Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Radikal İslamcılığı bırakanlar anlatıyor (8): “İslamcıların kuracağı bir devletten kaçacak ilk kesim Müslümanlar olacaktır”

Hayatının bir döneminde radikal İslamcı olan kişilerin hikayelerini, bu inanca neden dahil olduklarını ve fikirlerinin hangi sebep ile değiştiğini haberleştirmeye devam ediyoruz. “Radikal İslamcılığı bırakanlar” serimizin sekizinci bölümünde, Mustafa(*) ile konuştuk.

Mustafa, 29 yaşında bir erkek. Hayatının bir döneminde radikal İslamcı, selefi idi. Daha önce Şii mezhebine inanan genç, aslında seküler bir ailede doğup büyümüş. Mustafa, hâlâ Müslüman ama kendisini “tarihselci” olarak tanımlıyor. Yaşadığı yerde, bir camide tanıştığı selefiler ile olan hikayesi, Suriye’ye savaşa gitmek istemeye kadar uzanıyor. 2012-2013 yıllarında Arap Baharı ile Suriye’de yaşananları takip ediyor. Fakat selefi cemaatleri içinde yaşananlar onu hayal kırıklığına uğratıyor ve radikal İslam’dan kopuşu yavaş yavaş başlıyor.

“Gerçek şeriatın İran’da yaşandığına inanıyordum”

Mustafa’nın ailesi, Atatürkçü ve seküler bir aile. İslam’a merak salmaya lise son sınıfta başlıyor. İlk aldığı kitap, Mevlana’nın Mesneviler kitabı. Sonra yaşadığı yere çok yakın olan ve farklı bir ezan okunan Şii bir medrese ilgisini çekiyor. Bu sürede sürekli hadis kitapları okuyor ve merakı, İran’da dini bir eğitim almak istemeye kadar uzanıyor:

“Ailem, kendimi bildim bileli Atatürkçü, CHP’li ve seküler bir aile. Dini inançları çok zayıf. Bir alt nesil, yani benim neslim arasında inanç hemen hemen hiç yok gibi bir şey. Dini bir hayat ve muhafazakârlık adına hiçbir şey yok. Rakı sofralarında büyüdüm. 18 yaşımda lise 1 edebiyat öğretmenim vardı. Lise son müfredatımızda, Yunus Emre ve Mevlana gibi kişiler işlenmişti. Mevlana’yı kadın zannettiğim bir dönemdi, ‘Mevla-ana.’ Ne olduğunu da bilmiyordum, adını duymama rağmen. Öğretmenimiz bir tarihsel süreç olarak bu konuları anlatıyordu. Oradan Osmanlı ve Yunus Emre’nin tasavvuf kültüründen bahsederdi. Dindar bir insan değildi. Bu da bende bir merak uyandırdı. Bir Mesnevi okuyarak başladım. Okudum ama hiçbir şey anlamadım. 150 sayfalık kitabı zorlandıktan sonra attım kenara. Hiçbir anlam ifade etmiyordu. Sonra Buhari ve Müslim isimlerini duydum. Yeni Şafak gazetesinin 10 liraya satılan bir kitabı vardı. ‘Buhari ve Müslim’in İttifak Ettiği Hadisler’ isimli bir kitap. Harçlıklarımı biriktirip aldım bu kitabı. Yavaş yavaş öğrendim. Sahabe ne demek, mezhepler ne demek, Şii ve Sünni ne demek hiçbir şey bilmiyorum.

Yaşadığım yerde Şiiler ağırlıklı olarak oturuyorlardı. Camileri bize yakındı ve ezanlarının değişik olduğunu fark ettim. Bu ilgimi çekti. Camiye gidip gelmeye başladım, tamamen meraktan. Kimse vesile olmadı. Mollalar ile görüştüm ve bana bir kitap verdi, ‘Peşaver Geceleri.’ Bu kitap uydurma ve kurgu bir kitap. Kitabı okuyunca Şii olmaya karar verdim. Dedim ki, ‘Gerçek yol Şia’ymış.’ Bu, İran Caferiliği ve İran ekolü. Bunlar ile birlikte namaza başladım. Buhari ve Müslim ile başladım ama sonra Şia’ya girdim. Çünkü hiçbir şey bilmiyordum. Orada, mollanın arkasında namaz ve ardından da başka bir mollanın evinde bir grup ile birlikte, İmam Humeyni’nin kitaplarından dersler yapıyorduk. Onların hadislerinde peygamberden rivayet edilmez. 12 İmam’ın da sözleri hadis diye geçer. Onların sözlerini okuyorduk. Koyu bir Şii oldum. Bu sefer ehlisünnet kaynaklarını, sırf ehlisünneti ilzam etmek için okuyordum. 12 İmam’ın masum olduğuna ve onların gerçekten Hz. Muhammed hariç diğer peygamberlerden daha üstün olduğuna inanıyordum. Bunların arkasından bir İran sevgisi başladı. Resmi mezhebin kaynağı orası, kalbi hatta. İran filmleri, İran edebiyatı, İran kültürüne merak saldım. Çünkü ‘İran’da gerçek bir şeriat yaşanıyor’ diye düşündüm. İran’a gidip gelenler de böyle anlatıyordu. Tabii ki alakası olmadığını sonra öğrenecektim.”

“Fatih’te bulunan Atpazarı’nda devlet kurup, devlet yıkıyorduk”

Mustafa’nın, içinde bulunduğu grubun içerisinde gizli ehlisünnet olan biri vardı. Bu kişi, mollanın yeğeniydi. Kendisine kitaplar veriyor, birlikte okuyup tartışıyorlardı. Bu tartışmaların sonucunda Mustafa, Şiiliğin temel inancı olan ‘’12 İmam’’ inanç esasını kaybediyor. “12 İmam inancını bıraktığınız zaman zaten gerisi boş geldi” diyor ve iki sokak arkadaki camiye namaza gelen selefiler ile tanışma hikayesi başlıyor:

“Şiiler’in içinde istediğimi bulamadığımı fark ettim. Iğdır’da yaşayan bir arkadaşımla, İran’da bulunan bir medresede eğitim görmeye karar verdikten sonra vazgeçtim. Çünkü mollanın yeğeni gizli bir ehlisünnetti. Bana gizlice ehlisünneti öven, Şia’yı gömen kitaplar vermeye başladı. Onunla bu kitapları okuyup, tartıştık ve zamanla uzaklaştım. 12 İmam inancını aldığınız zaman, zaten gerisi boş geliyor. Şiiliğin temeli bu çünkü. Bu sefer, iki sokak arkada bulunan bir camide namaz kılmaya başladım. Bu cami de selefiler, Menzilciler, Gülen Cemaati’nden bir sürü kişi vardı. Selefilerin, cihatçı olmayanları idi bunlar tabii. Çünkü cihatçı selefiler, Diyanet’in imamının arkasında namaz kılmaz. Buradaki selefiler ile tanıştıktan sonra yeni durağım Fatih ilçesi olmuştu. Sürekli oradaydım. Atpazarı’nda takılıyordum. Devlet kurup, devlet yıkıyorduk. ÖZGÜR-DER, Haksöz gibi derneklerle tanıştım. Derken, koyu bir selefi olmuştum. Herkesi tekfir ediyordum.”

“Fatih Camii’nden Saraçhane’ye kadar süren miting ve yürüyüşlere katılırdım”

Suriye’de savaşın başlaması ile birlikte Mustafa için de yeni bir dönem açılıyordu. Bu süreci ilgiyle takip ediyordu ve Türkiye’deki İslamcılar’ın eylemlerine katılıyordu. Mustafa, “Mavi Marmara olayı, İslam için çok önemliydi, çok heyecanlanmıştık” diyor. Suriye’ye giden, yaralanan ve ölen arkadaşları vardı. O da gitmek istiyordu. Hatta silah ve mühimmat fiyatlarını bile öğrenmişti. Bu süreci, Mustafa’nın kendisinden dinleyelim:

“O zamanlar Suriye’deki savaş henüz yeni başlamıştı. Giden arkadaşlarım vardı. Ben de gitmek istedim. Silah ve mühimmat fiyatları çok ucuzdu ve hükümet de giriş-çıkışlarda sorun yapmıyordu. Ölen arkadaşlarım vardı. Onların kurtulduğunu düşünüyordum. Şehit olduklarını, günahsız bir şekilde öldüklerine inanıyordum. O aralar Türkiye, muhafazakârlaşan bir ülkeydi. Özellikle Mavi Marmara bizi heyecanlandırmıştı. Tam o dönemlerde Suriye’ye gitmek istedim ve gidiş-gelişler de kolaydı. Mısır’daki, Tunus’taki olaylar da öyle. 2012-2013 yıllarında oluyordu bunlar. Suriye’ye gitmeye karar verdikten sonra bir şekilde gitmedim. Neden olduğunu hâlâ bilmiyorum. İçime sinmeyen bir şeyler vardı. Her hafta cuma namazından sonra Fatih Camii’nden Saraçhane Parkı’na kadar miting ve yürüyüşlere katılırdım. Bu yürüyüşler aslında genç ve bekar olan İslamcı erkek ve kadınların tanışma alanıydı. Bu mitinglerde tanışıp evlenen çok arkadaşım oldu. Yasak ilişki yaşayan da çok fazlaydı. Karısından habersiz, ikinci eşi olanlar vardı. Evli olmasına rağmen günlük ev tutarak İslamcı ve muhafazakâr kadınlarla birlikte olduğunu öğrendim. Bunlar ciddi anlamda hayal kırıklığıydı. Bekar bir insanın yapmasını anlarım ama evli ve kafasının sürekli İslam devleti ve İslam devrimi gibi şeylerle dolu olduğunu söyleyen bir insan için kesinlikle yakışıksız bir durumdu ve bunların sayısı da bitmiyordu. Hiç az değildi. Aslında ben İslamcı camianın cinselliğin Afrikası olduğunu öğrendim. Bir şeyi ne kadar yasaklarsan o kadar cazip oluyor. Bana kalırsa cinselliğe en düşkün kesim selefilerdir. Çünkü en çok yasağı bunlar çiğniyor. Evli olanlar için bir şey söyleyemem. Şahit olmadım ama gençleri kesinlikle böyle.”

Mustafa, selefi cemaatinin içinde gördüğü bu olaylar nedeniyle hayal kırıklığına uğruyor ve “Bunların sayısı hiç az değildi” diyor. Selefi erkeklerin, genç kızların annesi ve babasını tekfir ettikten sonra nikah kıydıklarını anlatıyor:

“İslam’da, babanın izni olmadan kızın evlenmesi caiz değildir. Sadece Hanefi mezhebine göre caiz. Bizim selefi arkadaşlar Hanefi mezhebini çok soft bulurlar ve aşağılarlar. Tahfif ederler ama işlerine geldiği zaman Hanefi mezhebini taklit edip, anne babayı da tekfir ettikten sonra kızın üzerindeki velayeti düşürüp gizli nikah kıyarlardı. Böyle, kadınları çok mağdur eden arkadaşımız vardı.

“IŞİD’i aşırı görürdük ama PKK ve Şiiler ile savaşması işimize gelirdi”

Bunları gördük, yaşadık. Resmi nikahı kafirlik olarak görüyorduk. Halbuki resmi nikah, kadını koruyan bir şeymiş ve artık Arap Baharı yavaş yavaş sönmüştü. IŞİD’i aşırı görürdük ama PKK ve Şiiler ile savaşması işimize gelirdi. Sonra fark ettik ki IŞİD sadece Şiiler’i değil, Müslümanlar’ı da öldürüyordu. Bu bizim açık bir şekilde cephe almamızı gerektirdi. Arkadaşlarımdan IŞİD’e katılıp ölenler oldu. Oradaki kadınlarla evlenenler, cenazesinin bile bugün nerede olduğu belli olmayan insanlar tanıyorum. Hilafet devletine inanmışlardı ama kadın zaafı orada da vardı. Ezidi kadınları cariye olarak almışlardı ve seks kölesi olarak kullanıyorlardı.”

“İslamcılar’ın kuracağı bir devletten kaçacak olan ilk kesim, Müslümanlar olacak”

Mustafa, selefi ve radikal İslamcı grupların içerisindeki bu tarz olaylara şahit oldukça ve Suriye’deki savaşın aslında İslamcılar’ın düşündüğü gibi bir savaş olmadığını, Müslümanlar’ın, Müslümanlar’ı öldürdüğünü gördükçe inancı zayıflıyor. “Selefilerin adaletsizlik, kadın cinayetleri konularında konuştuklarını görmedim” diyor. Bu da onun için bir kırılma oluyor. Mustafa’ya göre, İslamcılar adalet sınavını geçemedi ve Türkiye’nin böyle bir sınav vermesi gerekiyordu:

“Selefilerin başörtü, namaz gibi konularda çok fetva verdiğini gördüm ama kadın cinayetleri hakkında konuştuklarını görmedim. Adaletsizlikler, yolsuzluklar üzerine fetva vermiyorlardı. Bu benim çok fazla garibime girdi. Daha sonra öfkeye sebep oldu. 90’lı yıllardaki İslamcılar adaletten dem vuruyorlardı. Herkese adalet vaat ederlerdi. 28 Şubat’ın o direnişinden, meyvelerinden faydalanıp iktidara gelen İslamcılar, 40 yıllık birikimi bu iktidarla birlikte çöpe attılar. Paramparça ettiler ve bu testi geçemediler. Bitti, bu saatten sonra kimse İslamcılar’a güvenmez. Zamanla gördüm ki İslamcılar, iktidarın birer ilçe başkanlığı haline gelmişlerdi. Sorduğunuzda ‘ehvenişer’ olarak görüyorlardı. Aslında çoktan İslamcılık, Türkiye’deki mevcut iktidara kendisini eklemlemişti. Bu benim sinirimi çok bozmaya başladı. Şimdi, Anglosakson tipi sekülerizmi savunuyorum. Laikliğin sivilleşmesi gerektiğini savunuyorum. Devletin renksiz olmaması gerektiğini, din ve vicdan özgürlüğünün tamamen hukuki bir güvence altına alınması gerektiğini savunuyorum. İslamcılar’ın kuracağı bir devletten kaçacak olan ilk kesim Müslümanlar olacak. Bunu iddia ediyorum çünkü birbirlerini öldürecekler. İyi ki bu ülkede otorite var, kanun ve adalet her ne kadar örselenmiş olsa da hâlâ var. Otoritenin ortadan kalktığında neler olduğunu Suriye’de gördük. Müslümanlar birbirlerini öldürdü. İslamcılar’a inanmıyorum ve bu süreç, bu ülke açısından iyi bir tecrübe oldu. Bunu yaşamamız gerekiyordu. Bu yüzden İslamcılar’dan kaçtım. Artık yüzlerini dahi görmek istemiyorum.”

(*) Röportaj yaptığımız kişinin gerçek ismi, kendi isteği doğrultusunda değiştirilmiştir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.