Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

MHP sahiden eriyor mu?

Metropoll Araştırma’nın Haziran 2021 Türkiye’nin Nabzı araştırmasına göre, kararsızlar dağıtılmadan MHP oyları yüzde 5,5 olarak gözüküyor. Gerçekten son genel seçimlerde yüzde 11 oy almış olan MHP’nin toplumsal desteği bariz bir şekilde azalıyor mu? Azalıyorsa bunun nedenleri ne olabilir?

Yayına Hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı 

Merhaba, iyi günler. Metropoll Araştırma’nın başındaki Özer Sencar, bugün sosyal medyada son yaptıkları “Türkiye’nin Nabzı” araştırmasının Haziran ayı sonuçlarından bazı tabloları paylaştı — az sayıda paylaştı, genellikle öyle yapıyor. Bunlardan bir tanesi, bu yayına da vesile olan bugün, “Pazar günü seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” araştırması. Burada hızlı bir şekilde okumak istiyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi 30,9 ; CHP 19,6 ; İYİ Parti 10,9 ; HDP 8,5 ; MHP 5,5 ; Saadet Partisi 1,6 ; DEVA 1,3 ; Gelecek Partisi 0,7 ; bunun dışında, “kararsızım”, “protesto ediyorum” ya da “cevap vermiyorum” diyenlerin oranı 19,5 — yani yüzde 20 civarı. Buradan da anlıyoruz ki beş kişiden birisi herhangi bir parti beyânında bulunmamış. Onun dışında baktığımızda Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 31, CHP de yüzde 20 gözüküyor. Şimdi bu tablo, tabii ki araştırmaların hepsinin birtakım hata payları vardır ama bu, üzerinden birçok şeyi konuşmamıza el veren bir tablo. 

Burada bunu görür görmez, iki olay benim çok dikkatimi çekti: birisi MHP’nin yüzde 5,5 –tabii kararsızların dağıtılmadığı halde oluyor bu–, bir diğeri de DEVA ve GELECEK partilerinin toplamının 2 puan olması, yani yüzde 2 olması. Bu apayrı bir konu, DEVA ve GELECEK meselesi apayrı bir konu — hâlâ anketlerde bu iki partinin belli bir seviyeyi aşamamaları meselesi. Bunun üzerine söylenecek çok şey var ve şimdiden söyleyeyim: Yarın saat 20.00’de Gelecek Partisi Genel Başkanı Prof. Ahmet Davutoğlu stüdyomuza geliyor ve kendisiyle bu konuları da konuşacağız canlı yayında, yarın akşam saat 20.00’de. 

Şimdi onu bir kenara koyarak MHP meselesine biraz yoğunlaşmak istiyorum: Burada yüzde 5,5. Yine Metropoll’ün daha önce yaptığı araştırmalara baktığımız zaman, Mayıs 2020’den itibaren yüzde 7,3 ; bir ara Ekim’de yüzde 7,9’a çıkmış, Mart’ta yüzde 7,8 ; hatta Nisan’da 8,7 — en yükseği, son bir yıl içerisinde Nisan ayı Metropol araştırmasında yüzde 8,7. Sonra Mayıs’ta yüzde 6,3 ve şimdi de 5,5. Çarpıcı bir rakam. Yayından önce Özer Bey’le sohbet etme imkânım oldu telefonda; onun aylara göre değişikliklerin olabileceğini ve bunların hata payı olabileceğini söyledi; fakat anladığım kadarıyla onun da düşüncesi, MHP’nin artık yüzde 10 barajını aşma açısından ciddi bir sıkıntı içerisinde olduğu. Nitekim, iktidar ortaklarının seçim barajını indirme gibi bir niyetleri olduğunu biliyoruz; yüzde 7 çokça telaffuz edilen bir şey. Şu hâliyle bakıldığı zaman MHP yüzde 7’yi aşabilir gibi gözüküyor; ama yüzde 10’da bayağı zorlanacağa benziyor. Yine Özer Bey’in söylediği ilginç bir husus var — onun kişisel görüşü: MHP’deki azalmanın daha çok AKP’ye yöneldiği yolunda. Nitekim onların araştırmasında, Mayıs’ta AKP yüzde 27,7 iken, Haziran’da 30,9 olmuş; yani yeni Metropoll araştırmalarına kıyasla üç puanlık bir artış var. MHP’de de bir puanlık bir azalış var, yani ilk akla gelen MHP’den AKP’ye bir yöneliş olduğu; ama sonuç olarak baktığımız zaman, son seçimde yüzde 11 oy almış olan MHP’nin, “kararsızlar”ın dağıtılmadığı hâliyle yüzde 5,5 gibi gözükmesi, bütün hata paylarıyla birlikte neredeyse yarısı. 

Bu kadar bir erime söz konusu mu? Açıkçası çok emin değilim. MHP ilginç bir parti, çok iniş-çıkışlar yapan bir parti, baraj altında kalıp sonra 99 Seçimleri’nde en büyük çıkışı yapan parti olmuştu, Devlet Bahçeli zamanında. Sonra tekrar baraj altında kaldı, sonra tekrar çıktı. Muhalefette Erdoğan’a karşı en sert muhalefeti yapan Bahçeli, şimdi de en sâdık Erdoğan destekçisi oldu. Düne kadar beraber hareket ettiği CHP ve Kılıçdaroğlu’na karşı bugün en sert çıkışları yapan parti ve lider oldu. 

Dolayısıyla MHP’nin bu iniş-çıkışlarının seçmen tercihlerinde de olduğunu söylemek mümkün; fakat kişisel görüşüme göre, MHP artık birçok nedenle eriyor ya da güç kaybediyor. “Erimek” lâfı çok sert olabilir, ama güç kaybediyor. Bunun birçok nedeni var. Bir kere Meral Akşener faktörü var. Meral Akşener son dönemde görüyoruz ki en istikrarlı bir çizgi izleyen siyasî lider ve partisi de bence büyük ölçüde Akşener sayesinde en istikrarlı parti gözüküyor. Mesela bu araştırmada da yüzde 11 gözüküyor — ki Mayıs 2020’de yüzde 7,7 ile başlamış, bayağı sistemli bir şekilde bir artış olduğu gözüküyor. Akşener’e ve İYİ Parti’ye yönelik ilgi bayağı artıyor. Erdoğan’ın Rize’deki olay vesilesiyle ve bahanesiyle Akşener’i çok sert bir şekilde karşısına almak durumunda kalması da aslında Akşener olayının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Şu âna kadar genellikle şu söylendi: Akşener MHP tabanından ziyade daha merkezdeki seçmenden oy alıyor. Fakat onu bütün bu süreç içerisinde milliyetçi kimliğini de hep muhafaza ediyor olması, bunu sürekli vurguluyor olmasının çok MHP aleyhine çalıştığını düşünüyorum. 

“Milliyetçi” demişken, Özer Bey’in paylaştığı bir başka tabloya da dikkatinizi çekmek isterim: 24 Haziran’da oy kullanmamış olan gençlere, “Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?” diye sormuşlar. O tabloya baktığımız zaman da gençlerin yüzde 28,9’unun kendisini Atatürkçü olarak tanımladığını, yüzde 21,8’inin milliyetçi ve ulusalcı olarak tanımladığını, yüzde 14,1’inin dindar, yüzde 8,2’sinin muhafazakâr olarak tanımladığını görüyoruz. Böyle devam ediyor ve burada ilginç olan, Atatürkçü Kemalist yüzde 28,9’dan sonra, milliyetçi-ılusalcının yüzde 21 olarak gelmesi. Yani gençlerin içerisinde kendisini milliyetçi olarak tanımlayan hatırı sayılır bir kesim var –, neredeyse beşte biri–, dolayısıyla bunların MHP’ye belli bir ilgi duyuyor olmasını düşünmek lâzım; fakat Özer Bey’in söylediğine göre gençlerde kararsızların oranı çok yüksek, kendini milliyetçi, muhafazakâr gören gençlerde de kararsızların oranı çok yüksek. Kararsızlık denen bu olgunun esas olarak genç kuşaklarda olduğu söyleniyor ve bunlara yatırım yapan partinin, partilerin başarı şansının daha yüksek olduğu varsayılıyor. 

Şimdi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son dönemde Külliye Kütüphanesi’nde gençlerle düzenli toplantılar yapmaya, sohbetler yapmaya başladığını duyuyoruz –ne derece fonksiyonel bilmiyorum–, ama gençlere yönelmeye çalıştığını görüyoruz. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun doğrudan gençlere yönelik videolar yaptığını görüyoruz; ama MHP’de böyle bir şey gözükmüyor. MHP’nin Ülkü Ocakları diye bir örgütlenmesi var, onunla yetiniyor gibi. Devlet Bahçeli’nin gençlere yönelik özel olarak herhangi bir çalışması gözükmüyor. Üslûbunun da gençlere çok sıcak gelecek bir üslûp olduğunu sanmıyorum. Ne kadar milliyetçi de olsalar, gençliğin parametreleriyle çok uyuşan bir duruşu olduğu kanısında değilim. İşte buradan MHP konusunu biraz daha açarsak, çağın gereklerine göre hareket etme konusunda ya da günümüz Türkiye’sinde ve dünyasında milliyetçilik bağlamında baktığımız zaman, Meral Akşener’in açık ara Bahçeli’den, ve İYİ Parti’nin MHP’den önde olduğunu düşünüyorum; ama en önemli husus bence Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’na alabildiğine angaje olması ve Erdoğan’ı korumaya alabildiğine angaje olması –yani bazı durumlarda, Erdoğan’dan çok Erdoğancı bile diyebiliriz– ve bunu yaparken çok sert üslûplar kullanması. Bunun kendisine bir fatura olarak gelmeye başladığı kanısındayım. Özellikle, ekonomik sıkıntıların alabildiğine arttığı, enflasyonun alabildiğine arttığı, insanların iyice yoksullaştığı bir dönemde, MHP tabanının ya da potansiyel MHP seçmeninin alt sınıflar veya orta sınıflarda bayağı güçlü olduğunu biliyoruz. Buralarda duyulan rahatsızlık, ekonomik rahatsızlıkların faturası uzun bir süre daha çok Erdoğan’a ve AKP’ye kesiliyordu ve hatta çok yayında bunu vurguladığımı hatırlıyorum. “Bahçeli bu işlere girmeyerek, ekonomi konularında falan sorumluluk almayarak, iktidarın yani Cumhur İttifakı’nın olumlu yönlerini kendine, olumsuz yönlerini Erdoğan’a bırakıyor” gibi bir düşüncem vardı, tespitim vardı. A

rtık bunun çoktan geride kaldığını düşünüyorum; belki o tarihte de ben yanlış yorumluyordum, bilemiyorum. Artık Bahçeli’nin ekonomideki sorunlara bile, “yokmuş gibi” yapmaya çalıştığını, bunların abartılmaması gerektiğini söylemeye çalıştığını görüyoruz. Orada da Erdoğan’a kalkan olmaya çalışıyor ve orada da iktidarın beceriksizliklerinin, ekonomik krizin derinleşmesinin sorumluluğunu almaya başladığını görüyoruz — ki bence çok yanlış bir strateji. Başka bir şey uygulayabilir miydi o ayrı bir tartışma konusu; ama bu yaptığı çıkışların, yani artık kayıtsız şartsız bu iktidarın hiçbir şeyine toz kondurmama, hiçbir yanlışını görmeme tutumunun kendisine ilgiyi azalttığını, destek kaybettirdiğini düşünüyorum. 

Bir diğer husus da tabii ki bu sert dil. Yine bugün ne yaptı? Bugün yine Anayasa Mahkemesi’ni hedef aldı. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu haksız bir şekilde içeri attılar ve Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen haksız bir şekilde içeride tutulan Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu “vatan haini” ilan etti — çok kişiyi ediyor, Ömer Faruk’u hayli hayli eder. Ama mesela bugünkü konuşmasının bir yerinde, daha önce yapmadığı kadar açık bir şekilde Süleyman Soylu’ya sahip çıktı. Ne diyor: “Kim demiş Sayın Soylu yalnız diye? Kim demiş Sayın Soylu kimsesiz diye? Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı, görevini vatan ve millet sevgisiyle yerine getiren, gece demeden gündüz demeden bölücü terörle mücadele eden mert ve milletperver bir devlet adamıdır. Hakkında ne söylenirse söylensin, bizim bölücülerle iş tutanlara…” vs.. şudur budur… yani hakkında ne söylenirse söylensin, şimdi, Mayıs ayından itibaren Sedat Peker’in videolarıyla beraber Süleyman Soylu’nun geldiği durum ortada. Birkaç kere Süleyman Soylu’nun artık hiçbir fonksiyonunun kalmadığını söyledim. Bu yüzden sosyal medyada küçük çaplı saldırılara da uğradım; ama saldıranlar da çok fazla kendilerine güvenli değillerdi. Daha önceki dönemlerde, mesela ilk istifa ettiği dönemlerde Süleyman Soylu’ya gösterilen ilginin çok uzağındayız; çünkü kolay kolay savunulabilecek bir yerde değil. Belli bir aşamadan sonra, iki televizyon yayınından sonra, kendisini savunmayı da bıraktı; artık genellikle konuşmamayı tercih ediyor ya da kendisine soru soran gazetecileri tersliyor. 

Bence Süleyman Soylu artık siyâseten bir geleceği olmayan, iddialara cevap veremediği ve cevap veremediği iddialara her gün yenileri eklendiği için, şu anda Türkiye’de gerçekten birden yıldızı en çok kararan isimlerin başında geliyor ve Devlet Bahçeli şu ya da bu nedenle –siyasî duruşundaki kararlılığını göstermek için olabilir ya da başka nedenler olabilir–, Süleyman Soylu’ya acayip bir şekilde sahip çıkıyor. Daha önce, ilk dönemde de Süleyman Soylu’ya bu kadar açık ve net olmasa da sahip çıkmıştı, ertesi gün Cumhurbaşkanı Erdoğan da sahip çıkmak durumunda kalmıştı. Bir ihtimal bugünkü bu açık sahipleniş, Erdoğan’ı da bir şekilde buna teşvik etmek içindir, ama burada bu tür sahip çıkışların –Erdoğan da sahip çıksa, Bahçeli de sahip çıksa– Süleyman Soylu’nun yaralarına merhem olacağını sanmıyorum. Öte yandan, konumuza dönecek olursak, MHP’nin ve Bahçeli’nin de oylarını ve prestijini artırabilecek bir şey olduğunu hiç sanmıyorum. Tam tersine, daha fazla Süleyman Soylu’nun îtibarını kurtarmaya çalışırken, kendi îtibarından ciddi bir şekilde fedakârlık ettiğini düşünüyorum. Sonuçta bir sarmal söz konusu. MHP, girdiği bu çizgi içerisinde, bu strateji içerisinde, kendi kendini esir alan ve artık topluma hitap etmeyi, seçmene hitap etmeyi, seçmenin sorunlarına çözüm önermeyi boşlayan bir yola girdi — zaten eskiden ne kadar yapıyordu o ayrı bir tartışma konusudur; ama MHP eninde sonunda Türkiye’nin en eski ve en köklü siyasî-toplumsal hareketlerinden birisinin merkezindeki partidir — yani Ülkücü Hareket’in. 

Sonuçta, bir tarihi olan bir hareket bu; toplumsal bir karşılığı olan bir hareket, ama son dönemde baktığımız zaman, Bahçeli, tamamen ve tamamen devlete yönelik siyaset üretiyor. Siyasetin alanını topluma iyice kapatıyor ve bu aslında kendisinin de toplumsal bağlarının alabildiğine budanmasına, azalmasına neden oluyor; sonuçta benim gördüğüm, kendi kendinin kurbanı olan, devletin bekası, aslında iktidarın diyelim buna, iktidarın, Cumhur İttifakı’nın bekası uğruna toplumu iyice gözden çıkarmış ve toplumu gözden çıkarırken de topluma hitap etmeyi de gözden çıkarmış bir siyasî parti ve lider söz konusu. Salı günkü grup toplantılarından biliyoruz MHP’yi; onun dışında arada attığı tweet’lerden biliyoruz. Burada Türk milletine hitap etme iddiasında; ama burada hitabının hep devlete ve birtakım elitlere yönelik olduğunu görüyoruz. Bu elitlerin kimisi iktidarın yanında, kimisi iktidarın karşısında, hiç önemli değil; ama onun çizdiği perspektifte, siyasî alanda, siyasî zeminde toplum yok; toplum iyice yok oluyor, toplum iyice yok olduğu için de bence MHP’ye yönelik toplum ilgisi de iyice azalıyor, böyle bir olay söz konusu. Buradan bir toparlama olur mu? Toparlama olabilmesi için bunu bir ihtiyaç olarak saptaması gerekiyor Bahçeli’nin. Bence böyle bir ihtiyacı en azından şu aşamada hissetmiyor. Seçim aşamasına gelindiğinde birtakım hareketler yapmaya, birtakım açılımlar yapmaya çalışabilir; ama artık çok geç olacaktır ve sonuçta bu kadar köklü bir siyasî ve toplumsal hareket olan MHP, bir iktidarın ömrünü uzatma adı altında kendisinin toplumsal ömrünü ve gücünü azaltmakla meşgul olan bir parti görünümünde. Evet, daha söylenecek çok şey var, şunu tekrar söyleyeyim: Bu iniş-çıkışlar MHP’nin tarihi boyunca hep yaşandı; ama şu hâliyle baktığımız zaman sanki istikrarlı bir düşüş söz konusu. Bahçeli’nin dışında etkili siyasî aktör de üretemediğini düşündüğümüzde, MHP’nin işinin yakın gelecekte de çok parlak olacağını sanmıyorum. Belki MHP’ye bir Süleyman Soylu aşısının yapılması söz konusu olabilir, bunu düşünenler olabilir. İki yıl öncesine kadar, belki bir yıl öncesine kadar, bu bir ihtimal olabilirdi.  Özellikle Erdoğan’ın kabul etmediği ilk istifa döneminde bu çok konuşulmuştu; ama bundan sonra kendi yarasını saramayan Süleyman Soylu’nun MHP’nin yarasına merhem olma ihtimâli olacağını hiç sanmıyorum; dolayısıyla birlikte kaybetmeye rıza gösterebilirler. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.