını koyan birtakım isimler kazandı, fakat Genel Merkez bu seçimleri yeniledi. Bunlardan Ankara’dakinin ikinci seçimini izlemeye gitmiştim; hattâ Kemal Can da o tarihte Ankara’da yaşıyordu, beraber gitmiştik. Buralarda Erbakan’a rağmen ya da parti yönetimine rağmen kişiler bâzı yerlerde aday olmaya kalktılar; fakat bunun ömrü çok olmadı. 

Refah Partisi’nin kapatmadan önceki son kongresi 13 Ekim 1996’da oldu — 5. Olağan Kongresi. Bu kongrenin öncesinde, Erbakan’ın başbakan olarak gittiği bir Afrika gezisi var — ki bunu “Gomaşinen’in” ilk bölümlerinde anlatmıştım. Mısır, Libya ve Nijerya gezileri ve özellikle Libya’da Kaddafi’nin çadırında yaşanan büyük diplomatik skandal ve hemen ardından kongre oldu. Erbakan çok yıpranmıştı orada –yani Afrika’da yaşananlardan dolayı, özellikle Libya’da yaşananlardan dolayı–; ama o kongre de çok büyük oldu, çok geniş katılımlı oldu. Erbakan orada çok iddialı bir konuşma yaptı ve bu konuşmasında da özellikle kendinden olmayan kesimlere ve Batı dünyasına yönelik güven mesajları vermek istedi. Hattâ hatırlıyorum, Erbakan’ın Batı’yla ilgili söyledikleri şeyler çok şaşırtıcıydı ve harıl harıl notlar alıyorduk; bir delegenin bana, “Hoca takiyye yapıyor” dediğini hatırlıyorum; çünkü Erbakan’dan duymaya alıştığımız söyler değildi. Fakat bütün bunlara rağmen 28 Şubat sürecini engelleyemedi ve partisinin kapatılıp kendisinin yasaklı olmasını da engelleyemedi. Bu kongrelerdeki büyük gövde gösterileri çok önemliydi. Erbakan birçok yerde olduğu gibi bu kongrelere de geç bir saatte gider ve bütün salonu ayağa kaldırırdı. 

Refah Partisi’nin kapanmasından sonra Fazilet Partisi kuruldu, mâlûm. Fazilet Partisi’nin liderliğine, Erbakan yasaklı olduğu için güvendiği isimlerden Recai Kutan atanmıştı Erbakan tarafından. Recai Kutan parti içerisinde giderek güçlenen Yenilikçiler’in de sevip saygı duyduğu, onlarla diyalog içerisinde olan bir liderdi ve o da ilk günden îtibâren parti içerisinde gelenekçi-yenilikçi dengesini gözetmeye çalışmıştı. Fakat belli bir aşamada işler değişti ve Fazilet Parti içerisinde ciddî bir iktidar savaşı başladı. Bunun ilk çarpıcı örneği –başka örnekleri de vardı– İstanbul Kongresi’dir. İstanbul Kongresi’nde Yenilikçiler Numan Kurtulmuş’un karşısına kendi adaylarını çıkartmak istediler, çok gergin geçti Kongre. Son âna kadar adayları vazgeçirtmeye çalıştı Gelenekçiler, yani parti yönetimi; ama en sonunda, Yenilikçiler’in adayı Müezzinoğlu seçime girdi. Mehmet Müezzinoğlu daha sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İstanbul İl Başkanı oldu, ardından milletvekili ve bakanlığa kadar da gitti. Orada bir deneme oldu. İstanbul Yenilikçiler’in en güçlü olduğu yerdi, zorladılar, ama kazanamadılar. Ardından büyük kongre gelince –ki o da 14 Mayıs 2000–, 14 Mayıs, Demokrat Parti’nin iktidara geliş yıldönümü, onu özel olarak seçmişlerdi. 14 Mayıs 2000’de de Yenilikçiler’in aday çıkartıp çıkarmayacakları çok tartışıldı. Bülent Arınç önce “Ben adayım” dedi; ardından Abdullah Gül adaylığını açıkladı –Yenilikçiler’in adayı olarak– ve Bülent Arınç da kendi sözünü geri çekip Abdullah Gül’ü destekledi. 

Çok olağanüstü bir gündü Millî Görüş hareketi için. İlk defa büyük kongrede birden fazla aday, iki aday yarışıyordu. Çok gergindi. Ben de o tarihlerde televizyonlara bu olayı yorumluyordum ve Gelenekselciler’in kazanmasının kesin olduğunu, ama Yenilikçiler’in aday çıkarmasının başlı başına önemli olduğunu söylüyordum. Sonra Abdullah Gül 633’e karşı 521 oyla, çok az bir farkla kaybetti. Bu açıkçası benim için sürpriz oldu ve hattâ daha sonra Abdullah Gül dâhil olmak üzere birçok Yenilikçi benimle bir tür dalga geçtiler; çünkü bir gece önce televizyonda yaptığım yorumu dinlemişler ve benim öngörümün tutmadığını –ben daha bâriz bir fark bekliyordum– söylemişlerdi. 

Orada Kongre’de Bülent Arınç’ın bir konuşması çok etkili oldu. Bülent Arınç zâten Millî Görüş Hareketi’nin en önemli hatiplerinden biriydi, hitâbeti çok güçlüdür. Abdullah Gül’ün bu kadar güçlü bir hitâbeti olmadığı mâlûm; Arınç önceden konuşarak Abdullah Gül’ün işini bayağı bir kolaylaştırmıştı. Fakat yine de burada başarılı olamadılar. Ancak bu Fazilet Partisi’nin birinci ve sonuncu kongresi, bir sonraki partinin, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulabilmesini mümkün kıldı. Burada şöyle bir önemli bir not düşmek istiyorum: Hepimiz burada Abdullah Gül’ün adaylığının Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi, teşviki ve onayıyla olduğunu düşündük. Çünkü Yenilikçi hareketin lideri Recep Tayyip Erdoğan’dı, ancak aday olarak Abdullah Gül çıktı. Bunu bir tür, Abdullah Gül’le bir geçiş dönemi olarak düşünmüştük ve bunu hep böyle yazıp çizdik. İlginçtir, çok yakın bir zamanda, Abdullah Gül’e çok yakın bir isim, çok güvenilir bir kaynak, o tarihte Abdullah Gül’ün adaylığının Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde değil Fazilet Partili milletvekillerinin içindeki Yenilikçiler tarafından belirlendiğini, hattâ Erdoğan’ın Abdullah Gül’ün kazanma ihtimâlinden endîşe duyduğunu aktardı bana. Bu çok yeni duyduğum bir şey ve beni açıkçası çok da şaşırttı. Ve Yenilikçi hareketin öyküsünü yakından takip etmeye çalışan bir gazeteci olarak –ki “Yenilikçi” lâfını da ilk kamuoyunda ben kullandım, buldum diyelim; hattâ bunu söylediğim zaman, ilk başta Yenilikçiler de rahatsız olmuştu, sonra benimsediler– kaynağıma çok güvendiğim için bu bilginin doğru olduğunu kabul ediyorum. Yıllar sonra bu bilgiye erişmiş olmak ilginç oldu benim için; bunu da bir not olarak düşeyim. 

Ardından Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu; Erdoğan milletvekili olamadı, ama partinin genel başkanı oldu. O tarihten bu yana Adalet ve Kalkınma Partisi’nde seçimler tek adaylı, eski Refah Partisi dönemi gibi oluyor. Bu çarşamba günü de öyle olacak. Erdoğan’ın aday olmayabileceği yolunda spekülasyonlar var, çok sanmıyorum; ama böyle bir şey de olabilir. Her hâlükârda Erdoğan’ın istediği olacak. Erdoğan ya kendisi tekrar aday olacak, tek aday olarak ya da onun seçtiği birisi olacak, yine tek aday olarak. Bu noktada en çarpıcı olay tabii ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 1. Olağanüstü Büyük Kongresi. Neden Olağanüstü Büyük Kongre? Çünkü 27 Ağustos 2014’te Erdoğan cumhurbaşkanı seçilmişti, bir sonraki gün Abdullah Gül’le devir-teslim töreni yapacaktı, cumhurbaşkanı olacaktı, olağanüstü kongre tarihini 27 Ağustos 2014 olarak saptadı. Normalde beklenen şuydu: Devir-teslim töreni yapılacak, Abdullah Gül artık cumhurbaşkanı olmaktan çıkacak, Adalet ve Kalkınma Partisi hemen ardından olağanüstü kongreye gidecek ve Abdullah Gül muhtemelen aday olacak ve muhtemelen seçilecek; Erdoğan buna izin vermemek için devir-teslim töreninden önce, yani Abdullah Gül’ün aday olamayacağı bir tarihte, hemen arifesinde 27 Ağustos 2014’te bunu yaptı ve Ahmet Davutoğlu’nu yerine atadı — hem genel başkanlığa hem başbakanlığa. Ahmet Davutoğlu da hiçbir şey olmamış gibi, bunu hak etmiş olduğunu düşünerek bunu kabul etti. Tüm Adalet ve Kalkınma Partisi kongrelerine olduğu gibi o kongreye de gittim. Kaçıncı kongre, Birinci Olağanüstü Kongre, normalde kaçıncı kongre bilemiyorum, ama hepsinde zâten adaylar belliydi, seçimlerin çok fazla bir anlamı yoktu; ama orada önemli olan, nasıl bir atmosferin oluştuğu, ne tür mesajların verildiği ve belki de yönetime kimlerin girip kimlerin çıktığıydı. Artık yönetime kimlerin girip kimlerin çıktığı da çok fazla bir merak uyandırmıyor. Açık söyleyeyim: İlk defa Millî Görüş Hareketi’nin bu kadar önemli partisi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir kongresine gitmek istemiyorum. Yani böyle bir heyecan duymuyorum. Normal şartlarda, deminden beri anlatıyorum, ilki olan 1990 yılındakinden beri neredeyse duyduğum tüm kongrelere koşa koşa gitmişimdir; buna Ankara’daki kongreler dışında birtakım ilk kongreleri de dâhil. 

Mesela Şanlıurfa’da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir kongreye gittim; o sırada Ahmet Eşref Fakıbaba yerel seçimde aday gösterilme meselesinden dolayı partiden ayrılmış ve kendisi seçilmişti, onun taraftarları Şanlıurfa Kongresi’nde bir tür korsan gösteri yapmışlardı, onu da hatırlıyorum, o da 2012 yılında olsa gerek. Burada bir de AKP’nin İstanbul Kongresi var; 2009 yılında Metin Külünk Erdoğan’ın adayı Aziz Babuşcu’ya karşı aday olmuştu. Onu da ikna etmeye çalışmışlardı, ama sonuna kadar diretmişti, o da geç saatlere kadar sürmüştü; İstanbul’daki o kongreyi de izledim. Külünk daha sonra Erdoğan’a en sâdık isimlerden birisi oldu; son dönemde Erdoğan tarafından bu olaydan sonra milletvekili yapıldı, ama son seçimlerde milletvekili olmadı. Fakat hâlâ Erdoğan çizgisinde AKP içerisinde etkili bir şekilde siyâset yapmayı sürdürüyor. Evet, Davutoğlu’nun seçildiği kongre, birinci Olağanüstü Büyük Kongre, 27 Ağustos’ta oldu; Davutoğlu çok heyecanlıydı, çok büyük bir heyecan içerisindeydi, çok heyecanlı bir konuşma yapmıştı. 

O günden aklımda kalan bir detay –ne kadar önemli bilmiyorum; ama benim ve benim gibi bazı gazetecilerin başına musallat olmuş sosyal medyadaki birtakım trollerin ki AKP trolleri, AK trol deniyordu onlara, hâlâ öyle deniyor, onların en önde gelenlerinden birisinin bizimle aynı şekilde gazetecilerin olduğu bölümde yer almasıydı–, kendisi daha sonra Davutoğlu ile beraber AKP’den kopup, kendisi ve eşi kopup, şimdi de Gelecek Partisi’nde aktif olarak siyâset yapıyorlar. Orada onu görünce de neyin ne kadar değişip ya da aynı kaldığını da düşünmüştüm, onu hatırlıyorum. Evet çarşamba günü yeni bir kongre olacak. Her şey önceden belli, Erdoğan’ın kafasında belli; biz bilmiyoruz, ama Erdoğan’ın kafasında belli. Burada yine herhalde lebâleb bir kongre olacak. Tabii ki lebâleb olduğunu göstermemek için Anadolu Ajansı ve TRT kameraları özenli bir çekim yapacaklar — bu sosyal mesâfe meselesi tepki çekmesin diye. Erdoğan orada nasıl bir konuşma yapacak? Erdoğan her gün konuştuğu için, aslında her vesîleyle konuştuğu için, kongre konuşması eski kongre konuşmaları kadar ilgi yaratmayacak olabilir; fakat yine de oraya özel olarak birtakım hususlar ekleyeceği muhakkak. Tabii ki bu kongreye ne ile giriyor olacak? Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi, HDP hakkında Anayasa Mahkemesi’nde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından iddianame hazırlanması, kapatma davası iddianamesi ve muhtemelen de bazı HDP milletvekilleriyle ilgili fezlekelerin önümüzdeki günlerde Meclis’te okunma ihtimâliyle, beka söylemli bir Erdoğan karşımıza çıkacak. Yine bu “insan hakları eylem planı” gibi şeylere, “reform”lara referans verir mi bilmiyorum, ama çok fazla inandırıcı olmayacağı da bir gerçek. 

Bütün bu Millî Görüş hareketlerinin öyküsüne baktığımızda, otuz yıl, otuz bir yılı anlatıyorum –yani ilk izlediğim kongreden bu yana–, Refah Partisi’nin en temel dinamiklerinden birisi, parti içerisindeki genç ve orta yaşlı kuşakların parti içi demokrasi talebiydi ve bu noktada Erbakan’ı çok ciddî şekilde zorladılar ve bunun sonucunda Adalet ve Kalkınma Partisi çıktı. Adalet ve Kalkınma Partisi de ilk yıllarından îtibâren aslında hep tek adaylı kongreler yaptı. İllerde bazen birden fazla aday çıktığı oldu; ama olağan kongrelerinde hep tek adaylı, yarışmanın olmadığı kongreler yaptı. Yine de AKP’nin ilk yıllarında Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Bülent Arınç gibi isimlerin ve başka isimlerin de belli anlamlarda güçleri vardı. Bir tür, Erdoğan liderliğinde bir ortaklaşa yönetim söz konusuydu. Ama bir süreden beri bunun tam zıttı bir yerdeyiz, Erdoğan tek adam otoritesini AKP’de de inşâ etti. Yani Erbakan’ın yaptığını bir anlamda Erdoğan tekrarlıyor; ama arada birtakım farklar var; o da, Erbakan’ın bir ekibi vardı, “Ak Saçlılar” denen ya da “Gelenekselciler” denen ekibi vardı. Onların büyük bir kısmı hayatta değil; ama hâlâ Oğuzhan Asiltürk başta olmak üzere hayatta olanlar var, onları ismen biliyoruz. Onların Erbakan’ın otoritesine bir îtirazları yoktu, ama hepsinin ayrı ayrı bir ağırlığı vardı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nde bu yok. 

Erbakan’ın yükseliş döneminden îtibâren, yani Refah Partisi’nin belli bir aşamasından îtibâren, bağrından iktidara ortak olmak isteyen bir hareket çıktı, Erdoğan çıktı, Abdullah Gül çıktı, Bülent Arınç çıktı, başkaları çıktı. AKP’de bugün öyle bir şey yok. AKP yenilikçilik bile üretemeyecek bir partiye dönüştü. Aslında AKP bir parti olmaktan çoktan çıktı, bir aile şirketi olarak, Erdoğan’ın patron, genel müdür, her şey olduğu bir aile şirketi olarak yoluna devam ediyor ve dolayısıyla baktığımız zaman, bir yerden başlayıp bir yere doğru, yukarıya doğru gidiş diyelim demokratik anlamda ve sonra tekrar dibe inişin öyküsü ve benim otuz küsur yıl içerisinde gözlemlediğim de budur. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.