Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (34): Abdullah Gül ile 30 yıllık tanışıklıktan kesitler

Abdullah Gül ile 1991 genel seçimlerinde RP Kayseri adaylığı sırasında tanıştım. O günden bu yana kendisiyle milletvekili, devlet bakanı, başbakan, dışişleri bakanı, cumhurbaşkanı ve köşesinde eski bir siyasetçi olarak Türkiye ve dünyanın değişik yerlerinde karşılaştım, sohbet ettim ve röportaj yaptım. Gazetecilik anılarımın 34. bölümünden bu 30 yıllık tanışıklıktan bazı kesitleri anlattım.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…”

Merhaba, iyi günler. “Gomaşinen”in 34. bölümünde, 11. cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü tanıdığım kadarıyla anlatmak istiyorum. Tanıdığım kadarıyla diyorum ama, Adalet ve Kalkınma Partisi’nde siyâset yapmış isimler içerisinde en iyi tanıdığım kişilerden birisidir, belki de birincisidir. Bunun başlangıcı çok ilginç olmuştu; şöyle ki: 1990 Kasım ayında Âyet ve Slogan: Türkiye’de İslâmî Oluşumlar adlı kitabım çıktı, epey de ilgi gördü ve biraz da para kazandım. O tarihten sonra bir müddet herhangi bir yerde çalışmadım. Metis Yayınları’nda “Siyahbeyaz” dizisinin editörlüğünü yapıyordum; birden bir erken seçim kararı alındı. 1991 yılında ve bu erken seçimle ilgili olarak önce Hıdır Göktaş ile beraber Metis için iki ayrı kitap yaptık; birisi Vatan Millet Pragmatizm, Türk Sağında İdeoloji ve Politika, diğeri Resmî Tarih Sivil Arayış, Sosyal Demokratlarda İdeoloji ve Politika diye. Röportaj kitaplarıydı; ama onun ötesinde seçimi yerinde görmek istedim ve de tabii ki Refah Partisi’ni görmek istedim. 

91 seçimlerinde hiçbir yerde çalışmıyordum ve Refah Partisi’ni görmek için de en iyi yerin İç Anadolu olacağını düşündüm ve kendime bir plan yaptım. Konya’dan başlayıp Malatya’da bitirecektim. Malatya’da bitirmemin de bir nedeni vardı. O tarihte bir okul arkadaşım cezaevindeydi Malatya’da ve cezaevinde onu görüşe gidecektim; o görüş de cumartesi günüydü diye hatırlıyorum. Daha sonra da zâten ülke seçime gidiyordu pazar günü. Öyle bir ayarlama yapmıştım. Konya’da çok fazla bir heyecan olmadı benim açımdan; ama benim için en anlamlı yerler Kayseri, Sivas gibi yerlerdi diyeyim. Bütün bunlar aslında Cumhur İttifakı’nın provası diye bir “Gomaşinen”de anlatmıştım; 91 genel seçimlerinde Refah Partisi ile Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi’nin ittifak halinde seçime girmesini. Şimdi bunun içerisinde sadece Kayseri’yi aktarmak istiyorum; çünkü Sivas’ta Muhsin Yazıcıoğlu vardı, başka yerlerde başkaları vardı, ama Kayseri’de Abdullah Gül ile tanıştım. Abdullah Gül ile tanışmam da İstanbul’dan İslâmcı bir arkadaşım, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu çizgisinden Hüsnü Kılıç sayesinde oldu. O da şöyle: İstanbul’da meşhur Çorlulu Ali Paşa Medresesi vardı ve hâlâ var; şimdi daha çok nargilesiyle öne çıktı, ama bu son salgınla berâber artık o etkisi de kalmadı diye tahmin ediyorum. 

O tarihlerde, 1980 sonu 90 başlarında, Çorlulu Ali Paşa Medresesi farklı eğilimlerden gençlerin ve birtakım aydınların bir buluşma mekânı gibiydi. Ben de çok sık giderdim. Orada Hüsnü’yle karşılaştığımda ne yapıp ettiğimizi konuşurken dedim ki: “İşte, ben Anadolu’ya gideceğim. Bu Refah Partisi MÇP İttifakı’nın kampanyasını izlemek istiyorum”. “Kayseri’ye gidecek misin?” dedi. “Gideceğim” dedim. “O zaman” dedi, “orada birinci sırada Abdullah Gül var” dedi. “Muhakkak onu bul” dedi bana. “İyi” dedim ben, ama ilk defa adını orada Hüsnü’den duyuyordum. “Benim selâmımı da söyle” dedi, “kendisi bizim gibi Büyük Doğu’cudur” falan dedi. Ben atladım, Konya’dan sonra Kayseri’ye geçtim ve Kayseri’de doğrudan ucuz bir otele yerleşip, doğrudan Refah Partisi il binasına gittim ve orada insanlara Abdullah Gül’ü sordum. Bana ters ters baktılar. Ne için aradığımı sordular. “Ben gazeteciyim vs., ama hiçbir yerde çalışmıyorum”. Adımı söyledim; sonra adımı ilettiler ve Abdullah Gül beni kabul etti. Ve bana söyledikleri beni çok etkiledi tabii. 

Abdullah Gül’ün öyküsü şöyle: İslâm Kalkınma Bankası’nda çalışırken, Suudi Arabistan’dan oğlunun sünneti için Kayseri’ye geliyor, o sırada erken seçim kararı alınınca Erbakan kendisini Kayseri’den aday yapmak istiyor. O da kabul ediyor ve dönmeden istifâsını verip orada seçim kampanyasına katılmış ve bana şunu söyledi: Suudi Arabistan’da İslâm Kalkınma Bankası’nda çalışırken arkadaşlarının kendisine Âyet ve Slogan’ı yolladığını, kitabı okuduğunu ve beni oradan bildiğini söyledi. Ben önce şey sandım, hani gönül alıyor falan; halbuki sonra konuştuğumuzda, kitabı bayağı okumuş olduğunu gördüm. Çünkü kitabın içerisindeki bâzı şeyleri tartıştık. 

Her neyse, ben orada Abdullah Gül’ün seçim kampanyasını izlemeye başladım, gittiği birçok yere ben de onunla berâber gittim. İki tane olayı çok iyi hatırlıyorum. Yani birçok yere gitti ve ben de kendisine eşlik ettim; bir tanesinde, bir akşam vakti bir eve gittik. Bu ev, bir mahalle imamının evi gibi yoksulca bir evdi, çok kalabalıktı ev ve Abdullah Gül orada tabii baş misafir; o anlatıyor, ev sahibi de salonun kapısının oraya yaslanmış ev sahipliği yapıyor. Abdullah Gül konuştu konuştu, sonra soruları olup olmadığını sordu. Ev sahibi olan kişi doğrudan Abdullah Gül’e şöyle bir cümle kurdu: “Biz” dedi, “oy vermek istediğimiz kişileri, vermeyi düşündüğümüz kişileri tanımak isteriz. Size şunu sormak istiyorum: Eşiniz tesettürlü mü?” dedi. Ve garip bir soruydu tabii. Benim için garip olmasının nedeni, Refah Partisi adayına bunu sormak abesle iştigal gibi geldi bana; ama Abdullah Gül cevap vermedi. Dedi ki: “Bu sorunun bizim yaptığımız işle bir alâkası yok; eğer çok merak ediyorsanız kendi imkânlarınızla araştırın öğrenin” dedi. Ev sahibi adam da biraz bozuldu tabii; biraz değil hayli bozuldu. Neyse, sonra küçük bir gerginlik oldu, çıktık. Ben o âna kadar tabii ki Abdullah Gül’ün eşini bilmiyordum; yani kim olduğunu, adını da bilmiyordum, evli olduğunu biliyordum, çünkü çocuğunun sünneti için gelmiş olduğu için en azından, sordum merak ederek evden çıktıktan sonra: “Ya,” dedim “hakîkaten sizin eşiniz başörtülü değil mi?” “Tabii ki başörtülü” dedi. “Peki niye cevap vermediniz?” dedim. “Ben” dedi “böyle yapacağım. Bu benim özel hayatım” gibi bir şey dedi; tam şimdi cümleyi hatırlamıyorum, ama sorudan rahatsız olmuştu. Halbuki normalde, “Tabii ki başörtülü” deyip bitirebilecekti. 

Orada hatırladığım bir başka olay da şu: Biz geziyoruz ve tabii ki bu bir seçim ittifakı, Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ittifakı ve Kayseri’de ülkücü hareket de çok güçlü — şu anda belli bir süredir İslâmcılık ülkücülüğü geçmiş durumda, ama o tarihte neredeyse başa başlardı diyebilirim ve tarihsel bir rekabetleri var. Tabii ki birinci sıradaki aday olarak Abdullah Gül orada MHP tabanına da hitap ediyordu. Bir lokale gittik, Ülkücü Öğretmenler Lokali gibi bir şeydi ve bir yığın erkek vardı, tabii hiç kadın yoktu, sigara dumanı, o tarihte kapalı yerlerde sigara içilebiliyordu ve baktığınız zaman bıyıkların şeklinden falan, hepsinin değilse bile önemli bir kısmının ülkücü olduğunu çıkarabileceğiniz kişiler vardı. Oradaki o atmosferi hep hatırlıyorum; şimdi atmosferi bir podcast ile tarif etmek tabii ki mümkün değil, ama acayip bir gerginlik vardı. Mecbûrî bir ziyâretti bu. Kısa bir konuşma yaptı; insanlar da mecbûren dinlediler, yani orada o ittifakın nasıl aslında iki tarafın da çok istemediği bir ittifak olduğunu çok iyi görmüştüm. Gül çıkışta, duyduğu rahatsızlığı da bir şekilde bana ifâde etmişti. O da gerilmişti, izleyiciler de gerilmişti; ama berâber seçime girdikleri için ve de o birinci sırada olduğu için oldu bu. 

Bir de Kayseri’de hiç unutmayacağım bir başka olay da, Abdullah Gül’ün kampanyasını yürüten arkadaşları vardı — Kayseri’nin yerel İslâmcı entelektüelleri diyelim. Bunların büyük bir kısmı onun gibi Necip Fazıl çizgisinde Büyük Doğu’cuydular. Bir akşam vakti bunlardan birisinin evinde toplanıldı; içlerinden önemli bir kısmı benim kitabımdan haberdardı, okumuştu ve hiç abartmıyorum sabah saat 3’e, 4’e kadar mı ne, sayıları bayağı bir değişiyordu. Ama 10’dan fazla kişi vardı; tabii ki herkes erkekti. Orada çok ciddî bir tartışma yaptık. İslâmcılık, solculuk, dünya, laiklik vs.. Çok çok nitelikli bir tartışmaydı. Ve oradaki isimlerin büyük bir kısmı Abdullah Gül’ün seçim kampanyasını yürüten insanlardı. 

O Kayseri’deki bu şey beni çok etkiledi ve ondan sonra hemen hemen her seçimde Kayseri’de muhakkak kampanya izledim. Ama hiçbirisi tabii bu 1991’deki gibi olmadı. Daha sonra Abdullah Gül tabii ki orada Kayseri’de bütün milletvekillerini Refah Partisi kazandı. Çünkü Özal’ın getirdiği bir seçim sistemi vardı; bölge barajı diye bir uygulama vardı ve o barajı geçemeyenler milletvekili çıkaramıyorlardı ve Kayseri’yi Refah Partisi aldı. Abdullah Gül de Refah Partisi’nden milletvekili oldu. Ardından sürekli önü açık bir şekilde yoluna devam etti; ilk kongrede parti yönetimine girdi. 

Ondan sonra da Refahyol hükümetinde Devlet Bakanı oldu; orada da, ilk “Gomaşinen”de anlattığım Libya olayına da değinmekte yarar var. Orada da söylemiştim, tekrarlayayım: Abdullah Gül için benim hâfızamda önemli bir yer tutan o şeydir. Çadırda Kaddafi’nin sözlerini tercüman çevirdi ve Abdullah Gül’ün çadırı terk edişi gözümün önündedir, çok büyük bir skandaldı ve o da çok ciddî bir şekilde –nasıl söyleyeyim?– dumura uğramıştı diyeyim. O an da hep gözümün önündedir. Abdullah Gül ile ilgili birçok anım var diyeyim, bunlar bir kısmını arada “Gomaşinen”lerde anlattım, daha da anlatacağa benziyorum. Örneğin Refah Partisi kongresinde Recai Kutan’a karşı aday olması ve burada benim tahminimin ötesinde bir oy alması ve ardından Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşuna önayak olması, orada bir dönem başbakanlık yapması, ilk Erdoğan’ın yasaklı olduğu dönemde, kendisinin başbakanlığının son gününde o tarihte ben Vatan gazetesindeydim. 

Erdoğan milletvekili seçilmişti ve Abdullah Gül yerini ona bırakacaktı. Röportaj yapmıştım kendisiyle o tarihte, hatırlıyorum; onun öncesinde tabii 1 Mart tezkeresi var; orada Abdullah Gül’ün başbakan olmasına rağmen tezkerenin aleyhine çalıştığı çok söylendi. Kendisi hiçbir şekilde bunu açıkça kabullenmedi, fakat tezkere olayından sonra kendisiyle yaptığımız bir sohbeti hatırlıyorum, bir seçim gezisindeydi. Ben ona, “Eğer tezkere geçmiş olsaydı, herhalde Adalet ve Kalkınma Partisi bölünürdü” demiştim; o da kendisinin aynı kanıda olduğunu söylemişti. Abdullah Gül’le değişik dönemlerde –onun başbakanlığı, başbakan yardımcılığı, dışişleri bakanlığı dönemlerinde– değişik yerlerde, meselâ Avrupa Birliği’nin ilk Kopenhag Zirvesi’nde başbakandı. 

Ben de gazeteci olarak izlemiştim; daha sonra ben Washington’da gazetecilik yaparken, o dışişleri bakanı olarak çok geldi Washington’a. Her geldiğinde basın toplantılarında da çok konuştuk, baş başa konuştuğumuz anlar da oldu. O genellikle sorardı: “Ne oluyor?  Ne bitiyor? Türkiye hakkında ne söylüyorlar?” diye ve ben de o tarihlerde kendisine birden fazla kez –ki AKP ile Fethullahçılar’ın ittifaklarının ilk anlarıydı– Fethullahçılık anlatıyordum. Fethullahçılar’ın ABD’deki gücünü ve Türkiye’deki gücünü ve bunun hiç de iyi bir şey olmadığını, kendisine bu şekilde kişisel görüşüm olarak söylediğimi hatırlıyorum. O genellikle dinliyordu, çok fazla tepki vermiyordu. 

Bir diğer olay da, geçenlerde “Gomaşinen”de anlattım, Erdoğan’a rağmen cumhurbaşkanı adayı olması meselesinin yine kısaca bir üzerinden geçmekte yarar var. Washington gazeteciliğimin son döneminde, Türkiye’de, mâlûm, Abdullah Gül’ün Meclis tarafından cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine çıkan krizle berâber, ülke erken seçime gittiği ve ben de bu vesîleyi bahâne ederek artık çok kendimi verimli hissetmediğim Washington’daki gazeteciliğime son verip Türkiye’ye döndüm ve seçim kampanyalarını izlemeye başladım. O tarihte –2007 Temmuz olması lâzım– 30’a yakın mı ne miting izledim Türkiye’nin değişik yerlerinde ve bunların bir kısmına Abdullah Gül Tayyip Erdoğan’la beraber çıkmıştı. O mitinglerde zâten tekrar tek başına iktidara gideceği çok bârizdi AKP’nin. Abdullah Gül’ün bu sefer net bir şekilde yeniden cumhurbaşkanı seçileceği bârizdi. Orada Abdullah Gül, seçimden sonra cumhurbaşkanlığında ısrar etti; fakat Erdoğan onun cumhurbaşkanı olmasını istemedi. Dışişleri Bakanlığı’nda yaptığı bir basın toplantısı vardı; orada da uzun uzun konuştu, ama tekrar adayım demedi. Ben de çıkışta kendisine, “Bir tek onu söylemediniz” dedim, güldü geçti ve sonuçta cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra kendisiyle Çankaya Köşkü’nde gazeteci olarak birden fazla kez görüşme imkânım oldu. O tarihlerde bizler de Cumhurbaşkanlığı’ndaki 29 Ekim resepsiyonlarına çağırılıyorduk. Abdullah Gül cumhurbaşkanıydı, Erdoğan başbakandı. 

Oralara da katılmışlığım var; ama benim için hayatımda en önemli olan görüşmelerden birisi, kişisel bir şeydi, bu da yakın arkadaşım, Abdullah Gül’ün basın başdanışmanı Ahmet Sever sayesinde oldu. O da şöyle: Fethullahçılar’ın Ergenekon sürecinde tam bir yılgınlık yarattığı bir dönemdi ve benim çok güvendiğim, Fethullahçılar’ı da yakından tanıyan bir arkadaşım, bana bir gün Fethullahçılar’ın beni içeri atacaklarını söyledi; çok kendinden emin bir şekilde söyledi ve elimden geleni yapmamı söyledi. Çok ciddîye aldım bunu; çünkü çok güvendiğim bir isimdi. Ahmet’le konuştum, Ahmet’e söyledim ve o bir randevu ayarladı. Abdullah Gül’e bizzat bunu söyledim, inanmadı, çünkü beni çok yakından tanıyordu ve böyle bir şeyin hiçbir nedenle olamayacağını düşünüyordu; bir şekilde benim paranoya yaptığımı falan düşündü herhalde, ama ben o kadar ısrar ettim, kendimden emin söyledim ki, “Tamam, ben bakacağım” dedi. Sonra, Ahmet üzerinden –ki Ahmet bunu anılarını anlattığı kitapta yazdı, bilenler biliyor– o bilginin doğru olduğunu, kendisinin bunu engellediğini söyledi; fakat benim birtakım insanlarla ilişkilerime dikkat etmemi söyledi. Bu birtakım insanlardan kastettiği, benim o tarihte gazeteci olarak görüştüğüm Hanefi Avcı, Sabri Uzun gibi, Fethullahçılar’ın sevmediği polis şefleriydi anladığım kadarıyla. Ben orada, Abdullah Gül’ün sâyesinde içeri girmedim. 

Ardından Fethullahçılar sudan sebeplerle Ahmet Şık’ı, Nedim Şener’i aldılar; buna Abdullah Gül bir şekilde müdâhil oldu. Onlarla ilgili olarak, onların bırakılması için bir mesaj vermek istedi. O tarihte Adalet Bakanı olan Sadullah Ergin de İstanbul’a geldi. Abdullah Gül o tarihte İstanbul’daydı; Tarabya’daki Huber Köşkü’ndeydi, öyle hatırlıyorum, bunun bilgisi ve Ekrem Dumanlı’yı çağırdı Huber Köşkü’ne. Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeni ve o Fethullahçı yapılanmanın en önemli insanlarından birisiydi. Orada Gül, bu yapılanlardan duyduğu kaygıları dile getirdi; fakat Ekrem Dumanlı bunu bir şekilde çarpıtarak verdi manşetten, Abdullah Gül’ün bu doğrudan mesajını engellemeye çalıştı; ancak o sırada Abdullah Gül tabii Fethullahçılar’ı da az buçuk bildiği için aynı mesajı Fikret Bila’ya da vermişti –o tarihte Milliyet gazetesinin Ankara temsilcisiydi diye hatırlıyorum– ona da vermişti; orada da manşet oldu, ama Fetullahçılar onun müdaâhil olmasına izin vermediler. Ahmet ve Nedim’in uzun bir süre içeride kalmasını Abdullah Gül’e rağmen sağladılar diyelim. 

Daha çok farklı olaylar var: 17/25 Aralık sürecinde Habertürk için Fehmi Koru ile berâber yaptığımız canlı yayın var. Abdullah Gül’ün orada yeterince açık bir şekilde tavır almaması var, internet yasakları konusunu hatırlıyorum: Cumhurbaşkanı olarak veto etmesi bekleniyordu, iade etti, değişiklikler önerdi, geri geldikten sonra kabul etti gibi olaylar var ve bütün bunların sonucunda Abdullah Gül’ün muhâlefet ve Cemaat tarafından bir tür noter olarak tanımlanması var. Orada, bu noter tanımlanmasından çok rahatsız olduğunu biliyorum; fakat şunu da biliyorum ki Abdullah Gül bütün bu süreçte karşı çıktığı şeylere yüksek sesle karşı çıkmadı cumhurbaşkanı olarak. 

Bir diğer olay da, çok önemli bir olay, Abdullah Gül’ün yeniden aday olmasını Tayyip Erdoğan engellemek istedi; iki kez üst üste cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek istedi ve ben de onun üzerine Ahmet Sever’le bir röportaj yaptım. Tabii ki bu röportaj Abdullah Gül’ün istediği bir röportajdı. Ahmet’in ağzından “Cumhurbaşkanı yeniden aday olabilir, neden olmasın?” diye Vatan gazetesinde bunu manşetten vermiştik. O manşetin de ayrı bir öyküsü vardır; çünkü Vatan gazetesi Demirören Grubu’na geçmişti ve Erdoğan Demirören, baba Demirören –artık hayatta değil– bizzat gazeteyle ilgilenme iddiasındaydı. Bu röportajdan hoşlanmayabilirdi; bunun için de ben o tarihte Genel Yayın Yönetmeni olan İsmail Yuvacan’a dedim ki — bu röportaj bir pazartesi sabahı çıkacaktı, dedim ki: “Bunu sisteme koymayalım, son âna kadar fotoğrafları da koymayalım, son anda verelim. Ne olur ne olmaz”. Çünkü görüldüğü anda büyük bir ihtimalle patronlar müdâhale edecekti. İsmail de tamam dedi ve biz bunu manşetten verdik. Gerçekten ortalık yıkıldı, bayağı büyük bir ses getirdi ve ondan sonra Erdoğan Demirören’in beni çağırıp duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmeye çalıştığı bir görüşmemiz oldu; böyle hâlâ aklımdadır. Şimdi, ettiği cümleleri çok tekrarlamak istemiyorum; yani bir taraftan gazetenin yarattığı etkiden memnundu, ama diğer taraftan Erdoğan’dan çekiniyordu, korkuyordu tabii ki; çünkü manşet Erdoğan’a aykırı bir manşetti. Ama onu bir şekilde yaptık. Önceden bir şekilde duyurmuş olsaydık ya da patronlara, “Bakın böyle bir şey yapıyoruz” demiş olsaydık, o manşetin başına herhalde bir şey gelecekti. Onu orada hani yangından mal kaçırır gibi kaçırdığımızı hatırlıyorum. 

Söylenecek çok şey var; bir şeyi de vurgulamak istiyorum en son: 2018 seçimlerinde muhâlefetin adayının Abdullah Gül olacağını ilk kez Medyascope’ta ben söyledim, ama olmadı, son anda iptal oldu. Bunun da bir kısa öyküsünü anlatayım, o da şöyle: Oğlumuz yurtdışında okuyordu, şu anda pandemi nedeniyle burada, ama Müge ile beraber onun yanına gittik ve ben arkadaşlara dedim ki: “Arkadaşlar, ben yurtdışındayım ve hiçbir şeye karışmayacağım, yayın da yapmayacağım. Hiçbir şey, sosyal medya da kullanmayacağım, tatil yapıyorum” dedim. Ama tabii Türkiye’yi izliyordum; peş peşe birkaç haber gördüm ve bu haberler beni bir düşünceye sevk etti; hani ne derler? Işık yandı ve güvendiğim birbirinden farklı iki haber kaynağımı aradım Türkiye’den ve bu haber kaynaklarıyla konuştuktan sonra öğrendim ki Temel Karamollaoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu, Abdullah Gül’ün muhâlefetin adayı olmasında mutâbık kalmışlar ve ben yurtdışından ilk kez bu yayını yaptım.  Halbuki bunun normalde biliniyor olması gerekiyordu; ama Türkiye’deki medya atmosferinden dolayı, bilenler de bunu dile getirmemişler. O yayını yaptıktan sonra gelen tepkiler üzerine, bazı kişilerle yeniden görüşüp ikinci bir yayın yaptım ve bunu dile getirdim ve gerçekten de böyle oldu; ama Meral Akşener adaylıkta ısrar edince, bu senaryo çöktü. Geçen Medyascope’ta Temel Karamollaoğlu’na sorduğumda o da bunu doğruladı. 

Böyle bir olay oldu burada tabii: Özellikle muhâlefet içerisinde, sanki bunu dayatıyormuşum gibi bir şey oldu. Halbuki gerçekten bir gazeteci refleksinden başka bir şey değildi. Emin değilim; aday olsaydı kazanır mıydı çok emin değilim; ama Muharrem İnce ve Meral Akşener’in toplam oyundan daha fazla oy olacağı kesindi; ama bu tabii ki spekülasyon olur. Neyse, Abdullah Gül konusunu çok da uzatmak istemiyorum; geçenlerde kendisini çalışma ofisinde görme imkânım oldu, kısa bir sohbet ettik ve kendisinden Medyascope’ta bir yayın için söz aldım. Umarım o sözü gerçekleşir ve kendisiyle bir yayın yaparsak bütün bunların üzerinden tekrar geçeriz. Söylenecek daha çok şey vardı Abdullah Gül hakkında; yani benim gazetecilik serüvenimde. Bunları ilerideki “Gomaşinen”lerde tekrarlarız. 

Bitirmeden önce şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Türkiye’nin bu zor ortamında, basın özgürlüğünün bu zor ortamında, özgür ve bağımsız gazetecilik yapmak isteyen kişi ve kurumlar özellikle  maddî anlamda çok ciddi zorluklarla karşılaşıyorlar. İzleyicilerin, dinleyicilerin, okuyucuların özgür ve bağımsız gazetecilik için çaba sarf eden kişi ve kurumlara destek olmasını bilhassa rica ediyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.