Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Siyaset ve medyada kirliliğin nedenleri ve boyutları: Murat Yetkin & Ruşen Çakır tartışıyor

Murat Yetkin ile Ruşen Çakır, Sedat Peker’in ifşalarıyla ortaya çıkan siyaset, bürokrasi, iş dünyası, yargı ve medyayı kuşatmış olan ilişkiler ağını, Türkiye’nin temiz bir topluma dönüşme imkanlarını ve gazetecilerin bu konuda ne yapabileceklerini konuştu.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Murat Yetkin ile birlikteyiz. Murat Yetkin’le bayağı bir ara verdik, şimdi çok şey birikti. Özellikle “gayrimeşru ilişkiler” diyelim ya da “kirlilik” diyelim. Artık ne derseniz deyin; yerin altı ile yerin üstünün iç içe geçtiği bir ortam ve işin bir yerinde de medya çalışanları vs.. Murat, merhaba.

Murat Yetkin: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Gündem bir acayip ve gündemi belirleyenin de Sedat Peker olması ayrı bir acayip. Önce bunu bir konuşalım. Yani daha önce, Fuat Avni gibi olaylar yaşadık; ama onlar daha bir farklı ve güvenilmez olaylardı, en azından kim oldukları belli değildi ve hep kendilerini öne çıkartıyorlardı. Sedat Peker bambaşka bir şey oldu, değil mi?

Murat Yetkin: Gerçekten öyle oldu; sonuncusundan başlayayım söylediklerinin: Diğerlerinden farkı, Sedat Peker kendisinin de bu kirliliğin bir parçası olduğunu söylüyor. Yani “Sizin iç yüzünüzü en iyi ben bilirim” diyor; “çünkü ben bu işlerin içindeydim” diyor. Yani bu çok temel bir farklılık. Yani işte, yok Fuat Avniler onlar bunlar, o zaten kolektif bir isimdi. Arkasındaki orkestra şefi bir gazeteciydi; ama sonradan anladık tabii. Kendileri “tertemiz”di, her şey çok kötüydü. Halbuki Sedat Peker diyor ki: “Arkadaş, ben bu işlerin yıllardır içindeyim; ben de o sistemin bir parçasıyım”. “Sizin…” hani argo deyim konuşacağım, kusura bakmasın Medyascope izleyicileri, yani “sizin ciğerinizi ben bilirim” diyor. “Çünkü ben de sizden biriyim” diyor. Şimdi kendisi, şu anda, “Temiz toplum yoktur” diyor, ama temizlik görevlisi olarak konumlandırıyor ve bunu aslında gizlemiyor da. Yani öyle bir kendi iç dürüstlüğü var, gizlemiyor da. Kendi başına gelenleri pazarlık unsuru olarak sürüyor, “Ya benimle anlaşın, ben de bunları söylemeyeyim” diyor. Yani ikincisi neden: Biz “beyaz atlı prens” beklerken Sedat Peker çıktı karşımıza. Burada da biraz mühendislik tarafına gireceğim Ruşen. Yani “Bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür” diye bir lâf var. Yani en zayıf halkadan kopar zincir. Demek ki orada incelmiş zincir. Yani orada, hani söylüyoruz ya, medya, siyaset, yargı, ticaret-mafya ilişkilerinde demek ki inceldiği yer orası olmuş. Yani bu, ne diyorlar? İlk başladığı zaman yazmıştım, seninle de bir yayın yapmıştık: Bütün bunlar Alaattin Çakıcı’nın Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli’nin –yine sokak deyimiyle– “torpili” sonucu tahliye edilmesi sonrasında başlaması tesadüf müdür? O sürece bir baktığımızda: Bu şeyler önce patladı; ÇiftlikBank patladı, ondan sonra bu Thodex patladı, o patladı bu patladı. Yani depremciler diyor ya? Öncü sarsıntılar. Aslında öncü sarsıntılar vardı. Buradan patladı, en zayıf yerinden.

Ruşen Çakır: Şöyle bir husus var, bilmem katılır mısın? Şimdi Sedat Peker bütün bu 30 yıllık yeraltı dünyasında yaşanılan ilişkiler vs. ile birçok şeyi biliyor. Ama aynı zamanda da, anladığım kadarıyla ona böyle bir bilgi akışı da var; dinamik bir bilgi akışı da var diye bir hissim var. Elimde bir kanıt yok, ama gazeteci olarak birazcık bunu anlayabiliyoruz. Yani birileri ona düzenli bir şekilde, bir de özellikle ilk videolarının çok ilgi görmesi ve karşılık bulmasıyla beraber ona birtakım değişik nedenlerle –kimisi hakikaten namus îcâbı, kimisi sevmediğinin ayağını kaydırmak için, kimisi iktidar mücadelesi parçası olarak– sanki böyle yoğun bir bilgi akışı varmış gibi geliyor bana. Ne dersin?

Murat Yetkin: Çok doğru, çok doğru. Yani Sedat Peker ilk çıktığında, senin de vurguladığın üzere ilk videolarında, kendi elindeki bilgilerle yola çıktı. Fakat daha sonra kendi elindeki bilgilere ek olarak benim saptayabildiğim kadarıyla üç ayrı grupta toplayabileceğimiz bir bilgi akışı başladı. Bunun bir tanesi tamamen, hani “Düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığı içinde — yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan nefretleri ya da karşıtlıkları gereğince, “Biz Sedat Peker’e bilgi aktaralım, böyle şey yapalım” diyenler… Bu çok geniş bir yelpaze. Bunun içinde eminim zamanında Sedat Peker’i Ergenekon davasından yargılatan Fethullahçılar da vardır; eminim pek çok açık ya da örtülü çıkar grubu vardır, düz vatandaşlar vardır. Yani o kadar kolay ki; bunun altında komplo aramaya gerek yok. İstediğini yaz, Sedat Peker’i Twitter’da onun adını da yaz, işte o bilgi ona gidiyor zaten; yani çok büyük komplolar aramaya da gerek yok. İkincisi, Sezgin Baran Korkmaz adını dolaşıma yeniden sokan ve bambaşka bir şekilde sokan Sedat Peker oldu. Çünkü Sezgin Baran Korkmaz yakın zamana kadar bir başarı öyküsüydü, değil mi? Hani gelmiş Kars’ın Digor ilçesinden, ortaokuldan terk, öyle bir anda uyanıklığıyla “dünyaları devirmiş” filan. Herkes, savcılar, gazeteciler, siyasetçiler filan önünde karşısında duruyor, beraber yemek fotoğraf karelerine girmeye çalışıyorlar, beraber uçaklarıyla geziyorlar falan. Böyle bir adam olmuş, bir başarı öyküsüydü. Sonra onun ortakları, Amerika Birleşik Devletleri’nde dolandırıcılıktan, kara para aklamadan filan yargılanmaya başlayınca, o zamana kadar… örneğin Sezgin Baran Korkmaz’ı Ccumhurbaşkanı’na kadar çıkaran, “Çok önemli yatırımcı bu” filan diyen kişi, o zamanın Yatırım Ajansı Başkanı Arda Ermut — basın toplantıları filan var. Arda Ermut şu anda Türkiye Varlık Fonu’nun yönetim kurulunda değil mi? Yani o kadar önemli bir insan olarak Cumhurbaşkanı’nın huzuruna çıkardıkları birinin fotoğraflarını sonra kaldırmaya çalıştılar ortadan. Şimdi Sezgin Baran Korkmaz’ın da, bu işe ilk başladığında Sedat Peker’e bilgi yağdıranlar arasında olduğunu tahmin ediyorum ben. Neden? Ortak bir hasımları var: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ikisinin de ağzı yanmış. Hani orada da gene “Düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığı var. Bu şekilde Sezgin Baran Korkmaz’ın da yalnız olmadığını düşünüyorum. Üçüncü bir grup…

Ruşen Çakır: Pardon, Sezgin Baran Korkmaz hakkında bu söylediklerine aynen katılıyorum. Hani böyle vardır ya? Benim de böyle bir hissiyatım var; bir bilgim yok ama, onların bir şekilde –hâlâ öyleler mi bilmiyorum–, ama Baran Korkmaz ile Sedat Peker’in koordineli bir şeyler yapmış oldukları hissiyatına ben de sahiptim. Sen bunu söyleyince iyice cesaretlendim, daha yüksek sesle söyleyebilirim.

Murat Yetkin: Estağfurullah, yani tabii şu anda Sezgin Baran Korkmaz Avusturya’da gözaltında. ABD onu alıp götürmek istiyor. Ama o zamana kadar olan süreçte Sezgin Baran Korkmaz bir model; o modelin ortak noktası İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve etrafındaki ilişkiler ve karşıtlıkları, öyle bir durum var. O modelin ortak noktası Erdoğan karşıtlığı dedik, değil mi? Modelin ikinci ortak noktası Süleyman Soylu karşıtlığı dedik. Böyle gidiyor. Orada, zannediyorum devlet içinde Süleyman Soylu’ya hasım gibi duranlar da bu tipler kanalıyla bilgi aktarımı yaptılar diye tahmin ediyorum. Üçüncü gruba gelelim: Üçüncü grup da bence Sedat Peker ile yakın zamana kadar irtibatı olmuş, selam sabahı olmuş, selam sabahın ötesine geçmiş para ilişkileri olmuş, çıkar ilişkileri olmuş siyasetçiler, bürokratlar, yargıçlar, yani yargı mensupları, iş insanları. Bütün bunlar büyük bir panik içinde bilgi yağdırmaya başladı. Kime? Sedat Peker’e. Neden? “Bana dokunma” diye. Çünkü o şeyler, mesela Hadi Özışık ile telefon görüşmesini kaydetmiş. Şimdi orada Hadi Özışık biliyor muydu acaba kaydedildiğini? Zannetmiyorum. Ya da başkaları. Ama şimdi, şöyle bir dönemde, şu anda Sedat Peker ile konuşmuş olan herkes; yani “Ne haber, Nasılsın?” filan diye konuşmuş olan herkes de, “Eyvah! Benim de kaydım var” diyor. Ve “Benim de kaydım var”ın karşılığı şu: “Ya, bu beni de ortaya çıkarır bir gün”. Şimdi, dolayısıyla sen, –seni tenzil ederek söylüyorum, ben diyeyim hadi– diyelim ki ben, zamanında Sedat Peker ile böyle bir ilişkiye girmiş oldum; yani çıkar ilişkisine vs. girmiş oldum. Şimdi korkuyorum: “Eyvah! Benim de adımı açıklayacak” diye. Şu anda Sedat Peker beni arasa mesela, ben çıkmayacak mıyım telefonuna? Çıkacağım. Üstelik beni kayda alacağını bile bile çıkacağım. Çünkü neden? Çıkmazsam daha önceki kayıtları yayınlayacak değil mi? Yani bana bir şey sorsa mesela. Öyle bir ilişkim yok, ama diyelim olsa, çıksa, ben korka korka açsam telefonunu ve ondan sonra bana bir şey sorsa, benim onu söylememe şansım var mı? Yok. 

Ruşen Çakır: Burada mesela özellikle bu söylediğinde, en son Serdar Ekşioğlu’na ne diyor? “Sen” diyor, “gittin benim aleyhime çalıştın” diyor. Ve sürekli bu mesajı veriyor: “Arkadaşlar, beni tanıyan arkadaşlar, benim aleyhime çalışırsanız haberim olur, sizle uğraşırım. Ama benim aleyhime çalışmazsanız sizi gündeme getirmem”. Aslında Süleyman Soylu’yu da böyle gündeme getirdi biliyorsun. İlk videolarda o yoktu. Daha sonra aleyhine olduğunu düşündüğü anda…

Murat Yetkin: Bunu açıkça söyledi de zaten, bir kere söyledi. Bu Metin Külünk’ün olayında söyledi. Dedi ki: “Başka siyasetçiler de var, sadece o değil”. “Başka siyasetçiler de var, ama…” dedi, “onlar bana dokunmadıkları için dokunmuyorum şimdi onlara” dedi. Bunun anlamı nedir? İzleyiciler bizden daha zekidir; ama bir kere de biz tekrarlayalım. Bunun anlamı: “Benim hakkımda bir şey yapmazsanız, size dokunmayacağım”. Bir adım öteye gidelim: “Benimle iyi ilişkilerinizi sürdürürseniz, size dokunmayacağım”. Şimdi, dolayısıyla bilgi kaynakları çok. Şu anda bu bilgi kaynakları nedeniyle zaten biz bir pazarlıktan söz ediyoruz, değil mii? Birden Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri Sedat Peker’i çağırmışlar kendi ifadesine göre, çağırmışlar ve demişler ki: “Arkadaş, sus!” Hani bu kadar, “Ben ölümü göze aldım, pasaportumu yaktım” diyen Sedat Peker de, “Ya, ben bir izin aldım, beş dakika görüneyim diye” diyor şimdi. Şu anda Sedat Peker Birleşik Arap Emirlikleri yetkilerimin korunması ve… –ne demek izin almak?– kontrolü altındadır. Ve söylediği her şey… Bak Twitter’dan kimleri kimleri ifşa ediyor, değil mi? Misal bu Korkmaz’lar, Karaca’lar çıktı değil mi? Cihan Ekşioğlu zaten vardı. Sezgin Baran Korkmaz vardı. Eskiden doğrudan “Tayyip Abi” diyordu, şimdi “Tayyip Abi” de demiyor. Cumhurbaşkanı’na hiç dokunmuyor artık, hiç dokunmuyor. Ve en son bu Twitter’dan yayınladığı — dün akşam mıydı? O mesajlarda birdenbire Sedat Peker de âdeta AK Partili kesildi. Süleyman Soylu’ya diyor ki: “Sen AK Parti’den büyük değilsin, unutma!” Yani anlatabiliyor muyum? Bu perde arkasındakiler bana, hani kırk yıldır mesleğin içindeyiz Ruşen, değil mi? Yaşlandık bu meslekte. Bunlar bana perde arkasında bir pazarlığın var olabileceğini anlatıyor.

Ruşen Çakır: Şimdi ortada olanlar üzerinden yürüyelim: Demin “Sezgin Baran Korkmaz” dedin. Şimdi bu şahıs yıllardır bir başarı öyküsü diye bize pazarlanan, ama Amerikalılar’ın bir şekilde kendi devletlerini dolandırarak aldıkları paralarla burada batık şirketleri alıp har vurup harman savuran, bunu yaparken de çok acayip bir PR çalışması yapan biri olarak çıktı karşımıza. Bir örnek gösterdi. Ondan sonra Sezgin Baran Korkmaz’dan Korkmaz Karaca’ya geçiyoruz, bir siyasetçi. Şu âna kadar adını hep bir şekilde duymuşluğum vardı; ama tanıştığımı sanmıyorum. Bilmiyorum sen tanıyor musun? Adını bir şekilde bildiğim, yani bir yerlerden yabancı gelmiyor; ama bakıyorsun ki AK Parti’nin MKYK’sında ve yerel yönetimlerden sorumlu başkanın yardımcısı olan birisi.

Murat Yetkin: Hayır, tanımıyorum onu. Daha önce de Cumhuriyet Halk Partisi’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın Başdanışmanı’ydı. Böyle bir profesyonel danışman bunlar, kapışıyor partiler. Rakip partiler nedense…, neyse özür dilerim kestim sözünü.

Ruşen Çakır: Ama şimdi bu şahsın gündeme gelmesinde aslında siyasetle ilgili hiçbir şey yok. Yani siyasî olarak şu projeyi savundu, bunu yaptı vs. diye bir şey yok. Değişik yayın organlarında da çalışmış, İnternetHaber, yanılmıyorsam Sözcü, FoxTV’de program yapmış bir dönem. Sedat Peker’in onu gündeme getirmesi meselesi de bambaşka bir şey. Yani şimdi nasıl diyeceğimi bilemiyorum, ama hani bir “muhabbet tellallığı”, en yumuşak tâbirle. 

Murat Yetkin: O da öyle söylüyor.

Ruşen Çakır: Evet, öyle sunuyor en azından ve şu âna kadar kalkıp da –ben kaçırmış olamam, var mı böyle bir şey?–, “Ben kendime söz ettirmem, böyle bir şey olmaz” deyip çıkış yaptı mı?

Murat Yetkin: Ben herhangi bir çıkışını okumadım. Senin gibi ben de tanımıyorum bu şahsı, hiç tanışmadık. Yani bu kadar yıldır Ankara gazetecisiyim, tanışmadık. Çünkü neden biliyor musun? Bu tipler kimlerle gidip tanışacaklarını çok iyi biliyorlar. Sen de tanışmamışsın. Çok iyi biliyorlar, emin ol. Yani kimle nasıl ilişki kurulur çok iyi biliyorlar, kokusunu alıyorlar filan böyle. Senin duymadığın frekansta sesleri onlar duyuyor. Bakıyor, “Bu adamdan ben bir şey çıkaramam yani, ben buna basıp bir yere gidemem, hatta bu benim başıma bela olur,” diyor ve ondan uzak duruyor — senden benden uzak duruyor, aman dursun da; yani zaten bu tiplere hiç bulaşmamış olmaktan gayet memnunum yani.

Ruşen Çakır: Evet, şimdi üçüncü isim de demin sözünü ettik: Cihan Ekşioğlu diye yeni bir isim var — bu da savunma sanayiinde. Bunların yaşları neredeyse birbirine denk; şu hâliyle kırk yaşlarında olan, ama ilk girişleri otuz başları yirmi yaşlarının sonlarında birden önlerine birçok kapı açılan insanlardan bahsediyoruz. Şimdi bu insanlar hayatımızda hep varmış, ama Sedat Peker onların üzerine farı tutmasa görmeyecekmişiz. Ve farı tuttuğu zaman da sadece o insanları görmüyoruz Murat; o insanların etrafında, acayip iç içe geçmiş halkalar görüyoruz. Siyasetçi, iş insanı…

Murat Yetkin: Yahu daha ne halkalar var, çok var. Mesela bugün müydü? Milli Gazete’nin manşet haberi var, Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürlüğü üzerine. İnanılmaz miktarlarda maaş alıyor, yani çiftçi perişan durumda hakikaten; yani bir kuraklık vuruyor, bir yandan doğal nedenleri de var filan. İnanılmaz maaşları var; ama yetmiyor — beş yer, altı yer, on yerden filan maaş alıyor, böyle utanmazca duruşları var. Böyle bir oligarşik yapıya dönüşmüş durumda.

Ruşen Çakır: Burada tabii bütün sektörler iç içe geçmiş. İş dünyası diyeceğim, ama burada aslında bildiğimiz iş dünyasından insanlar arada sırada gelip çıkıyor — İnan Kıraç gibi falan. Onun dışında genellikle…

Murat Yetkin: Bilmiyoruz.

Ruşen Çakır: Değil mi?

Murat Yetkin: Bilmiyoruz. Mesela Sedat Peker söylemeseydi, Sezgin Baran Korkmaz gittiğinde, orada “Şu kırk beş milyon dolarını sil şu iş adamının” denmeseydi. Biz İnan Kıraç’ı bilecek miydik? Bilecek miydik? Hayır. Başkaları var mıdır böyle? Bilmem, belki de vardır. Yani adamların girip çıkmadığı yer kalmamış, baksana. Herkes bunlara, büyük sermayedarlar da –hepsi demiyoruz ama, işte ortada olanlar var– işlerini hallettirmişler. Ya da bu tipler onlara, “İşlerini hallederiz” diye, “Hallet” diye paralarını almışlar. Bu hani bir yönüyle düz dolandırıcılık gibi de duruyor. Ama senin bütün işlerin kendi yolunda gitse, dolandırıcılara başvurur musun? Böyle bir şey de var. Bir yandan yargının çürümüşlüğü var. Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan ne diyor? “Mahkemeler adalet dağıtmazsa, hukuk dışı yollar devreye girer, kaçınılmazdır” diyor. Böyle olmuş. Yani başta, rüşvetle iş halleden bir FETÖ borsası lâfı çıktı. Bunu kim çıkardı ilk ortaya? Bizim gazeteci kökenli bir siyasetçi, Şamil Tayyar çıkardı 2018 yılında, hatırla. Sonra ilk seçimde milletvekili olamadı; ama şimdi tekrar AK Parti yönetiminde. Ama ilk ortaya çıkaran o ve ilk ortaya çıkarttığında büyük tepkilere yol açtı, özellikle parti içinden. “Ne yapıyorsun sen?” filan diye. Şimdi hepsi doğru çıkıyor.

Ruşen Çakır: Murat, telaffuz edilen paralar da acayip paralar. Ve hiçbiri Türk lirası değil, farkındaysan.

Murat Yetkin: O zaman da söyledi: “Milyon dolarlarla iş yapılıyor, mahkeme dosyaları kapatılıyor” filan diye Şamil Tayyar söyledi. Biz de bilmiyorduk o zamana kadar “FETÖ borsası” diye bir şeyin varlığını.

Ruşen Çakır: Peki, temiz toplum… Bu kavramı hatırlayacaksın. Bir zamanlar gazeteciliğimizin orta yıllarında değil mi? Bayağı bir Türkiye’nin gündemindeydi. Gazeteler manşet atıyordu, kampanyalar yapıyordu. 

Murat Yetkin: Hayâlî 90’lar.

Ruşen Çakır: Milliyet’in kampanyasıydı değil mi “temiz toplum” kampanyası? Yanlış hatırlamıyorsam. Yani herkes bir yerinden bir “temiz toplum” diyordu. Şimdi Sedat Peker “temiz toplum” lâfıyla dalga geçiyor. “Yahu böyle bir şey olmaz. Herkes kendini kurtarsın” demeye getiriyor. 

Murat Yetkin: Ve kendinden örnek vererek dalga geçiyor. Diyor ki, “Ey,” diyor –yani o Demirören’e başka bir isim takıyor, ben burada takmayayım şimdi, hiçbir şeye kımıldamayan savcılarımız, “Vay! Hakaret!” filan diye dava açabilirler– diyor ki: “Sen değil misin ya Milliyet Gazetesi Abdi İpekçi Ödülü’nü iptal eden, kaldıran?” Milliyet gazetesi Sedat Peker’e Yılın Hayırsever İşadamı Ödülü verdi. Ve Sedat Peker bununla dalga geçerek, “Zaten sizin temiz toplumunuz bu” diyor. Yani çok acı bir durum değil mi bu?

Ruşen Çakır: Peki, tekrar bu kavram Türkiye’nin gündemine girmeyecek mi Murat?

Murat Yetkin: Valla girse iyi olur, girerse çok güzel olur. Bu işle uğraşacak olanlar, yani özgür basın işleyebilse… ama bu işe esas bakacak olanlar bağımsız yargıdır. Bağımsız ve tarafsız yargıdır. Yargı felç olmuş durumda. Yargının felç olduğundan şikâyet eden insan yargının en tepe noktasındaki Anayasa Mahkemesi Başkanı artık. Diyor ki: “1984’ün yazarı George Orwell gelseydi, dehşete düşerdi” diyor. Şimdi bu durumdayız. Yani balık baştan kokar diye bir lâf var ya. Yargı baştan gitmiş durumda artık. Hani yargının neresine elinizi atsanız, orada burada kalmış birkaç tane idealist yargıç ya da savcı dışında dökülüyor yahu. Bunlar bağımsız değil. Bir tane olay çıktı, biliyorsun: İki tane çocuğun başına gelenler değil mi? “Allah belanızı versin!” diye bir tag açmışlar. Yani iki tane çocuğa kendi aile üyeleri dahil inanılmaz istismarlar var. Çocuklar resimlerini filan çizmişler, yazık. Ve tahliye ediliyorlar ya! Tahliye ediliyorlar. Hangi avukat bu canavarları nasıl savundu? Hangi savcı ne istedi, hangi hâkim serbest bıraktı? Hepsi de ortada, isim isim ortada. Yani yargı çürüyor diyoruz ya? Sadece bu yolsuzluk işlerinden değil. Yargıya hâkim olan bir şey var artık. Yani sen bir erkeksen ve işini nasıl yapacağını biliyorsan, sana her şey serbest arkadaş. Yani hani o feministlerin bir zamanlar slogan olmuş “erkek egemen toplum” tespiti tamamen doğru. Tamamen erkek egemenliği, gücü olan erkeğin egemenliği üzerine ya! Senin gücün varsa; fizîkî gücün, para gücün, varsa sana her şey serbest gibi bir durum var ortada.

Ruşen Çakır: Peki burada şöyle bir husus var: Sedat Peker artık video çekmiyor; ama attığı tweet’lerde sürekli 40 yaşın altındaki insanlara hitap ediyor. Yani sen ben yırtıyoruz. Şöyle bir çağrı yapıyor, diyor ki: “Arkadaşlar,” diyor, “namuslu, bağımsız gazetecilere baskı yapın” diyor. Yani ondan sonra da onlar bunları alıp, sosyal medyada bizi etiketleyip: “Hadi yapın, hadi yapın!” diyorlar. Şimdi şunu söyleyeceğim: Tabii ki herkes elimizden geldiği kadar bu konular üzerinde yazıp çizmeye anlatmaya çalışıyoruz, ama Türkiye’de özgür ve bağımsız medyanın gücü ne? Etkisi ne? Çok daha önemli bir diğer husus da tabii, orada suçlanan yapılarla işbirliği, suç ortaklığı yapan medyada çok güçlü bir kurumsallaşmış yapı var. Yani tek tek bireyler konuşuluyor, ama aslında bu köklü bir şey, öyle değil mi?

Murat Yetkin: Öyle, mesela benim merak ettiğim şeyler arasında şu var: Şimdi sen ben pek çok arkadaşımız elimizden geldiğince bu kirliliğin üstüne gitmeye çalışıyoruz. Ama bir de bu kirlilikten hiç bahsetmeyen, böyle çok önemli pozlarda televizyon programları yapan, makaleler köşeler yazan abiler ablalar var. Niye bahsetmiyorlar acaba bu konulardan? Acaba kendilerinden kuşkulandıkları bir şey olduğundan olabilir mi? Olabilir, niye olmasın? Bilmiyoruz ki. Bir yazın canım. Size köşeler verilmiş, değil mi? Ekranlar verilmiş, değil mi? Yazın, biz de yazıyoruz, bakın bir şey olmuyor. Yani sonuçta kimseye hakaret etmiyoruz, kimseyi tehdit etmiyoruz. Yani buralardan başka neler çıkacak? Az önce dedik ya? Bakalım başka hangi isimler çıkacak? Yargıda hangi isimler, siyasette hangi isimler? Medyada başka hangi isimler çıkacak? Bir de medyada, bu işi aktif olarak yapan, şantajla gidip şu belediyeden otopark işletmesi alan, bu belediyeden makam otomobili alan, ötekinden bilmem ihale bağlayan isimler…. Bunlar aktif olarak kirliliğin içindeki isimler. Bir de seyirci olanlar var. Yani öyle ulvî konularla ilgilenip, ama… Yahu bir Nazi toplama kampı gibi düşün Ruşen. Yani birileri oradaki toplama kampındaki insanlara işkence ediyor, değil mi? Onlar üstünde deneyler yapıyor, onları gaz odalarına gönderiyor, öldürüyor filan. Biri de diyor ki: “Ben hiç karışmadım bu işlere; ben muhasebe işleriyle ilgileniyorum. Ben mutfağa alınacak malzemeyle ilgileniyorum, beni ilgilendirmez bunlar” falan — Nürnberg mahkemelerinde böyle savundular kendilerini. Bir de bunlar var yani. Ya ben…

Ruşen Çakır: Şimdi tabii onlara sıra en son gelir de, ortada…

Murat Yetkin: Belli olmaz, belli olmaz. Nürnberg mahkemelerinden yırttı bunlar. O örnekleri de var. Bazıları yırttı çünkü.

Ruşen Çakır: Tabii öncelikli mesele doğrudan bu olayların içerisine girip çıkar elde etmiş, birtakım haberleri örtmüş ya da birtakım sahte haberler yapmışlar. Mesela şimdi ne diyor en son yaptığında? FETÖ borsasına takacakları bir insanı, Ukrayna’da mı ne? Oteli mi ne varmış? “Sabah gazetesinde haber yaptırdı, Zekeriya Öz’ü kaçıran adam diye” diyor. Ondan sonra o kişi, haberi de önünde görünce, ondan sonra tabii ki onlara mecbur kalıyor vs.. Kimbilir şu âna kadar nerelerde ne tür haberler çıktı. Sezgin Baran Korkmaz ile ilgili neler okudum Murat, biliyor musun? Şimdi bir tanesi keşke önümde olsaydı da… sen kaçırmışsındır belki… onun bir sünnet düğünü hikâyesi var, biliyor musun onu?

Murat Yetkin: Yok, onu bilmiyorum. 

Ruşen Çakır: Çocuğunun sünnet düğünü oluyor, meâlen anlatayım. Çocuğun sünnet düğünü oluyor ve insanlara diyor ki, “Takılarınızın yanlarına adreslerinizi de yazın” diyor. Millet, “Olur mu öyle şey? Ne o?” falan diyor. Sonra diyor ki: “Ya, bakın, yanlış anlamayın” diyor; “bu takıları biz Kars’ta bir okulda çocuklara vereceğiz, adresinizi de verin ki onlar size teşekkür mektubu yazsın”. Bunun üzerine okuduğum köşe yazısı… “köşe yazısı” diyorum, ama neyse…. Okuduğum yazıda bunun üzerine öyle bir tablo var ki. Şöyle anlatıyor: Bunun üzerine insanların gözleri yaşarıyor, birisi kolundaki saati koyuyor, birisi bilmem ne yapıyor vs. vs..

Murat Yetkin: Vah vah vah, ne kadar hayırsever bir insan.

Ruşen Çakır: Otelin balo salonu tarihi bir âna tanıklık ediyor. Aynen bu lâf böyle.

Murat Yetkin: Allah aşkına, kim yazmış? Söyle ya.

Ruşen Çakır: Kim mi yazmış?

Murat Yetkin: Kim yazmış merak ettim bunu.

Ruşen Çakır: Sana Whatsaapp’tan yazarım.

Murat Yetkin: Hayır, yazılmış nasıl olsa, millet de okumuş yani.

Ruşen Çakır: Ya, başka örnekler de var. Mesela Sabah gazetesinde iki yazarın zamanında kapışması var. Birisi Bora Jet’e nasıl el konduğunu…, jetin sahibi olan Amerika’da yaşayan bir mühendis var ya? Türk…

Murat Yetkin: Yalçın Ayaslı.

Ruşen Çakır: Evet. Onunla bayağı güzel bir röportaj yazıyor, çok kapsamlı. Aynı tarihlerde de nasıl Borajet sahiplerinin FETÖ’cü olduğu ve Sezgin Baran Korkmaz’ın da nasıl milliyetçi vatanperver vs. olduğu yazıları da çıkıyor falan. Bunların bazen böyle bir tartışmalarda bulunduğu oluyor; ama genellikle övgü –övgü de ne kelime?–, yani yüceltme vs. var. Fotoğrafları görüyorsun, hepsinde böyle gülen… 

Murat Yetkin: En son şey fotoğrafı çıktı, fotomontaj mıdır değil midir artık bilmiyoruz da: Hani o Paramount Oteli’nde kalmış Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir, onun Sezgin Baran Korkmaz ile… “Tanımıyorum, başta bir dostum için gitmiştim…” Yan yana, aynı böyle, Kars masası herhalde, hemşeri masaları oluşturmuşlar, Kars masasında da yan yana resimleri var; yani fotomontaj mıdır değil midir şu anda söyleyemem.

Ruşen Çakır: Değildir, sanmıyorum. Mesela bir yargıçla fotoğrafı vardı sırttan gözüküyordu; hatta biz Medyascope’ta, “Bu belki o değildir, kullanmayalım” dedik; sonra yargıç çıktı, Yargıtay üyesi mi ne? “Ya o öyleydi aslında, ama öyle değildi” diye açıklama yaptı. Yani bu fotoğraflar zaten bir acayip. Ben geçen sosyal medyada paylaştım, görmüşsündür. Korkmaz Karaca’nın Metin Feyzioğlu ile fotoğrafı.

Murat Yetkin: Aa, evet. Müthişti ya. Yani altındaki yorumları da okudum Ruşen. Yani “Bir o eksikti, zaten olmasa şaşardık” falan diyorlar. Yahu Metin Feyzioğlu ayrı bir… bence o da hani geçiştirilerek söylenecek bir değer değil yani. Onu böyle ayrı ciltler dolusu yazmak lâzım yani.

Ruşen Çakır: Evet, o başlı başına bir fenomen, ama..

Murat Yetkin: Bir ara biliyorsun bu CHP Genel Başkanı filan..

Ruşen Çakır: Bilmez miyim?

Murat Yetkin: Şimdi CHP Genel Başkanlığı’na soyunan bir başka isim de son derece zor durumda. Bu Uğur Dündar ile tartışması, yok uçak bileti ısmarladı bilmem ne filan. Birisi yazmış, “Kıymalı pide de ısmarladınız mı? Onu da söylesin” diye.

Ruşen Çakır: Şimdi burada şöyle bir toparlamakta yarar var belki. Şimdi birtakım isimler ortaya çıktı: Sezgin Baran Korkmaz, Korkmaz Karaca, Cihan Ekşioğlu… şimdi gazeteci adı anmayalım ama birtakım gazeteciler televizyonlara çıktılar vs. Şimdi bunların hepsi birer kişi tabii, birey; ama bunların hepsi aslında bir şeyi sembolize ediyor. Yani bir bütünü, yani var olan bu kokuşmuş sistemi sembolize ediyor. Ama sonuçta bize şöyle bir şey dayatılıyor: “İşte, alın onu linç edin, alın bunu linç edin, alın bu gazeteciyi linç edin” vs. onlar ortadan bir müddet kayboluyor ve sanki ortalık temizleniyor. Halbuki bu kişiler bir yapının ürettiği insanlar. Ne yapacağız?

Murat Yetkin: Yani yapı ortadan kalkmadan, değil mi?… Yani bataklık kurumadan sivrisinekler ortadan kalkmayacak, yani belli. Şimdi bu Daron Acemoğlu’nun bir kitabı var ya, bir arkadaşı ile yazdığı, Ulusların Çöküşü, şimdi orada diyor ki: “Evet, her şeyin belirleyici ekonomidir,” kendisi de iktisatçı çok parlak bir iktisatçı. “Her şeyin belirleyici ekonomidir, ama ekonomin kurallarını belirleyen siyasettir” diyor. Çünkü örnekler veriyor; çok çarpıcı örnekler var. Diyelim bir adanın yarısı bir başka rejimde, yarısı da… işte, Meksika-Amerika sınırındaki bir şehri örnek veriyor: Aynı insanlar, aynı iklim koşulları, aynı şehir, sadece rejim değişik. Bir taraf perişan durumda; öbür taraf gelişmiş durumda. Şimdi burada önemli olan siyasettir, sizin nasıl yönettiğinizdir. Siyaset kelimesi nereden geliyor biliyorsun, değil mi? 

Ruşen Çakır: Nereden?

Murat Yetkin: Arapça “seyis”likten geliyor, at terbiyesinden geliyor. Şimdi sizin nasıl yönettiğiniz, ülkeyi nasıl ele aldığınız oraya nasıl baktığınızdır. Şimdi böyle baktığınız zaman ortaya çıkan bu. Yani gerçekten bu kirliliğe izin veren bir sistem oluştu. Bunu çare siyasette, çare başka bir yerde değil, siyasette. Diyoruz ki: “Yargı çürümüş durumda”. Eh, yargıyı çürümüş durumdan çıkaracak ne? Siyasettir. Ama Meclis işletilmiyor, Meclis tamamen sembolik bir vaziyette. Meclis’ten kanunlar… işte Cumhurbaşkanı diyor ki: “Şu kanunu çıkarın”. Hemen iki partinin eller kalkıyor ve o kanun çıkıyor, yani başka bir şey yok. Meclis’in başka bir işlevi kalmadı neredeyse. Neyse ki hâlâ orada tek tek milletvekilleri var, onlar bir şeyler ortaya çıkarıyor. Ne bileyim? Şu CHP Milletvekili var, Denizli Milletvekili (Kâzım Arslan), o sâyede biz kim kaç yerden ne maaş alıyor filan öğrendik, değil mi? Adamın öyle bir işlevi oldu bir anda. İşte, birileri kalkıyor, mesela İYİ Parti’den, Demirel’in eski doktoru Aylin Cesur, onun sağlık sistemi konusunda söyledikleri var; oradan da bir sürü şey öğreniyorum. Böyle tek tek milletvekilleri çalışıyor; yoksa hani Meclis tamamen, tamamen demeyelim de büyük ölçüde işlevsizleştirilmiş durumda, yargı işlevsizleştirilmiş durumda. Ortaya çıkan da bu kirlilik. Yani ürünün farklı olmasını nasıl beklersiniz? Yani siz yargıyı tamamen işlevsiz hale getirmeye çalışıyorsunuz, Meclis’i işlevsiz hale getirmeye çalışıyorsunuz, sonra bir gülistan mı bekliyorsunuz? Hayır, işte ortaya çıkan lağım oluyor,

Ruşen Çakır: Evet Murat, burada noktayı koyalım. Arayı çok açmayalım. 

Murat Yetkin: İyi oluyor, böyle iyi, güzel, ara sıra olunca daha lezzetli.

Ruşen Çakır: Eyvallah, çok..

Murat Yetkin: Ben de seni kendi Youtube kanalıma beklerim bir gün.

Ruşen Çakır: Aynen. Ne diyecektim. Temiz bir toplum temennisi ile yayınımızı noktalayalım, ne dersin?

Murat Yetkin: Noktalayalım.

Ruşen Çakır: Evet, Murat Yetkin’le çok güzel bir söyleşi yaptık. Kendisine çok teşekkürler, izleyicilerimize de teşekkür ediyoruz, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.